ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

FEVZİYE TANSEL

ABDÜLHAK ŞİNASÎ HİSAR, Ahmed Hâşim, Şiiri ve Hayatı, İstanbul, Hilmi Kitabevi, 1963. 214 sayfa; 5 lira.

Abdulhak Şinasî Hisar, alâka çekici ve canlı ifadesi, aynı zamanda bediî zevk de uyandıran güzel Türkçe’siyle bugünkü nesrimizin başlıca mümessillerinden biridir. Vaktiyle, 1921’de Dergâh mecmuasında bâzı şiirler de neşreden bu kıymetli nâsirimiz, az sayıdaki bu şiirleri bir yana bırakılırsa, san’at hayatını tamamiyle nesir sahasına vermiş bulunmaktadır. Onun Aşk imiş Her Ne Var Alemde isimli ve XV.—XX. asra ait Türk şâirlerinden seçtiği mısra ve beyitleri içine alan antolojisi (1955) dışında, mensur eserlerinin mevzu bakımından birleştiği bir nokta vardır: Hâtıralar ve geçmiş günlere hasret... Ali Nizamî Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952), Fahim Bey ve Biz (üçüncü basım, 1955), Çamlıca'daki Eniştemiz (ikinci basım, 1956), Boğaziçi Mehtapları (ikinci basım, 1956), Boğaziçi Medeniyeti ve Boğaziçi Yalıları (1954), Geçmiş Zaman Köşkleri (1956), Geçmiş Zaman Fıkraları (1958), İstanbul ve Pierre Loti ve Yahya Kemal'e Veda (1959) adlı bu on cilt tutan nesirlerinin hepsinde İstanbul hayatının türlü cepheleri ile alâkalı canlı hâtıralar buluruz; hikâye ve roman kaydiyle neşredilen Ali Nizamî Efendi'nin Alafrangalığı ve Şeyhliği, Fahim Bey ve Biz, Çamlıca'daki Eniştemiz de, bizce bir hikâye ve romandan ziyade hâtıra nev’ine giren eserlerdir; çünkü bunların başlıca kahramanlarını yaşayan tipler teşkil ediyor ve bu tipler kadar, onların yaşadıkları mekân, vak’alar da hakikîdir. Bütün bu eserlerde geçmişle alâkalı yer yer kıymetli notlar bulmak mümkündür; fakat hemen söyleyelim ki biz bu yazımızda bunların tahlili ve kıymeti üzerinde duracak değiliz; böyle bir tahlili ayrı bir makaleye bırakarak, müellifin, şu son günlerde neşredilen Ahmed Hâşim, Şiiri ve Hayatı adlı eserini tanıtmağa çalışacağız.

Ahmed Hâşim, Abdülhak Ş. Hişar’ın çocukluk arkadaşıdır. 1885’de Bağdad’da doğan Ahmed Hâşim, babası Fizan Mutasarrıfı Ârif Hikmet Bey’le 1891’de İstanbul’a gelmiş, buranın fakir bir semtinde oturan bir akrabasının, veya aile dostlarından birinin yanında kalmış, 1897’de Galatasaray Mektebi’ne girmiştir, işte, müellifin Ahmed Hâşim ile tanışması bu talebelik çağlarından başlar. Ahmed Hâşim, Galatasaray’dan arkadaşı olan müellife zaman zaman Bağdad hâtıralarını da anlatmıştır : “Orada küçücük arkadaşlarıyle, Efganlı, sert çehreli lalalarının yanlarında, koşa-koşa o rengârenk çinili câmilerin havuzlu odalarında, hasırlar üstünde, talebeler, muallimler ve güvercinlerin karıştıkları ders odalarında hüsn-i hat, sonra Kur’ân cüzleri,, okumuştur.

Çocukluğunda da öfkeli, şakacı, lâtifeci bir mizaçta olan Hâşim. Şi'r-i kamer başlıklı ve Bağdad’a ait hâtıralarını da canlandırdığı meşhur şiirini, bu mektepte talebe iken, onbeş yaşlarındayken yazmaya başlamıştır; bu sebeple kendisine mektepte “şâir Hâşim” denilmekte imiş. Hâşim, Farsi hocası Feyzi Efendi ile pek anlaşamamıştır. Arabi hocası Zihnî Efe vi ise, “Ahmed Hâşim’in, tarihen meşhur Alûsîzâde ailesinin bir çocuğu olduğunu öğrenince, ona Arabi’den sual sormak ayıp olmaz mı kanaatiyle, Arabi imtihanlarında hiçbir sual sormadan on numara vermeyi bir an’ane edinmişti,,. Türkçe hocaları Nâfi’ Efendi, Hâşim’e, yaptığı kâfiye hatâlarından dolayı fena hâlde kızarmış. İkinci sınıfta Tevfik Fikret lisan ve imlâ, dördüncü sınıfta Ahmed Hikmet Müftüoğlu edebiyat hocası olmuşlardır. Abdülhak Ş. Hisar’ın, “Hiç unutmam ki, birgün bu dersten sonra, Hâşim bahçede bana gülerek, söylenilecek ehemmiyetli bir haberi olduğunu bildirdi: Ahmet Hikmet, dersinde tahririni yazarken, anlattığı bir hakikat o kadar ehemmiyetli olmuş ki, daha bütün hayatında şimdiye kadar böyle mühim birşey duymadığını söylüyordu. İşte bunu da bana derhal duyurmak için yanıma gelmişti. Hâşim, bu hakikatin parlayan ışıkları arasında terliyor ve parıldıyordu. Kendisinden başka hiçbir talebenin bir ehemmiyet vermediği bu fikrin, gizli kalmış bir hakikat nüktesi gibi esrârını açıklıyordu : Bir şiir yazılmak için bir fikir düşünülüp mantıkî bir kanaat ifade edilirse, bu yazı bir şiir olmazdı. Şiir, ancak kullanılan güzel kelimelerin yardımiyle ve âhenkli kâfiyelerin sayesinde tatlılaşarak, mantıkin hâricinde bir edâ ile hakikî bir şiir olabilirdi,, cümlelerinden anlaşıldığı gibi, Hâşim’in şiir anlayışında Ahmed Hikmet'in mühim te'siri olmuştur.

1901-1902 yıllarında, Hâşim’in, Galatasaray Mektebi bahçelerinde tanıştığı, edebiyata meraklı arkadaşları, bunlar arasında Ahmed Samirn, Orhan Şemseddin, Hamdullah Subhî, İzzet Melih, Refik Hâlid, Emin Bülent ve Ahmed Bedi’ vardır. İlk şiirlerini, bu mektebe nihârî devam eden, biraz da kitapçılıkla rneşgül olan bir talebe vasıf asiyle Mecmua-i edebiye' de neşre başlayan Hâşim, diğer arkadaşları gibi Garp fikir ve san’at hayatını tâ'kibe çalışıyor, Les Annales mecmuasını okuyor, Fransızca öğrenmek için gayret sarfediyordu ; Abdülhak Ş. Hisar bu münasebetle şu hâtırayı kaydetmiştir: “Ahmed Hâşim’in, bu zamanlarda kullanmış bulunduğu Fransızca bir antoloji kitabını, öyle her kelimesinin mânalarını duymak için, her satırının bütün kelimeleri altında çizdiği işaretleri görmek, bizim rikkatimize dokunurdu. Fransızca öğrenmek için yaptığı cehd ve gayret gözle görülürdü,,. Eserinin Galatasaray'da Hâşim başlıklı ilk bahsinde (S.7-17), bu v.b. hâtıralarını ve şâirimizin 1907'de Galatasaray’ı bitirdiğini kaydeden müellif, bundan sonraki Şi’r-i kamer başlıklı kısımda, daha yazılırken bâzı parçalarını dinlediği bu şiirin tahlilini yapıyor, ne zaman ve hangi mecmualarda neşredildiğinden bahsediyor; Bagdad hâtıralarını yaşatan bu dokuz parçadan ibaret şiir dolayısiyle, Hâşim’in Bağdad’a dönmek, doğduğu bu yerleri görmek ihtiyacını hiçbir zaman duymadığını, hattâ "kendisine küçük bir irad getiren bir yeri satıp, orasıyle râbıtasını büsbütün kesmeyi tercih,, ettiğini yazıyor (S. 18-34).

Leziz Arkadaşlarımızın İlk Edebiyat Zamanları bahsinde, Fecr-i âti topluluğu, Nâfıa Nâzırı Zihnî Paşa’nın torunu olup Servet-i fünun’da Nevin imzasıyle şiirler yazan Neyyir Bey’in Fecr-i âtî’ye âza seçilmesi münasebetiyle Ahmed Hâşim’in nutku Fecr-i âticîler tarafından iyi karşılanmadığı, kendisine bu yüzden târizlerde bulunulduğu, Fecr-i âtî toplantılarına bir daha işrirâk etmediği, Edebiyat-ı cedide’yi de beğenmediği, Hâlid Ziya Uşaklıgil ve Fikret aleyhindeki neşriyatı üzerinde duruluyor (S. 26-34). Eserin bundan sonraki üç bahsi, Hâşim’in ilk şiir kitabı Göl Saatleri ile alâkalıdır (S. 35-58). Bu münasebetle İleri gazetesinde çıkan bir makalesinden bahseden müellif[1], bu kitaptaki şiirler dolayısiyle tahlil ve tehassüslerine yer veriyor; Akşam'da** remziyle çıkan bir makalenin Ahmed Hâşim’in ilhâmıyle yazıldığını ifşa, o zamanlar şâirin, Yahya Kemal ile arasının çok iyi olduğunu kaydederek, bu makaleyi aynen neşrediyor. O Belde adlı şiirinde, Melali anlamayan nesle âşinâ değiliz diyen Hâşim büyük bir şâirdir fikrinde olan Yahya Kemal, sonraları, Ahmed Hâşim için, “Hiç şâir değildir” deyince, kendisine o eski sözünü hatırlatan müellife, “Ben öyle birşey söylemedim” diye vaktiyle ileri sürdüğü fikri inkâr etmiştir. Müellif, Hâşim’in Bir Günün Sonunda Arzu başlıklı şiirinin mizah gazetelerinde nasıl târizlere uğradığına temas etmekle beraber, bunların kim tarafından yazıldığı ve ne zaman, nerede neşredildiği üzerinde durmuyor; bu zamanlara ait acı ve tuhaf bir hâtırasını naklediyor : “Birgün bana bâzı misafirler gelmişlerdi. Bunlar arasında Ahmed Hâşim, İsmail Hakkı Baltacıoğlu ve o zamanlarda Yenikapı Mevlevihânesi Şeyhi bulunan Bâkî Efendi, kıymetli bir Şark kültürü sâhibi, kendisi de klâsik tarzda şiirler yazar, her edâsıyle, terbiyesiyle, elbisesiyle, ince, zarif, çelebi bir adamdı. Ortada şiirden bahsolunurken, herkes içinde ve Hâşim’e hitaben, “Efendim, geçen günlerde bir züppenin biri çıkmış, şiir diye Göllerde bu dem bir kamış olsam herzesini söylememiş mi?,, deyince, Hâşim’in yaralanmış gibi, haykırarak ve karşısındakini tahkir ederek kaçmağa başlayacağını sandım diyen müellif. Bakî Efendi’nin ve hepsinin çok sıkıldıklarını naklediyor. Göl Saatleri’ndeki Sonbahar şiirinde,

O kadar nâtuvân ki gizli sesin
Kendi derdinle kendin^ağlarsın

mısra’larından ikincisinin fahiş bir yanlışı içine aldığını, doğrusunun Kendi derdinle kendin^inlersin şeklinde olduğunu, bu yanlışa Hâşim’in çok üzüldüğünü, müellife verdiği kitabında bu mısraı düzelterek yazdığını öğreniyoruz (S.41).

Müellif, Piyale’nin birinci ve ikinci basımından bahsederken de böyle bir yanlışın bulunduğuna işaret ediyor; Karanfil'deki Yâr'ın dudağından getirildi mısraı, Yâr’ın dudağından getirilmiş şeklinde basılmıştır (S. 58). Piyâle’yi tahlil ederken, iki basımı arasındaki farkı, sonuncusunun başına Yakub Kadri’nin bir yazısının ve ona ithaf ettiği Başım adlı şiirin ilâvesi teşkil ettiğini yazan müellif, ilk basımından Hâmid’e bir nüsha yollayan Hâşim'in bu ithaf yazısını da naklediyor (S. 59-69) [2].

Abdulhak Ş. Hisar, Hâşim'in Mensur Eserleri üzerinde şiirlerine göre daha az durmuştur (S. 70-76) ; Gurabâhâne-i Laklakan[3], Bize Göre [4], Frankfurt Seyehat-nâmesi adlı kitaplarından kısaca bahsediyor. Sonradan Bize Göre adlı kitabında topladığı fıkraları, biraz da para almak için yazdığı yazılardır. Bunları yazmak için her gün öğleden sonra İkdam idarehanesine gitmiştir; Abdülhak Ş. Hisar, “nasıl emekle yazdığına, hemen her kelimesini tashih ede-ede, her cümlesini ta'dil ve ıslah ile yazdığı,,na şâhid olmuştur. “Yazdıklarını birer birer herkese, İkdam'ın her muharririne ve her gelen misafirine,, okuyup, hepsinden bir fikir, bir tavsiye alarak, her yeni okuyuşunda bir tashih yapmağa çalışmıştır (S. 74).

Ahmed Hâşim’in mektebi bitirdikten sonra, hangi senelerde hangi me’murluklarda çalıştığı, aldığı maaşlar, lâyık olduğu mevkie erişememek yüzünden şikâyetleri, Türk şâirlerinin bu hisleri ifade eden hangi mısralarını tekrar tekrar okuduğu, evlerinin adresleri, mahalle kahvesi arkadaşları, samimîliği ve gösterişi sevmesi gibi iki zıt karakteri, şehvet-perestliği, güzel mısralar okumaktan zevk duyması, bedbinliği, parasız zamanları, aşkları, izdivaç buhranları, fazla yemek ve kil çiğnemek ibtilâsı, çok ve canlı konuşması gibi me’seleler hakkında onun hayatını ve muhtelif hususiyetlerini aydınlatan izahları, hâtıraları eserin dokuzuncu ve yirmiikinci bahisleri arasında buluruz. Bu bahislerde, şâirin odasını, yatağını, yüzünün ve gözlerinin mânasını canlandıran tasvirler de vardır (S. 77-200). Kitabın son bölümü, Hâşim’in Bâzı Mektupları (S. 206-214)’na ayrılmıştır. Bu altı mektuptan ilki bir mektup sayılamaz; bu, Hâşim’in, “Âkil bir vasi, her muharrir için elzemdir,, vecizesinden ibarettir; müellif bunu, şâirin kendi yazısiyle, boş bir kâğıda yazılmış olarak bulmuştur. Geri kalan beş mektuptan üçü tarihsizdir. Şâirimiz bunlarda lâşe'deki vazifesi kaldırıldığı için Bağdad’dan para istettiğinden, fakat gitmek imkânının hâsıl olacağı güne kadar yine çalışmağa mecbur olacağından ve hastalığından bahdediyor; Banka’da me’mur bulunduğu sırada yazdığı bir başkasında, müellife, telefonla konuşabilmenin güçlüğünü anlatıyor; yine müellife diğer bir mektubunda, kendisine teklif edilen bir vazifenin mâhiyetini anlamak istemektedir. 6 Haziran, 1924 tarihli mektubunu Paris’ten göndermiştir; Yahya Kemal’in de orada olduğunu yazıyor ve o, kendisine “Arap Hâşim” dediği için, Hâşim de ondan “Nişli Agâh” diye bahsediyor. 31 Mart, 1932 tarihli mektubu, Acem minyatürlerini hatırlatan bir seri şiire başlamak üzre olduğunu ve bunlardan birinden dört mısraı, bu şiirin yazıldığı zamanı tesbit eden kaydinden dolayı mühimdir.

Ölümünden otuz yıl geçen Ahmed Hâşim hakkında bugüne kadar pek çok makale, kayde değer bâzı eserler neşredilmiştir[5]; Abdülhak Şinasî Hisar’ın eseri ile, bunlara bir dördüncüsü ilâve edilmiş oluyor; fakat bu orijinal ve kıymetli şâirimize dair henüz bir monografi yazılmadığı gibi, Arap harfleri ile olan Gurabahâne-i Laklakan'ın yeni bir basımı, diğer mensur eserleri ile şiirlerinin ona lâyık bir tab’ı da yoktur.

Abdülhak Şinasî Hisar’ın, Ahmed Haşim, Şiiri ve Hayatı, şâirimizin monografisini yazacaklar için, yer yer kıymetli malzemeyi içine almaktadır. Eserinde, Bir bülbül-ü âvâre melâl-i şeb'e karşı mısraında ve “Rûh-u bîkayd,, terikibinin yazılışında görüldüğü gibi terkiblerin yazılışı bakımından ölçüsüzlükler ve hatalar, Bir lisân-ı hafidir ki rûha dolmakta mısra’ında olduğu gibi —başta bu kelimesi eksik olduğu için— yanlış mısra’lar, Tahsin Nâhid’in Rilh-ı bîkayd adlı eserine dair Hâşim'in yazdığı makale dolayısiyle verilen bilginin tekrarlandığı (S. 21,61,31,32,71) görülüyorsa da, bunlar kitabı kıymetten düşürecek kadar çok ve mühim değildir. Hâşim'i çok yakından tanıyan ve çok seven— kaydetmemekle beraber— Karanfil başlıklı şiirle Piyale adlı eser kendisine ithaf edildiğine göre Haşim tarafından da çok sevilen yakın bir dost olduğu anlaşılan müellifin bu eseri, Hâşim’i tanımak isteyenlerin, onu tanıtmak için eser yazacakların zevkle okuyacakları ve faydalanacakları bir kıymettedir. “Hâşim, Yunus Emre, Fuzulî, Bâkî, Ruhî, Nâbî, Nâilî-i kadîm, Nedim, Şeyh Galib ve Avnî Bey gibi, büyük Türk şâirlerinin yaşadıkları yüksek ve mahrem âleme çekilerek onların arasına karıştı,, diyen Abdülhak Şinasî Hisar (S. 157), bunu nakzeden fikirler de ileri sürüyor: Hâşim’in şiirlerinde, “yalnız göze görünmez unsurlarının değil, fakat örüldüğü madde ve asıl malzemesi olan lisanın da bugün kısmen geçmiş ve eskimiş olduğunu söylememeğe imkân yoktur. Hele Şi'r-i kamer’in çok güzel bâzı parçaları bu yüzden tamamen eskimiştir. Şâirin en canlı manzumeleri en sade lisanla yazılmış, en olgun ve güzel olan, sonunculardır. Ahmed Hâşim, şiirin terceme olabileceğine hiç inanmazdı. Bu itibarla yazık ki eserinin birkısmının artık kaybolduğuna inanmak lâzım gelecektir,, (S. 195) diyor.

Biz, Abdulhak Şinasî Hisar’ın bu sonuncu mütalâalarına iştirak etmiyoruz. Hâsim’in çok sade bir Türkçe ile yazdığı şiirlerini zevkle okuyan gençlerimizin, Göl saatleri’nin ve Piyale’nin bir lûgatçeyi de içine alan güzel bir basımı yapıldığı takdirde, bugün için bîr bakıma ağır bir dille yazılmış şiirlerini anlamak için gayret sarfedeceklerine inanıyoruz. Sözlerimizi, Abdülhak Hâmid’in, Hâşim’in ölümü münasebetiyle irticalen söylediği kıt’asıyle bitirelim [6]:

Sanki bir sûr-ı muvakkatti hayatın Hâşim,
Halkı matemlere garketti vefatın Hâşim,
Edebiyat idi bi’lcümle sıfatın Hâşim,
Dâima yükselecektir derecâtm Hâşim!

FEVZÎYE TANSEL

Dipnotlar

  1. Abdülhak Şinasî Hisar’ın Ahmed Hâşim’in Eseri Etrafında adlı makalesi, Göl Saatleri’nin neşrinden hemen sonra basılmıştır; bu makalede verilen bilginin bâzı kısımları, üzerinde durduğumuz Ahmed Hâşim, Şiiri ve Hayatı'nın birinci bahsine de alınmıştır (Dergâh mec., yıl 1, c. 1., nu.11, 20 Eylül, 1337). Müellifin, aynı eser münasebetiyle Kitaplar ve Muharrirler sütununda Şiirde Vuzuh başlıklı bir makalesi daha vardır (Dergâh mec.,nu. 12, 5 Teşrinievvel, 1337). Bu yazı ile beraber, Hâşim’in, Câvide Hayri Hanım tarafından Şehnaz bûselik makamında bestelenen Parıltı başlıklı şiiri notasıyle birlikte basılmıştır. Ayrıca bk., A. Şinasî Hisar, Şiirde Yenilik Nedir—Göl Saatleri münasebetiyle—, Yarın mec., nu. 1,12 Teşrinievvel, 1921. Nurullah Ataç, Edebiyat Musahabeleri —Göl Saatleri Münasebetiyle—, Dergâh mec., nu. 12, 5 Teşrinievvel, 1337.
  2. Ahmed Hâşim’in şöhreti, Pıyale’nin neşrinden sonra artmıştır. Bu eseri ve şiirleri hakkında Prof. Fuad Köprülü’nün esaslı bir tahlil makalesi (Piyale, Ahmed Haşim Bey, Hayat mec., nu. 2, 9 Kânunıevvel, 1926) vardır. Ayrıca bk., Fâzıl Ahmed, Ahmed Hâşim ne Piyâlesi (Hayat mec., nu. 5, 30 Kânunıevvel, 1926). Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu, Son Şöhretler (Güneş mec., nu. 2,4,15 Kânunısâni, 15 Şubat, 1927). Abdullah Cevdet, Ahmed Hâşim-Piyâle (İctihad mec., nu. 220,221, 15 Kânunısâni, 1 Şubat, 1927). Reşid Süreyya, Ahmed Hâşim Bey, İctihad mec., nu. 242, 15 Kânunıevvel, 1927). Kâzım Sevinç, Edebi Düşünceler-Ahmed Hâşim (İctihad mec., nu. 253, 15 Ağustos, 1927). Abdullah Cevdet, Edebi şüûn, Ahmed Hâşim- Peyamî Safâ Belyler Müsademesi (İctihad mec., nu. 258 ,15 Ağustos, 1928).
  3. Bu kitap hakkında Ali Cânib Yöntem’in güzel bir tahlil makalesi vardır (Ahmed Hâşim ve Eseri, Gurabâhâne-i laklakan münasebetiyle, Hayat Mec., c. IV., nu. 103, 15 Teşrinisânî, 1928.
  4. Ali Cânib Yöntem, Ahmed Hâşim ve Bize Göre'si, Hayal mec. nu. 120, 14 Mart, 1929.
  5. Ahmed Hâşim hakkındaki ilk eser, Duda tarafından. Almanca olarak neşredilmiş, müellif bu risalesinde, bilhassa, Prof. Köprülü’nün Piyale hakkındaki makalesinden (bk., not 2) faydalanmıştır. Yakub Kadri Karaosmanoğlu, Ahmed Hâşim, Ankara, Hâkimiyet-i milliye Matbaası, 1934. Müellif’in tehassüs ve hâtıralarını, Hâşim’in mektuplarını içine alan bu eser, satışı ile şâire mezar yaptırılmak üzre basılmıştır. Zâhir Güvemli, Ahmed Hâşim, İstanbul, 1948. Bu eser, Hâşim’in şiirlerinin tahlili bakımından kayde değer. Şiirleri, Şerif Hulûsî tarafından Ahmed Hâşim'in Şiirleri adı ile basılmıştır (İstanbul, Semih Lûtfi Kitabevi, 1933).
  6. Mülkiye Mecmuası, Hâşim nüshası, nu. 27, Haziran, 1933.