Giriş:
İnkılâplar gerek milletin içinden olarak arzusiyle gelsin, gerek asrının terakkiyatına karşı geri kalmış bir milletin yükselmesi için başta bulunanlar tarafından yapılmış olsun öne atılmış olan şahıslardan bir hayli kurban vermiş ve konan yenilikler uzun ve kanlı mücadelelerden sonra ancak yeni yetişen nesiller arasında istikrar bulmuş, yerleşebilmiştir. Fransa’nın büyük inkılâbı milletler içinden meydana çıktığı halde bunun yerleşmesi için ne kadar kan döküldüğü ve ne derece tehlikeler atlatıldığı tarihçe malûmdur.
Bir zamanlar dünyanın en mükemmel ve en modern ordusuna sahip olan Osmanlı Devletinin on yedinci asır başlarından itibaren düşmüş olduğu bozuk durum da Osmanlı tarihlerinde görülmektedir, bilhassa 1683, 1768, 1787 seferleri, Osmanlı ordusunun muasırı avrupa orduları tarzında ıslah edilmedikçe memleket müdafaasının kabil olmadığını göstermiş ve muasır devletler gibi talimli ve muntazam bir ordunun mevcudiyetini kat’î ve zarurî kılmıştır.
1774’deki Kaynarca muahedesinden sonra birinci Abdülhamid, bilhassa askerî sahada yenilik yapmak için arzusiyle garp devletleri usulü bazı ıslahata teşebbüs ederek sürat topçuları yetiştirmeğe himmet etmiş ve (Baron Detot) un gayretiyle 1776’da basit şekilde bir hendese mektebinin temelini atmış ve bunun için Avrupa’dan mütehassıs getirtmiş, fakat yaya kuvveti olan yeniçeri ocağının ıslahına cesaret edememişti.
Halbuki yeniçeri ocağı bu asırda talimli bir asker ocağından ziyade sokaklarda esnaflık eden baldırı çıplak talimsiz, serkeş bir kalabalıktan ibaret olduğundan ve muharebelerde asıl perişanlığa bunlar sebebiyet verdiklerinden dolayı bu sınıfın ıslahı birinci derecede lüzumlu idi: Fakat isyan ederek vezir katli ve hattâ pâdişâh hal’ine kadar işi ileri götürecekleri bilindiği için bunlara talimden bahsedilemiyordu.
Sultan Üçüncü Selim 1789’da amcası birinci Abdülhamid’in yerine hükümdar olduğu zaman daha evvel 1787’de başlamış olan Osmanlı-Rus ve Avusturya seferi devam ediyordu. Yirmi sekiz yaşındaki bu genç hükümdar, daha veliaht bulunduğu sırada devlet ricalinden elde ettiği adamları vasıtasiyle Fransa Kralı Onaltıncı Lui ile muhabere ederek hükümdar olduğu zaman devlete bir nizam vermek ve bilhassa Avrupa orduları tarzında talimli bir ordu vücude getirmek arzusunu izhar etmiş ve buna mukabil kral kendisine bazı vesayada bulunmuştu.
Filvaki Sultan Selim, hükümdar olur olmaz askerî ıslahat hakkında veziriâzam ve devlet adamlarına bu husustaki mütalâalarını sorarak lâyihalar vermelerini istemiş ve kendisine takdim edilen lâyihaların bir kısmındaki mütalealara göre yeniçeri ocağının talim kabul etmez bir kalabalık olduğunu anlayarak (Asakiri Şâhâne) ismiyle fakat yeniçerileri ürkütmemek için bostancı ocağına bağlı olarak talimli bir ordu vücude getirmeğe karar verdikten sonra[1] hemen faaliyete geçmiş (1792) ve bu yeni kurulan ordunun masraflarına karşılık olarak da (Îrâdı Cedid) hazînesini tesis etmiş ve Fransa, İngiltere ve İsveç’den mütehassıslar ve muallimler getirtmiştir.
Sultan Selim başladığı ıslahatta topçu, humbaracı, lağımcı (istihkâm) ocaklarını da ıslah ve yeni kanunlar vücude getirmeği ele aldı. Mühendishane teşkilâtını genişleterek iptida Eyüpte Bahariye’de ve daha sonra Haliçte Sütlüce’de 1210 H., 1795 M. deki mühendishaneyi yaptırmıştı.
Sultan Üçüncü Selim memleket zihniyetine ve İstanbul halk tabakasının yeniçerilere taraftar olmaları dolayısiyle tehlikeli bir işe girişmişti. Fakat vatanın selâmetini kat’î surette bunda gördüğü için her fedakârlığı göze almış demekti. Kendisi halim, rahim, ince ruhlu bir hükümdar olduğundan başladığı işi fiilen takip etmesi, yerine göre şiddet göstermesi lâzımdı. Kendisi, kurduğu yeniliği takip ediyordu. Fakat bu inkılâp aleyhinde olanların homurdamalarını henüz duymayordu.
Pâdişâhın etrafındaki inkılâp taraftarı mahdut devlet adamları dışında, anlara rakip devlet erkânı ile bilhassa ulemâ sınıfı ve tabiî olarak yeniçeri ocağı bu yeniliklere aleyhdar idiler; yenilik henüz pek genişlemediği için kendilerinde bir hareket görülmeyor fakat memnuniyetsizlik hissolunuyordu.
Murahhaslıkla Paris'e gönderilmiş olan Âmedî Galip Efendi[2] o tarihte Başkonsolos bulunan Bonapart ile bir ziyafet sofrasında görüştükleri zaman (Islahata başlamış olan Pâdişah’ın işleri bizzat takip etmesini ve Saraydan çıkışların yalnız Cuma namazı için Selâmlığa inhisar etmemesini tavsiye etmişti.
Sultan Selim, Nizam-ı Cedid’e başladığı zaman Sadr-ı’âzam Melek Mehmed Paşa idi. Bu zat afif ve itimada şayan ise de yaşlılığı sebebiyle bu işte istenilen cevvaliyeti gösteremeyeceğinden dolayı yerine Anadolu Valisi Safranbolulu İzzet Mehmed Paşa getirilmişti (1209 H. 1794 Μ.).
Yeni Sadr-ı’âzam İzzet Mehmed Paşa, Birinci Abdülhamid zamanında ıslahat yapmış olan veziriâzam Halil Hamid Paşa’nın damadı idi. Bunun dört sene kadar devam eden sadareti zamanında asakiri şâhâne yani Nizam-ı Cedid askeri işi oldukça ilerlemişti.
Bonapart’ın Mısır'ı işgali üzerine 30 Ağustos 1898’de Sadrazâmlıktan azledilen İzzet Mehmed Paşa’nın yerine Erzurum ve Trabzon Valisi Yusuf Ziya Paşa getirildi. Yeni nizam askerinin Bonapart’ın muhasara ettiği Akkâ Kalesi müdafaasındaki hizmetleri bu askerin ehemmiyetini en kötümser olanlara bile teslim ettirmişti[3].
Mısır’ın H. 1216, M. 1801’de Fransızlardan geri alınması sebebiyle şöhreti artan ve kendisine Gazi unvanı verilen Yusuf Ziya Paşa Nizam-ı cedid askerinin Anadolu’da yapılmasına çalıştı. Yozgat ve havalisinin yani Bozok sancağının kudretli âyanı olan Çaparoğlu Süleyman Bey bu hususta ele alınarak Sultan Selim’in verdiği direktif dairesinde Anadolu’da nizam-ı cedid’in tatbikine başlandı ve aşağıda tafsil edilecek olan Kadı Abdurrahman Paşa’nın da aynı suretle faaliyeti anı takip etti. Bu suretle Anadolu’nun muayyen mıntakalarında nizam-ı cedid askeri yetiştirilmeğe başlandı.
Nizam-ı cedid ocağı Levent Çiftliği Ocağı ve Üsküdar Ocağı olarak iki kısımdı, fakat bütün teşkilâtları aynı olup aralarında fark yoktu. Askere alınacak efrad bu iki ocaktan herhangi birisine verilir ve burada talim görürdü. Nizam-ı cedid askerinin adedi artınca vilâyet ve sancaklarda da yeni yeni kışlalar yaptırıldı. Alınacak askerin mutlak surette aslı, nesli belli yerli halktan olması şarttı. Askere alınanlar bütün vergilerden ve angaryeden muaf idiler.
Nizam-ı Cedid teşkilâtı ilerledikçe talimli askerin çoğalması yeniçeri kodamanlarının dikkatini çekiyor, günün birinde kendilerine ihtiyaç kalmayacağını düşünerek bu yeni askere karşı diş biliyorlar, fakat ses çıkaramıyorlardı. Müteassıp Ulema sınıfı da gâvur icadı dedikleri bu talimi yapanların da kâfirlere benzediklerini söyleyerek halk efkârını bu nizamı tatbik edenlerin aleyhine tahrik eyleyorlardı.
Sultan Selim Nizam-ı Cedid için çalışan devlet ricalinden bilhassa Sadr-ı’âzam kethüdası İbrahim Nesim Efendi ve Bahriye Nazırı Hacı İbrahim Efendiye fazla îtimad ve teveccüh göstermiş ve mühim işlerde mutlak surette anların mütalealarına lüzum gösterir olmuştu. Bilhassa bu iki zatın nüfuzları sebebiyle Sadr-ıâzâm olanlar bunlarla anlaşmağa mecburdu. Bunların tahakkümlerine karşı devlet erkânı arasında rakipleri de artmıştı ve bu halden nizam-ı cedid aleyhdarları istifade ediyorlardı. Evvelce gizli gizli şurada burada talimli asker ve iş başında bulunanlar aleyhine söylenen sözler, açıktan açığa söylenir olmuştu.
Sultan Selim’in talimli askeri çoğalarak kuvvetli bir ordu vücude getirmek hususundaki geniş çapta görülen faaliyeti Sadr-ıâzam Yusuf Ziya Paşa zamanına rastlar. Dirayetli, hazımlı olan bu zat Pâdişâhın bu husustaki azmini büyük bir gayretle yürütmeğe çalışmakta olup kendisinin Mısır'ı kurtarmaktaki şöhretine binaen, Sultan Selim’in sevdiği ricalden kendisine karşı diş geçirememekle beraber, Sadr-ıâzamda durumu idare ederek bir tatsızlığa meydan vermeden asıl gaye için uğraşıyordu.
İşte bundan dolayı Çapar Oğlu Süleyman Bey’den sonra bir Kadı ailesine mensup olup, Alanya ve havalisinin hanedanından bulunan Kadı Abdürrahman Efendi bazı hâdiselerin neticesinde Âyanlıktan, Kadılıktan, Beylerbeylikten çıkarılarak Alanya, Beyşehri ve dolaylarında nizam-ı cedid teşkilâtını yapmak üzere ele alınmış ve Çaparoğlu Süleyman Bey’le beraber çalışmağa başlamışlardır. Yine bu sırada Anadolu eyaletinde nizam-ı cedide ilhak olunarak talimli asker mıntakası haylıca genişlemiş, hattâ bir müddet sonra Çaparoğlunun tesiriyle Sivas, Tokat, Amasya, Kayseri, Kastamonu, Bolu mıntakalarını ve Abdurrahman Paşa’nın himmetiyle de Karaman eyaletini içine almıştı.
İKİNCİ BÖLÜM
ABDURAHMAN PAŞA AİLESİ
Kadı Abdurrahman Paşa’nın ecdadı İbradı’lı olup büyük babası, babası ve kardeşi ve kendisi hep Kadılıkta bulunmuşlardır. Kendisinin Kadılığı sebebiyle Beylerbeyi ve Vezir olduktan sonra da Kadı ünvanını muhafaza etmiştir. Fakat Antalya'da cami ve medresesi ve vakıfları olan büyük ceddi yani babasının büyük babası ulemadan Seyyid Osman Efendi’ye nisbetle eski vesikalarda Abdurrahman Efendiye Osman Zade denilmektedir[4].
Abdurrahman Paşa İbradı'lı Minkarî Zade Oruç Ali Efendi’nin dördüncü kuşaktaki torunlarından olup, babasının adı Şeyh Mehmed’tir[5]; Kadılık yapmış olan Şeyh Mehmed Efendi 1175 H., 1761 M. de İbradı'da vefat ederek oraya defnedilmiştir[6]. Şeyh Mehmed’in babası Hacı Ali onun babası Seyyid Osman ve onun da babası Oruç Ali’dir[7].
Abdurrahman Efendi'nin Kadılığı ve Maden Eminliği :
Abdurrahman Paşa’nın babası Şeyh Mehmed Efendi 1761’de vefat ettiğine göre, bu tarihten evvel doğmuş ise de doğum tarihi malûm değildir. Bu da babası ve ecdadı gibi tahsil görmüş ve İbradı Kazası âyanlığında bulunmuş cesur ve pek gözlü olduğundan Hükümetin zaafından istifade ederek Alanya’yı da kendi nüfuzu altına almak istedi; bunun için biraderi Bahri Bey, dayısı Bektaş Ağa ve Yahya oğlu Mustafa ile birlikte sekizyüz kadar avenesiyle faaliyete geçeceği haber alınması üzerine 1210 H., 1795 M.’de yakalanarak Konya'ya sürgün edilmiştir[8]; fakat sabık Alanya Sancak beyi olup sonra Beyşehir Mutasarrıflığına nakledilmiş olan Beylerbeyi rütbesindeki Paşa’nın bunlar hakkında yazılanların asılsız olduğunu hükümete arzetmesi üzerine 1211 Safer, 1796 Eylül’de Abdurrahman Efendi İbradı âyanı olmuştur[9].
Abdurrahman Efendi bu tarihten sonra Kadı olmuştur. Kendisi Kayseri Kadılığında bulunduğu sırada Kapıcıbaşı pâyesinde olan amcası Seyyid Ali Efendi Bozkır ve Bereketli maden Eminliklerinde bulunmakta idi. Bu tarihlerde vukua gelen bir hâdise Abdurrahman Efendi’yi Kadılıktan çekilmeğe mecbur etti şöyle ki :
Bozkır âyanı Muhyiddin Ağa[10] başına topladığı adamlarla hükümete karşı serkeşliğe başlamış ve kendisinin yakalanarak Kıbrıs'ta Magosa'ya kal’abend edilmesi alâkadarlara emrolunmuş ise de[11], o sırada elde edilememiş fakat bir müddet sonra Bozkır ve bereketli Madenleri Emini Kapıcıbaşılardan Seyyid Ali Efendi, Muhyiddin’i yakalayarak öldürmüştür.
Bu hâdiseden bir müddet sonra maktul Muhyiddin’in kardeşi Altıparmak Halim ve müteveffa Bozkır şeyhinin bölük başılarından Nakiboğlu Abdurrahman, ve Mehmed ve Ali Alemdar başlarına bin kadar adam toplayarak Bozkır Madenini basıp Seyyid Ali Efendi’yi konağında muhasara ettikten sonra gerek kendisini ve gerek kardeşini ve adamlarından bir haylisini öldürüp saray tabir olunan konağını yağma ederek eşya ve mücevheratını aldıktan maada cariyelerinden birisinin de namusuna tecavüz edip aynı zamanda konağı da yakmışlardır (sene 1216 H., 1801 Μ.).
Kayseri Kadılığında bulunduğu sırada bu faciayı haber alan Abdurrahman Efendi Kadılıktan istifa ederek hükümete müracaatla kendisine müsaade edilirse bu işteki elebaşıların haklarından geleceğini arzettikten sonra Bozkır'a yakın olan Seydişehri'ne gelip İstanbul’dan gelecek emri beklemeğe başlamıştır.
Hükümet durumdan haberdar olur olmaz 1216 Rebiulevvel sonunda 1801 Ağustos iptidaları Alanya Sancağı mutasarrıfı Mirmiran (Beylerbeyi) İbrahim Paşa’ya katillerin yakalanmaları için ferman yollayarak kendisine yardımcı olmak üzere Manavgat Âyanı Doğan Zade (vesikada yalnız bir yerde Doğru Zade) Emin Ağa ile Seyyid Ali’nin biraderinin oğlu Kadı Abdurrahman Efendi’yi memur ettikten başka Abdurrahman Efendi’yi amcasının yerine Bozkır Maden Eminliğine tayin eylemiştir[12].
Abdurrahman Efendi, Maden Eminliğine tayinini ve katillerin takibine memur edildiğini havi fermanı aldıktan sonra Beyşehir ve Seydişehir Kazaları hanedanzadelerinden yardım alarak beş altıyüz kişilik bir kuvvetle Seydişehir’den hareket ettiği sırada üstüne gelmiş âsilerle Baş Karaviran mevkiinde yirmi dört saat çarpıştıktan sonra âsileri bozmuştur. Bozkır halkından yüz kadar esir ve altmış kadar maktul veren âsilerin reisleri Altıparmak kıyafetini değiştirerek Karaman Valisinin yanına, Nakib Oğlu Abdurrahman ile Mehmed ve Ali Alemdar ve diğer Mehmed, Hâdim Müftisinin yanına kaçmışlardır.
Bu başarılı durum üzerine Abdurrahman Efendi tarafından keyfiyet hükümete bildirilmiş olduğundan, âsilerin elebaşılarının teslimleri Karaman Valisi Alâuddin Paşa ile Hâdım Müflisine yazılmıştır (1216 Rebiulâhır ve 1801 Eylül[13]) Âsilerden ele geçen Nakip Oğlu Abdurrahman, Ahmed, Benli Hasan, Çakal Ahmed ve Hüseyin isimlerindeki şahıslar katlolunarak Bozkır ehalisi de nezre bağlanmıştır (27 ca 1216 ve 5 Ekim 1801)[14].
Abdurrahman Efendi'nin Beglerbegi Olması :
Bozkır hâdisesi Abdurrahman Efendi’nin gayretiyle Alanya mutasarrıfı İbrahim Paşa gelmeden evvel bastırılmış olduğundan İbrahim Paşa’ya[15] Alanya'ya dönmesi emredilmiştir.
Hükümet, Daha Maden Emini Seyyid Ali Efendi zamanında Kıreli ve Seydişehri'ni Bozkır madeninden ayırarak buralarını müstakillen nizam-ı cedid Üsküdar Ocağına bağlamış ve ehalisini tekâlif ve angaryadan af ile buralardan Üsküdar Ocağına asker alınmasını emretmiştir.
Abdurrahman Efendi Maden Emini olunca aynı ferman kendisine de gönderilmiş olduğundan yeni Maden Emini buraların eşraf ve âyanını Sancak merkezi olan Beyşehri'ne getirterek fermanı okutmuş ve halkın gösterdiği miktar üzerinden üçyüz nefer namzet alınmasına karar verilmiştir[16].
Sultan Üçüncü Selim, talimli askerin Anadolu eyaleti, Beyşehri, Alanya ile Karaman eyaletinde de yapılmasını arzu ederek Anadolu ve Karaman eyaletlerine tekidi hâvi fermanlar yollamış[17] ve aynı zamanda Beyşehri ile Alanya Sancaklarında yapılacak teşkilâtta Abdurrahman Efendi’den istifade etmek istediğinden 27 Şaban 1216 ve 2 Ocak 1802’de İbrahim Paşa Alanya’dan alınarak Kırşehir Mutasarrıflığına nakil olunup Kadı Abdurrahman Efendi de Rumeli Beylerbeyi pâyesi ile Alanya Mutasarrıfı olduktan başka Bozkır Maden Eminliği ile Beyşehri Sancağı üzerinde bırakılmış[18] Üsküdar ve Levent Çiftliği ocaklarına asker yazmağa müstakillen başbûğ tayin edilmiştir[19]. Halbuki, Abdurrahman Paşa Beylerbeylik istemeyerek daha evvel oğlu Seyyid Abdullah Bey’e beylerbeylik istemiş ise de, hükümet bunu doğru bulmamış ve 1215 ve 1800’de oğluna Kapıcıbaşılık ve kendisine de Beylerbeylik verilmiştir.
Abdurrahman Paşa 1216 Şevval tevcihatında Alanya’da ibka edilip kendisinin Bozkır’da oturarak Alanya’yı mütesellim ile idare eylemesi emrolunmuştur[20]. Abdurrahman Paşa fermanlarda kendisine emredildiği üzere mıntakası dahilinde nizam-ı cedid askerî teşkilâtını yaparak bütün gayretiyle çalıştığından onun bu azim ve gayretine itimad eden Pâdişâh, Abdurrahman Paşa’yı mütegallibe elinde bulunan ve valilere tahakküm eden Karaman Valiliğine tayin ederek orada da nizam-ı cedidi tesis etmek istemiştir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ABDURRAHMAN PAŞANIN KONYA VALİLİĞİ
Merkezi Konya olan Karaman eyaletine tayin edilen Valiler buradaki mütegallibe hanedanlar yüzünden onların tahakkümleri altında bulunuyorlar ve işleri bunların tesiri altında görüyorlardı. Buradaki mütegallibelerin başında o tarihte eski bir aileden olan Candar Oğlu Seyyid Ebubekir Ağa, Dereli Mehmed ve Kabak kızı oğlu Mehmed, vesaire olarak onbeş, yirmi kadar Şahıs yeniçerilerle beraber valilere baskı yapıyorlardı.
Sultan Selim, icraatında ciddî ve hükümet nüfuzunu tesiste kendisinden iş umduğu Abdurrahman Paşa’yı Konya Valiliğine tayin suretiyle o taraflarda devlet otoritesini temin ve aynı zamanda nizam-ı cedid askerini yaymak arzusiyle bervechi mâlikâne Alanya Sancağı ile Bozkır Maden Eminliği de üzerinde kalmak üzere, 7 Cemazîyelevvel 1218 ve 25 Ağustos 1803’de Abdurrahman Paşa’yı Karaman Valiliğine tayin eylemiştir[21].
Kadı Abdurrahman Paşa Konya'ya tayin fermanını aldıktan sonra oraya damadı Şakir Efendiyi mütesellim tayin ederek kendisi gelinceye kadar idare etmek üzere Konya’ya gönderilmiştir[22].
Abdurrahman Paşa bir ay sonra (Recep - Ekim) de Sadr-ı âzam Yusuf Ziya Paşa tarafından gizli tutulması emredilen bir tahriratta Konya’ya naklinden sonra kendisinin Rumelinde bir hizmete (zahiren dağlı eşkıyası üzerine) gönderileceği fakat bunun duyulmaması bildirilmiş ve Abdurrahman Paşa da tavsiye edilen şekilde hareket edeceğini cevaben arzeylemiştir[23]. Abdurrahman Paşa’ya 15 Şaban 1218’ve 30 Kasım 1803’de Akşehir Sancağı da ilhak olunmuştur[24].
Konya Vak’ası :
Kadı Abdurrahman Paşa naip olarak Konya’da bulunduğu sırada Konya mütegallibesi kendi aleyhine hareket ederek azline sebep olmuşlardı. Abdurrahman Paşa’nın diğer valiler gibi yumuşak ve uyuşuk tabiatlı olmadığı malûm olup Bozkır âsilesine karşı olan şiddetli hareketi de duyulmuş olduğundan kendisini naiplikten azledenlerden intikam alacağını ve aynı zamanda Konya’dan nizam-ı cedid için asker yazılacağını haber aldıklarından buna mani olmağa ve Valiyi Konya’ya sokmamağa karar vermişlerdir.
Kadı Abdurrahman Paşa’nın Konya'ya, girmemesi için başta Konya âyanından Candaroğlu Ebubekir Ağa bulunup Konya yeniçerilerini de ittifaklarına almışlar ve Konya mevlevî şeyhi İsmail Çelebioğlu Mehmed Emin Çelebi’yi de kendilerine uydurmuşlardır.
Abdurrahman Paşa, bir müddet sonra hazırlığını yaparak Kapısı halkiyle Konya’ya iki saat mesafedeki Sille mevkiine gelmiş[25] ve Konya Valiliği fermanını okutmak üzere fermanı Divan kâtibi ile şehre göndermiştir.
Bunun üzerine Candaroğlu Seyyid Ebubekir ile avaneleri “Abdurrahman Paşa’nın memuriyeti Konya’dan Üsküdar Ocağına asker tertibidir” diyerek bir kısım halkı da kendilerine uydurup ayaklandırarak Paşayı Konya’ya sokmamağa karar vermişler ve usulen Valiyi karşılamağa çıkmak isteyenleri tehdid ile karşılamaktan men etmişlerdir.
Bu durumu haber alan Kadı Abdurrahman Paşa mevsimin kış olması dolayısiyle çadırlar altında durulamadığından dolayı maiyyeti kuvvetini köylere dağıtarak halka emniyet vermek için ikiyüz kadar adamı ile 1218 Şabanının sonuncu günü akşamı (14 Aralık 1803) yâni Ramazanın birinci gecesi alaturka saat beşte birdenbire Konya’ya girerek valilere mahsus saraya inmiş ve ertesi günü vilâyet kadısı, müfti ve mahallî eşrafı davet ederek memuriyeti nizam-ı cedid askerî tertibi ise de, hiç kimseye garezi ve nefsaniyeti olmadığını ve memleket halkiyle iyi geçineceğini beyan etmiştir.
.Bunun üzerine sureta muvafakat gösteren ileri gelenler valinin yanından ayrıldıktan sonra Abdurrahman Paşa’ya haber göndererek:
Yanındaki adamları kâfidir, taşradaki adamlarını memleketlerine göndermesini teklif etmişler ise de, Abdurrahman Paşa İlkbaharda mühim bir vazifeye memur olduğu cihetle maiyyetini dağıtamıyacağını söylemiş ve yarın nizam veririz diye mukabele etmiş ise de, Konya hâdisesini idare edenler köylere adam göndererek Paşa’nın köylere dağıttığı askerin kimini soyup çıplak bırakarak kimisini de öldürmeğe başlamaları ve sonra da paşanın sarayına hücum etmeleri üzerine iki taraf arasında müsademe olmuştur. Hâdiseyi yatıştırmak isteyenlere âsiler:
— Hakkında katline ferman vardır, diye yalan sözlerle dellâllar bağırtarak halkı da aldatmışlar ve kendileriyle beraber olmâyanları tehdid etmişlerdir.
Şehirli ile Abdurrahman Paşa’nın ikiyüz kişilik kuvveti arasında kırk dört saat süren müsademe neticesinde yanındaki az kuvvetle bunlara karşı koyamıyacağını anlayan Abdurrahman Paşa sabah erkenden atlanarak müsademe ede ede Konya’dan çıkmağa mecbur olmuş ve civardaki Hoca Cihan (Cihanbeyli) köyüne gelmiştir. Bu müsademede Abdurrahman Paşa’nın yeğenlerinden birisi ile elli nefer maiyyeti ölüp gerek kendisinin ve gerek oğullarının Konyaya getirilmiş olan eşyaları yağmalanmıştır[26]. Abdurrahman Paşa keyfiyeti tafsilâtiyle biraz geç olarak hükümete bildirmiştir.
Abdurrahman Paşa aleyhinde olarak âsiler tarafından hükümete gönderilen arizada ise kendilerini müdafaa yollu mütalâalar vardır.
Abdurrahman Paşa sadr-ıâzamın tahriratını aldıktan sonra vakayı tafsilâtiyle bildirmiş olduğu 29 Ramazan 1218 ve 12 Ocak 1804 tarihli olarak sadr-ıâzamın vermiş olduğu cevaptan anlaşılıyor[27].
Bu olay sebebiyle Konya Kadısı, müftüsü, ulema ve yeniçeri serdarı ve diğer ocaklar zabıtan ve memleket âyanına 1804 Ocak ve Şubat tarihli iki ferman yollanarak valinin mutlak surette Konya'ya alınması ve bu hale cür’et edenlerin katilleri îcap etmekte ise de, kan dökülmesini mucip olmamak için hasmâne harekete son verilerek valinin karşılanıp sarayına oturtulması ve bundan böyle bu gibi haller den sakınılması ve şehirde terkettiği para ve eşya ve hayvanatının iadesi ve ancak bu şerait ile cezalarının af olunabileceği ve aksi halde müsebbiplerinin şediden ceza görecekleri ve Abdurrahman Paşa’ya da garez ve nefsaniyet göstermeyip mülayim hareket etmesinin tavsiye edildiği bildirilmiştir[28].
Âsiler, pâdişâhın fermanlarına ve sadr-ıâzam tarafından Konya mevlevi şeyhi Çelebi Efendiye gönderilen mektuplara ehemmiyet vermemiş ve Kavak mevkiine gelmiş olan Abdurrahman Paşa’ya mukabele için tedbir alınmış ve mevsimin kış olması sebebiyle askerî harekâta imkân olmadığından iş muhabereye dökülmüştür. Konya Mevlevi şeyhi Mehmed Emin Efendi’ye Konya’dan çıkarak Afyonkarahisar'a veya Kütahya'ya gitmesi hakkında Sadr-ıâzam tarafından mektup yazılmış ise de, Şeyh Efendi özür beyan ederek Konya’dan ayrılmamış veya kendisini âsiler bırakmamışlardır. Eldeki vesikalara göre Çelebi Efendi açıktan açığa âsilere yardım etmekte idi. Hattâ Konya havalisinde şekavet yapan serseri deli kuvvetlerinin reisi olan Delibaşı İsmail, âsilere yardım etmek üzere yüzelli kadar eşkıya ile Konya'ya gelmiş ve Çelebi Efendi tarafından Delibaşı İsmail’e hil’at giydirilmişti[29].
Delibaşı İsmail on, onbeş seneden beri Karaman Vilâyeti etrafında şekavet yaparak yüzon sekiz köyü perişan edip mezarlıktan başka bir şey bırakmayan azılı bir şaki olup, katli hakkında ferman çıkmış ise de, ele geçirilememişti. Delibaşı İsmail Konya’ya birkaç saat mesafede bir mahal tedarik ederek orasını kule ve hendeklerle tahkim edip siperler yaparak tahassun etmişti. Onun tahassun ettiği bu mevki İnsuyu köyüne yakın Ladik derbendinde idi.
Lüzumu halinde kendisine Sivrihisar voyvodası Yazıcı İbrahim ve Deli Bekir yardım ediyorlardı[30]. İşte Candaroğlu ve arkadaşları, Abdurrahman Paşa’yı Konya'ya sokmamak için bunu da yardıma çağırmışlardı. Konya’ya alınan Deli İsmail, emrindeki kuvvetlerle, kıştan istifade ile Abdurrahman Paşa kuvvetlerine baskın yapmış ise de, bozularak kaçmıştır[31].
Sultan Selim, Abdurrahman Paşa’nın mutlak surette Konya’ya girerek hem hükümetin ve hem kendisinin nüfuzunun kırılmamasını şiddetle arzu etmekte idi. Bu işte gevşek davranmak Pâdişâhın nizam askeri yetiştirmek hususundaki azmini önleyeceği için buna aykırı herhangi bir hareketin nazarı dikkate alınmayacağı anlaşılıyordu.
Abdurrahman Paşa’yı Konya’ya sokmamak isteyenler paşanın aleyhinde kaleme aldıkları bir arîzayı Tarikatçı Dede, Hacı Said ve Kapıcı oğluyle İstanbul’a yollayarak Abdürrahman Paşa’yı Valilikten uzaklaştırmak istemişlerse de, valinin yazması üzerine bu üç şahıs ile yanlarındaki adamları evvelâ tomruğa vurulup sonra da birer tarafa sürülmüşler[32] ve keyfiyetten Abdurrahman Paşa da haberdar edildiğinden bu hareketinden dolayı 27 Zilkade 1218 ve 10 Mart 1804 tarihli bir arîza ile Kadı Abdurrahman Paşa hükümete teşekkür etmiştir.
Âsilerin maksatları Abdurrahman Paşa’yı Konya'ya sokmamakta ısrar ile mukavemet ederek emsali mesbuk olduğu üzere nihayet hükümet bu halden bıkarak valiyi azledeceği kanaati idi. Fakat Sultan Selim her ne suretle olursa olsun, Abdurrahman Paşa’nın Konya’ya girmesinde ısrar ediyordu.
Mevsimin kış olması sebebiyle Konya muhasara edilemiyordu. Abdurrahman Paşa’nın karargâhı Konya’ya üç buçuk saat mesafedeki Başere köyünde idi. Onun burada oturmasının sebebi maiyyetindeki askerin zahiresinin kendi idaresi altındaki Beyşehri deposundan kolayca temin edilmesinden ötürü idi.
Abdurrahman Paşa Konya meselesini süratle hallettikten sonra Rumeli tarafına geçecekti. Halbuki iş uzadığından 27 Zilkade 1218 ve 10 Mart 1804 tarihli tahriratiyle meselenin biran evvel hal edilmesi için Bozok mutasarrıfı Çaparoğlu Süleyman Bey’in iki bin süvari ile kendisine yardım etmesini istemişti.
Sadr-ıâzam Yusuf Ziya Paşa, Abdurrhman Paşa’nın bu tahriratının kenarına yalnız Çapar Zadenin değil yedi sancak askerinin yardıma girmesini Şeyhülislâm ile görüşerek Çelebi Efendinin Kıbrıs’a sürgün edilmesini Padişaha arzetmiştir. Sultan Selim, gerek Abdurrahman Paşa’nın tahriratını ve gerek Sadr-ıâzamın derkenarını okuduktan sonra bu arîzanın üzerine:
“İktiza eden memurlar tayin ve her veçhile tekit olunsun, Çelebi Efendi bu defa dahi nefyolunmayıp şeyhülislâm efendi tarafından pend ve nasihat yazılsun. Bu kere yine ısga eylemezse sonra sülâlei mevlânadan değil eşkıya muamelesi olunuru bilsün” hattı hümayununu yazmıştır.
Filhakika Abdurrahman Paşa’ya yardım edilmek üzere Çaparoğlu Süleyman Bey’le[33] Aladağ âyanına, Hâdım müftüsüne Beyşehir, Akşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Kırşehir Sancakları mütesellimlerine Zilhicce iptidaları (1804 Mart ortaları) tarihli fermanlar gönderilmiştir[34].
Abdurrahman Paşa’nın yanına yardımcı kuvvetler tayin olunduktan sonra Çaparoğlu Süleyman Bey Konya yeniçeri serdarına vesair Ocaklıya gönderdiği mektupta Abdurrahman Paşa’nın sulhan veya harben Konya’ya ithali için kendisine kat’î ferman gönderildiğini ve külliyetli askerle o taraflara gelmek üzere olduğunu ve ocaklı demek padişahın mutî kulları demek olduğundan Abdurrahman Paşa azlolunup yerine bir başkası alınur fikriyle vâki muhalefete son verilmesini ve keyfiyetin müfti ile Çelebi Efendiye de yazıldığını neticesinin pek fena olup akıllarını başlarına alıp görüşerek karar vermelerini ve kendilerine kefil olunacağı için memleketin harabisine sebebiyet vermemelerini ve îkaz yollu kendilerine bu mektubu gönderdiğini beyan ettikten sonra en sonunda:
“Pâdişâhın iradesi olur, sizin sözünüz olmaz, hemen şimdiden vesvese edenler çıkıp ordumuza gelmeğe gayret eylemeniz matlubumdur vesselâm” demektedir[35].
Nizam-ı cedid askerinin artmasında büyük gayret ve faaliyeti görülen Süleyman Bey’e karşı Sultan Selim’in teveccühü olduğundan Abdurrahman Paşa’ya yardım etmesi hakkında kendisine ferman gönderileceği sadr-ıâzam tarafından arzedilmesi üzerine pâdişâh sadr-ıâzamın takriri üzerine :
“—Abdurrahman Paşa'nın Konya’ya ithali hasren ve kasren Çapar Zade Süleyman Beyden matlubumdur. Lâkin kan dökülmeksizin ithal ederse daha ziyade haz ederim. Kapu kethüdasını çağırıp bu veçhile tenbih ile bu veçhile kendine yazılsun.” hattı hümayununu yazmış ve bu suretle Süleyman Bey’e 1218 Zilhicce iptidaları (1804 Mart ortalan) ferman gönderilmiştir[36]. Yine bu hususa dair Sadr-ıâzam’ın Süleyman Bey’e tahriratı vardır[37].
Konya etrafındaki sancakların ve bilhassa icraatı şedit olan Çaparoğlu’nun üzerlerine geleceğini anlayan âsiler bu hale karşı muhalefetten vaz geçmişler ve bu suretle Abdurrahman Paşa valiliğe tayin tarihinden sekiz ay ve Konya önüne gelerek muhalefetle karşılaşmasından dört ay sonra 1218 Zilhicce sonlarında (1804 Nisan) Konya'ya girmeğe muvaffak olmuş ve âsilerin elebaşıları Candoroğlu Ebubekir, son bir tecrübe olarak yaptığı baskında muvaffak olamaması üzerine yaralanıp kaçmıştır.
Abdurrahman Paşa Konya'ya girip kaçamayan elebaşılardan birkaç kişiyi idam ile sükûneti temin ve işleri ele aldıktan sonra isimlerini bir buyruldu ile ilân etmiş olduğu şahıslardan maada Konya ehalisi hakkında afîlân etmiştir[38].
Konya işinin neticelenmesi üzerine mevlevî şeyhi Çelebi Mehmed Emin Efendi’nin evvelki fermanlarla Afyonkarahisar veya Kütahya’da oturması hakkındaki emre lüzum kalmayarak Vali Abdurrahman Paşa’nın ricası üzerine evvelki fermanlar hükümden iskat edilerek Konya’da kalması emrolunmuştur (1219 Safer iptidaları ve 1804 Mayıs sonları)[39].
Abdurrahman Paşa hemen vilâyette nizam-ı cedid askeri teşkilâtına başladı[40] ve hükümetçe her ihtimal düşünülerek Konyalıların ve Konya’daki ocakların bundan böyle muhalif bir hale cür’et etmemeleri ve kaçmış olan âsiler gelince haber vermeleri ve aksi harekette bulunacak olanların cezalandırılmaları için ağır nezre (büyük para cezasına) bağlanmaları hakkında 1219 Safer iptidaları 1804 Mayıs tarihiyle Karaman Valisiyle Konya Kadısı ve Konya Müftisine ve memleket âyaniyle ocaklıya ferman gönderilmiştir[41].
Kadı Abdurrahman Paşa’nın Rumeli’ye Dağlı Eşkıya Üzerine Memuriyeti :
Biraz yukarıda kaydettiğimiz gibi Abdurrahman Paşa’nın Konya'ya girmesini müteakip Karaman eyaletinde derhal nizam-ı cedid teşkilâtına başlanmıştı. Üçüncü Selim, Çaparoğlu Süleyman Bey’in nüfuzu altındaki Bozok, Kayseri, Çankırı, Kastamonu, Ankara, Amasya ve Tokat taraflarında ve Anadolu valisinin idaresi altındaki Sancaklar’da nizam-ı cedid teşkilâtını yürütmeğe azmetmiş ve Abdurrahman Paşa vasıtasiyle de Konya, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Beyşehir, Akşehir, Alanya ve Antalya ile Isparta'da bu teşkilâtı genişletmek istemişti.
Filhakika, gerek Çaparoğlunun ve gerek Kadı Paşa’nın mıntakalarında ve nüfuzları altındaki yerlerde şahsî ve kesin icraatları sayesinde isteyerek, istemeyerek nizam-ı cedid askerî faaliyeti kendisini göstermeğe başladı ve Bolu taraflarında Hacı Ahmed Oğlu İbrahim Ağa’nın gayretiyle talimli asker işi başarı ile devam ediyordu.
Sultan Selim, Anadoludaki nizam-ı cedid askerî faaliyetini Rumelide de tatbik etmek istemekte idi, fakat bu sırada Rumelide Dağlı eşkıyası diye meşhur olan serserilerin şekavetleri genişleyerek bunlar Çatalca'ya yakın yerlere kadar gelmişlerdi. Eşkıyanın bu suretle yayılmasında Rumelindeki âyanların işi gevşek tutmalarının âmil olduğu görülüyordu. Kendi mıntakalarında keyfî bir idare tarzı tutarak Hükümet emirlerinin işlerine gelenlerini tutup, gelmeyenlerine ehemmiyet vermemeği âdet etmiş olan âyanlarla Dağlı eşkıyası işinin hallinden sonra sıra kendilerine geleceğini tahmin etmeleri ve Dağlı eşkıyası işinin sürüncemede kalmasını îcap ettiriyordu.
Dağlı eşkıyasının faaliyetleri ilk zamanlarda Filibe ve havalisiyle Batı Trakya’da ve Balkan dağlarının kuzeyinde olup henüz Doğu Trakyaya geçmemişti ve İstanbul’a hayli uzaktı; fakat 1218 H., 1803 M. tarihinden itibaren bunların faaliyetleri Edirne ile Çatalca aralarına da yayıldığından bu hal hükümeti korkutmuştu[42]. Dağlı eşkıyasının tesirli olarak faaliyetleri 1206 H., 1791 M. tarihlerinde Rusya ve Avusturya muharebelerini müteakip olup, hükümet bunların üzerine zaman zaman beylerbeyi, vezir rütbesindeki paşalar kumandasiyle veyahut nüfuzlu bir ve birkaç âyanı memur ettise de bir netice elde edilemediğinden nizam-ı cedid askeriyle tedipleri takarrür ederek Asakiri Şâhâne başbuğu olan Karaman Beylerbegisi Abdurrahman Paşa memur edilmişti[43].
Konya isyanı sebebiyle Abdurrahman Paşa’nın dağlı eşkıyası üzerine gitmesi onbir ay gecikmiş ve bu hal dağlı şekavetinin Gümülcine âyanı Tokatcıklı Süleyman ile Filibe âyanı Hüseyin Bey gibi şahısların el altından körüklemeleriyle sahası çok genişlemişti[44].
Kadı Abdurrahman Paşa’ya muallem Asakir-i Şâhâne başbuğu unvanı verilerek Çatalca'ya kadar sokulmuş olan dağlı eşkıyası üzerine memur edilmiş ve Konya Valiliğinin üzerinde kalacağını mübeyyin kendisine bir de ferman gönderilmiş ve hemen hareket etmesi emrolunmuştur.
Abdurrahman Paşa, yerine bir mütesellim tayin ettikten sonra maiyyeti küvetleriyle 10 Rebiulevvel 1219 ve 19 Haziran 1804 de Üsküdar'a, gelmiş ve altı gün kadar İstanbul'ca, kaldıktan sonra kumandası altına verilecek nizam-ı cedid kuvvetleriyle Davudpaşa'ya geçti ve 1 Temmuz 1804’e kadar orada kalıp ertesi günü Küçükçekmece'ye hareket ve orada bir gün kaldıktan sonra Temmuz beşte Çorlu'ya varıp orada bulunan nizam-ı cedid askerini de kumandası altına aldı.
Çorlu’dan Eşkıya Üzerine Hareket:
Abdurrahman Paşa Çorlu'daki nizam-ı cedid askeriyle de birleşerek 19 Rebiulâhır 1219 ve 28 Temmuz 1804’de eşkıyanın toplanmış olduğu Malkara'ya, hareket etti. Eşkıya Malkara civarındaki Bulgar köyünü siper ve hendeklerle tahkim etmiş ve nizam-ı cedid kuvvetlerine karşı koymuşlarsa da bir kaçyüz telef verdikten sonra Balkan taraflarına doğru kaçmışlardır.
Bunun üzerine Filibe'den çıkarak ana yoldan Edirne'ye, gelmekte olan Rumeli valisi İbrahim Paşa bu firari eşkıyayı takip ile Çırpan kasabasına gelmiş ve bunları takibe beylerbeyi rütbesindeki paşaları tayin etmiş ise de eşkıya Balkan dağlarını aşarak (Tristinik)li İsmail Ağa’nın hududuna ve Tırnova kasabasına geçmiş olduklarından İbrahim Paşa Rusçuk âyanı Tiristiniklinin mıntakasına geçmemiş ve şayet eşkıyayı takip eyliyecek olursa İsmail Ağa’nın bundan kocunacağını hükümete bildirmiş olduğundan dağlıların tedipleri İsmail Ağaya havale edilmiştir[45].
Hükümetin emri üzerine Tiristinikli İsmail bu firari eşkıya üzerine kendisine tâbi Hezargırat âyanını memur ettiğinden bu suretle bir kısmı katledilen eşkıyamn bakıyyesi Vidin’de bulunan Parvand oğlu Osman Paşa’nın arazisine geçtiklerinden Hezargrad âyanı geri dönmüştür.
Dağlı eşkıyasına galebesinden sonra Abdurrahman Paşa daha ileri gönderilmeyerek İstanbul'a dönerken kumandası altındaki nizam-ı cedid askerinin süvarilerini Çorlu'da ve piyadesini Tekirdağın'da bırakması emredildiğinden anları oralara bırakarak maiyyeti kuvvetleriyle İstanbul’a gelmiş, askerini Üsküdar'a geçirirken Pâdişâh görmüş ve muvaffakiyetinden dolayı pâdişâh kendi karihasından olarak 27 C. 1219 ve 3 Ekim 1804’de Abdurrahman Paşa’ya vezirlik vermiş, Karaman Valiliğini yine üzerinde bırakmış[46] ve aym sene Şevval tevcihatında da Konya ile beraber Akşehir Sancakları mâlikane suretiyle Abdurrahman Paşa’ya tevcih edilmiştir[47]. Bu malikâne sancaklardan başka birer mütesellim ile idare etmek üzere Beyşehri, Kayseri, Niğde sancakları da nizam-ı cedid ocağına asker yetiştirmek üzere Abdurrahman Paşa’ya verilmiştir.
Abdurrahman Paşa’ya yapılan bu tevcih dolayısiyle kendisine gönderilen fermanda kendisinin iç ve dış dairesi halkının haricinde olarak gerek kendi memleketi olan Alanya’da ve gerek tevcih edilen mahallerdeki yerli ve yurtlu halkın dinç ve güzidelerinden süvariliğe elverişli bin kadar asker yazarak bunları kendi tarafından bütün levazım ve tayinatının temini ile - çünkü bu sancaklar asker yetiştirmek üzere kendisine verilmişti- Üsküdar ocağından gönderilecek muallimler vasıtasiyle nizam-ı cedid talimiyle yetiştirilmesi ve zabitlerinin tayinleri emrolunmakta idi.
Bu bin nefer süvarinin hazer vaktinde maaş ve tayinatı ; silâh ve elbiseleri Abdurrahman Paşa tarafından temin olunacak sefer vaktinde ise maaş ve tayinlerini hükümet verecekti.
Bu ferman üzerine Abdurrahman Paşa Konya, Karaman, ve Kayseri’den yüzer, Alacadağ kazasından kırk, Konya Ereğlisinden elli, Karapınar ile Hotamış derbendinden yüz, Bekulî derbendinden ve Kadınhandan yirmibeş, Akşehir ile İshaklıdan yüz, Ilgın ve Tatlardan elli, Niğde sancağından yüz ve Alanya’dan ikiyüzotuz beş süvari namzedi tertip etmiş ve bu faaliyeti pâdişâh’m memnuniyetini mûcip olmuştur[48].
Abdurrahman Paşa’nın Dağlı eşkıyasına galebesi üzerine Trakya havalisinde şekavete son verilmiş ve bunları zaman zaman tahrik eden Gümülcine âyanı Tokacıklı Süleyman’nın katli bunda müessir olmuştur. Şekavetin bastırılmasını istemeyen âyanlar bundan sonra serkeşlikte bulunurlarsa üzerine nizam-ı cedid kuvvetinin geleceğini düşünerek keyifleri kaçmıştı.
Dağlı eşkıyası işi bittikten sonra hükümet talimli asker işini Rumeli’de de yaymak isteyerek bunu Abdurrahman Paşa’ya havale ettiği sırada Sırp isyanı da vukua gelmiş olduğundan bundan bilistifade Rumeli âyanlarını korkutmamak için Abdurrahman Paşa’nın Sırp isyanını bastırmağa memur edilen Rumeli valisi İbrahim Paşa’nın maiyyetine yardımcı olarak tayin olunduğunu ilân eylemiştir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ABDURRAHMAN PAŞA’NIN RUMELİYE MEMURİYETİ
Rumelideki Duruma Kısa Bir Bakış :
Anadolu tarafında Çaparoğlu Süleyman Bey’in ve Kadı Abdurrahman Paşa’nın gayretleriyle nizam-ı cedid onların nüfuz mıntakalarında epi ilerlemiş askerî kışlalar yapılmıştı. Anadolu’da da herne kadar ayanlık ile idare edilen bazı mıntakalar varsa da bunların içinde Çaparoğlu ile Kara Osmanoğlu en kudretlileri olup, bunlardan Çaparoğlu nizam-ı cedid’e taraftar ve Karaosman oğlu da hükümete sadık olduklarından durum emniyet altında idi.
Bundan başka Bolu âyanı Hacı Ahmed oğlu İbrahim Ağa da nizam-ı cedid için çalışıyor ve büyük gayret gösteriyordu. Sivas ve havalisi Çaparoğlu Süleyman Bey’in genç yaşta vezir olan oğlu Mehmed Celâleddin Paşa’ya verildiğinden bu taraflar da ele alınması demekti.
Canik (Samsun) ve Karadenizin Trabzon’a kadar olan kasabaları Canik’li Hacı Ali Paşa ailesinin nüfuzları altında idiyse de bunların, Çaparoğulları aralarındaki münaferet sebebiyle nizam-ı cedide aleyhdar olan Tayyar Paşa’nın hükümetin Çaparoğluna yardımı sebebiyle mağlûp edilerek Rusya’ya kaçması dolayısiyle nizam-ı cedid aleyhine bunlardan bir zarar gelme ihtimali kalmamıştı.
İkinci derecedeki Anadolu âyanlarından Bilecik âyanı Kalyoncu Ali ile Gediz âyanı Nasuh oğlu Nasuh’un nizam-ı cedide aykırı hareketleri görülmediğinden o cihetten de endişe edilemezdi. Zaten, Çaparoğlunun şan ve kudreti herhangi bir muhalefeti bir hamlede yok edecek derecede olduğundan bu mıntakalarda yeni askerî nizama karşı bir aksülamel ihtimali yok gibiydi.
Rumeliye gelince, burada durum bambaşka idi. Bu mıntakada Batı Rumeli Sancak mutasarrıfı olarak yerli hanedandan Arnavut beylerinin ellerinde idi. Yanya'yı merkez yapmış olan Tepedelenli Ali Paşa ise aslen Kütahya’lı bir mevlevî ailesine mensup ise de babası Veli Bey ve kendisi uzun seneler bu havalide yerleşerek nüfuz tesis ettiklerinden Yanya etrafı kısmen Mora'ya kadar bunun tesiri altında idi, fakat Tepedelenli henüz korkulacak kadar dişlenmemişti. Hükümet merkezinin zaafı sebebiyle buralarda şöyle böyle hükümete bağlı olduğundan, Tepedelenli Ali Paşa bir gaile çıkmadan okşanarak idare ediliyordu.
Rumelinin doğu ve orta mıntakalariyle kuzey ve güney kısımları, Trakya ve Makedonya taraflarında da ayan ve nâzır isimleriyle mütegallibeler bulunuyordu. Bunlar kendi mıntakalarında mütesellim ve Voyvoda olarak bulunmakta idiler. Bunlardan mütesellim olanlar kendi vali ve sancak mutasarrıflarını vilâyet merkezine kabul etmeyerek onların namına iş görüyorlar ve onlara eyalet hasılatından maaşlarına mukabil pek az şey gönderiyorlardı. Voyvodalar ise ya Osmanlı hanedanına mensup sultanların veya devlet mâliyesinin memurları olup idarelerindeki mukataaları iltizama vererek aldıklarının muayyen bir kısmını mahallerine yollayarak diğer kısmının fazlasını alıp istedikleri gibi hareket ediyorlardı.
Âyanlar[49] bir hükümet gibi asker besliyorlardı. Her birisinin hudutları muayyen olup zaman zaman birbirleriyle muharebe ediyorlardı. Bu hallere karşı âciz durumda olan hükümet iki tarafın arasını bulmak için memurlar yollıyor ve mahallî halkın perişan olmamasını temin etmek istiyordu.
Âyanların ellerindeki yerler mülkî teşkilât mûcibince hükümet tevcihatında kime verilmişse ayan olan şahıs oraya tayin edilen vali veya mutasarrıfın mütesellemi yani vekili olmakla beraber o vezir ve beylerbeyini kendi mıntakasına sokmayarak ona muayyen dirliğinden para gönderirdi.
Bunların bu tahakkümleri ve tegallübleri yetmiyormuş gibi yukarıda geçtiği gibi dağlı eşkıyası da hükümetin başına ayrı bir belâ kesilmişti. Bazı âyanlar çıkarlarına göre bunları tahrik ediyorlardı. Bundan dolayı şekavetin arkası alınamıyor ve bu hal âyanların işlerine geliyordu.
İşte Rumeli böyle bir durumda iken Üçüncü Selim İstanbul ile Edirne arasını Dağlı eşkıyasından temizledikten sonra bu mıntakada Vize, Çorlu ve Ereğli taraflarında nizam-ı cedid askerî teşkilâtı yapmak isteyerek o taraflara fermanlar yollamış ve oraların kadılarından da Levent Çiftliği ve Üsküdar ocaklarına neferat tertip olunmak üzere olduğuna dair ilâmlar gelmiş olduğundan bu hal nizam-ı cedid askerinin Rumelide de kurulabileceği ümidini vermişti[50].
Bunun için pâdişâh cepheden teşebbüs etmek istemeyerek daha doğrusu herhangi bir muhalefetle karşılaşmak ihtimaline karşı tedbirli bulunarak âsî Sırpların tedipleri için Rumeli valisi İbrahim Paşa’yı tayin eylediği gibi ona yardımcı olarak Kadı Abdurrahman Paşayı nizam-ı cedid askeriyle Rumeliye memur edip Edirne'de bulunmasını ve lüzumu halinde İbrahim Paşa’ya yardım etmesini emreylemişti.
Rumeli âyanları içinde en dişlisi Rusçuk ve havalisi âyam Tiristinikli oğlu İsmail Ağa idi. Bu adam tedbirli, sırasına göre yumuşak ve muti ve işine gelmediği zamanda da serkeş ve tehlikeli idi. Hükümete karşı isyan etmemekle beraber her zaman isyan edecek gibi hareketleriyle bir gaile çıkartmak istemeyen hükümeti sindirmiş ve bu suretle âyanlık mıntakasını genişleterek Vidin ve havalisindeki Pazvant oğlu Osman Paşa mmtakası hariç olarak Tuna ile Balkan dağlan arasındaki sahayı idaresi altına aldıktan başka Balkanın güneyinde de nüfuzunu hissettirmişti.
Vidin’de bulunan Pazvantoğlu Osman Paşa mühim serkeşlerdendi. Kendisinin 1797 tarihindeki isyanında üzerine sevkedilen Küçük Hüseyin Paşa kuvvetlerine karşı koymuş, Vidin kalesine kapanarak mücadele etmiş, bu sırada Bonapart’ın Mısır'ı işgali dolayısiyle mecburen muhasara kuvveti kaldırılıp kendisine paşalık verilmişti. Pazvant oğlu isyan halinde olmamakla beraber, mıntakasını keyfî olarak idare ediyordu ve Dağlı eşkıyasını himaye ederek fırsat zuhurunda onları devletin başına gaile çıkarmak için salıvererek devleti meşgul etmeği ihmâl etmiyordu.
Bu ikisinden sonra Balkanın kuzeyindeki âyanlardan Silistre âyanı Yılıkoğlu Süleyman geliyordu. Bu şahıs çok cessur ve pek gözlü olup hudud meselesinden dolayı hasmı olan Tristinikli İsmail ile uğraşmakta idi. Tristinikli’ye karşı Pazvantoğlu Osman Paşa da düşmandı. Tristinikli ile Yılıkoğlu arasındaki mücadelede hükümet bazen Yılıkoğlunu tutuyorsa da zaman zaman tazıya tut tavşana kaç siyasetini takip ederek âyanların birbirleriyle ittifak etmemelerini istiyordu. Bundan dolayı en nüfuzlu devlet ricalinden sadr-ıâzam kethüdası İbrahim Nesim Efendi’nin tesiriyle Deliorman âyanı bulunan Yılıkoğlu Süleyman bir engel olmak üzere onun burnunun dibine Silistre mütesellimi tayin edilmişti. İşte bu suretle bu iki ayan arasındaki zıddiyet ve muhasama Tiristinikli’nin en sadık ve cesur adamı olan Alemdar Mustafa Ağanın meydan almasına kadar devam etti. Bu Alemdar Mustafa Ağa, Tiristinikli’nin son zamanlarında onun tarafından Hezargrad âyanlığına tayin edilmişti.
Bunlardan sonra Rumelinin güney mıntakasında dişli ve serkeş âyanlardan evvelce Sultan yeri ve sonra Gümülcine âyanı olan Tokatcıklı Süleyman vardı. Tokatcıklı Süleyman eşkıyalıktan gelme olup Gümülcine âyanı Mestan Ağa’ya intisap ederek evvelâ (Sultan yeri) ve ağasının ölümünden sonra da Gümülcine âyanı olmuştu. Bunun sıkıştıkça hükümetin başına bir gaile çıkarmasından ve dağlı eşkıyasını zaman zaman tahrik etmesinden dolayı devlet merkezi yıhnıştı. Fenalıkları bildiği halde hükümet kendisini okşayorsa da Tokatcıklı her fırsatta melanetini meydana koymaktan çekinmiyordu. Nihayet İşkodra mutasarrıfı ve Rumeli valisi İbrahim Paşa’ya gizlice gönderilen bir fermanla bu şahsın idamı emredildiğinden onun tarafından sıkıştırılan Tokatcıklı mağlûp olarak kaçmışsa da, Tırnova tarafından Tiristinikli kuvvetleri tarafından yakalanarak katledilmiştir (1219 H. 1804 M). Dağlı eşkıyasının güvendiği bu şahsın katli üzerine bu eşkıya Kadı Abdurrahman Paşa’dan da son darbeyi yiyerek ortada kendilerini tahrik eden hâmiden mahrum kalınca ortadan kalkmışlardır.
Güney Rumeli âyanları içinde en nüfuzlu ve hükümetçe itibarlısı kapucubaşı payesinde olan Serez’li İsmail Bey’di. Bu zat 1061 H,, 1651 M. ve 1068 H., 1606 M.’de iki defa veziriazam olan Siyavuş Paşa ahfadındandı.
İsmail Bey zeki, mutedil, uzağı görür, devlete sadık olup işleri duruma göre idare eder ve bu suretle hem devlet nüfuzunu hem de kendi itibarını muhafaza etmesini bilirdi. Manisa’daki Karaosman Oğulları ayarında bir şahsiyetti. Çaparoğlu gibi nizam-ı cedide hizmeti olmadığı gibi aleyhinde de bir hareketi görülmemişti. Etraftaki âyanların nizam-ı cedid askerî teşkilâtına aleyhdar olmaları cihetiyle İsmail Bey, hükümetle âyanlar arasındaki ihtilâfı hal etmek suretiyle iki tarafı da idare etmesini biliyordu.
İsmail Bey’in nizam-ı cedidi isteyip istemediği belli olmamakla beraber bütün âyanlar gibi herhalde hükümetten çekingen idi, fakat verilen emirleri îfa etmek veya makul sebepler göstermek suretiyle hareket ettiği için Rumeli işlerinde hükümetin işini kolaylaştırıyordu. Kadı Abdurrahman Paşa hükümete Edirne havalisi âyanlarının kendisine karşı cephe aldıklarını yazdığı sırada İsmail Bey’in nizam-ı cedid askerî teşkilâtına aleyhdar olduğuna dair bir hali görülmediğini beyan etmişti. İsmail Bey’in emri altında da Kaza âyanları vardı.
İşte serbest idareye alışmış olan bu âyanlar kendi serbestilerini tahdit edecek olan hiç bir nizama bağlanmak istemeyerek hükümet içinde hükümet sürmek istiyorlardı; bundan dolayı nizam-ı cedid teşkilâtına yan gözle bakıyorlar ve Abdurrahman Paşa’nın Rumeli’ye geçmesine kadar aleyhdarlıklarını meydana vurmayorlardı.
Üçüncü Selim Rumeli ahvalini ve âyanların durumlarını bildiği için nizam-ı cedid askerini ilk önce Anadolu’da tedarik etmeği düşünerek oradan işe başlamıştı. Nihayet teşkilâtın Anadolu’nun muayyen mıntakalarında yerleştiğini gördükten sonra bu halden ümide düşerek bu nizamın Rumeli’de tatbikine karar vermiş ve Sırp isyanı dolayısiyle[51] bu nizamı tatbike karar vermişti.
Hükümet kararlaştırılan plân üzerine Rumeliye geçirilecek nizam-ı cedid askeri, Sırplar üzerine memur edilen Rumeli Valisi İbrahim Paşa’ya yardımcı olarak Edirne'de bulunacak ve lüzumu halinde İbrahim Paşa’nın emri üzerine hareket edecekti. Bu karar üzerine Rumeliye geçirilecek olan nizam-ı cedid askerinin yani o zaman verilmiş isim üzerine (Asker-i Şahane) nin kumandanlığı Karaman valisi Kadı Abdurrahman Paşa’ya verilerek İstanbul’a davet olunmuştu (1221 Safer ve 1806 Nisan).
Abdurrahman Paşa’nın Rumeliye geçmesinden evvel Edirne Bostancı ocağındaki bozukluğu yoluna koymak ve ocakta esaslı bir teşkilât yapmak, daha doğrusu nizam-ı cedid işine Edirne Ocağından başlamak üzere Kapucubaşılardan eski Bostancıbaşı Ahmed Ağa Edirne Bostancı başılığına tayin olunarak gönderilmişti (1221 Rebiülevvel ve 1806 Mayıs) [52].
***
Bu hulâsadan sonra nizam-ı cedidin Rumelide tatbikinin niçin mümkün olmadığını anlamak için devlet merkezi olan İstanbul'daki duruma kısaca bir bakalım:
24 Muharrem 1220 ve 24 Nisan 1805’de yedi seneye yakın sadr-ıâzamlıkta bulunmuş olan Yusuf Ziya Paşa nizam-ı cedidin gelişmesine büyük gayretler sarfederek padişahın arzusuna uyarak samimî surette çalışmıştı, kendisinde mevki hırsı olmadığından Sultan Selim’in pek ziyade itimat ettiği ve âdeta şımarttığı devlet ricali ve bilhassa sadr-ıâzam kethüdası İbrahim Nesim Efendi ile hoş geçinerek mevkiini uzun müddet muhafaza etmişti.
Nizam-ı cedid askerinin çoğaldığını gören yeniçeriler ve ocak ağaları bundan sonra kendilerine lüzum kalmayacağını düşünerek homurdanmağa ve şurada burada dedikoduya başlayarak nizam-ı cedid askeri taraftarı olan devlet ricali aleyhinde de husumetlerini gösterir olmuşlardı.
Bu gidişin neticesinin iyi olmayacağını hisseden sadr-ıâzam Yusuf Ziya Paşa sıhhî mazeretleri ileri sürerek hizmetten afvını istediğinden arzusu kabul edilerek yerine bostancıbaşılıktan yetişme olup o tarihte Kapdam Derya bulunan Hafız İsmail Paşa vezir-i âzam olmuştu (1220 Muharrem 4 ve 1805 Nisan 4).
Yeni sadr-ıâzam, selefi gibi uysal ve idareci olmayıp nufuzu, hakikaten sadr-ıâzam nüfuzunun üstünde olan sadr-ıâzam kethüdasının aşırı durumunu çekemiyerek işlerde müstakil kalmak için İbrahim Nesim Efendi’yi yerinden uzaklaştırmak isteyen[53] Hafız İsmail Paşa, kendi maiyyeti olan kethüdanın nüfuzu altına girmek istemediğinden şahsî husumeti nizam-ı cedid aleyhine çevirmek suretiyle bu hayırlı teşkilâtın bozulmasında âmil olmuş ve Rumelide Kadı Abdurrahman Paşa’ya karşı olan husumet onun eli altından körüklenerek alevlenmiştir[54].
Kadı Abdurrahman Paşa’nın İstanbul’a Gelmesi :
Abdurrahman Paşa 1221 Safer, 1806 Nisan’da gönderilen fermanda maiyyeti ve hazırlamış olduğu nizam-ı cedid askeriyle Rumeliye memur olduğu bildirilmesi üzerine 15 Safer ve 4 Mayısta kapucubaşı rütbesinde iken 17 Şaban 1220 ve 10 Kasım 1805 tarihinden beri[55] Rumeli Beylerbeyi payesinde olan oğlu Abdullah Hulusi Paşa’yı yerine mütesellim bırakarak[56] Aonya’dan hareket edip 1806 Haziranda bazı kuvvetlerinden başka süvari ve piyade nizam-ı cedid askeriyle İstanbul’a gelmiştir[57].
Abdurrahman Paşa mükerreren Sultan Selim tarafından kabul olunarak iltifata mazhar olmuş görüştükleri sırada Pâdişâh, bu nizam-ı cedid işinde sebat edeceğini vadederek Abdurrahman Paşa’yı teşci etmiş[58] ve hümayun âbâd (Bebek) kasrındaki bir görüşme esnasında Sultan Selim:
“Bu nizam-ı cedid maddesi mutelezzat-ı nefsaniyyeden değil ki onunla zevkıyab olayım. Bundan meram mücerred âdâya mukabele bilmisil ile ahz-ı intikam ve memalik-i mağsubeyi istirdad ile yine devr-i İslâm eylemektir, avam-ı nasın bu dakikadan gafil olmaları hali garip manadır” demiştir[59].
Sadr-ıâzam Hafız İsmail Paşa, İbrahim Nesim Efendi hakkında padişahın teveccühünü çekemediği gibi bu defa pâdişâh tarafından rnüteaddid defalar huzuruna kabul edilerek büyük iltifata nâil olan Abdurrahman Paşa’yı da rakib sayarak kıskandığından onun da muvaffak olamaması için el altından çalışıyordu. Bundan dolayı Rumeli âyanlarının en nüfuzlusu olan Rusçuk âyanı Tiristinikli İsmail Ağaya gizlice adam göndererek, padişahın etrafındaki devlet ricalini öldürdükten sonra devlete bir nizam vermesini teklif etmiş ve İsmail Ağada bu teklife muvafakat ederek ilk teşebbüs olmak üzere Kadı Abdurrahman Paşa’nın Rumeliye memur edilip Edirneye gelmesinden kuşkulanan Edirne âyanı Dağdeviren oğlu Mehmed Ağayı mukavemete teşvik eylemiştir[60].
Bunun üzerine Dağdeviren oğlu, kendi nüfuzu altındaki âyanları tahrik ederek Abdurrahman Paşa kuvvetlerine karşı koymağa karar vermiştir. Abdurrahman Paşa’nın Edirne’ye kadar hareketinde maiyyetindeki külliyetli nizam-ı cedid askerine zahire tedariki için yol üzerinde ve yola yakın yerlerdeki kadılara ve âyanlara fermanlar gönderilmiş ise de bunlar ilk müessir tedbir olmak üzere orduyu aç bırakmak suretiyle mukavemete karar vererek nizam-ı cedid ordusunu can damarından vurmağı kararlaştırmışlardı.
İkinci Edirne Vak’ası[61]:
Kadı Abdurrahman Paşa, Sırp eşkıyasını tedibe memur edilen Rumeli valisi İbrahim Paşa’ya yardım etmek üzere İstanbul’a geldikten sonra gerek kendi getirdiği ve gerek Üsküdar ve Levend Çiftliği ocaklarından aldığı yirmi dört bin kişilik bir kuvvetle[62] Davud Paşa’ya geçmiş ve orada hazırlığını tamamladıktan sonra 1221 Rbiulâhır’ın ortalarına doğru yani 1806 Haziran sonlarında hareket etmişti[63].
Abdurrahman Paşa, epi zaman evvel İstanbul’a geldiği halde Rumeli valisi İbrahim Paşanın henüz Sırp âsileri üzerine gitmemesinden dolayı hareketi tehir edilmiş ise de isyanın genişlemesine mebni süratle Edirne’ye hareketi ve lüzumunda Rumeli valisine yardım etmesi emrolunmuş ve bu husustaki ferman bizzat kendisine verilmiştir[64].
El altından fesat neticesini hazırlamış olan Sadr-ıâzam Hafız İsmail Paşa zâhirde işe ehemmiyet vermiş görünerek Rumeli valisine göndermiş olduğu tahriratta âyanların, Abdurrahman Paşa’nın Rumeliye geçmesinden endişe etmemelerini ve bunun Sırp isyanı dolayısiyle kendisine yardım için gönderildiğini ve bu hususların Edirne’ye bildirilerek nasihat edilmesini yazmıştır; çünkü Edirneliler nizam-ı cedid için Edirne'den asker alınacağını duyarak mukavemete karar verdikleri hükümetçe haber alındığından[65] Sadr-ıâzam bundan dolayı İbrahim Paşa’ya tahrirat göndermiş ve aynı zamanda Abdurrahman Paşa’nın Sırp isyanı sebebiyle Edirne'de kalarak Rumeli valisine yardım edeceği hakkında ve İstanbul ile Edirne arasındaki kazalara fermanlar yollanmıştır[66].
Rumeli valisi İbrahim Paşa, sadr-ıâzam’ın tahriratına vermiş olduğu cevapta bazı müfsitlerin (devleti aliyye bu askeri tevekkeli çıkarmadı, bizim üzerimize gelecek ve kazalarda muallim asker yazacak) diye tedarikâta başladıkları ve Edirne ehalisinin de korkularından muhalefete kalkarak galeyan halinde bulunduklarını ve serkeşçe hareket ettiklerini ve kendisinden haber gelinceye kadar Kadı Abdurrahman Paşa ordusunun Edirne'de kalmasını bildirmiştir[67].
Abdurrahman Paşa’nın ordu ile Rumeliye hareketinin Tiristinikli İsmail’i telâşa düşürerek Balkanın kuzeyindeki âyanlar arasında panik baş göstermiş olduğunu 14 Ca. 1221 ve 30 Temmuz 1806 tarihli tahriratiyle Eflak Voyvodası hükümete bildirimiştir[68].
***
Nizam-ı cedidin genişlemesi, Avrupa usulünde muntazam talimli bir ordu hazırlanmakta olması, talimsiz ve kuru kalabalıktan ibaret olup İstanbul sokaklarında kaldırım kabadayılığı yaparak muharebede düşman önünden kaçan yeniçerileri ve ocak kodamanlarını düşündürüyordu.
Birinci Abdülhamid’in büyük oğlu veliaht şehzade Mustafa bir an evvel hükümdar olmak hırsiyle hareket etmek istediğinden nizam-ı cedid aleyhine olarak el altından yeniçerileri tahrik ediyor ve bu hal nizam-ı cedide muhalif olan sadr-ıâzamm plânını kolaylaştırıyordu.
Tekirdağlıların Muhalefeti :
1218 H., 1803 M. de ve bir sene sonra dağlı eşkıyasının Silivri taraflarına kadar sokulmaları üzerine bunlara karşı nizam-ı cedid askerinin süvari ve piyadelerinden bir miktar sevkolunarak eşkıya Çorlu’dan öteye tardedilmiş ve 1804 de de Kadı Abdurrahman Paşa Rumeli tarafına geçirilerek Malkara'da eşkıyaya galebe çalıp avdetinde nizam-ı cedid askerinin bir kısmı geri alınmayarak bunların süvarisi Çorlu'da ve yayaları da Tekirdağı'nda yerleştirilmişti.
Sultan Selim bu kuvvetlerin Çorlu ve Tekirdağ'ında bulunmalarından istifade ile daha Abdurrahman Paşa Rumeliye geçirilmeden evvel Tekirdağ'ı ve Çorlu havalisinde nizam-ı cedid için yeni efrat toplayarak bunları Karıştıran kurbunde Yapuağaç mevkiinde bir kışla bina edip Yapuağaç ustasını oraya kışla ağası tayin ve emrine de üçbin nizam-ı cedid askeri vermiş bunların muntazaman kurs ve ateşli talim yapmalarını emretmiş ve bu hususta kazalara fermanlar ve sadr-ıâzam tarafından tahriratlar gönderilmişti.
Hükümet bu teşkilâta sebep olarak o civardaki halkın evlât ve ailelerini dağlı eşkıyasının fenalıklarından muhafaza etmek olduğunu beyan eylemişti. Hükümetin bu tertibine karşı Edirne âyanı dağdeviren oğlu ve diğer ileri gelenlerden bir kısmı aceba bizler hacer ve şecer (taş ve ağaç) makulesi gibi mi olacağız diyerek Edirne Bostancı başısı ile görüşüp yeniçerilerle bostancılara bu nizam-ı cedid askeri sîzleri gide gide bakkal çırağı ve reaya gibi hizmetlerde kullansalar gerektir diye hem onları ve hem Edirne havalisini tahrik etmişler ve muhalif cephe almağa teşebbüs etmişlerdi.
Çorlu'nun doğu tarafındaki halk bu ferman ve emirlere candan itaat ve hattâ kendilerine binbaşı da tayin ederek asker namzedi yazmağa başlamışlar ise de, Çorlu'nun batısındaki kasabalar Edirne'den yapılan telkinat üzerine gevşek davranarak bu hususta Edirnenin tesiri altında bulunan Tekirdağ’lıların alacakları vaziyeti beklemekte idiler.
Bu hususa dair olan fermanlardan birisi de bir sene sonra Tekirdağı'na gönderilmiş ve asker yazılması emrolunarak kışla inşası için mimarlar yollanmıştı. Tekirdağı kadısı, haşin bir zat olup oraya evvelce yerleştirilen nizam-ı cedid piyade askeri meselesinden dolayı münasebetsiz sözler söylemiş olduğunu piyade nizam-ı cedid kumandanının yazması üzerine bu kadı azlolunarak yerine diğer birisi gönderilmişti. Evvelki kadı nizam-ı cedid aleyhdarı olup yenisi de bu nizama taraftar olanlardandı.
Yeni Tekirdağ kadısı yeni asker yazılması hakkında mahkemeye gelen ferman ile sadr-ıâzamın mektubunu alâkadarları celp ile mahkemede okutmuş ve bu hususta cevap istemişti. Davet edilen şahıslar meseleyi görüşmek üzere bir iki gün müsaade istemişlerse de kadı acele bir cevap verilmesi için ısrar eylediğinden bir netice alınamadan dağılmışlardır. Fakat bir kaç saat sonra tahrik edilen Tekirdağındaki yeniçeriler gönderilen fermana muhalefet ile mahkemeye hücum etmişler, bunun üzerine canını kurtarmak isteyen kadı ile kethüdası ve mahkeme kâtibi, Tekirdağı âyanının konağına kaçarlarken sokakta öldürülmüşlerdir[69].
Bu vak’ayı müteakip eşraftan bazıları ve yeniçeri zabiti derhal nizam-ı cedid askerinin bulunduğu hanlara giderek onların zabitlerine memleketin haşeratı ayakta ohıp burada kalırsanız şayet ki iki taraftan bir kavga çıkar, çoluk çocuk ayak altında kalır, sükûnetle askeri kışla dışına çıkarın demeleriyle bunların binbaşısı Bekir Ağa ve diğer nizam-ı cedid zabitleri askeri toplayıp kasabaya bir kaç saat mesafede bir köye götürmüşlerdir.
Bu durum üzerine cezalandırılacakları muhakkak olan Tekirdağı yeniçerileriyle nizam-ı cedid aleyhdarları etraftaki kazalardan kendilerine yardımcı istediklerinden bunlar da gelip kasabaya dolmuşlardır. Bundan başka Edirne'den de kendilerine yardım edileceği ve nizam-ı cedid işini taahhüt eylememeleri gerek Tekirdağlılara ve gerek diğer kazalara bildirilmiş olduğundan mesele ciddî bir şekil almıştır.
Bu hal hükümet tarafından haber alınınca ne yapılması îcabedeceğine dair bir karar verilememiş, sükût edilse yaptıkları yanlarına kalarak yazılması emredilen asker yazmağa halel geleceği ve bu suretle hâdiseyi çıkaranların şımaracakları düşünülmüş ve Çorlu’daki süvari askerine piyadelerin de iltihakı ve bundan başka İstanbul’dan da nizam-ı cedid askeri yollanarak bu işe cür’et edenlerin tedipleriyle asker yazılması hususu takarrür etmişti. Fakat nedense bu işin bu suretle cezri olarak halli tarafına gidilmemesi hakkında ortaya bir fikir atılmış[70] ve bunda:
Tekirdağında toplanmış olan ve muhaliflerin mevcudu üç bin ile beşbin arasındadır. Bunlar yaptıkları işten dolayı cezalandırılacaklarını düşünerek Edirne ve diğer kazalardan da yardım isteyeceklerinden kuvvetleri artacaktır.” denilerek asker şevki münasip görülmemiştir.
Bunun üzerine Sadr-ıâzamın bunlara tahrirat göndermesi hususu görüşülerek gönderilecek tahriratın mündericatı müzakere ve kabul edilmiştir. Sadr-ıâzamın mektubunda nizam-ı cedid askerinin oldukları yerde kalmaları beylerbeyi ve vezirlerin tediplerine muvaffak olamadıkları eşkıyanın o taraflara kadar sokularak envai fenalık yaptıkları, kasaba ve köyler halkının evlât ve lyallerini muhafaza için Edirne ile İstanbul arasında yeni kışla yapılarak ulufe ve tayinatları devlet hazînesinden verilmek suretiyle arzu edenlerin asker yazılmaları ve gönderilen fermanın yanlış anlaşıldığı ve şeriat kürsüsünde oturan hâkimin katledilmesinin müslümanlığa aykırı olduğu ve bu hale cüret edenlerin çoğu yeniçerilik iddiasında bulunanlardan olduğu için ocakdan cessur bir mübaşir ile kapucubaşı gönderilerek tahkikat icrası beyan edilmiştir[71].
Sultan Selim bu kararı muvafık görerek sadr-ıâzamın takdim etmiş olduğu takririn üzerine:
“—Telâş iktiza etmez, iptida reyin üzere hareket eyleyüp mübaşir ve ferman irsal eyleyesin ve bizim asakir (nizam-ı cedid askeri) Çorlu ve Silivri’ye gelsün; şimdi unf ile muamele münasip değildir bâdehu gereği gibi tahkik ve nizamı lâzımdır. Tekirdağından asakir kalksan, ferman gitsün, bu tarafta söyleşilsün" hattı hümayununu yazmıştır[72].
Pâdişâhın iradesiyle Tekirdağı meselesi görüşülürken yeniçeri ocağı kethüdası Süleyman Ağa nizam-ı cedid askerinin İstanbul'a. celbedilmesi teklifinde bulunmuş olduğundan sadr-ıâzam keyfiyeti pâdişah’a arz edince Sultan Selim bir yeniçeri isyanından korkarak Sadr-ıâzamın takririnin üzerine:
“—Bu suretle ocakları İstanbul'a celbeyleyüp biraz müddet terk iktiza eder, zorla asker olmaz, zinhâr bizimkiler (yani nizam-ı cedid askeri) muharebe etmeyüp gelsünler. Hacı İbrahim Efendi ne rey eder[73] maslahatı yatımına büküp bastırmalıdır, şiddeti ferdaya kamalıdır söyleşilsün"[74] cevabını yazmıştır.
Mesele tiz şûrada görüşülmüş işin yalnız Tekirdağı meselesi olmayup bunda etrafında gizlice alâkası bulunduğu cihetle bu hâdisenin ehemmiyetle nazarı dikkate alınması icap edüp eğer nizam askeri İstanbul'a, alınırsa ocakları İstanbul'a, çektiler diye fesadın diğer mahallere de sirayeti memul olduğundan nizam-ı cedid askerinin İstanbul’a getirilmeyerek Silivri'ye alınmasına karar verilmiştir.
Yine şûradaki görüşmede yeniçeri ocağından tayin olunacak mübaşir ile kapucu başının Tekirdağlı halkın muti kısmından ele alarak diğerlerine hem nasihat etmek ve hem de tehdid eylemek suretiyle söz anlatmaları ve bu işe cür’at edenlerin birkaçının tedibi ile işi bastırmaları ve aynı zamanda:
— Devlet sizden zorla asker istemiyor ki bu kîlükal oluyor. İçinizden arzu edenler yazılır, hâkim-i şerin katli ne demektir? Aranızdan fesatçıları verin iş basılsın demeleri hakkında kendilerine talimat verilmiş ve yeniçeri ocağından scksoncı başı Hüseyin Ağa ve Bâbıâlde kapucu başılardan Ağa Hasan Paşa’nın sâbık kethüdası İsmail Ağa’nın gönderilmelerine karar verilerek Pâdişah’a arzedilmiştir.
Sultan Selim bu takriri üzerine:
“—Pek güzel tedbir olunmuş, böylece hareket olunsun ve bundan sonra biraz vakit bu havalilerde ocak tertibi uymayacak, şimdi Tekirdağından başka asker talep olunan kazalara şu zeminde fermanlar gitse ki: “Bu tertip ancak kendi emniyet ve rahatınız işindir, devlet esvab ve yiyecek verüp hazineler telef edecek idi; Tekirdağı kabul eylememiş. Bu suretle asker matlup olmayup af olunmuştur, denilse sair kazalar dahi kabahati Tekirdağı eyledi biz kurtulduk deyu fesada cüret eylemezler, nefsülemir ben zorla asker istemem kendi talepleriyle isterim” hattı hümayununu yazarak takriri iade eylemiştir[75].
Fakat hükümetin bu gerileme ve nasihat etme kararlarının hiçbir tesiri olmayarak Tekirdağlılar fesat çıkaran ve hâkimi öldüren şahısları teslim etmeyerek muhalefette devam ettiler.
Karadan Tekirdağı üzerine kuvvet sevketmekten korkan hükümet o sırada Silivriye gelmiş olan Konya Valisi Kadı Abdurrahman Paşa’ya ihtiyacı olan zahireyi temin etmeğe ve hem de bunları denizden tazyik eylemeğe karar vermiş[76] ve 1221 Cemaziyelevvel, 1806 Temmuzda Piyale Hüseyin Bey kumandasında donanmadan bazı gemileri Tekirdağı tarafına göndermiştir. Daha yukarıda işaret edildiği gibi işte bu sırada asakiri şâhâne başbuğu olan Kadı Abdurrahman Paşa Silivri’ye gelmiş olup ordusunun zahiresi hakkında kendisine ferman gönderilmiştir[77].
Serkeşlikte İsrar eden Tekirdağlılar hâdisesinin ilk safhasını burada bırakarak Rumeliye geçmeğe memur edilmiş olan Kadı Abdurrahman Paşanın Doğu Trakya’daki faaliyetini gözden geçirelim :
Edirne’lilerin Muhalefetleri :
Daha yukarıda görüldüğü üzere Bostancı Ocağını yeni nizama sokmak için Kapucıbaşı payesinde bulunan eski Bostancıbaşılardan Ahmed Ağa 1221 Rebiulevvel, 1806 Mayısta Edirne Bostancıbaşılığına tayin olunarak gönderilmişti[78]. Fakat Edirnedeki yeniçeri ocağı efradı ve ocaklıya mensup olanlar maksadı anlayarak Bostancıbaşıyı öldürdükten sonra :
“Edirne’den asker yazılacaktır diye dükkânları ve pazar yerlerini kapatarak halkı toplayup muhalefete başlamışlardır. Bunun üzerine hükümet bu sözlerin aslı olmadığını, Abdurrahman Paşa’nın Rumeli’ye memur edilmesinden murat Sırpların isyanına mebni Rumeli valisine yardım için Abdurrahman Paşa’nın gönderildiğini havi Edirne’ye ferman yollanmış ise de, bunu dinleyen olmamış, muhalifler bu kadarla kalmayarak daha aşağıda görüleceği üzere nizam-ı cedid ordusuna zahire mübayaası için Babaeski’de bulunan mübayaacıyı ve bundan başka Rumeli âyanlarını temin etmek ve kendisinin Sırp âsilerine karşı Rumeli valisi İbrahim Paşa’ya yardım etmek üzere gönderildiğini anlatmak maksadiyle Abdurrahman Paşa tarafından gönderilen Tatar Ağasını da öldürmek suretiyle isyanlarını ilân eylemişlerdir[79].
Edirne âyanı bütün etraf kazalara ve bilhassa nizam-ı cedid kuvvetlerinin yolu üzerindeki mahallere haberler gönderip oralardan yardımcı kuvvet istedikleri gibi[80] aynı zamanda Abdurrahman Paşa kuvvetlerine zahire verilmesini de kat’iyen menetmişler, hükümetin fermanlarına rağmen zahire vermemişlerdir.
Abdurrahman Paşa’nın İleri Hareketi:
Kadı Abdurrahman Paşa, Davutpaşa’dan hareket ettikten sonra 1221 Ca. başlarında (takriben 20 Temmuz 1806) Silivri önüne gelmişti. İlk defa orada mukavemetle karşılaştı ve bunları dağıtarak isyan mürettiplerinden İbiş ile Pehlivan adlarındaki şahıslan idam ettikten sonra[81] Çorlu’ya gitti. Burası Silivri vak’asına haber aldığından hiç bir mukavemet göstermedi.
Abdurrahman Paşa Çorlu'yu nizam-ı cedide bağladıktan sonra daha ileri Havsa (Havassı Mahmud Paşa) kasabasına kadar gitti[82]. Fakat bu havalideki kazalara ordunun iaşesi için gönderilen fermanlara rağmen Edirnelilerin emriyle zahire gelmediğinden Çorlu’dan itibaren zahire sıkıntısı başgösterdi.
Havsa mevkiinde zahiresizlik hâd dereceye geldiğinden Orduda açlık başgöstermiş[83] ve Edirne asilerinin fesat başısı olan Edirne âyanı Dağdeviren oğlu Mehmed Ağa, Kadı Paşa’nın ordusunun bu durumundan istifade ile taarruza geçti ise de muvaffak olamamıştır[84].
Abdurrahman Paşa Havsa mevkiinde bulunduğu sırada hükümet bir taraftan Edirne kadısı ile Serez âyanı İsmail Bey, Edirne âyanı Ahmed sabık âyan Mahmud ağalarla sairlerine gönderilen fermanlarda Bostancı Başıyı öldürenlerin teslim edilmeleri şartiyle halkı sıyaneten Edirnelilerin kabahatlerinin af edilebileceği bildirilmiş ise de[85], Edirne âyanları asıl isyanın mürettibi kendileri olduklarından bu fermanı dinlememişlerdir. Abdurrahman Paşa zahiresizlik yüzünden geri dönerek Hayrebolu'yu nezre bağlayacağını ve muhalefet ettikleri takdirde vuracağını hükümete bildirmiş, fakat o tarafa gitmeden evvel Babaeski'ye yürümeğe mecbur olmuştur.
Babaeski Muharebesi:
Babaeski âyanı Ömer ve adamlarından Çavuşoğlu Ahmed, etraftan aldıkları kuvvetlerle Babaeski’de toplanıp orduya gelecek zahireyi kesmeğe ve Abdurrahman Paşa’nın Edirne üzerine yürümemesi için ordunun girişini tehdide karar vermişlerdi. Ömer Ağa, Çavuşoğlunu Edirneye gönderüp bin kadar da kuvvet getirtmiş ve zahire mübayaasına gelmiş olan Hacı Yusuf Ağa ile adamlarını bağlayıp ellerindeki zahire bedellerini ve eşyalarını aldıktan sonra anları ve Abdurrahman Paşa’nın tatarını öldürmüşler ve Tartar Ağası ile İstanbul'a, gönderilen hâzineyi ve resmî evrakı zabtettikten başka cephane götüren çavuşu öldürüp orduya ait ekmek ve unlan getirmek üzere Abdurrahman Paşa’nın yolladığı deve ve katırları alarak etrafdaki halkın yardımlariyle ordunun zahiresizlikten perişan olmasını mûcip hareketlerde bulunmuşlardır.
Bunun üzerine Abdurrahman Paşa nizam-ı cedid ocağı ağasiyle kardeşini orduda bırakarak kâfi miktarda süvari ve piyade askeriyle bizzat Babaeski kasabasına girip orasını muhasara etti, daha sonra da gerek kasabadakileri ve gerek onlara yardıma gelenleri mağlûp ederek kasabayı işgal ettiği gibi orduya karşı yürüyen Edirne kuvvetlerini de bozduktan sonra zahire müşkilâtı dolayısiyle bütün kuvvetlerini Babaeski’ye çekti.
Diğer bir vesikada Babaeski muharebesine dair daha mufassal malûmat vardır. Orada toplu olarak şöyle deniliyor:
Nizam-ı cedid kuvvetinin arkasını kesmek isteyen asilerden Kıllıoğlu ile Hasköylü Emin Ağa’nın birer bölükbaşıları beş altı bin kişilik kuvvetle arkadan Babaeski'ye gelip zaptettikleri gibi Edirnedeki kuvvetler de toplarla nizam-ı cedid askerine hücum etmişler, Salı günü sabahtan akşama kadar muharebe olmuş, Edirne kuvvetleri bozularak Edirne'ye dönmüşler, Abdurrahman Paşa geri dönerek Babaeski'deki asileri kaçırıp kasabayı zaptetmiş. Buradaki bozuk kuvvetler Edirne’ye dönemeyip Çorlu’ya giderek buradaki halkı kendilerine döndürüp müdafaa tertibatı almışlardır[86].
Elmalı Köyü Muharebesi :
Abdurrahman Paşa 21 Ca. 1221 ve 6 Ağustos 1806 Salı günü verilen emir mûcibince Çorlu'ya gitmek üzere Babaeski'den ayrıldığı sırada Edirne âsilerinden üç bin kişilik kuvvetin üç koldan nizam-ı cedid kuvvetleri üzerine yürüyecekleri casuslar vasıtasiyle haber alınmıştı. Bunlardan bir kısmı Kırklareli tarafından bir kısmı da Hayrebolu üzerinden ve bir fırkası Edirne asilerinin reisi Dağdeviren oğlu ile orta koldan hücum edeceklerdi. Yani üç asi kolu kuzey, güney ve batıdan taarruz eyliyeceklerdi.
Sağ kola ayrılan asi kuvvetler Kadı Paşa yolu üzerindeki Lüleburgaz'a tâbi Elmalı köyüne gelmişlerdi. Bunların sergerdeleri Kavur oğlu ve Mısırlı oğlu olup mevcutları dörtyüz kadardı. Rusçuk âyanı Tiristinikli oğlunun kuvvetleri de Çolak Süleyman, Karabaki ve İsmail kumandalarında olarak Elmalıya varmışlardı[87]. Hasköy âyanı Emin Ağa tarafından Mahmud Harranî isminde bir reis emrinde de bin kadar kuvvet gönderilmişti.
Bu kuvvetlerin Elmalıda bulunduklarını haber alan Kadı Abdurrahman Paşa ordusunu Burgaz tarafına kaldırmış Seydişehir, Niğde ve Kayseri bölüklerini bir miktar süvari ile ocak kethüdası Süleyman Ağa kumandasına vererek kendisi de maiyyeti kuvvetleriyle ordudan evvel ileriye yürüyüp Elmalı önündeki asi kuvvetlerini beş, altı saat muharebeden sonra mağlûp etmiştir. Beşyüz maktul bırakan asiler tahassun eyledikleri yere kendileri ateş vererek telef olmuşlar ve elli kadar da esir bırakmışlardır.
Asi kuvvetlerinin sağ kolu böyle bozulunca sol kollarına şaşkınlık gelmiş ve orta kol da hareket edememiştir. Abdurrahman Paşa bu muvaffakiyeti 23 Ca. ve 8 Ağustos 1806 tarihli tahriratiyle hükümete bildirmiş ve bu vesile ile:
Silivri tarafına orduyı şahane ile avdetimiz emrü ferman buyrulmuş imtisalen leh avdet ve yevm-i hamiş (Perşenbe günü) Çorlu kasabası pişkâhına ve ferdası Silivri canibine ric’at ve azimet olunacaktır. Ancak bunların ve Çorlu ahalisinin eyledikleri gûnagûn hud’a ve habasetleri mülâhaza ve teemmül olundukça doğrusu kullarına bais-i hicab olmakta olup işte cemiyyet-i idbarlarının bir sülüsü babâyiatik (Babaeski) de ve bir sülüsü işbu mukatelede telef ve mütebaki kalanın ecnas-ı muhtelifeden olduğunu beyan etmiştir.
Abdurrahman Paşa en son Cuma günü Çorlu’dan Silivri’ye hareket edeceğini bildirmiştir. Kadı Paşa’nın Elmalı muvaffakiyetinden dolayı gönderdiği tahriratı okuyan Sultan Selim:
“—Manzurum olmuştur, haz ettim. Aferin Abdurrahman Paşa’ya” hattı hümayunu ile memnuniyetini bildirmiştir[88]. Bu başarısından dolayı Abdurrahman Paşa’ya 10 Ağustos 1806’da üzerindeki vilâyet ve sancaklara ilâve olarak İçel sancağı da verilmiş ve İçel mutasarrıfı Seyyid Ahmed Paşa da Halep Valiliğine naklolunmuştur[89].
Abdurrahman Paşa’nın bu başarısına rağmen ordusuna zahire verilmemesi ve İstanbul'da ocaklının şüpheli ahvali devlet ricali arasında cesur ve icraatçı kimselerin bulunmaması sadr-ıâzamm riyakârlığı ve nizam-ı cedid işine içten aleyhdar olması pâdişâhın zayıf iradeli olması gibi haller sebebiyle sadr-ıâzamın arziyle nizam-ı cedid askerinin geri çekilmesine karar verilmiştir. Sadr-ıâzamın telkinine göre bu kuvvetler bozulacak olursa işin büsbütün çığırından çıkacağı söylenerek pâdişâhı tereddüde düşürüp Serezli İsmail Bey vasıtasiyle muhalefetin tatmin edilerek yatıştınlmasını tavsiye ediyordu. Çünkü Edirnelilerin Bostancı başıyı öldürenlerin teslimi şartiyle kusurlarının af edileceği hakkında hükümet Edirne kadısına, âyanına ve Serezli İsmail Bey'e bir ferman yollamak suretiyle asileri af etmek istemişti[90].
Abdurrahman Paşa’nın Edirne'ye, kadar gidememesinin baş sebebi nizam-ı cedid ordusuna kasden zahire verilmemesi ve zahire için giden memurların öldürülmesi idi. Bilhassa daha yukarılarda zikredildiği üzere hükümet nizam-ı cedid kuvvetlerinin geçeceği kazalarla diğer civar kazalara Gümülcine’ye kadar zahire tedarikini yazdığı halde asilerin mâni olmasiyle buna muvaffak olamamıştı; hattâ bir ara zahiresizlik cihetiyle nizam-ı cedid askerinin İstanbul'a getirilmesi mi yoksa zahire tedarikine çalışılması mı? münasip olacağı görüşülmüş, askerin Ağustos ortalarında geri alınmasının doğru olmadığı neticesine varıldığından bedeli mukabilinde zahire tedariki şıkkı tercih olunarak bunun için rayiç bedeli mukabilinde zahire alınması takarrür etmesiyle yirmibeş bin kuruş tahsisat ayrıldıktan başka İstanbul’dan da onbin kile arpa yollanmıştı; bu ise Ordunun ancak onbeş günlük iaşesine karşılık bir şeydi. Bu haller dolayısiyle ordunun Çorlu'ya, avdetine müsaade edilmiş[91] az sonra Çorlu’nun asilerle birleşmesi sebebiyle ordunun Silivri'ye çekilmesi tekarrür etmiştir.
Silivri'ye çekilecek nizam-ı cedid kuvvetlerinin zahiresinin İstanbul'dan ve İstanbul etrafındaki kaza ve nahiyelerden tedariki mümkindi; fakat zahire meselesinden dolayı matlup hasıl olmayarak Edirne yakınlarına kadar giden ordu geri çekilmeğe mecbur olduğundan Rumeli taraflarında nizam-ı cedid teşkilâtı yapılamamış ve âyanların tegallübü devam etmiştir. Bu muvaffakıyetsizlikte Abdurrahman Paşa’nın maiyyetine verilmiş olan Beylerbeyi rütbesindeki İzmirli Hüseyin Paşa’nın işi gevşek tutması ve gizlice Edirne kuvvetlerine yardımcı ve anlarla hafî muhaberesinin tesiri olmuştur. Nitekim Hüseyin Paşa’nın bu suçu sâbit olduğundan idam edilmiştir[92].
Çorlu Vak’ası :
Yukarıda görüldüğü üzere Kadı Abdurrahman Paşa Rumeliye geçtikten sonra evvelâ Silivri’yi ve arkasından Çorlu'yu nizam-ı cedide bağlayarak ileriye yürümüştü. Yine daha evvel görüldüğü üzere Abdurrahman Paşa Havsa mevkiinden avdetinde kendisini tehdid eden asî kuvvetlerini Babaeski'de bozmuş ve kaçanların bir kısmı Çorlu'ya giderek oradaki halkı ele alıp mukavemete karar vermişlerdi. Çorlu'daki asî kuvvetler beşbin kadardı.
Çorlu'da toplanan asilerin başında Dağdeviren oğlu Mehmed’in kardeşi Ahmed Haseki ile eniştesi Kel Ali ve sabık Delibaşı Kör İbo vardı. Bunlar üçyüz süvari ile Çorlu’ya gelmişlerdi[93].
Sultan Selim bu Çorlu toplantısını haber alınca:
—“Suphanallah bu tahrikatlar birbirine uymayor. Kani, Abdurrahman Paşaya elbette herifleri Çorlu’dan çıkarsun deyu emrin cevabı? Böyle karşıkarşıya otururken bu fesat nasıl teskin olur? çünkü Çorlu’ya eşkıya az imiş, niçün kaçırmayorlar? Çoğalsunlar diye mi bekliyor ve hem Korvete kurşun atanlara ( Tekirdağlılar kendilerini muhasara eden Korvete kurşun atmışlardı). Niçin gülle atmamış. Civar eşkıyaya böyle izhar-ıacz olunarak maddeyi teşennüç edeceğiz. Ve hem rezalettir. Çorlu’mu eşkıyadan tathir edüp kaçırmak lâzımdır ; Abdurrahman Paşa niçün cevap yazmaz; üç dört gündür maskaralık kâğıtlar gelip gidiyor. Edirneliler etrafa eravcif neşreyleyüp ordumuz Çorlu’ya İstanbul'u muhasara eyledik desünlar, siz burada ne yapıyorsunuz? Tiz Çorlu’nun eşkıyadan inşallah tathir haberini isterim” demiş ve ertesi günü Abdurrahman Paşa’ya yazılmıştır.
Abdurrahman Paşa ordusunun zahiresini tedarik ettikten sonra takriben 20 Ağustos 1806’da Çorlu üzerine yürüdü hariçten gelip Çorlu’ya yardım etmek isteyenleri mağlûp ettikten sonra kasabayı muhasara ile top ve humbara ile tazyike başladı.
Bu sırada “Çorlu halkına karşı fena bir niyetimiz yoktur, emre itâat ederlerse âmân vereyim, gelsünler hil’at giydireyim” demiştir. Bunun üzerine oradan tekrar bir adam gelerek Paşa’nın maiyyeindeki ağalara Zorlu Ağayı istediklerini ve anınla görüşeceklerini söylemesi üzerine Zorlu Ağa gönderildi; fakat şehre yaklaştığı zaman üzerine ateş açtıklarından avdete mecbur oldu; bunun üzerine işin hile olduğu anlaşılarak tekrar bombardıman başladı.
Abdurrahman Paşa ertesi gün bazı tabyeler yapılması için emir verip asilerin mani olmamaları için ikiyüz kadar kuvvet tayin etmiş ise de, Çorlu’dan çıkış hareketi yapan asiler bunları kaçırmışlar ve arkasından orduya taarruz etmişlerse de topların ateşi ile yüz geri etmişler ve kendilerini takip eden süvarilerle yedi saat muharebeden sonra yine Çorlu'ya çekilmişlerdir. Bunlardan alınan esirlerin haber verdiklerine göre aman istemeğe gelen adamla Çorlu kadısı ile Çorlu’da bulunan Edirneli Mehmed Ağa taraflarından gönderilmişlerse de asiler bunlara muhalefet ederek her ikisini de hapis ile orduya baskın yapmışlardır.
Sultan Selim Çorlu'nun zaptını kat’î olarak isteyordu; bu sebeple Abdurrahman Paşa’ya yardım için Anadoludaki bazı sancaklara, mütesellim ve voyvodalara miktarları hükümetçe tesbit edilen miktarda kuvvet göndermelerine dair fermanlar yollanmıştı[94]. Bu suretle Anadoludan tertip edilecek yirmi bin kişilik kuvvete İstanbul’dan da onbin nizam-ı cedid kuvvet ve ağırlıklarının taşımak üzere Silivri, Terkos, Midye, Vize, Saray vize kazalarından da araba ve yük hayvanları tedarik olunacaktı[95].
Asilerin en büyük hedefleri Abdurrahman Paşa ordusuna gönderilecek zahire kafilelerini vurmak olduğundan Çorlu muhasarası esnasında Silivri’den Çorlu’ya zahire götüren kafile geceleyin Kınıklı köyünde kaldıkları sırada casuslar vasıtasiyle bunu haber alan asî çeteleri zahireyi nakle memur olan Bursa, Niğde ve diğer dört alay beyinin gafletinden istifade ederek Kınıklı’yı basup zahireyi nakle memur olanların kaçmalariyle birkaç yüz kişiden mürekkep çete efradı develerle diğer hayvanları alup götürmüşlerse de cephaneyi alamamışlardır.
Bu durum üzerine Abdurrahman Paşa İstanbul’dan orduya kapucubaşılardan Ahmed Ağa’yı getirterek ona Kınıklı hâdisesini anlatmış, deve ile mi olur ne vasıta ile olursa olsun acele zahire gönderilmesini söylemiştir.
Çorlu harekâtına dair kapucubaşı Ahmed Ağa’nın 18 Cemaziülâhır 1221 ve 2 Eylül 1806 tarihli Çorlu harekâtına dair olan takririnin padişaha takdim edilmesi üzerine Sultan Selim:
“Benim Vezirim,
Tiz lâzım olan deve ve katır vesair levazımat ıceleten gitsün ; Salih Bey, Mesud Ağa Abdurrahman Paşa’ya erişip İkdam ve gayret olunsun, böyle işler bir saat evvel görülmelidir ; yoksa bir taraftan imdadları gelir, Çorlu’nun sularını kesüp top ve humbara atup hemen şedid tazyik eylesün. Antuvani ile söyleşüp top ve kumbaraları münasip mahalle vaz edüp bir taraftan gülle, humbara ve paçavra ile gayet tazyik eylesün, bu taraftan dahi humbara ve paçavra iriştirilsün, Silivri’ye üç, beş cerrah, levazımatları ile irsal olunsun, piyade astar lâzımdır. Dikkat olunup bunlar eriştirilsin. Yaralılara Silivri’de baksınlar, yerleri dahi boş bırakmayup muhafazası lâzım olan mahalleri muhafazaya dikkat edesün, yoktur dimelerine itibar caiz değildir, Hâdım Zadeyi dahi süresin.”
Benim vezirim,
Bekir Paşa ıceleten Çatalca'ya gelsün ol havaliye iktiza eden takviyet verilsün, gaflet olunmasın, ihtiyaten hertürlü tedarikâtta bulunulsun” hattı hümayunu ile geniş ikazda bulunmuştur[96].
Bekir Paşa’nın Çatalca ve havalisinin muhafazasına memur olmasının zâhirî sebebi asilerin o taraflara, ordunun gerisine sızmamaları içindi. Çünkü Tiristinikli İsmail Ağa kuvvetlerinin İstranca taraflarında faaliyette oldukları haber alınmıştı. Bekir Paşa’nın davet edilmesinin hakikî sebebi ise, aşağıda görüleceği üzere Bekir Paşa’nın iki tarafı uyuşturmak üzere tavzif edilmesi idi.
Tekirdağ İsyanının İkinci Safhası :
Abdurrahman Paşa Silivri’ye gelip Çorlu'yu kuşattığı zaman ordunun İstanbul'dan gönderilecek zahire vesair ihtiyacı için en münasip ve en yakın işlek iskelesi Tekirdağı olup bu da asilerin ellerinde idi. Burası bir kaç parça donanma ile abluka edilmiş ise de, karadan tazyik olunmadıkça bir netice alınamıyordu. Bunun için Abdurrahman Paşa Havsa'dan avdet ettikten sonra Tekirdağını nezre bağlayacağını ümit, kabul etmezlerse kat’î surette vuracağını hükümete bildirmişti.
Silivri’ye döner dönmez Tekirdağı’nı bir taburla işgal edeceğini beyan ile teşebbüse geçmiş ise de, yeniçerilerin İstanbul’da bir fesat çıkarmağa teşebbüs etmeleri üzerine Abdurrahman Paşa Tekirdağının işgalinden menedilmiş ve Silivri’ye dönmeğe mecbur olması sebebiyle bu hal asileri şımartmıştı; hattâ bu halden cür’eti artan Silivri âyanı bir gün Abdurrahman Paşa ile görüştüğü sırada belindeki çifte kurşunlu tabancasını Paşa’nın üzerine boşaltmış ise de, isabet ettirememiş ve derhal idam edilmişti[97].
Tekirdağının karadan tazyikinin menedilmesi üzerine Abdurrahman Paşa’nın emrine verilen donanma kumandanına Paşa tarafından gönderilen emir üzerine Kasabaya gülle atılmasına başladı. O zamana kadar Tekirdağlılara gülle atılmayarak albluka ile iktifa olunmuştu. Bu deniz ablukasına sebep de asilerle deniz yoluyla Çekmece tarafına geçeceklerinin haber alınması idi. Abdurrahman Paşa bir kayığın bile limandan çıkmasına müsaade edilmemesini de donanma kumandanına emretti[98]. Ve aynı zamanda Çekmece taraflarına da beşyüz kadar askerle binbaşı Bekir Ağa’yı göndermişti[99].
Asilerin Tekirdağını bombardıman eden donanma kumandanı Riyale Hüseyin Bey’e müracaat edip eşkıyayı defetmeğe kudretleri olmayup hariçten gelecekleri de defedemiyeceklerini ve nizam askeri şehre girerse bir kat daha fesadı mûcib olacağını beyan ederek ateşin kesilmesini rica etmişlerdi. Hüseyin Bey, onların bu müracaatlarını 19 C. 1221 ve 3 Eylül 1806’da Kadı Abdurrahman Paşa’ya bildirmişse de Abdurrahman Paşa:
“—Tekirdağlıların o suretle ricaları hilelerindendir, sizden o mühleti alup Çorlu’ya yardım ederler, kat’iyyen itimad olunmayarak kemakân top ve humbara ile döğülsün, kendi dertlerine düşüp Çorlu’yu unuturlar” cevabını vermiştir.
Aşağıda görüleceği üzere bu sırada Serez âyanı İsmail Bey’in iki tarafı anlaştırmak üzere epi zamandan beri devam eden muhaberesi hükümetin manen mağlûbiyetiyle sona ermek üzere olduğundan onun maiyyeti âyanlarından Demirhisar âyanı Abdullah Bey Tekirdağı’na gönderilerek görüşülmüş ve neticede barış olduğundan Tekirdağı bombardımanının kesilmesi emredilmiştir. (1221 Cemaziyelâhır sonları ve 1806 Eylül[100]).
Edirne Vak’asının Sonu:
Sırp isyanı dolayısiyle bir taraftan Rumeli valisi İbrahim Paşaya yardım etmek ve aynı zamanda Edirne’de oturarak nizam-ı cedidi yaymak ve Rusya ile yapılacak bir muharebede nizam-ı cedid askeriyle orduya katılmak ve bu arada gizli bîr emirle, hükümet içinde hükümet olan âyanların nüfuzlarını kırmak üzere Konya Valisi ve Nizam-ı cedid askeri Başbuğu Kadı Abdurrahman Paşa’nın Rumeli tarafına gönderildiğini ve bu arada cereyan eden olayları yukarıda kayıt ettik.
Hükümet merkezinin zayıf ve hain ellerde bulunması sebebiyle Abdurrahman Paşa geri dönmeğe mecbur olmuş, Çorlu alınamamış ve Tekirdağı işgal edilememişti. Bu muvaffakıyetsizlikte el altından asileri ikaz eden Sadr-ıâzam Hafız İsmail Paşa’nın baş rolü vardı.
Abdurrahman Paşa, Havsa’ya kadar gidip oradan durumu hükümete bildirmesi üzerine Sadr-ıâzam Hafız İsmail Paşa padişaha takdim etmiş olduğu takririnde:
Bu muhalefet gösterenlerin tediplerine müsaade edilip vukua gelecek muharebede iş berakis olup nizam-ı cedid ordusu bozulursa o zaman asilerin tamamen yüz bulacaklarının muhakkak olduğu ve geri alınması da gayet muzur olacağından Gümülcine’ye kadar gelmiş olan Serez’li İsmail Bey’e sadaret kethüdası İbrahim Nesim Efendi tarafından bir mektup yazılarak Edirne âyanına söz anlatmasının tavsiye edilmesini arzetmiş olduğundan bu mütaleadan tavahhuş eden Sultan Selim, Sadr-ıâzamın sadakat perdesi altından ileri sürdüğü mütalcalarına kanan Sultan Selim, bu işin mes’ul kumandanı Kadı Abdurrahman Paşa’nın mütaleasım almadan Sadr-ıâzamın mütaleası üzerine sadr-ıâzam kethüdası tarafından İsmail Bey’e yazılmıştır.
İsmail Bey, bu mektup üzerine faaliyete geçerek kendisine mensup olan Petriç âyanı Hacı Abdulhalim Ağayı muhalefeti yatıştırmak için bazı vesaya ile Edirneye göndermiş ve harekâtın durdurulmasını tavsiye etmiştir[101].
Bu sırada Çorluyu muhasara etmekte olan Abdurrahman Paşa’ya da daimî surette muvaffakiyeti kösteklemek isteyen Sadr-ıâzam tarafından devletin şîn ve zilletini mûcip olacak bir badireye atılmaması ve İsmail Beyin tavassutu dolayısiylc âsileri teskin usulüne muhalif olarak muharebeye girişmemesi bildirilmekte idi[102].
Abdurrahman Paşa tarafından 23 C. 1221 ve 7 Eylül 1806 tarihinde İstanbul’a gönderilen tahriratta yakında bulunan Bolu voyvodası Hacı Ahmed oğlu İbrahim ve Bolu Alay beğini Çatalca ve Terkos taraflarına memur ettiğini ve Ankara mütesellimi Mesud Ağa ile de İstranca’ya kadar yolları muhafaza altına aldığını yazdıktan sonra asilerin kuvvei maneviyelerinin kırık olup hükümetçe hemen yumuşaklık gösterilmemesini arz ile şu mütaleayı beyan etmektedir:
“Telifi Beyn için ve semeresi müşahede oluncaya kadar kerem ve inayet buyurun; devleti aliyyc sayesinde bukadar zî kudret mal ve askere malik olmuş adamlar var. İkdam ve istical buyurun külliyetlice asker tedarik ve cemolunsun. Telif suretini kabul ederlerse yine ne mâni izin inayet buyrulur. Benim aklı kasıranemce mîr-i mumalileyh (yani Serez âyanı İsmail Bey) telif suretini görecek deyu tehi durmak istihsan buyurulmaz zannederim. Öteden beru meşhur meseldir ağır basteak hafif kalkar derler. Yani bunlar herne kadar fena iş olsa ve ellerinden gelse nükûl etmeyecekleri nasıyei hallerinden müstebandır, hemen vaktiyle tedariklice bulunmak ve asakire kuvvet vermek lâzımdır. Bu ana gelinceye kadar bunlar orduy-ı şâhane ile beş altı defa muharebe ettiler. Lillâhilhamd bu ordu asakiriyle baş edemiyeceklerini ve gözleri korkduğunu ahz-u kirîft olunan dilleri (esirleri) takrirlerinden nümayan ve bunların arkalarından zahirelerini kesmek sağ ve sollarından heyecan vermek ile geri çekildiler. Yoksa bizler bunlar ile mukavemet edemiyoruz deyu itiraf ederler imiş. Birkaç defa arkamızdan zahiremizi kat ile avdetimize bâis oldular yoksa cesaretlerinden olmayup ittifak ve ittihadları sebebiyle geride olan kaza ve kasabat eşkıya taraflarına adam gönderüp beş bu köyden on şu köyden ve elli şu kasabadan alıp bu zahirenin kat’ına cesaretleri eşkıya cesaretinden olmayup mücerred kasaba ve kaza ahalileri önlerine düşüp yol gösterdiklerinden neş’et ediyordu” mütaleasında bulunmuş ve hükümeti îkaz etmek istemiş ise de, sadr-ıâzamın ve ona taraftar olanların maksatları başka olduğundan dinletememiştir.
Bu sırada zemini müsait gören yenilik aleyhdarları da cesarete gelerek maskelerini atup kahvehanelerde ve yeniliğe muhalif olan bazı devlet adamları konaklarında ve ötede beride yaptıkları propagandalar da padişahı korkutmuştu.
Edirne’nin muhalefete baş olması Çorlu ve Tekirdağı’nın gördükleri tazyike rağmen mukavemet etmeleri sadr-ıâzamla hemahenk olarak veliaht Şehzade Mustafa’nın bilvasıta muhalifleri tahrik eylemeleri Sultan Selim aleyhine işin rengini değiştirecek gibiydi.
Mutavassıt olarak işi ele alan Serez âyanı İsmail Bey, Kadı Abdurrahman Paşa’nın Çorlu'yu hâlâ tazyik ettiğini haber alınca hükümete gönderdiği tahriratta:
“Abdurrahman Paşa’nın Çorlu önünde muharebe etmesi hakkında irade varsa kendisinin tavassutuna aykırı olan bu halin bildirilmesini ve eğer irade yoksa meselenin halli için Abdurrahman Paşa’nın Silivri’ye çekilmesi hakkında emir verilmesini arzeylemişti[103]. Bunun üzerine Abdurrahman Paşa Çorlu muhasarasını kaldırmağa mecbur olarak Silivri'ye çekilmiş ve isyan harekâtı ortadan kalkınca Abdurrahman Paşa’nın Anadolu’ya geçebileceği İsmail Bey’e yazılmıştır[104].
Abdurrahman Paşa’nın Çorlu muhasarasını kaldırıp Silivri’ye çekilmesi üzerine âsiler şımarmışlardı. İstanbul’da bu işi körükleyen şahıslar tarafından aldıkları talimat üzerine muhalefette ayak diriyerek mevcutları olan yirmi bin kişilik bir kuvvetle İstanbul üzerine yürümeğe kalkdılar ve devlet ricalinden olan nizam-ı cedidcilerden on kişinin başını istediler ve iki Cuma günü hutbede halife olan pâdişâhın ismini zikretmediler. İstanbul’daki nizam-ı cedid aleyhdarları Edirne’den gelecek kuvvetleri karşılamak ve İstanbul’u yağmalamak ve kıtal yapmak üzere hazırlandılar[105].
Bu durum üzerine Anadolu valiliği ile İstanbul muhafızı olan Ebubekir Paşa’nın Anadolu’ya geçmek mütaleasiyle İstanbul yakınlarına gelmesi muvafık görülerek anın Galibolu yoliyle gitmeyüp iki konağı bir edip süratle Çatalca tarafına gelmesi hakkında kendisine ferman yollandı[106]. Çünkü Anadolu tarafına geçerken Edirne'ye, uğramış olan Ebubekir Paşa bu durumu yatıştırmak üzere isyan mürettipleri ve İsmail Bey ile görüşerek bunların muhalefetten vaz geçerek makul olacak istekleri için tavassut edeceğini söylemiş ve keyfiyyeti İstanbul'a, bildirmiş olmasından dolayı acele İstanbul’a davet edilmişti. İstanbul'a, gelen Ebubekir Paşa Sultan Selim tarafından kabul olunarak durumu teferruatiyle arz eyliyerek gösterilen muvafakat üzerine Edirne'ye dönerek asileri ikna ile nizam-ı cedid askerinin çekilmesi ve Abdurrahman Paşa’nın Anadolu’ya avdeti şartiyle asiler cemiyetlerini dağıtmağa muvafakat etmişlerdir[107].
Bunun üzerine hükümet Abdurrahman Paşa’yı Anadolu’ya iade etmeği kabul ile Rumeli halkının mizacına vâkıf olan Ebibekir Paşa’yı tayin ve İsmail Bey ile görüşerek halkın teskin edilmesini muvafık görmüş ve bu hususta durumu izah yollu Cemaziyelâhır sonları tarihli olarak Abdurrahman Paşa’yabir ferman yollamıştır. Yine aynı meseleye dair aynı tarihte (1806 Eylül ortaları) İsmail Bey’den de bir tahrirat gelmiştir. İsmail Bey tahriratında 23 C. ve 7 Eylül’de Edirne civarında Demirtaş mevkiine gelip Edirne’nin ileri gelenlerini celp ile görüşerek kusurlarının afvını istirham eylediklerini mübeyyin ellerinden mahzar ve îlâm aldığını ve ertesi günü Çorlu’daki halkın yerlerine iadeleri için Demirhisar âyanı Abdullah Bey’i Tekirdağı’na ve Petriç âyanı Abdülhalim Ağa’yı[108] ve Edirne muhtarlarından birkaçını birer miktar kuvvetle Çorlu’ya gönderip Çorlu ve Tekirdağı Kazaları halkının kusurlarının afvı hakkındaki mahzarı alup gönderdiğini ve bundan sonra Anadolu’dan gelmiş olan askerin, kalmalarını mucip bir hal kalmadığından Bekir Paşa’nın bu tarafa tayin edilerek Abdurrahman Paşa’nın da bir gün evvel iadesini ve bu suretle istikrarın teminini rica etmiş ve İstranca tarafındaki kuvvetlerin Tiristinikli kuvvetleri olup yakında yerlerine döneceklerini bildirmiştir[109].
İstanbul’daki nizam-ı cedid aleyhdarlarının el altından tahrikleriyle meydana gelen isyan ve muhalefet hareketleri nizam-ı cedidcilere galebe çalarak asiler hakkında af ilân edilip Abdurrahman Paşa’nın da Anadolu’ya, Konya’ya dönmesi hakkında kendisine hâdiseleri hulâsa eden ferman gönderilmiştir[110].
Vesikaların tetkikinden istidlal edildiğine göre Abdurrahman Paşa’nın nizam-ı cedid kuvvetleriyle Rumeli tarafına geçmiş olmasından İşkodra mutasarrıfı istiklâl ile Rumeli valisi İbrahim Paşa ile Serezli İsmail Bey de memnun olmamışlarsa da bunu dışarıya vermemişler, tabiî işin başarısızlığından dolayı derunî memnun olmuşlardır.
Abdurrahman Paşa’nın Konya’ya Dönmesi :
Abdurrahman Paşa’nın hizmeti takdir olunarak gönderilen teveccühü havi ferman üzerine kumandası altındaki nizam-ı cedid askerini İstanbul'a gelmek üzere Silivri'de terkederek kapusı halkiyle Silivri önündeki iki korvete binip İzmit'e hareket etmiş[111] hayvanat vesair levazımatı dahi Üsküdar yoluyla İzmit'e gönderilmiştir[112]. Abdurrahman Paşa hakkında Sultan Selim’in büyük teveccüh ve itimadı vardı. Kendisi hakkında İzmit mutasarrıfına gönderilen hükümde de bu teveccüh açıkça gösterilmektedir.
Edirne Vak’asının Hulâsası ve Neticesi:
Olayların tetkikinden anlaşıldığına göre Üçüncü Selim büyük istek ve hüsnüniyetle devletin bekası için memlekette bilhassa askerî sınıflarda bir inkılâbın zarurî olduğunu ve Avrupa devletlerinde olduğu gibi iyi hazırlanarak yetiştirilmiş bir orduya katî ihtiyaç, lüzumunu takdir ile işe başlamış ve miktarı yirmibeş bini bulan bir nizam-ı cedid ordusu vücude getirmişti.
Bu nizam-ı cedid askeri gerek Bonapartın Akkâ kalesi muhasarası esnasında ve gerek Dağlı eşkıyasını tedipde lüzum ve ehemmiyetini göstermiş ve orduda yapılan yeniliğin pek isabetli olduğunu en kısa görüşlülere bile teslim ettirmiştir. Fakat bu askerin mevcudu gündengüne arttıkça yeniçeri ocağı zabitan ve neferleri bir müddet sonra kendilerine lüzum kalmayacağını gördüklerinden bu halden memnun olmamakla beraber, için için aleyhdarlıkla iktifa edüp muhalefetlerini henüz açığa vurmuyorlardı.
Vaktaki Levent Çiftliği ve Üsküdar ocaklarındaki nizam-ı cedid mevcudu bir ordu haline gelip Anadolu’da bir hayli yerlerin münhal tımarları nizam-ı cedid teşkilâtına bağlanarak buralardaki sancak ve kazalarda da kışlalar yapılıp talim ve terbiye usulleri tatbik edilmeğe başlanınca ocaklı yâni yeniçeriler el altından tahrik edilmeğe başlandı.
Veliaht Şehzade Mustafa, ocaklının yâni yeniçerilerin hoşnutsuzluklarından istifade ile biran evvel hükümdar olmak için kendisine mensup enderonlular ve anlar vasıtasiyle hariçten elde ettiği şahıslarla bu aleyhdarhğı körüklemeğe başladı, padişahın fikir ve mütalealarına itimat etmiş olduğu ve hakikaten değerli şahıslardan olan devlet ricalinin sefihane hayatları ve burunlarının ucunu görmiyecek derecedeki gafletleri de yeni nizama ve yeni nizam taraftarlarına karşı gösterilen kin ve husumeti artırmakla idi. Bundan başka bir kısım ulemanın nizam-ı cediddin gâvur icadı olduğunu beyan etmeleri ile aleyhde propaganda yapmaları müteassıp halkı tahrik eden âmillerdendi.
Sadarette bulunmuş olan Yusuf Ziya Paşa gibi münevver ve nizam-ı cedid askerinin Mısır Seferindeki Akkâ muhasarasında faydasını yakinen görmüş olan bir zatın sadareti zamanında bu teşkilât hakikaten yüz ağartacak bir hale gelmiş ve miktarı da çoğalmıştı. Bu zatın Mısır’ı Fransızlardan istirdadı hususundaki şöhreti ve kendisine gazi ünvanı verilmesi sebebiyle memleket üzerinde mühim bir otoritesi olduğundan hiç bir taraftan aleyhde ses çıkaran olmamıştı.
Sadr-ıâzam Yusuf Ziya Paşa azimli, temkinli ve ihtiyatlı bir zat olup, kâfi derecede şöhret sahibi olduğundan Sultan Selim’in himaye ettiği devlet erkâniyle aşık atmağa tenezzül etmeyerek maksada varmak için uyuşmuştu. Bundan dolayı yedi senelik sadareti - ki bir kısmı Mısır seferinde geçmiştir- zamanında işleri sızıltısızca idare etmişti.
Yusuf Ziya Paşa’nın sadaretinin son senelerine doğru Kadı Abdurrahman Paşa’nın Konya’da gördüğü muhalefet sadr-ıâzamın azim ve gayretiyle halledilerek Abdurrahman Paşa Konya'ya girmişti ve yine bunun sadr-ıâzamlığı vaktinde Kadı Abdurrahman Paşa nizam-ı cedid askeriyle dağlı eşkıyasına kat’î darbeyi vurmuştu.
Dağlı eşkıyasına vurulan darbe herbiri müstakil bir hükümdar gibi hareket etmekte olan âyanların dikkatini çekmiş ve günün birinde nizam-ı cedid kuvvetlerinin darbesine maruz kalmaları ihtimaline mebni bu halden endişe etmeğe başlamışlardı. Çünkü dağlı eşkıyasının ondört, onbeş seneden beri temizlenememeleri bu âyanların mühim bir kısmının eşkıyaya yardımcı olmalarından ve onları takip etmek istememelerinden ileri geldiği hükümetçe malûmdu. Bundan dolayı Rumeli âyanları dağlı eşkıyasının şekavetinin devamına yardım ediyorlardı.
Yusuf Ziya Paşa gibi otoriter bir zatın istifa etmesi üzerine yerine gelen Kapudan-ı Derya Hafız İsmail Paşa, işine nüfuzlu devlet adamlarını müdahale ettirmeden istiklâlen sadr-ıâzamlık yapmak istiyordu. Halbuki sadr-ıâzamm maiyyeti demek olan devlet ricali mühim işlerde müessir oluyorlardı. Sultan Selim mühim işler hakkında zaman zaman bu devlet adamlarının mütalcalarından ve fikirlerinden istifade ederek ona göre emirler veriyordu. Bilhassa bu devlet ricali arasında Sadr-ıâzam kethüdası (kethüday-ı sadr-ıâlî) İbrahim Nesim Efendi pâdişâhın fevkalâde itimadını kazanmış, dokuz seneden beri nizam-ı cedide hizmet ettiği için hemen her işte mütaleası soruluyor ve bu hal yeni sadr-ıâzamın icraatını bozuyordu.
Hafız İsmail Paşa ise, selefi Yusuf Ziya Paşa gibi uysal olmadığından dolayı İbrahim Nesim Efendi ile araları açılmış ve onu bir vesile ile makamından uzaklaştırmak istemiş ise de, Sultan Selim buna muvafakat etmeyerek kethüdanın sadık ve işküzar olduğunu beyan ile uyuşmalarını tavsiye etmiş ise de makamının ehli olmamakla beraber her nasılsa sadarete getirilmiş olan Hafız İsmail Paşa haris ve inatçı olduğundan dolayı pâdişâhın red cevabına gücenmişti.
Dediğini yapmak ve sadaret kethüdasını devirmek için her şeyi göze almış olan sadr-ıâzam bu kin ve gayzını nizam-ı cedidcilere teşmil ederek pâdişâhın etrafındaki devlet ricalini tasfiye ile devlete kendince bir nizam vermek için Rumelinin en kudretli serkeş âyanlarından Rusçuk âyanı Tiristinikli oğlu İsmail Ağa’yı gizlice İstanbul’a davet etmiş ve muvafakatini de almıştı.
İşte bu sırada Sırp isyanı vukua gelerek İşkodra mutasarrıfı ve Rumeli valisi İbrahim Paşa bu isyanı bastırmağa memur olduğu gibi icabında ona yardım etmek üzere Edirne’de bulunması için Konya valisi ve muallem asakiri şahane başbuğu Kadı Abdurrahman Paşa Rumeli tarafına geçmeğe memur edilmişti. Bundan başka Sultan Selim’in asıl maksadı Abdurrahman Paşa’nın Edirne'de bulunmasından istifade ile nizam-ı cedidi Rumelide de tesisti. Bu işteki muvaffakiyet ise âyanlığın kaldırılması ve mukavemet edenlerin tepelenmesi demekti. Yirmi dörtbin kişilik muntazam bir ordunun Edirne’de âyanların başlarına asılacak bir kılıçtı.
Abdurrahman Paşa’nın nizam-ı cedid kuvvetleriyle Rumeliye geçeceği haber alınınca âyanlar arasında için için temaslar ve anlaşmalar başlamıştı. Abdurrahman Paşa henüz Rumeliye geçmeden evvel Sultan Selim Tekirdağında nizam-ı cedidi tatbik etmek istemiş ve mukavemete hazırlanmakta olan Tekirdağı ayan ve yeniçerilerinin muhalefetleriyle karşılaşmış ve bu mukavemet sadr-ıâzam İsmail Paşa, Şehzade Veliaht Mustafa ve yeniçerilerin desteklemeleriyle ehemmiyetli bir hal almıştı. Tekirdağında durum bu şekilde iken Abdurrahman Paşa yirmi dörtbin mevcutlu nizam-ı cedid ordusiyle Rumeliye geçmişti.
Kadı Abdurrahman Paşa ordusunun bir hamlede Havsa mevkiine kadar gitmesi muhalifleri şaşırttı, fakat İstanbul’dan uzaklaşmış olan orduya isyanı idare eden Edirnedeki asilerin teşebbüsü ile kazalardan zahire verilmemesi ve zahire tedarikine giden mubayaacıların öldürülmeleri Abdurrahman Paşa’nın muvaffakiyetini baltalayan birinci derecedeki âmillerden oldu. Onun için ordunun evvelâ Çorlu’ya ve arkasından da Silivri’ye kadar çekilmesi için emir verildi. Bu gerileme işinde sadr-ıâzamın iki yüzlü desiseleri âmil olmuştu. İşte bu hal asilerin cesaretlerini artırmış ve ordu çekilirken müteaddit defalar taarruza uğramış ve âsiler hepsinde de mağlûp olmuşlardı. Devlet merkezinin korkması, pâdişâhın azmine fütur getirmesi ve enerjiden mahrumiyeti bu kuvvetli ordunun geri döndürülmesiyle sona ermiştir.
Asilerin hareketlerine karşı kat’iyyen bıkkınlık göstermeyen Kadı Abdurrahman Paşa bunlara karşı yumuşak bulunmamış ve Anadolu’dan kuvvet getirilmesini, asilerin yedikleri darbelerle epice hırpalandıklarını ve bu işteki gerilemelerin Anadolu’daki teşkilâta fena tesir yapacağını hükümete bildirmiş ise de, hıyanetin başı İstanbul’da olup durumu onlar idare ettiklerinden ve bu sırada asilerin aldıkları tertibat üzerine Sultan Selim’in iki Cuma namazı hutbede isminin zikredilmemesinden -ki asilerce manen hal’i demekti- dolayı telâşa düşen pâdişâh nihayet Serez âyanı İsmail Bey’in tavassutu ile asilerle uyuşmağa mecbur olarak nizam-ı cedid askerini İstanbul’a çekip kumandan Abdurrahman Paşa’yı da İstanbul’a uğratmadan mansıbı olan Konya’ya göndermeğe mecbur olmuştur.
İşte bu hal, Sultan Selim’in bütün nüfuzunu kaybetmesine ve büyük bir gayretle yetiştirilmiş olan nizam-ı cedid askerinin Levent ve Üsküdar ocaklarına kapatılarak ehemmiyetten ıskat edilmelerine sebep olmuş ve bu suretle nizam-ı cedid teşkilâtı en mühim darbeyi yemiş ve nihayet sekiz buçuk ay sonra da bizzat pâdişâhın hal’iyle sona ermiştir.
Merhum vak’anüvis Cevdet Paşa : “Bir takım erazilin ettikleri edepsizlik üzerine hükümetin ürküp te yirmidört bin asakiri muallimeyi iade edivermesi kendisinin yâr-u ağyar nazarında şan ve vekarını pest ve bu askeri cedidin namusunu şikest eyledi. Bundan sonra bu askerle devlet ne iş görebilir ve yeniçeri erazilinin önü nasıl alınır? Abdurrahman Paşa ordusunun Edirne'deki karga derneğine müşabih olan cemiyet-i haşeratı bir hamlede berbad ve perişan edeceği şüphesizdi, fakat evvelâ İstanbul’daki devlet hainlerinin tertib-i cezaları lâzım idi”[113] demekte ise de, işin iç yüzüne dair olan vesaiki görmemiş olmalıdır. Yukarıda görüldüğü üzere Abdurrahman Paşa, evvelce alınan tertibat üzerine her tarafı Edirne âyanının emir ve nüfuzu altındaki kazalardan geçmek mecburiyetinde olup bu kazalar halkı ise orduya zahire vermedikleri gibi hasmane vaziyet de almışlardı. Sonra Edirne’deki karga derneği denilen kuvvet vak’anüvis Asım’ın kaydı üzere yirmi bini mütecaviz kelleyi koltuğa almış adamlardı[114]. Bunlardan başka başta sadr-ıâzam olarak[115] İstanbul’da Şehzade Mustafa taraftarları ile ulemâ ve yeniçeriler ve iş başındaki hükümet ricaline düşman bir kısım devlet erkânı ile halk tabakası da nizam-ı cedid aleyhdarı idiler. Sonradan sadr-ıâzam Hafız İsmail Paşa’nın mel’aneti tahakkuk ettiği halde ocaklarını isyanından korkularak işin sonuna kadar kendisine dokunulamamıştı.
Cevdet Paşa’nın arzu ettiği gibi İstanbul’daki devlet hainlerinin tertib-i cezaları için görünürde kelleyi koltuğa almış bir vezir yoktu. Olsa da yeniçeriler İsmail Paşa’nın azlinden şüpheleniyorlardı[116].
Bu müteaddid sebepler içinde bizce en mühimmi nizam-ı cedid ordusunun zahiresizlikten dolayı çekilmeğe mecbur olması idi ki, asilerin ellerinde en mühim silâh da bu idi ve bu sayede muvaffak olmuşlardı. Abdurrahman Paşa da bu yüzden çektiği sıkıntıyı anlatmıştı.
***
Abdurrahman Paşa nizam-ı cedid askeriyle Edirne’de bulunmuş olsa idi hem Rusların tahrikiyle genişlemiş olan Sırp isyanı bastırılır ve hem de üç buçuk ay sonra Ruslarla olan muharebede bu kuvvetlerden ve arkalarından Levent ve Üsküdar ocaklarından sevkedilecek olan kuvvetlerden istifade olunarak Rusların tecavüzleri önlenirdi. Bilhassa pek acı olan nokta Ruslarla muharebe olurken bu nizam-ı cedid askerinin kışlalarında kalmaları olup bu hal hükümetin ne derecede âciz ellerde bırakıldığını ve pâdişâhın da korkusu yüzünden yetiştirdiği bu mükemmel ordudan istifade edilemediğini gösteriyor.