Bir kaç yıl evvel Tarih Dergisi’nin bibliyografya kısmında, elimize geçmiş olan birkaç Yugoslav yayınını tanıtmağa çalışmıştık[1]. Türk hâkimiyeti devrinden kalan çok sayıda esere sahip bulunan Yugoslavya’da bilhassa son yıllarda bu anıtlar hakkında pek çok sayıda kitap ve makale basılmaktadır. Maalesef bunların çoğu elimize geçmediğinden, veya bir kısmını pek geç, ancak tesadüfen görebildiğimizden, bunların tam ve sistematik bir bibliyografyasını yapabilmemiz mümkün olmuyor. Aynı başlık altında sunduğumuz bu ikinci tanıtma notlarında, elimize geçen makalelerin tam bir tenkit ve tahlilini yapmağa çalışmadığımızı da belirtmek isteriz. Yabancısı olduğumuz dillerde yazılan bu yayınların sadece bilinen Batı dillerindeki özetlerinden faydalanabildiğimizi de burada bir daha işaret ederiz.
I. KALESHİ, Hasan; Jedna prizrenska i dve vuçitrnske kanunnâme (La kanunnamé de Prizren et les deux kanunnamés de Vuçitrn = Prizren kanunnâmesi ve Vuçitrn'in iki kanunnâmesi), “Glasnik muzeja Kosova i Metohije”, II (Priştina 1957) 289-300, çok kısa Fransızca özetli.
Bu küçük araştırmada H. K. İstanbul’da Başbakanlık arşivinde bulduğu üç kanunnâmeyi tanıtmaktadır. Bunlardan Prizren kanunnâmesi H. 978 — 1570, Vuçitrn kanunnâmelerinin ilki H. 932 = 1525, diğeri ise H. 937 = 1530 tarihlidir. Osmanlı İmparatorluğu’nda kanunnâmeler ötedenberi üzerinde önemle durulan bir konu teşkil etmektedir. Daha yıllarca önce Ciro Truhelka, Bosna arazi meselelerini incelerken kanunnâmelere de temas etmişti[2]. Prof. Ö. L. Barkan'ın büyük eserinde ise, İmparatorluğun muhtelif yerleri hakkındaki kanunnâmelere dair toplu ve çok etraflı bilgiler ile birlikte çok sayıda kanunnâme de yayınlanmıştır[3]. Şehir nizamı ve kültür tarihi bakımından çok değerli birer vesika olan bu yazıların hepsinin derlenmesi suretiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş arazisi içinde çeşitli devirlerde yürürlükte olan nizamları toplu bir şekilde öğrenmek mümkün olacaktır[4]. Bu bakımdan H. K. nin bu küçük yayını, bu yoldaki çalışmalara yardımcı olacak faydalı bir araştırmadır. Yalnız kanunnâmelerin orijinal metinlerinin de birlikte yayınlanması temenni edilirdi.
II. KALESHİ, Hasan ve REDZEP, İsmail; Prizrenac Kukli-Beg i njegove zuduzbine (Der Kukli-Beg von Prizren und seine Stiftungen = Prizren'li Kukli Bey ve vakıfları), “Orijentalni Institut u Sarajevu, Prilozi za Orientainu Filologiju”, VIII-IX (Sarajevo, 1960), 1960 143-168, çok kısa almanca özetli.
H. K. ve İ. R. (halen Türkiye’de yaşayan ve İsmail Eren imzası ile yazıları çıkan şahıstır) bu küçük araştırmalarında, Rumeli’nde birçok vakfın kurucusu olduğu bilinen ve Kukli Bey olarak tanınan şahsın hayatını, ailesini ve bıraktığı eserleri tesbite çalışmaktadırlar. Esas kaynakları H. 944 ( = 1537/38) tarihli bir vakfiye olmakla beraber, yazarlar bu konuyu daha birçok kaynak ve incelemenin yardımı ile tamamlamağa böylece Kukli Bey adı ile şöhret bulan idarecinin faydalı bir monoğrafyasını ortaya koymağa gayret etmişlerdir. Tesbit olunabildiğine göre, Kukli Bey’in asıl adı Mehmed olup, dedesi Kasım, babası ise vakfiyenin yazıldığı sırada henüz sağ olduğu anlaşılan Hayrüddin’dir. Ailenin esası Bulgaristan'da Varna’dan gelmektedir. Yazarların tahminlerine göre 15. yüzyılın ortalarına doğru doğan Mehmed Bey H. 963 ( = 1555/56) da ölmüştür. Mehmed Bey’in vakfiyedeki ilk eseri Prizren’deki camiidir. İkinci hayratı ise sonra adı Brodosavec olan Zinova’daki camiidir. Bu hayratı için Mehmed Bey Prizren’de bir çok dükkândan başka, bir kervansaray yaptırtmıştır. Aynca Zinovo’daki hamamı da bu hayratına evkaf olarak verilmiştir. Mehmed Bey’in Üsküp’de Boyacılar mahallesinde de Prizren’deki gibi “fevkani ve tahtanı” bir kervansarayı da evkafından biridir. Arnavutluk’da Batı’lılarca Alessio denen Leş kasabasında “.. bina ettiği iki kervansaray ve elli bab dükkân ve fevkani ve tahtanı çardaklar...” ile bir hamam da evkafındandır. Türkler arasında Akhisar olarak bilinen ve Arnavutların Leş olarak adlandırdıkları Alessio tarihe, İskender Bey’in Osmanlı hâkimiyetine karşı harekâta başladığı ve öldüğü yer olarak geçmiştir. Bu yerden bahseden yarım yüzyıl önce yazılmış bir seyahatnâmede, herhangi bir Türk devri eserinin adına rastlanmamaktadır[5]. Mehmed Bey’in Kalkandelen (Tetovo) de Vardar ırmağı üzerinde bir köprüsü vardır. Ve Dukakin nahiyesinde, Klumeine’de, Vespas iskelesinde, Gudun’da Prizren’in Mamuşa karyesinde ve daha başka yerlerde kervansaraylar yaptırtmış olduğu gene bu vakfiyeden öğrenilmektedir. H. K. ve İ. R. nin bu değerli monoğrafyaları adları geçen tesisler hakkında açıklamalar ihtiva etmekle beraber, bunların bizim için anlaşılması güç bir dilde oluşu faydalanma imkânlarını azaltmaktadır. Ayrıca adları geçen binalardan ayakta kalanların tesbiti ile bunların resimlerinin yayınlanması herhalde çok iyi olurdu. Osmanlı İmparatorluğu kasabalarından olarak Prizren’in eski hâli hakkında bildiklerimiz azdır. Zira başlıca kaynaklarımızdan Evliya Çelebi buradan geçmemiştir. Fakat bu kasabanın Türk devrinden kalan eserleri arasında Budin beylerbeyi Sofi Sinan Paşa’nın büyük bir camii olduğuna burada işaret edebiliriz[6]. Kısacası yazarların bu küçük araştırması Rumeli’nin Türk devrine malzeme sağlıyan faydalı ve değerli bir etüddür.
III. KALEŞÎ, Hasan ; Najstarija vakufnama u Jugoslaviji (Die aelteste Waqfiyya in Jugoslawien = Yugoslavya'da en eski vakfiye), “Orientalni Institut u Sarajevi, Prilozi za Orienjantalnu Filologiju”, X-XI (Sarajevo 1961) 55-73, çok kısa bir almanca özetli, ayrıca metin dışı üç levha.
Bu araştırma bugün Bitola denilen Türk idaresindeki Manastır’ın bir hayır binası ile ilgilidir. H. K. nin ileri sürdüğüne göre bu yazısını hazırladığı güne kadar Yugoslavya’da meydana çıkmış olan en eski tarihli vakfiyye sureti işte bu vesikadır. H. 839 ( = 1435) tarihli olan bu vesika’da Çavuş Bey de denilen Sungur Bey’in hayır binaları ve bunlara tahsis edilen evkaf sayılmaktadır. Vesika orijinal olmayıp, Manastır Şer’i mahkemesinin sicillerindeki bir suret halinde elde edilmiş ve Üsküp Devlet arşivinde muhafaza edilmekte idi. Sungur Bey, II. Murad (1421-1451) devri ricalinden olup Rumeli’deki seferlere katılmış ve H. K. nin tahminine göre İskender Bey’e karşı yapılan seferden dönüşünde Manastır’da yerleşerek buradaki vakıflarını yaptırtmıştır. Sungur veya Çavuş Bey’in en önemli eseri Manastır’da Eski Cami de denilen kubbeli bir cami idi. Bunun yanında ayrıca bir medrese ile bir de zâviye’nin kurucusu idi. Maallesef bu kagir güzel cami korunmamış ve 1956’da yıktırılarak ortadan kaldırılmıştır. Manastır ( = Bitola) şehrinin en eski İslâmî eseri olan bu anıt H. 838 ( = 1434/35) de yapıldığına göre Rumeli’nin başlıca en eski Türk anıtlarından biri olarak da muhakkak ki özel bir değere sahip bulunuyordu. Elimizde bugün yalnız vakfiyesinin sureti ile H. K. nin tesbitine göre zaviyesinin harabesi kalmıştır. Sungur Bey veya Çavuş Bey camiinin hiç değilse ancak bir fotoğrafi ile, Üsküp Teknik Fakültesi öğretim üyelerinden Yük. Mim. Kroum Tomovsky tarafından çizilmiş plânı ve kesitinin mevcut olduğunu da burada belirtmek yerinde olacaktır[7]. Bu resimlerden öğrendiğimize göre revakı pâyeli ve üç bölümlü bir son cemaat yerini takip eden cami mekânı, kare plânlı olup beden duvarlarına gömülü dört büyük kemer pandantifi: kubbeyi taşıyordu. Kapısının sol tarafında duvar kalınlığı içine yerleştirilmiş bir merdiven, binanın sol köşesi üzerinde yükselen kagir güzel minareye çıkışı sağlıyordu. Cami, çapı 10 m. yi bulan kubbesi ile, bu devirde yaygın olduğu anlaşılan kare mekânı tek kubbe ile örtülü ibadet yerleri tipinin güzel örneklerinden biri idi. Orta derecedeki bir cami için 10 m. çapında bir kubbenin azımsanamıyacağı aşikârdır. Bu önemli anıtın böyiece tek hâtırası, Tomovsky’nin rölöveleri ile H. K. nin yayınladığı vakfiyesidir. Yazara göre belki Manastır çevresinden olan Sungur Çavuş’un ayrıca Edirne’de de bir camii ile Vidin’de üçüncü bir camii daha olduğu bu vesikadan öğrenilmektedir. Bu hayır binaları için vakıf sahibi, Manastır’da bir han ile dükkânlar, yedi su değirmeni vs. ayrıca Edirne’de birçok dükkân, Vidin’de de yirmi dükkân ile gene bir değirmen tahsis etmiştir. Vidin’deki mescid hakkında bir bilgimiz olmamasına karşılık, H. K. nin de işaret ettiği gibi Sungur Çavuş’un Edirne’deki camiini daha iyi tanımaktayız. Üzerindeki arapça kitabesinden bânisinin Çavuş Bey olduğu öğrenilen ve tarihi H. 847 ( = 1443/44) olarak tesbit edilen bu tek kubbeli minareli camiin korunmadığı anlaşılmaktadır[8]. Böylece II. Murad devrinin bu şahsiyetinin kurdurduğu tesislerin hepsi insanların ilgisizliği yüzünden ortadan kalkmıştır[9].
IV. KALEŞİ, Hasan ve MEHMEDOVSKÎ, Mehmed; Tri vakufnami na Kaçanikli Mehmed-Paşa (Les trois “vakoufnamés” de Katchanikli Mehmed-Pacha — Kaçanikli Mehmed Paşa’nın üç vakfiyesi), Skopje 1958, 100 S. metin içinde üç resim ve vakfiyye metinleri ile faksimileleri, iki sahifelik fransızca bir özet bulunmaktadır.
Yazarların yayınladıkları vesikalardan çıkardıklarına göre Rumeli’de bir çok hayır binalarının kurucusu Kaçanikli Mehmed Paşa, 1593 Avusturya seferinde serdar olan ve tarihlerimize Koca veya Yemen Fatihi olarak da geçen Sinan Paşa’nın oğludur[10]. Sinan Paşada Arnavutluk’da Lioima yakınında Topoyani’lidir. Ve nihayet H. K. ve M. M. e göre Mehmed Paşa, vakfiyeleri 1608’de kayda geçtiğine göre Peçevî (II, 31) nin söylediği gibi 1603’de değil 1608 den sonra ölmüş olmalıdır. Bu tarih problemleri herhalde Osmanlı devri tarihi ile ilgilenenlerin incelemeleri gereken bir hususudur. Kaçanikli Mehmed Paşa’nın birinci vakfiyye’ye göre başlıca eserleri, Üsküp’de bir cami, bir mektep, bir zaviye ile Kaçanik’de hanlar, köprüler, bir çeşmeden ibarettir. İkinci vakfiyye’de Mehmed Paşa’nın Gostivar’daki eserleri sayılmaktadır. Bunlar bir cami, bir kervansaray, bir mektep ile bir hamamdır. Kalkandelen yani Tetovo’da bir saatkulesi, Kiçevo’da bir hamamı olduğu öğreniliyor. Sonuncu vakfiye’de ise bağışlanan arazi ve çeşitli gelir kaynaklarından başka, Debar’daki bir han, bir zâviye, bir mescid, köprüler ve mekteplerin adı geçmektedir. Maalesef slav alfabesi ile yazıldığı için bu dili bilmiyenlerin istifade edebilmesi çok zor olan bu ilgi çekici araştırmada Üsküp’deki eserlerin iki resminin klişeleri çok fena olduğundan tamamen istifade edilmez haldedir. Yalnız cami kitabesi fotoğrafı oldukça iyi ve okunaklıdır. H. 1010 (=1601/02) tarihli olan bu kitabede camiin banisi Mehmed Ağa olarak kayıtlıdır. Bu eserlerin binaları hakkında etraflı bir bilgimiz olmamakla beraber, Gostivar’daki cami az da olsa bir dereceye kadar tanınmaktadır[11]. Duda’nın araştırmasından müphem bir surette anlaşıldığına göre, Üsküp’de Çayır mahallesinde Mehmed Paşa camii haziresinde, Kaçanikli Mehmed Paşa’nın mezarı bulunmaktadır[12].
Bu vesile ile zihnimizde beliren bir noktaya da işaret etmek isteriz. Belki yazının aslında bu hususda bir açıklama bulunmaktadır. Biz sadece fransızca özetinden faydalandığımızdan bu hususda etraflı bilgi edinemedik; Osmanlı tarihinde pek iyi bir şöhreti olmıyan ve kötü lâkaplar ile aynı addaki ricalden ayırd edilen Sinan Paşazade Mehmed Paşa’ya, Hatwan kalesinin zaptı üzerine H. 1002 (= 1594) de Vezaret verildiğine göre, aynı şahsın olması gereken Üsküp’deki camiin H. 1010 tarihli kitabesinde Paşa olarak değil fakat Ağa Unvanı ile yazılması dikkate takılmaktadır. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, 16. yüzyıl Osmanlı tarihinin bu ilgi çekici şahsiyetlerinin hakiki hüviyetleri, yeni vesikaların ışığında tarihçiler tarafından ortaya konulmalıdır.
V. KALEŞİ, Hasan; Prizren kao kulturni centar za vreme Turskog perioda, (Prizren-Centre culturel pendant la période turque = Prizren, Türk devrinde bir kültür merkezi). Gjurmime Albanolojike”, I (Priştine 1962) 91-118, Fransızca bir özet ile.
Prizren şehrinde Türk idaresi sırasındaki kültür durumunu inceliyen H. K. arnavutça yazısında çeşitli konular üzerinde durmaktadır. 1455’den 1912’de kadar süren Türk idaresi devrine ait ilk olarak ele alınan vesikalar vakfiyyelerdir. Bunlardan birincisi, Sûzî’nin yaptırttığı bir cami, bir sıbyan mektebi, bir çeşme ve bir köprü ile vakfettiği kitaplar hakkındadır. H. K. nin Prizren eserleri hakkında ikinci vesikası Kukli Bey vakfiyyesidir. Yazar Prizren’deki Mehmed Paşa camii ile medresesinden bahsetmekte ise de, özetten pek açık olarak bu Mehmed Paşa’nın Kukli Mehmed Bey ile aynı olup olmadığı anlaşılmamaktadır. Mehmed Paşa, burada bu hayır tesislerinden başka bir de hamam yaptırtmış olup, H. K. nin düşüncesine göre bu şahıs Budin Beylerbeyi olan Yahya Paşa-zâde Mehmed Paşa ile aynıdır, ve türbesi Prizren’de bulunmaktadır. Yazar bu arada Sinan Paşa tarafından H. 997 ( = 1588/89) tarihinde bu medreseye bağışlanan değerli bir Kur’an tefsirinin vakıf kaydını da vermektedir. Prizren’de ayrıca Mevlâna Ali Efendi ile 1806-1836’da Prizren mutasarrıfı Mehmed Paşa’nın birer medresesi, Tahir Paşa-zâde 1841-42 ’de Prizren mutasarrıfı Emin Paşa’nın bir cami ve medresesi bulunuyordu. Nihayet Batılı seyyahların yazıları ile Salnâme’lerden derlendiğine göre geçen yüzyıl içlerinde bu şehirde 17 erkek Türk okulu, 9 kız Türk okulu, bir rüşdiye vardı, ortodoks ve katoliklerin ise sadece birer okulları bulunuyordu. Η. K. nin tesbitine göre Prizren vilâyetinde ilk olarak 1871'de Vilâyet matbaasında türk ve sırp-hırvat dillerinde Prizren gazetesi yayınlanmağa başlamış, bir Salnâme de burada basılmış ve 1874’de Prizren vilâyet merkezi olmaktan çıkınca, aynı gazete Priştine’de Kosova adı ile yayınlanmağa devam etmiştir[13]. H. K. Prizren’in evvelce mevcut altı tekkesinden bahsederek bu münasebetle Seyyid Muhammed Nur ve onun Melâmi tekkesi üzerinde durur. Aslında Mısır'dan gelen ve son yüzyılın önemli tasavvuf erbabından Seyyid Muhammed (1813-1885) in hayatı, yazıları ve tasavvufdaki görüşleri ile onu takip edenler çok etraflı bir şekilde evvelce işlendiğine burada işaret edebiliriz. Bu arada 55 yazısından arapça olan 17’sinin ve türkçe 38’inin de bir listesi evvelce yayınlamıştır[14]. Η. K. makalesinde, Seyyîd Muhammed’in bazı yazılarının Belgrad’da Üniversite kütüphanesinde muhafaza edildiklerini bildirmektedir ki, bu tasavvuf tarihi ile uğraşanların ayrıca ilgilenecekleri bir nottur. H. K. Türk idaresi sırasında Prizren’de yetişen şair ve yazarlardan da bahsederek, ilk olarak Suzî’nin üzerinde durur. 16. yüzyılda yaşayan ve Prizren’de hayratı olan Suzî’nin Gazavatnâme-i Mihaloğlu Ali Bey adında bir manzum eseri bilinir ki bunun yazma nüshaları, A. Sırrı Levend, İstanbul Millet, Berlin eski Staatsbibliothek ve Zagrep’de kütüphanelerde bulunmaktadır[15]. Η. K. Suzî’nin kardeşi şair Neharî’den de bahisle, sonra İstanbul’da Süleymaniye kütüphanesinde bulunan Feth-i Kala-ı Belgrad'ın yazan olan Sa’yî üzerinde durmaktadır. Η. K. biri Prizren’li diğeri Sigetvar kadısı olan ve 1587/88 ’de orada öldürülen iki Sa’yî’den bahisle, Prizren’li Sa’yi’yi tesbile çalışmaktadır[16]. Etüd, Emin Paşa medresesi müderrislerinden Mehmed Tahir ile 1929’da Ölen Hacı Ömer Lütfî hakkındaki notlar ile tamamlanmaktadır. Sonraları Prizren müftüsü olan Mehmed Tahir’in mesnevi tarzında yazdığı 227 beyitlik Prizren şehri eserleri ve bunların kurucuları hakkındaki yazma bir eseri olduğunu gene Η. K. bildirmektedir.
VI. ÇİPAN, BORİS; Starata stanbena arhitektura vo Ohrid (L'ancienne architecture d'immeuble à Ohrid = Ohri'de eski mesken mimarisi), “Sbornik (= Recueil) de travaux, Edition spéciale, publiée à l’occasion du Xeanniversaire de la fondation du Musée et dcdiée au XIIe Congrès International des Etudes Byzantines”, Ohrid 1961, 1949-162, Resimli.
1912'e kadar bir Türk kasabası olan Ohri evleri hakkında olan bu çalışmada müslüman ve hıristiyan evi olmak üzere iki mimarî tip ayırd edilmeğe çalışılmakta, ve yazar “ev mimarisinin meydana gelişinde hernekadar Türklerin rolleri önemli ise de” dedikten sonra garip ve çok müphem bir fikri savunmağı tercih etmektedir. B. Ç. a göre “Bu mimarinin, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasî sınırları arasında oluşunun onu Türk mimarisi olarak adlandırmağa yetmiyeccğini” ileri sürer. Bu düşüncenin ne dereceye kadar doğru olduğunu araştırmak için yapılması gereken, 14. yy. sonlarında feth edilen ve 1912’de elimizden çıkıncaya kadar müslüman ve Türk unsuru kuvvetli olan bir Rumeli şehrinin Osmanlı idaresi sırasındaki tarihçesini, sosyal ve şehir gelişmesi bakımından sağlam rakkamlar ile tesbît ile kararlara varmaktır. Yazara göre, Türk evi, hakkında pek az şey bilinen Bizans âyân evinin (maison seigneuriale byzantine) taklidi olmakla beraber, bu prensipler, İslâm yaşayışının gerektirdiği bazı değişmelere maruz kalmış, kapalı avlu, harem kısmı, hamam vs. gibi bölümleri katılması ile zenginleşmiştir. B. Ç. hıristiyan ve müslüman evinin 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyıl içlerinde müşterek taraflara sahip olduğunu işaret ettikten sonra, başlangıçda ortaya attığı fikre dönmekte, bu sivil mimariye Türk mimarisi denilemiyeceğini, Balkan mimarisi de denilmesinin doğru olmıyacağını bildirerek, bu sivil yapı sanatını her yerin adı ile oranın sivil mimarisi şeklinde adlandırmanın doğru olacağını ileri sürer. Bütün bunlar üzerinde tartışılabilecek problemlerdir. Nitekim yazarın, Türklerin düzlüğe yerleştikleri ve hıristiyanlara ise kale içinde dik yamaçda dar bir sahayı bıraktıklarını ve mimarinin bu şartlar içinde geliştiğim iddia etmesi de gariptir. Feth edilen şehir ve kasabalarda, evvelce sur içinde Türk ve müslümanlar otururken, sonraları bu mahallelerin hıristiyanlara bırakıldığı ve Türklerin dış mahallelere yerleştikleri birçok Rumeli ve Anadolu kasabasında müşahede edilen bir olaydır. Bunun en tipik örneklerinden biri evvelce Edirne’de cereyan etmiştir[17] Şu halde, B. Ç.’in bu hususdaki fikirlerini şehrin 15. yüzyıldan sonraki sosyal düzenini Türk kaynaklarının yardımı ile araştırdıktan sonra daha sağlam temeller üzerine kurması gerekir. Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde bile Ohri ileri gelenlerinin evleri, konakları hakkında bilgilere rastlanır[18]. Hattâ bu bölgedeki Türk hâkimiyetinin son yıllarına ait bir Salnâme’de Ohri’ye nazır bîr tepede inşa edilmiş olan Celâleddin Bey'in konağının “şayan-ı temaşa” harabelerinden bahsedilir[19]. B. Ç.’in bu evlerin iç mimarî ve döşenmesi ile ilgili olarak verdiği kelimeler, meselâ sergeni ( = sergen), tchitchekluk (=çiçeklik) menşelerini açıkça gösterir. Ohri evleri, Osmanlı mimarisinde 18. yüzyılda hâkim olan Batı tesirlerinine dış mimaride boyun eğmiş fakat iç mimaride bunun bir izi olmamıştır. Fakat yazarın da ifade ettiği gibi, Osmanlı Imparatorluğu'nun sona ermesi ile bu iç mimari de ortadan kaybolmuştur.
VII. ÇİPAN, Boris; Stara gradska arhitektura vo Okhrid ( — Ohri'de eski sivil mimari), Skopje tz. 60 S., resimli, ayrıca birçok levha. Fransızca özetli, s. 49-53.
Yukarıda aynı yazarın makalesinin pek az farkla, bu monoğrafyanın özetinde tekrarlandığı görülür. Eski sivil mimariye karşı sevgisi muhakkak ki çok büyük olan ve esas mesleği mimar olduğu anlaşılan B. Ç., burada Ohri’nin şehir olarak karakterini[20], sokak düzenini, manzarasını, ve ev yapı sanatını, fotoğraflar, çeşitli plân ve rölöveler ile ortaya koymaktadır. Yalnız şu var ki yazar, son yüzyılda hıristiyanların oturdukları yamaçdaki evleri incelemiş, son yıllarda tamamen ortadan kaldırılarak şehrin modern binaları ile turistik otellerinin yapıldığı bölgedeki eski müslüman evlerine hiç temas etmemiştir[21]. Bu tutum karşısında kitabının başlığının yanıltıcı olduğunu itiraf etmek gerekiyor. Zira bu kitap, Ohri sivil mimarisi hakkında bir monoğrafya olmaktan ziyade, evvelce sahipleri hıristiyan olan evlere dair bir etüddür. Fakat her ne olursa olsun, eski Türk ev mimarisini inceleyenlerin Ohri evleri hakkındaki bu araştırmayı ve içindeki zengin malzemeyi ihmal etmemeleri elzemdir[22].
VIII. TOMOVSKY, Kroum; Bezistenot vo Ştip (Le bezisthene à Ştip= İştip bedesteni), “Zbornik na Ştipskiot narodenj”, II (Ştip 1961) 92-101, resimli ve Fransızca çok kısa bir özetli.
Yugoslavya’daki Türk hâkimiyeti devrine ait yayınlarını tanıdığımız K. T.[23], İştip bedestenini kısa bir şekilde tanıtmaktadır. Evliya Çelebi’nin de bahsettiği bu eser[24], iki payeye atılmış kemerlerin ayırdığı üç büyük bölümden ibaret bir yapı olup, Bedesten nev’i içinde başlıbaşına orijinal bîr anıt değerine hâizdir. Bir kaç yıldanberi Osmanlı devrine ait Rumeli ve Anadolu’daki bütün bedestenleri tesbite çalışan bir kimse olarak, K. T. nin bu küçük etüdünü çok faydalı bulduğumuzu burada belirtmek isteriz[25].
IX. REDZİÇ, Husrev; Pet Osmanlijskih potkupolnih spomenika na Kosovu i Metohiji (Cinq monuments sous coupole ottomans dans la région de Kossovo et Metohija = Kosova ve Metohiya bölgesinde kubbeli beş Osmanlı devri anıtı), “Starine Kosova i Metokhije-Antikitete te Kosove-Metohis”, I (Priştine 1961), 95-101, ayrıca 12 resini, fransızca özetli.
H. R. bu kısa yazısında Kosova ve Metohija bölgesinden beş Osmanlı devri eserini tanıtmaktadır. Bunlar Priştine’de Sultan Fatih Mehmed, Prizren’de Sinan Paşa, Cakovici’de Hadim camileri ile Prizren’de bir hamam ve nihayet Kosova’da I. Murad Hüdavendigâr’ın meşhed-türbesidir. Priştine’deki Fatih Mehmed camii 1461’de yapılmış üç bölümlü bir soncemaat yerine sahip güzel ve heybetli bir eserdir. Kare plânlı esas mekânı 13,50 m. çapında bir kubbe örtmektedir. İnce bir minare bu anıtın genel kompozisyonunu tamamlıyor. H. R.'in makalesindeki fotoğraflardan, kubbe kasnağının dış görünüşü biraz gözü yadırgatıyor. Burada köşeleri belirten payeler bu devir mimarisi için pek normal sayılamaz. Gene resimlerde, camiin güzel bir cümle kapısına da sahip olduğu farkedilmektedir. Makalede plân ve binaların içlerini gösteren resimler olmadığından maalesef iç mimarî özellikleri hakkında bir fikir edinmek kabil olmamaktadır. Aynı şekilde burada camiin kitabesi hakkında da bir nota rastlanmıyor. İkinci anıt olan Prizren’deki Sinan Paşa camiinden ise, yukarıda başka yayınlar münasebetiyle de bahsettik. Osmanlı İmparatorluğu’nun dört bir bucağına yaptırttığı eserleri ile tanınan ve Yemen fatihi de denilen Koca Sinan Paşa’dan ayrı bir Sofî Sinan Paşa’nın eseri olan bu cami H. R.’e göre 14,50 m. çapında bir kubbe ile örtülüdür. Ne yazık ki yazar hiçbir eserin plânını vermediğinden bu anıtın hakîkî ölçü ve mimarî tertibini öğrenemiyoruz. Fakat muhakkak ki Sinan Paşa camii, Rumeli’nin kendi başına özelliklere sahip değerli eserlerindendir. Rumeli’de çok sevilen ince ve aşırı derecede uzun minarelerden bir tanesine sahip bulunan bu camiin üç bölümlü soncemaatyeri tamamen yıkılmış ve ortadan kalkmıştır[26]. Hiç şüphesiz Sinan Paşa camiinin en ilgi çekici tarafı duvarlarının çok yüksek oluşu ve bunu sağlarken, düşünülmüş olan örtü sistemidir. H. R. bu çok önemli mesele üzerinde durmamakla beraber, birçok resmini tanıdığımız bu eserin yapısını bîr dereceye kadar tahmin etmemiz mümkün oluyor. Zeminde binaya bir kare olarak başlanmış ve buna kıble tarafında bir çıkıntı teşkil eden mihrap hücresi eklenmiştir. Fakat duvarların ortası hizasında bu kare plân kesilmekte ve duvarlar bir sekizgen teşkil edecek surette yükselmektedir. Bunun üzerine de daha dar bir sekizgen üzerine kubbe oturmaktadır. Aynı sistem, daha ufak ölçüde olmak üzere dışarı taşkın mihrap çıkıntısında da tekrarlanmıştır. Böylece Prizren’deki Sinan Paşa camii, artık nisbetleri ve ana sistemi iyice yerleşmiş ve belirmiş olan klâsik devir Türk mimarisi içinde değişik hüviyeti ile başlıbaşına bir eser halinde karşımıza çıkmaktadır. Yazara göre, Prizren’deki bir kiliseden getirildiği (S. Arkhangela) tahmin olunan sütun ve başlıkları içerideki bir mahfilde kullanılmıştır. İpek (Peç) ile Prizren arasında eski adı ile Cakova yâni Djakovica’daki Hadım camii ise gene bir 16. yüzyıl eseri olmakla beraber pek tanınmamıştır. Yazar bu eserin bânisi, tarihi, kitabesi hakkında bir bilgi vermiyor. Makale ile yayınlanan ve binayı dışarıdan gösteren resim ise kifayetli bir vesika değildir. Ancak kubbe kalem işi nakışlarını gösteren fotoğraf, bu bölgenin aşın süsleme merakının bir örneğini ortaya koymaktadır. Bu camiin de, yanlardakiler manastır tonozlu ortadaki kubbeli olmak üzere üç bölümlü bir soncemaatyerinden başka kurşun örtülü çok geniş bir dışsoncemaatyeri daha vardır. Esas mekân ise tek kubbe ile örtülüdür. H. R.'in üzerinde durduğu son iki eserden Prizren’deki çifte hamam, yazara göre Üsküp’de Davud Paşa, Saray- Bosna’da Hüsrev Paşa hamamından sonra üçüncü büyük Türk hamamıdır. Resimlerde kiremit örtülü iki büyük soyunma yeri kubbesi farkedilen bu hamamın bilhassa önemli olan halvet kısmının tertibi hakkında bir bilgi edinmek kabil olmamaktadır. Makalede son bölüm ise Kosova’da Murad Hüdavendigâr’ın meşhedine ayrılmıştır. Türbeyi dışarıdan ve bir de kapısını gösteren iki resim, yazıyı tamamlamaktadır. Bu türbe ve çevresindeki kitabeler ise ayrı bir makale konusu olmuştur.
X. LUKAÇ, Dushanka; Turski natpisi Muratovog i Bayraktarevog turbeta (=Murad ve Bayraktar türbelerinin kitabeleri), “Starine Kosova i Metohije”, I (Priştine 1961) 201-217, resimli, çok kısa fransızca özetli.
D. L. benim de aynı tarihlerde üzerinde durarak hakkında bir yazı yayınladığım[27] Kosovo'daki Meşhed ve gene oradaki Gazi Mestan veya Bayraktar türbesi kitabelerini yayınlamıştır. Böylece aynı konu hakkında biribîrinden habersiz olarak öz bakımından biraz değişik iki yazı iki ayrı araştırıcı tarafından aynı yılda basılmıştır. Benim, türbenin mahiyeti ve mimarisi üzerinde durmuş olmama karşılık, D. L. sadece buradaki kitabeler ile meşgul olmuş, bunların kopyaları ve tercümelerini vermiştir. Makalesinde binaların mimarileri, tarihçeleri hakkında bir bilgi yoktur. Sultan V. Mehmed Reşad’ın Rumeli’de Türk idaresinin kapatan meşhur Rumeli gezisi münasebetiyle yapılan tamire ait kitabelerden başka burada avluda mezarları olan, H. 1276 ( = 1859/60) da Priştine’de ölen Rifat Paşa ile Kosova valisi iken H. 1321 ( = 1903/04) de ölen Mehmed Paşa’nın Muhtar adlı bir şairin yazdığı manzum mezar kitabeleri de tanıtılmaktadır. Meşhed’in yakınında bir tepe üzerinde olan Gazi Mestan, Bayraktar veya Alemdar türbesi etrafında görülen çok garip şekilli mezartaşlarını, üzerlerindeki tarihler hayli yeni olduğundan ben pek önemli görmemiştim. D. L. bunlardan yedi tanesinin fotoğraf ve yazılarını derlemiştir. Bunların en eskisi H. 1223 ( = 1808/09) en yenisi H. 1342 ( = 1923/24) tarihlidir ve üzerlerinde sadece ölünün adı ile fatiha bulunan çok mütevâzi taşlardır. Tarihî bir değerleri pek fazla olmamakla beraber Türk mezartaşlarının, bölgelere göre gösterdikleri tipler hakkında çalışıldığında incelenmeğe değer eserlerdir.
XI. NENADOVİÇ, Slobodan; Kaça u Prizreny (La maison a Prizren— Prizren evi), “Starine Kosova i Metohije”, I (Priştine 1961) 219-234, ayrıca 31 resim, kısa fransızca özetli.
Prizren’de eski mahallelerin ortadan kaldırılarak yerlerine modern beton binaların kurulmasını üzüntü ile karşılayan yazar, bu eski evlerin meziyetlerini, mimarî bakımdan değerlerini ortaya koymağa çalışmakta ve çok elzem görülmedikçe bunların yıktırılmalarının önlenmesini temenni etmektedir. Makaleyi süsliyen resimler bu evlerden bazılarını tanıtmakta, bunların tavan süslemelerini, plânlarını, dış ve iç mimarî özelliklerini, hattâ kapı tokmaklarını güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Güzel dört tavan süslemesi deseni bilhassa ilgi çekicidir. Ayrıca S. N. Prizren ev mimarisinde kullanılan plânları[28], aynı ana tipin çeşitli varyasyonları halinde sınıflandırmaktadır. Burada ana tip, bîr avluya açılan dört eyvan ve köşelerdeki dört oda prensibi ile meydana gelen klâsik Türk evidir ki, bu tipin binlerce örneğine yalnız Rumeli’de değil fakat Anadolu’da rastlanıyordu ve hâlâ daha rastlanmaktadır. Halk arasında "karnıyarık” olarak adlandırılan bu ev şeması klâsik devirden pek yakın zaman öncesine kadar aynen veya varyasyonları ile yaşamağa devam etmiştir. Prizren’de S. N. in tesbit ettiği ana şemadan başka bundan doğmuş üç varyasyon vardır. Bunlardan birinde orta sofa eyvanlardan tecrit edilmiş böylece eyvanlar da oda haline gelmiş, ikincide bina yarım olarak yapılmış olduğundan sofanın yansı ile bir eyvan ve köşe odaları vardır. Nihayet sonuncuda şemanın ancak dörtte biri tatbik edildiğinden bir köşe odası ile iki eyvan ve orta sofa kısmen mevcuttur. S. N.’nin bu değerli çalışması tipleri doğru olarak tesbiti bakımından başarılı ve Türk sivil mimarisinin örneklerini ortaya koyması bakımından da çok faydalıdır.
XII. LUKİK, Milosav; Demontiranye, prenos i rekonstrvkcja Tahir begovog konaka u Peçi (Demontage, transport et reconstruction du “konak" de Tahir-Beg a Peç = Peç (Ipek) de Tahir Bey konağının sökülmesi, nakli ve yeniden kurulması), “Starine Kosova i Metohije”, I (Priştine 1961) 311-320, ayrıca 11 resim, kısa fransızca özetli.
Türk idaresi devrinde İpek adı ile tanınan Peç şehrinde bulunan eski bir konağın yeni esaslara göre, şehrin imar hareketleri sırasında kaldırılması gerektiğinden Eski medeniyet eserlerini koruma Enstitüsü tarafından sökülerek, şehrin başka bir yerine nakli ve orada tekrar kurulması düşünülmüş ve M. L. bu işi üzerine almıştır. Tahir Bey konağı bir bodrum katı üzerinde esas katı olan bir yapıdır. Plân bakımından yukarıda bahsi geçen klâsik evlerden tamamen farklıdır. Burada hâkim unsur, direkler üzerine oturan bol pencereli bir çıkmadır. Yazı fotoğraf ve desenler ile süslü olmakla beraber, evin tavanları hakkında bir fikir edinmek mümkün olmamaktadır. Değerli bir camiinden başka dikkat çekici evleri ve konakları olan İpek (Peç) şehrinin[29] bu evinin önce kurtarılması sonra da yayınlanması muhakkak ki büyük bir hizmettir. Ne yazık ki, konağın sökülmesi ve nakli hususunda tatbik edilen metodu makalenin yazıldığı dile tamamen yabancı olduğumuzdan ve bu hususda fransızca özette hiç birşey bildirilmediğinden, öğrenmek kabil olmamaktadır.
Prof. Dr. SEMAVİ EYİCE