Bu yazımda, daha önce yayımlanmış olan yapıtlarımda[1] değinilmemiş ve özellikle İstanbul kabineleriyle ilgili olan, en önemli gördüğüm İngiliz İstih¬barat Servisi raporlarını incelemeye çalışacağım. Ancak, 1918-19 yıllarını kapsayan raporlar daha önce yayımlanmış olduğu için[2], bu yazımda, 1920-22 yıllarını kapsayan raporlar üzerinde duracağım.
MEBUSAN MECLİSİ'NİN AÇILIŞI
1918-19 yıllarında İstanbul ve Anadolu'da kaydedilmiş olan olaylardan sonra[3], Mebusan Meclisi'nin 12 Ocak 1920'de İstanbul'da açılışı, onun otu¬rumlarını Anadolu'da yapmasını destekleyen Ulusçularla İstanbul yönetimi arasındaki ilişkileri epeyi sarsmışa. Ulusçu milletvekillerin çoğunlukta olma¬sını hazmedemeyen Padişah, rahatsız olduğu özürünü öne sürerek Meclisin açılış töreninde hazır bulunmamış;'[4] açış söylevini onun yerine İçişleri Bakanı Damat Şerif vermişti.
Bu arada, Hüseyin Rauf başkanlığındaki Ulusçu grup, Ankara[5] ile İstan¬bul arasındaki ilişkileri daha iyi bir duruma getirmek için elden geleni yapı¬yordu ve bu çabalarda bir ölçüde başarı sağlıyordu. Bu ilişkiler, 1920 yılı Ocak ayının sonuna doğru öylesine olumlu bir yönde gelişmişti ki, 28 Ocak-ta, Edirne mebusu Şeref Bey (Aykut), Misak-ı Milli'yi Meclisin gizli oturu-munda okuyor ve Meclis bunu resmen kabul ediyordu[6]. Padişah da, 4 Şubat 1920 tarihli İrade-i Seniyye ile, 'idareten tard olunan' Mustafa Kemal'in nişan ve madalyalarını iade ederek onun askerlikten çekilmiş sayıldığını ilân ediyordu[7]. Hüseyin Rauf, Mustafa Kemal'e 4 Şubat'ta gönderdiği telyazı¬sında, hükümede Ulusçu mebuslar arasında yapılan görüşmeler hakkında bilgi veriyor; 7 Şubat'ta Ankara'da özel biçimde toplanan Hey'et-i Temsiliye, Rauf un raporunu görüşüyordu[8].
OSMANLI KABİNE TOPLANTILARI VE İNGİLİZ İSTİHBARAT SERVİSİ
Osmanlı yönetiminin en gizli sırlarına el koymayı amaçlamış olan İngiliz İstihbarat Servisi, bu sırada, Osmanlı kabinelerinin gizli toplanularının tuta-naklarının içeriğini, çeşitli ajanları ve İngiliz yandaşlan aracılığıyla öğrene¬rek sürekle Londra'ya iletiyordu. Yine bu sırada seçimler oluyor ve Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920'de açılıyordu. 29 Ocak 1920 tarihli İngiliz İstihbarat raporuna göre, 11 Ocak'ta toplanan Osmanlı Bakanlar Kurulu (Hey'et-i Vü-kela)'nda söz alan kimi Ulusçu Bakanlar, Padişahın ertesi gün açılacak olan Meclisi kişisel olarak açmaya karşı çıkmış olmasını eleştiriyor; veliaht veya şehzadelerden birinin onun yerini almasını öneriyorlardı.
Toplanuda hazır bulunan Tevfık Paşa, Padişahın Sadrazam tarafından temsil edilmesi için öncelik (evveliyet) olduğunu açıklayınca, kabine, Mebu¬san Meclisi'nin açılışında Padişahın tahttan yapacağı konuşmayı Ali Rıza Pa- şa'nın yapmasını karara bağlıyordu. Ayrıca, Reşit Bey'i, temaslarda bulunmak üzere, İtalya yoluyla Paris ve Londra'ya göndermek kararını almadan önce, Osmanlı Dışişleri Bakanının Bağlaşık yüksek komiserleriyle yapmakta olduğu görüşmelerin sonucunu beklemeyi yeğ tutuyordu.
Bu arada, eski Sadrazam İzzet Paşanın, kendi yönetimi günlerinde imza¬lanmış olan Mondros Bırakışması görüşmeleri hakkında sunmuş olduğu bir rapor okunuyordu. Bu raporda belirtildiğine göre, Amiral Calthorpe'la ya¬pılmış olan görüşmeleri de içeren ayrınülı bir rapor Senato (Ayan) başkanlı¬ğına gönderilmişti. Yine rapora göre, sözlü olarak kabul edilmiş olan kimi üstlenmelere saygı gösterilmemiş; bırakışmanın gerçek ruhuna sadık kalın¬mamış; Ferit Paşa kabinesi, bırakışmadaki kimi noktalardan yararlanma yo¬luna gitmemiş ve İzzet Paşa kabinesi, duruma ve zamanın gereklerine göre davranmışa. Rapor, İzzet Paşa'nın yurduna olan görevinde başarısızlığa uğ¬radığı yolundaki iddialara karşı çıkıyor ve onun bu konuda sorumluluk taşı- madiğim öne sürüyordu. Sonuçta kabine, konunun, Tevfık, İzzet ve Damat Ferit Paşalar arasında görüşülmesi kararını alıyordu[9].
MEBUSAN MECLİSİNİN AÇILIŞINDAN SONRAKİ GELİŞMELER
11 Şubat tarihli İngiliz İstihbarat raporuna göre, Ulusçuların İstanbul kabinesi üzerindeki etkileri sayesinde, son günlerde, kabinede kimi değişik¬likler yapılmışu. Bu değişikliklere Mebusan Meclisi tarafından 7 Şubat'ta ko¬şullu olarak güven oyu verilmişti. Bu koşula göre, İçişleri, Dışişleri ve Adalet Bakanlarının istifaları talep edilecekti. Bunun üzerine, İçişleri Bakanı hemen istifa ederek görevini müsteşarına devrediyor; 8 Şubat'ta Ticaret ve Tarım Bakanıyla, Adalet ve Dışişleri Bakanları da istifa ediyorlardı. Onların yerle¬rine şu atamalar yapılıyordu: İçişleri Bakanı, İttihat ve Terakki günlerinde İs¬tanbul valisi, daha sonra Bağdat ve Bursa valisi Hazım Bey; Dışişleri Bakanı, Bükreş'teki Osmanlı eski büyükelçisi Sefa Bey; Adalet Baknı, o Bakanlıkta eski baş müdür Kâzım Bey; Ticaret ve Tarım Bakanı, eskiden Ticaret genel müdürü Reşat Bey. Böylece, Ulusçular, tüm kabineyi büsbütün yıkmadan, kendilerine karşıcıl Bakanları kabineden uzaklaşürmayı başarıyorlardı[10].
OSMANLI BAKANLIKLARININ YENİDEN ÖRGÜTLENMESİ
İstanbul'daki İngiliz yüksek komiseri Amiral Sir John de Robeck, İngil-tere Dışişleri Bakanlığı'na, 19 Şubat'ta gönderdiği kapalı telyazısında, Sadra-zamın, Osmanlı Bakanlıklarını Robeck'in 6 Ocak'ta önermiş olduğu biçimde yeniden örgüdemek için, kendi inisiyatifiyle bir plan ortaya koymaya hazır-landığını ve bunu, bir ay sonra yeni bütçe ile Meclise sunacağını bildiri-yordu. Bu plana göre, Ticaret ve Bayındırlık Bakanlıkları kaldırılarak onların yerine tek bir Bakanlık olarak yeni Ekonomik Kalkınma Bakanlığı kurula- cakü. Sadrazam, limanları Ulaşürma Dairesi'nin yetkisine verecekti. Robeck, telyazısına şöyle son veriyordu: 'Ekonomik Kalkınma Bakanlığı'nın İngiliz denetimine verilmesi bana çok önemli görünüyor'[11]. Bu sırada, Maliye, Eği¬tim ve Bayındırlık Bakanlarıyla Ulusçu parti arasında görüş ayrılıkları başgös- terdiği için, İngiliz İstihbaratı, onları makamlarında pek güven içinde gör¬müyordu[12].
İSTANBUL'UN RESMEN İŞGALİ
1920 yılı Ocak ayında, Bağlaşık yüksek komiserleri, Çukurova (Kilikya)'nın her yanında padak veren Türk-Fransız-Ermeni olayları yüzün-den, Ali Rıza Paşa kabinesini erkten düşürerek Damat Ferit'i yine işbaşına getirmeye çalışıyor, sonunda kabine 3 Martta erkten çekilmek zorunda kalı¬yordu. Padişah Vahdettin, 8 Mart'ta Sadrazamlığa, Ali Rıza Paşa kabinesinde Donanma Bakanlığı yapmış olan Salih Paşa'yı getiriyordu.
İngiliz İstihbarat Servisi nin görüşünce, Salih Paşa kabinesinin erke geçmesi Padişah için bir başarıydı, çünkü Ulusçular büsbütün ulusal bir yö-netim kurulmasında diretiyorlardı. İstihbarat raporu şöyle sürüyordu: 'Padi¬şah, yansız bir hükümet kurulmasını talep etmektedir ve Ulusçuların eylem¬lerini olağan içinde bastırmak niyetindedir. Yararlı olacağını düşünse, Sad¬razamlığa Damat Ferit'i getirecekti. Ancak, Ulusçuların eylemleri yüzünden böyle bir yönetimin Türkiye'nin iç bölgelerinden tecrit edilmiş olacağını ve bu hükümete askeri ve siyasi bir tehdit oluşturan Ulusal Akım'la başa çıkmak için askeri güç verilmedikçe onun hiçbir değeri olamayacağını sezmişti. Da¬mat Ferit'in, kendisine yetki verilse, Ulusal Akım'a karşı koymak ve ona kar- şıcıl bir rejim kurmak amacıyla, kabinesine Hamdi Paşa ile Ali Kemal'i de alacağını iyi bilen Padişah, Bağlaşıkların desteği olmadan böyle bir davra¬nışta bulunamayacağını anlamıştı'[13].
Salih Paşa kabinesi atanmadan önce, İstanbul'daki Ulusçular arasında, Padişahın Sadrazamlığa Damat Ferit'i getirmesi olasılığı kaygısı egemendi, çünkü Damat Ferit'in Ulusçulara karşı önlemler alacağını seziyorlardı. Dola-yısıyla, Ulusçu mebusları korumak için önlemler alınıyor ve 5 Mart'ta, Felah-ı Vatan Grubu delegeleri Saraya giderek, Padişaha, Damat Ferit'in Sadrazam¬lığa getirilmesinin ülkede ciddi olaylar çıkmasına neden olacağı uyarısında bulunan bir belge sunmuşlardı. Padişah delegeleri kabul etmemiş, ama bel¬genin bir sureti ve Sadrazamlığa Salih Paşa'nın getirilmesi önerisi, Saraydaki bir mabeyinciye verilmiş ve Padişah, konuyu inceleyeceğine dair, aynı aracı vasıtasıyla yanıt vermişti.
Bu sırada, yeni bir Sadrazam atamak sorumluluğunu dilemeyen Padişah, başlıca partilerin temsilcilerini 6 Mart'ta Sarayda düzenlenen Devlet Konseyi (Şur'ay-ı Devlet, Danıştay)'ne çağırıyor ve bu konudaki sorumluluğu, toplan - üya kaulanlara yüklüyordu. Uzun süren tartışmalardan sonra, Salih Paşa'nın Sadrazamlığı altında, Ulusçuların da kabulleneceği bir kabine kurulması ko¬nusunda karar alınıyordu. Kabineye atanacak olan Bakanlar konusunda Sa¬lih Paşa ile Ulusçu önderler arasında güçlükler başgösteriyor; 9 ile 10 Mart tarihlerinde oturum yapan Mebusan Meclisindeki Felah-ı Vatan Grubu'nun çoğunluğu kabineye güven oyu vermek kararını alıyordu [14].
Yine bu sırada, Bağlaşıklar, Çukurova olayları, Kemalisderin kendilerine karşı meydan okuyuşu ve Türklere ağır barış koşullarını zorla kabul ettirme olasılığı yüzünden 16 Mart 1920'de İstanbul'u resmen işgal ediyor ve Salih Paşa yönetimini baskıya tabi tutuyorlardı. Bağlaşık Devletler, Osmanh hü-kümetini ülkenin her yanında Ulusal Akım'ı yadsımaya çağırıyordu. Kabine, bu konuda bir bildiri taslağı hazırlıyor, ama Bağlaşıklar bu taslağı kabullen-miyordu. İngiliz İstihbarat raporlarına göre, yine bu sırada, Mustafa Kemal, Salih Paşa’ya gönderdiği tarihsiz bir yazıda onu şöyle uyarıyordu:
'Size şu son uyarıda bulunuyorum: İstifanızdan sonra Ferit Pa- şa'nm iktidara çağrılması, bu ülke için oldukça zararlı ve tehlikeli olacaktır. Ferit Paşa iktidara gelirse, ulusun çoğunluğunu oluştu¬ran Anadolu, başkentle olan ilişkilerini kesecek ve kendi güvenliği için savaşmak zorunda kalacaktır. Ferit Paşa, ulusumuzun ve ülke¬mizin çıkarları zararına ne denli barış aktederse etsin, ulusun ço- ğunluğunca kabul edilmeyecektir. Anayasa ilkelerine göre burada [Ankara'da] sorumlu bir komite kurmuş bulunuyoruz. Bu husus bilginize sunulmaktadır'[15].
Ancak, Salih Paşa ve kabinesi 2 Nisan'da erkten çekilmek zorunda kalı-yordu. Padişah, kabinenin istifasını kabulleniyor ve Damat Ferit'i, yeni kabi-neyi kurmakla görevlendiriyor; ona, büsbütün partiler üstü bir kabine kur-masını öneriyordu. Bunun sonucu olarak, 5 Nisan'da, çoğunlukla renksiz po¬litikacılardan oluşan zayıf bir kabine kuruyordu. Tüm Bakanlar, kendi yete¬nek ve karakterlerinden çok, Padişaha olan bağlılıkları yüzünden atanmış¬lardı[16].
14 Nisan 1920 tarihli İngiliz gizli istihbarat raporuna göre, Damat Ferit kabinesi, büsbütün İngiliz yandaşı bir politika sürdürüyordu. Ferit, Türkiye'-deki tüm davranışları İngiltere'nin yöneteceğine ve İngilizlerin direktiflerine göre hareket edilirse, Avrupa'nın Türkiye'ye karşı olan tutumunda bir iyi¬leşme olacağına inanıyordu[17].
DAMAT FERİT KABİNESİNDE ANLAŞMAZLIK
22 Nisan 1920 tarihli İngiliz gizli İstihbarat raporuna göre, Damat Ferit kabinesinin Ulusçulara karşıcıl bildirisi ile Şeyhülislâm Dürrizade'nin fetvası 15 Nisan'da Anadolu illerine dağıulıyor; Ulusçuların Padişaha biat tarihi 22 Nisan'a dek uzatılıyordu. Bu sırada, Ulusçulara karşı uygulanacak yöntem konusunda Damat Ferit kabinesinde görüş ayrılıkları başgösteriyordu. Bu konu, 17 Nisan'da Sarayda yapılan bir toplantıda geniş ölçüde görüşül-müştü. Kabinenin bir bölüğü, Rize, Samsun, Trabzon ve öteki limanlardan Kemalisdere karşı asker gönderilmesini ve mümkünse Bağlaşıkların askerle¬rinden yararlanılmasını destekliyordu. Öteki bölüğü ise, buna ve özellikle Bağlaşık askerleri gönderilmesine karşı çıkıyor; Anadolu'da Müslümanlar arasında Ulusçulara karşıcıl duygular egemen olduğunu ve bu duygulardan yararlanmak için oraya hocalar ve propagandacılar gönderilmesini destekli¬yordu.
Kabinenin daha etkili bölüğü, jandarma ve gönüllülerden oluşan bir güç kurulması ve bu gücün bir kısmının Ahmet Anzavur Paşa'nın emrine ve¬rilmesi kararını alıyor; bu gücün oluşumu konusunu inceleyecek bir komis¬yon kuruluyordu. Komisyonun üyeleri şunlardı: Hamdi, Nazif, Osman Rıfat, Süleyman Şefik, Arif ve Kara Sait Paşalar. Ancak, İngiliz İstihbarat raporuna göre, hükümet, bu güce ve özellikle subaylara pek güvenmiyordu. Osmanlı Savunma Bakanlığında görevli olan ve çoğunluğu subaylardan oluşan yetkili¬lerin Ulusçulara sempatileri vardı. Bu da gerekli hazırlıkların yapılmasını engelliyordu. Aynı zamanda, Ali Galip ve ona eşlik edecek olan Kürt öğelerle hocalardan oluşan bir kurulun, propaganda amaçları için, Trabzon'a gön¬derilmesi karar alnna alınıyordu[18].
21 Nisan tarihli İstihbarat raporuna göre, Damat Ferit, Ulusçulara karşı, o sırada var olan düzensiz güçlerin seferber edilmesinden yanaydı; oysaki Reşit Bey, jandarmalardan oluşan özel bir güç örgütlenmesini ve eyleme geçmeden önce bu gücün ya İstanbul veya dolaylarında silâhlandırılarak eğitilmesini öneriyor; aynı zamanda, daha önce Ulusçuları desteklemiş olan, ama o sırada onların programını kuşkuyla karşılayan kıdemli subayları hü¬kümeti desteklemeye inandırmanın önemine değiniyordu. Damat Ferit bu konuda asabiyet gösteriyor; tüm bu subayların, daha sonra ihanet işlemek amacıyla hükümete biat etmemeleri olasılığından kaygılanıyordu[19].
ANKARA İLE İSTANBUL'U BARIŞTIRMA ÇABALARI
13 Mayıs 1920 tarihli İngiliz İstihbarat raporuna göre, Hürriyet ve İtilâf Partisi'nin 8 Mart'ta yapılmış olan genel toplantısına katılanlann çoğunluğu, Ulusal güçleri, gönüllü erler kullanarak dağıtmanın olanaksız olduğu konu-sunda anlaşmaya varıyor ve Sadrazama, Ulusçularla kısmen anlaşmaya var-masını salık vermek kararını alıyorlardı. Toplantı sırasında kaleme alınmış olan bir yazıda, kendi önerilerine göre davranılırsa, hükümete karşı olan 'haklı' düşmanlığın giderilebileceği vurgulanmıştı. Sadrazam, 9 Mayıs'ta kimi mebuslardan oluşan bir delegasyonu kabul ederek onlarla durumu görüşü-yor; ama bu mebuslar Sadrazama güvenmiyorlardı.
Kabine, bu sırada, Ulusçularla kısmen anlaşmaya varmak kararını alıyor; Nurettin Paşa'ya, onlarla ilişki kurmaya çalışması yöneriliyor; o da, Ulusçula¬rın Sivas Kongresinde örgütlemiş oldukları Hey'et-i Temsiliye ile 2 Mayıs'ta temas kurmayı başarıyordu. Kendisine, daha önce İstanbul'dan Anadolu'ya geçmiş olan General Fevzi Paşa karşılık vererek Anadolu'daki durumu anla¬tıyor ve 23 Nisan'da Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nin açılmış olduğunu bildiriyordu.
Hürriyet ve İtilaf Partisi'yle muhtemelen Padişahın baskısı üzerine, Da-mat Ferit, görünürde Ulusçularla görüşmelerde bulunarak, onları, koşulsuz olarak İstanbul hükümetine biat etmeye çağırmayı denemek amacıyla Nu-rettin Paşa'yı Anadolu'ya göndermek kararını almıştı. Ulusçuların biatına karşılık olarak genel af ilân edilecek, ama, İttihatçılarla ilişkileri olanlar, kı¬rım ve yer değiştirme (tehcir)'lerde parmağı olanlar bu aftan yararlanamaya-caktı. Böylece, tüm ülkenin, Taht'ın ve Halifenin çevresinde birleşerek, İz-mir'le Trakya sorunlarının Türkler yararına çözümleneceğine inanılıyordu[20].
Ancak, Damat Ferit, Ulusçularla gerçekten bir anlaşmaya varmak niye-tinde değildi. Nurettin Paşa ile Ulusçu önderler arasında Mudanya'da yapıl-ması beklenen görüşme, Damat Ferit'in müdahalesiyle yapılmıyordu. 12 Ma¬vis 1920 tarihli İstihbarat raporuna göre, Damat Ferit kabinesi, Sadrazamın tutumu yüzünden günden güne zayıflıyordu. Padişahın Sadrazama olan gü¬veni de azalıyordu. O günlerde huzura çıkmayı dileyen Damat Ferit'i Padişah kabul etmiyor; kendisiyle görüşmek istediği konuyu yazılı olarak sunmasını buyuruyordu. Başkentteki birçok siyasi öğeler de kabinenin siyasetinden memnun değillerdi[21].
Durum bu kertede olmakla birlikte, Damat Ferit, Yunan Başbakanı Eleftherios Venizelos'un, ileride Türklere Sevr'de zorla kabul ettirilecek olan barış koşullarını 13 Mayıs'ta Yunan Millet Meclisi'nde açıklamasından sonra, kendi yakınlarının Ankara ile İstanbul'u barışürma çabalarına göz yumu¬yordu[22].
Bu arada, 15, 17 ve 18 Mayıs'ta oturum yapan İstanbul kabinesi barış ko¬şullarını görüşüyordu. 27 Mayıs tarihli İngiliz gizli İstihbarat raporu, bu gö-rüşmeler, yönetimle Ulusçular arasındaki ilişkiler ve Padişahın barış koşulla-rına karşı tutumu hakkında aynnülı bilgi veriyordu. Bakanlar, banş koşulları taslağının o günkü biçimiyle imzalanmasına oybirliğiyle karşı çıkıyordu. Bu koşulların özeti basında yayımlanalı beri, hükümete, aralarında senatörler ve ulema da bulunan birçok kişiler tarafından yazılar gönderilmişti. Özellikle ulema mensupları, bu koşulların İslâm'a meydan okuduğu görüşünü öne sü¬rüyordu.
Kabine, antlaşmayı imzalamamanın getirmesi olası sonuçlar üzerinde de duruyor; Ulusal Akım'ın daha da genişleyerek durumu kötüleştirmesi ve Sovyet Rusya yönetiminden yardım alabilmek için Ulusçuların, Bolşevizm'in Türkiye'ye sızmasını körüklemesi ve bu denli olayların Avrupa'da da olaylar çıkmasına neden olması ihtimali üzerinde duruyordu. Yine kabinede, Fransa, Amerika ve özellikle İtalya'da İngiliz siyasetine karşıcıl meyillerden söz ediliyor; bu durumdan büsbütün yararlanabilmek için İslâm Dünyası'nm ayağa kaldırılması gerektiği ve bunun İngiliz gücünü ve saygınlığını azalta-cağı noktasında anlaşmaya varılıyordu.
Paris'teki Osmanlı delegasyonunun bir üyesi tarafından gönderilmiş ol-duğu söylenen gizli bilgiye göre, Tevfik Paşa, barış görüşmelerini olanak içinde geciktirmek için elden gelenin yapılması önerisinde bulunmuş; Fransa ile İtalya'nın Türk dileklerini desteklemeye söz verdiklerini eklemişti. Babıali'de görünürde inanıldığına göre, Fransız ve İtalyan yüksek komiser¬leri, gerçek barışın ancak Ulusçularla görüşmelerde bulunmakla sağlanabi¬leceğini kendi hükümetlerine bildirmişlerdi. Anlaşılan, Padişah, Tevfik Paşa- 'ya göndermiş olduğu bir mesajda, tüm ulusun destekleyemeyeceği barış ko¬şullarının değiştirilmesi için Paris ve Londra'da elinden geleni yapmasını ve Padişahın, Türkiye'yi savaşa sokmaktan ve kendi denetimi dışındaki olaylar¬dan sorumlu tutulamayacağının anlatılmasını yönetiyordu.
Kabinenin 22 Mayıs günkü oturumunda Sadrazam Damat Ferit şu açık-lamayı yapıyordu: 'Ulusçulara karşı kurulmuş olan hükümet güçlerine ko-muta eden Süleyman Şefik Paşa, askeri amaçlar için kendisine ayrılmış olan TL. 10.000'sini nasıl harcadığına dair hesap gösteremediğinden görevinden uzaklaştırılmıştır. Yerine, Tümgeneral Suphi Paşa atanmıştır'[23].
İngiliz İstihbarat Servisi, bu sırada Ankara ile İstanbul'u barıştırma çaba-larına büyük önem vermeyi sürdürüyordu. 3 Haziran tarihli İngiliz İstihbarat raporuna göre, Tevfik Paşa, Damat Ferit'e göndermiş olduğu ve İngilizlerin eline geçen telyazılarında, hükümet imkânsız olanı istememek koşuluyla, ba¬rış koşullarında Osmanlı hükümeti yararına değişiklik yapılmasının olanaksız olmadığını; Türkler, İtalyanların desteğini sağlarlarsa, Fransızların da olanak içinde onlara yardımcı olacaklarını öğrenmiş bulunduğunu bildiriyor ve barış koşulları konusunda Türkiye'de, tüm gruplar arasında birlik kura¬bilmek için Ulusçulara karşı başlatılmış olan eylemlerin durdurulmasını salık veriyordu.
Tevfik Paşa, ayrıca, Osmanlı kuruluna mensup olan ve barış koşullarını İstanbul'a götüren iki delegeye, Sadrazama şu bilgiyi vermelerini yönetmişti: Bağlaşıklar, siyasi nedenlerden ötürü andaşmanın metnini kabullenmek zo¬runda kalmakla birlikte, Fransızlarla İtalyanlar koşulların genellikle kabule şayan olmadığını ve değiştirilmeleri gerektiğine inandıklarını öğrenmiş bu¬lunuyordu. Tevfik Paşa'ya bakılacak olursa, Fransızlarla İtalyanlar, kendi si¬yasi ve ekonomik çıkarlarını güvence aluna alabilmek için, kendileriyle işbir¬liği yapacak güçlü bir Türkiye'nin varlığını gerekli görüyorlardı. Yine Tevfik Paşa'ya göre, Fransız yönetimi, Türkiye ile Yunanistan'ın arasını bulmaya ça¬lışıyordu. Sadrazam, bu mesajdan çok memnun oluyor; barış antlaşmasının değiştirilmesinin olanak içinde olduğunu ve yeni bir antlaşmanın kaleme alınması gerektiğini iddia ediyordu[24].
YENİ YUNAN SALDIRISI
Bu sırada, İzmir bölgesindeki Yunan ordusu, Bağlaşık Yüksek Konseyi'- nin Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos aracılığıyla vermiş olduğu buyruk üzerine, Kemalist askeri birlikleri dağıtmak; İzmir-Bandırma demir-yolunu ele geçirmek ve gerçekte, Türkleri, barış koşullarını kabule zorlamak amacıyla, 25 Haziran'da saldırıya geçiyordu[25]. Bunun ardından, yarı örgüt¬lenmiş ve güçsüz Ulusçu birliklerle Yunan ordusu arasında kanlı bir bo¬ğuşma başlıyor; Temmuz'un sonuna doğru Yunanlılar, Bursa, Bandırma, Alaşehir ve Balıkesir'i işgal ediyorlardı[26].
Ulusculamı durumu o kadar kötüydü ki, Ankara yöneümi, başkenti Si-vas'a taşımak kararını alıyordu[27]. 8 Temmuz tarihli İstihbarat raporuna göre, Yunan ordusunun Anadolu'da olağanüstü sür'atle ilerleyişi, Türk çevrele¬rinde gerginlik ve umudsuzluk yaratmış; Ankara'da Mustafa Kemal'e karşı 'daha ılımlı' bir grup oluşmasına yardımcı olmuştu. Ahmet İzzet Paşa'dan bu grubun İstanbul'da önderi olması ve başarı sağlanırsa, Sadrazam olması rica edilmiş; ama politikaya karışmayı dilemediği ve Padişahın bilgisi olmadan ve onayı alınmadan herhangi bir davranışta bulunamayacağı özürüyle buna karşı çıkmışü[28].
15 Temmuz tarihli istihbarat raporuna göre, Ulusçuların eylemlerinden epeyi rahatsız olan Padişah, Mustafa Kemal'e 25 Haziran'da gönderdiği ya-zıda, onu, ülkenin 'yüce çıkarlarını korumak' amacıyla hükümet tarafından alınmış olan önlemlere boyun iğerek, ülkeyi felâkete sürüklemekte olan ayrı¬lık ve düşmanlığa son vermeye ve askeri güçlerini hükümetin emrine ver¬meye çağırıyordu. Padişah, Devletin o sırada yıkımının kaçınılmaz olmasına karşın, halkı, içine düşmüş oldukları çıkmazdan kurtarmanın tarihi bir görev olduğunu vurgulayarak, Ulusçuları bu güç görevde yardımcı olmaya; güçlük¬ler çıkarmaktan sakınmaya ve nihai başarıyı zedelememeye çağırıyor; kötü eylemlerine rağmen, pişmanlık duyan her uyruğuna, sevgi ve genel af uygu¬lamaya hazır olduğunu bildiriyordu.
Aynı gün (25 Haziran), Nurettin Paşa aracılığıyla Ulusçulara bir yazı gönderen İçişleri Bakanı Reşit Bey de, Ulusçuları, Halife çevresinde toplana¬rak, Avrupa'yı hükümetçe imzalanacak tüm antlaşmaların uygulanacağına inandırmanın önemine değiniyor; Ulusçuların eylemlerinin ülkenin mahvını daha da çabuklaştırdığını; hükümede Ulusçuların amaçları büyük ölçüde uyum içinde olduğuna göre, isyanı sürdürmenin yurtseverlik ve mantıkla bağdaşamayacağını vurguluyordu[29].
Ancak, tüm bu çabalar bir sonuç getirmiyordu. 1 ve 2 Temmuz tarihli İs¬tihbarat raporlarına bakılacak olursa, Damat Ferit, İstanbul'da yayımlanan L'Bosphore gazetesinin yönetmeni M. Paillares ve Osmanlı Mebusan Mecli¬sinde Trakya eski mebusu M. Kozmitis aracılığıyla, Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos'la İzmir konusunda gizli bir görüşme sağlamaya çalışı¬yor, ama başarı sağlayamıyordu, çünkü Kozmitis, Yunanistan'ın Trakya'ya ilişkin olarak özveride bulunduğunu, ama İzmir'den vazgeçemeyeceğini kes¬tirip aüyordu[30].
SEVR ANTLAŞMASI İMZALANIYOR
Osmanlı hükümetine zorla kabul ettirilecek olan barış andaşmasının hazırlıklarıyla ilgili gelişmeler, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika adlı yapı- tımda geniş ölçüde incelenmiştir[31]. Bu andaşma tasarısı nedeniyle güç du¬rumda kalan Damat Ferit, ilkin, ne olursa olsun, andaşmayı imzalamayaca¬ğını; Osmanlı tezini savunmak amacıyla bizzat Paris'e gideceğini açıklı¬yordu[32]. Paris'e gidince, gönderdiği ilk mektup, kabinenin 10 Temmuz günkü oturumunda görüşülüyordu. Damat Ferit, bu mektubunda, Bağlaşık Devlederin tutumu ve Anadolu'daki 'isyan' gözönünde tutularak andaşmanın imzalanmasını salık veriyor; kabine toplanusında bulunanlar üzerinde derin bir izlenim bırakıyordu.
Bunun üzerine, Dışişleri Bakan vekili İhsan Bey, ülkenin tek umudunun İngiltere'nin önerilerine uymak olduğu görüşünü öne sürüyordu. Reşat Bey bu görüşe kanlıyor, ama İngilizlerin desteğini sağlamak için yapılan son de¬neyde başarı sağlanamadığını; andaşma imzalanırsa, hükümetin, Yunanlıla¬rın Anadolu'yu işgal etmelerine izin veren bir politikayı onaylamakla suçla¬nacağını vurguluyordu. Kabine, oturumlarını ertesi güne erteliyor; 11 Tem¬muz günkü oturumda, Padişahın, Osmanlı barış delegasyonu dönünceye dek hiçbir karar alınmaması görüşünde olduğu açıklanıyordu[33].
Damat Ferit, 14 Temmuz'da Paris'ten dönünce tutumunu değiştiriyor; görüşlerini 'Anadolu'daki aşırı eğilimlilere' kabul ettirmesi için kendisine izin verilirse, antlaşmayı imzalamaya gönüllü olduğunu açıklıyor; antlaşma imzalanmazsa, ülkenin yok olmasına yol açacağına inanıyor; bu konuda, İs-tanbul'daki İngiliz yüksek komiseri Sir John de Robeck'e bilgi veriyordu[34]. Damat Ferit, kabinenin 15 Temmuz günkü oturumunda, barış antlaşması konusunda karar alabilmek için bir Saltanat Şurası çağrılmasını öneriyor; önerisi kabul ediliyordu. Kabine, ayrıca bu Şuraya çağrılacak olan kişilerin listesini hazırlama görevini Dışişleri Bakan vekiline veriyor, ama Kemalist yandaşların bu listeye alınmamasına büyük dikkat gösterilmesi yönetiliyordu.
Yine Damat Ferit, Padişaha sunduğu 16 Temmuz 1920 tarihli andaçta, hükümetin, Bağlaşıklara mukabil öneriler sunduğunu, ama, Kemalisderin Mersin ve İzmit'teki eylemlerinin, Bağlaşıklardan ödün alma umuduna darbe indirdiğini; silâha sarılmak söz konusu olmadığına ve ekonomik du-rum epeyi bunalımlı olduğuna göre, antlaşmayı imzalamanın ve bazı haklar sağlamanın gerekli olduğunu vurguluyor; örneğin, barış ve güvenliği koru-mak için, yabancı denetimi altında olsa bile, askeri güç bulundurma; kapitü-lâsyonların, ancak onlara sahip olan uluslara münhasır kalması; Türk ege-menlik haklarının korunması; devletin güvenliğini sağlamak için hududarın saptanması gibi. Sadrazam, uyguladığı politika başarısızlığa uğrarsa görevin-den çekileceğini anıştırıyordu (ima ediyordu).
Damat Ferit'le, o sırada Bağlaşıklardan ödün koparmak için Paris’te bu-lunan Reşit Bey arasında görüş ayrılıkları vardı. Ayrıca, Damat Ferit'in bir si-nir buhranı geçirmekte olduğu ve kötü niyetli kişilerin etkisi altına girdiği, İngiliz İstihbaratınca saptanıyordu. Bu sırada Reşit Bey'den gelen bir telyazı¬sında, antlaşma imzalanmazsa, Padişahla hükümetin Anadolu'ya taşınmaları gerekeceği uyarılıyordu. 19 Temmuz gecesi Yıldız Sarayı'nda yapılan özel toplantıda, antlaşmanın kesinlikle imzalanması kararı alınıyor; bu karar Pa¬dişahça onaylanıyordu. Toplantıda hazır bulunan Rıza Tevfik ve Hadi Paşa- 'ya, Paris'e giderek antlaşmayı imzalamaları için hazırlanmaları bildirili¬yordu. Toplantının sonuna doğru uzun bir konuşma yapan Damat Ferit, İn- gikere ile dostluk kurulmasının gerekli olduğunu ve bunun yakında gerçek¬leşeceğini iddia ediyordu[35].
Böylece, İstanbul hükümeti, barış andaşmasım Ankara'nın onaylamaya¬cağını anlayarak, Padrişahı, 22 Temmuz'da Yıldız Sarayı'nda bir Saltanat Şu¬rası çağırmaya inandırıyor ve bu denli bir andaşmayı imzalamanın sorumlu¬luğunu, bu Şura aracılığıyla, geniş bir kideye yaymak yoluna gidiyordu[36]. Ara¬larında eski Bakanlar, senatörler ve generaller bulunan ve 50'ye yaklaşık seçkin davedilerden oluşan Saltanat Şurası'nda Sadrazam Damat Ferit, tar¬tışma veya eleştiri yapılmasına izin vermiyor; barış andaşması imzalanmazsa, Yunan ordusunun Anadolu'yu işgal edeceği uyarısında bulunarak, toplantıda hazır bulunanlara, antlaşmayı kabul edip etmedikleri sorusuna yanıt ver¬mekle yetinmelerini hatırlauyordu. Şura'da hazır bulunan Padişah, antlaş- manın imzalanmasından yana olanların ayağa kalkmalarını buyuruyor; Ma¬reşal Rıza Paşa dışında tüm davetiiler ayağa kalkarak andaşmayı kabullendik¬lerini belirtiyorlardı. Ertesi gün, İstanbul hükümeti, senatörlerden Hadi Paşa ve Rıza Tevfik'le Bern'deki Osmanlı büyükelçisi Reşat Halis'e, Osmanlı mu¬rahhasları olarak Barış Konferansı'na gidip andaşmayı imzalamaları için yetki veriyordu[37].
Aynı gün, Veliaht Abdülmecit, Padişaha gönderdiği bir yazıda, Damat Ferit'i sert biçimde eleştiriyor; Saltanat Şurasına karşı çıkıyor ve Anadolu ile bir anlaşmaya varılmasını öneriyordu; ama Padişah ona yanıt vermiyordu. İngiliz İstihbarat Servisi, hem Abdülmecit'i ve hem de Ferit'in öteki rakibi Reşit Bey'i, 'Fransız çevreleriyle ilişkileri olan kişiler' olarak nitelendiriyordu. Anlaşılan, Sadrazam, kendisi Paris’te iken, kısmen Türk işletmesi olan Boğaz Gemicilik Şirketi (Bosphorus Steamer Company) 'ni bir Fransız sendikasına aktarmayı deneyen İçişleri Bakan vekili Reşit Bey le Devlet Şurası başkanı Et- hem Bey'in bu konudaki işlemlerini son günlerde iptal etmişti[38].
Tüm bu eleştiri ve saldırılara ve kabinedeki ayrılıklara dayanamayan Damat Ferit, 30 Temmuz'da görevinden çekiliyor, ama ertesi gün yine yeni hükümeti kurmakla görevlendiriliyordu. Ferit, yeni kabinede Sadrazamlığa ek olarak Savunma (Harbiye) Bakanlığını da vekâletine alıyor; Sabri Efendi Şeyhülislam, Reşit Mümtaz Paşa İçişleri Bakam, Rüşdü Efendi Adalet Bakanı, Nazır Bey Maliye Bakan vekili, Rıza Tevfik Devlet Şurası başkanı, Hamdi Paşa Donanma Bakan vekili, General Zeki Paşa Bayındırlık Bakanı, Hadi Paşa Eğitim Bakanı, Cemal Bey Tiaret Bakanı ve General Hilmi Paşa da Evkaf Ba¬kanı olarak atanıyorlardı[39]. Bu 5. Damat Ferit kabinesi çoğunlukla 'evetçi' Bakanlardan oluşuyor; böylece, andaşmanın imzalanması işlemi sırasında kabinenin oybirliğiyle iş görmesi güvence alüna alınmış oluyordu[40].
10 Ağustos'ta Sevr Andaşması imzalanıyor; Türkiye'nin her yanında üz-günlük yaratıyor; öfkeyle karşılanıyordu[41]. Andaşma imzalanır imzalanmaz, Bağlaşık Yüksek Konseyi, Yunan harekâtına son verilmesini buyuruyordu[42].
AĞUSTOS VE EYLÜL AYLARINDA YAPILAN OSMANLI BAKANLAR
KURULU TOPLANTILARI
2 Eylül 1920 tarihli İngiliz gizli İstihbarat raporunda, 21 Ağustos'ta ya-pılmış olan Osmanlı Bakanlar Kurulu toplantısı hakkında ayrıntılı bilgi veri-liyordu. Bu toplantıda, Anadolu'ya gönderilecek olan tedib kuvvetleri (cezalandırıcı güçler) konusu görüşülüyor; Savunma ve Maliye Bakanlarının önerileri üzerine, bu güçler için Savunma Bakanlığı bütçesine TL 20.000 tu-tarında bir masraf kalemi konulması oybirliğiyle kabul ediliyordu[43].
İstanbul kabinesi, 23 Ağustos günkü oturumunda, Kemalistlere karşı gönderilecek olan Kuway-ı İnzibatiye konusunu görüşüyordu. Toplanuda söz alan Bayındırlık Bakanı Zeki Paşa, hükümetin bu konuda eyleme geç-meden önce, başarı sağlanacağına dair emin olması gerektiği, aksi durumda, yönetimin saygınlığı ve ulusun çıkarlarının zedeleneceği uyarısında bulunu¬yor; bu güce kaydolunmakta olan subaylarla erlerin sadakatından şüpheli ol¬duğunu açıklıyor; bu görüşlerinde Donanma ve Evkaf Bakanlarınca destek¬leniyordu. Kabine toplanüsında hazır bulunan Donanma Bakanı (eskiden Genel Kurmay Başkanı) Hamdi Paşa, iyi ad yapmış genç subayların hizmete alınmasında pek başarı sağlayamadığını kabulleniyor; ancak, kaydolunmuş olan subay ve erlerin sadakatini sağlamak için her tür önlemin alınmış oldu¬ğunu bildiriyordu. Son olarak, Sadrazam, Savunma Bakan vekilliğinden çe¬kilmek dileğinde olduğunu açıklıyor ve bu konudaki tarüşmayı, yerini alacak olan Bakanın da hazır bulunacağı tarihe erteliyordu[44].
Kabinenin 29 Ağustos günkü oturumuna yeni Savunma Bakanı Hüseyin Hüsnü Paşa da katılıyor, ama, durumu incelemeyi dilediği için, bu atama konusundaki tarüşma yine erteleniyordu. Bu sırada Adalet Bakanı Rüşdi Bey- ’in açıkladığına göre, hükümetin Ulusçulara karşı aktif önlemler almasına, Hadi Paşa'nın Osmanlı delegesi olarak Paris’te iken göndermiş olduğu telya¬zısı neden olmuştu. Bu telyazısında, Babıali önlem almazsa, Yunanlıların ey¬leme geçeceği uyarısında bulunmuştu. Ancak, parasızlık yüzünden hükümet bir türlü eyleme geçemiyordu; ama kabine, Anadolu'da uçakla havadan aul- mış olan bildirilerin iyi sonuçlar geüreceğine inanıyordu. Aynı konuda gö¬rüşü sorulan Babıalinin kıdemli bir yetkilisi, pek ümidi görünmüyor ve ha¬vadan yapılan bu propagandanın boşuna olduğu; o sırada planlanmakta olan tedip (yola geürme) harekâtının daha önceki harekât gibi felâkede so¬nuçlanacağına inandığı; ancak Ulusal Akımın, sonuçta, Yunan ordusu, Os¬manlI hükümeti ve Ermeni eylemleriyle 'boğulacağı' iddiasında bulunu¬yordu[45].
9 Eylül günkü kabine toplantısında, Savunma Bakanı, tediple ilgili ko-misyonun şu kararlarını açıklıyordu: 1. Harekât Eylül sonundan önce başla-malı; 2. Halen kurulmakta olan 3 tümene ek olarak bir 4. tümen kurulmalı; 3. Aynı zamanda İzmit ve Samsun savaş kesimlerinde harekâta geçilmeli; 4. Tümenleri güçlendirmek için, yalnız İstanbul ve dolaylarında değil, Ulusçu-lardan arındırılacak bölgelerde de kimi yedekler ve gönüllüler askere alın-malı, onlara eski örgüderin deneyine sahip subaylar komuta etmeli; 5. Yuka¬rıda adı geçen savaş kesimlerinde ulaşım jandarma tarafından sürdürülmeli; 6. Komutada birlik sağlamak amacıyla, her iki savaş kesiminden sorumlu ola¬cak bir 'Tedip Ordusu Komutanlığı' kurulmalıdır. Savunma Bakanının öne¬rileri oy birliğiyle kabul ediliyor ve Sadrazam, bunları o akşam Padişaha su¬nacağını açıklıyordu[46].
15 Eylül tarihli isühbarat raporuna göre, Damat Ferit kabinesine karşı, 'Ulusçuların da kışkırtmalarıyla', hoşnutsuzluk gittikçe artmaya başlıyor; Ferit'in erkte kalmasına İngilizlerin yardımcı olduğu söyleniyordu. Rapor ayrı¬ca şunları ekliyordu: 'Ferit'in şimdiki durumu hiç de sağlam değildir. Onun aşın politikası yüzünden en sadık yandaşlan bile Ferit’i terkediyorlar'[47].
22 Eylül tarihli istihbarat raporu, kabinede başgösteren bunalımı anlatı-yordu. Son günlerde Padişahı ziyaret etmiş olan Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi kabineden istifa ediyor; Padişah, Damat Ferit'in İngilizlerle yapmakta olduğu bir anlaşma görüşmesine dek istifasını geciktirmesini öneriyor; ama Sabri Efendi, Damat Ferit'in bu konudaki sözlerinin gerçeğe uymadığını söy¬lüyorsa da, Padişah ona inanmıyordu. Bu sırada Cemil Paşa da istifa ediyor ve Damat Ferit'i, hükümetin etkisini yıkmakla ve ülkeyi yok etmeye çalış¬makla suçluyordu. Eski İçişleri Bakanı Reşit Mümtaz Paşa da, 17 Eylül'de Pa¬dişaha gönderdiği bir yazıda, Anadolu'daki 'kargaşalığın' kökünde Yunanlı¬ların Türk topraklarını işgal edişlerinin yatağını vurguluyor; 'asi önderlerin' kimi yabancı devlederce kışkırtıldıklarını iddia ediyor; onlarla görüşmeye girişmenin gereksiz olduğunu; onlara karşı sert önlemler alınmasını öneri¬yordu[48].
Bu sırada mali durum çok kötüye gidiyordu. Damat Ferit, Padişahla gö-rüşürken, İngilizler kendisinin (Sadrazamın) devrim yaptığına inanırlarsa, onları kazanmış olacaklarını söylüyordu. Ona göre, Anadolu sorunu çözüm-lenmeliydi. 15 gün süre ile genel af ilân edilmeli, ondan sonra Anadolu'ya karşı sert önlemler alınmalıydı. Bu sözleri işiten tanınmış bir Türk devlet adamı (isim verilmiyor) şu yorumda bulunuyordu: 'Ülkenin parçalanmasını önlemek için asker, para ve hatta bir fikir bile üretemeyen Ferit Paşa, bunu bir kâğıt parçasıyla yapmayı öneriyor'[49].
16 Eylül tarihli İstihbarat raporu, Damat Ferit'in, en ivedi konularda bile kesin bir karar almaktan yoksun bulunduğunu; her gün toplanan kabinede pratik bir sonuca varamayan görüşmeler yapılarak bunu veya şunu incelemek amacıyla komiteler kurulduğunu; hükümetin bir çıkmaza girdiğini ve radikal bir değişikliğe gereksinildiğini vurguluyordu[50]. 14 Ekim tarihli İstihbarat raporuna göre, kendisine çok saygı gösterilen, İstanbul'lu hukukçu ve politikacı Lütfi Fikri, Damat Ferit'e, Ulusçularla Babıali arasında bir uzlaşma sağlamaya çalışmak amacıyla Ankara'ya gitmeyi öneriyor; Osmanlı kabinesi, bu öneriyi, 29 Eylül günkü toplantısında görüşüyor; Damat Ferit, Ankara ile görüşmek niyetinde olmadığını, ama Lütfı Fikri'nin önerdiği gibi, resmi ol¬mayan bir kurul gönderilmesine yandaş olduğunu açıklıyor; Lütfı Bey'le gö¬rüşerek, kabineye bildirmeye söz veriyordu. Ama bunun arkası gelmiyor; daha sonra Lütfi Fikri, önerisinden vazgeçiyordu[51].
DAMAT FERİT ERKTEN ÇEKİLİYOR
Gittikçe kötüleşen siyasi durum önünde, Sadrazam Damat Ferit bunalı¬yor; kararsızlık içinde bocalıyor; ama Sadrazamlığı bırakmak istemiyor; sona kadar direniyor; sonuçta, olayların gelişimine boyun eğmek zorunda kalı¬yordu. Son günlerde, Hürriyet ve İtilâf Partisi'nin kimi üyeleri dışında, tüm siyasi partilerin düşmanlığını kazanıyordu. Sadarette kaldığı sürece Kemalist- lerle bir uzlaşmaya varılması olanaksızdı; oysaki Bağlaşıklar, Sevr Andaşması- nın uygulanabilmesi için İstanbul'la Ankara'nın barışurılmasının önemine değiniyorlardı[52].
Eylül başlarında Damat Ferit'in, siyasi mesleğinin sonuna doğru geldği anlaşılıyordu. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Paris'teki büyükelçisi Lord Derby'ye 1 Ekim'de gönderdiği telyazısında, işi geciktirmeden Sevr Ant-laşmasını onaylaması için Damat Ferit üzerinde baskı kullanılmasını; bunu yapmazsa, antlaşmayı onaylayacak yeni bir Sadrazam bulunmasını öneri-yordu[53].
Başına gelecekleri önceden sezmiş olan Damat Ferit, son anda, Padişa¬hın adının da karışurıldığı entrikalarına karşın[54], erkte kalmayı başaramıyor ve 16 Ekim'de görevinden çekilmek zorunda kalıyordu. Bu olayla ilgili resmi bildiride 'sağlık durumunun iyi olmaması yüzünden' görevinden çekildiği bildiriliyorsa da, gerçekte, Bağlaşıklara, özellikle İngiltere'ye karşı uyguladığı 'yaltaklanma' ve Ulusçulara karşı kullandığı 'zorlama' siyasetinde tümüyle ba¬şarısızlığa uğramış olması nedeniyle çekilmek zorunda kaldığını herkes bili¬yordu[55].
17 Ekim, Pazar günü, ABD temsilcisi dahil, İngiltere, Fransa ve İtalya yüksek komiserleri Padişah tarafından kabul ediliyor; hepsinin adına konu-şan İngiltere yüksek komiseri, hükümederinden almış oldukları yönergeye göre, Anadolu ile anlaşabilecek bir yönetim kurulmasını Padişahtan dili-yordu. Bunun üzerine yeni hükümeti kurma görevi Tevfik Paşa'ya veriliyor; yeni kabine 21 Ekim'de göreve başlıyordu[56]. İlk görevi ülkeyi birleştirmek olacaktı[57].
Yeni kabinede Nuri Efendi Şeyhülislâm, İzzet Paşa İçişleri Bakanı, Sefa Bey Dışişleri Bakanı, Yusuf Ziya Paşa Savunma Bakanı, Salih Paşa Donanma Bakanı, Mustafa Arif Devlet Şurası başkanı, Hüseyin Kâzım Ticaret ve Tarım Bakanı, Mustafa Reşit Paşa Eğitim Bakanı, Reşat Bey ise Maliye Bakanı olarak atanıyor, ancak, Adalet, Bayındırlık ve Evkaf Bakanlıklarına atama yapılmı¬yordu[58]. İngilizler, Ahmet İzzet Paşa'nın kabineye atanmasına çok önem veri¬yorlardı, çünkü Ulusçulara karşı sempatisi olduğuna, yeni kabine andaşmayı onaylar ve 'ılımlı Ulusçuların’ yurtseverlik duygularına başvurursa, Sevr Ant¬laşmasını kabullenerek direnişlerinden vazgeçeceklerine inanıyor; İzzet Paşa'yı bu oyunlarında alet olarak kullanıyorlardı[59].
Tevfik Paşa kabinesi ilk toplantısını 27 Ekim'de yapıyor; bu toplanuda, başlıca konu olarak Ulusçulara karşı uygulanacak siyasa görüşülüyordu. Sad¬razamın önerisi üzerine, yayımlanmak üzere, hükümetin politikasını açıkla¬yıcı resmi bir bildiri hazırlayacak olan ve Salih Paşa, İzzet Paşa, Hüseyin Kâ¬zım ve Mustafa Ariften oluşan bir komisyon kuruluyordu. 28 Ekim tarihli İs¬tihbarat raporuna göre, Sefa Bey, söz konusu bildiride, hükümetin, Sevr Andaşmasını uygulamak için içten gayreder şadedeceğinin de açıklanmasını öneriyordu.
Bundan sonra, Ankara ile ivedilikle yazışmalara girişmek, ya da Ulusçu-ların güvenini kazanmak için, ilkin hazırlayıcı mahiyette önlemler almak ko-nusunda uzun bir tartışma başlıyordu. İzzet Paşa, Ulusçularla görüşmelere başlamadan önce, hükümetin iyi niyetini pratik biçimde kanıdayıcı davranış¬larda bulunulmasını öneriyordu. Sonuçta, kabine, yönetimde yer alan deği¬şiklik ve yeni hükümetin uygulayacağı siyasa hakkında illere telyazısıyla bilgi gönderilmesi ve Donanma, Savunma, Maliye ve İçişleri Bakanlarının, Ankara ile yapılacak görüşmelerde uygulanacak yöntem hakkında görüşerek sonucu kabineye bildirmelerini karara bağlıyordu. İzzet Paşa, ayrıca, entrikalara alet edilmiş olan basın sansürünün kaldırılmasını öneriyordu.
Kabinenin 23 Ekim'de yapılan ikinci toplantısında, yukarıda sözü edil-miş olan komisyonun çalışmaları hakkında bilgi veriliyor; uzun süren tartış-madan sonra alınan kararlar arasında şunlar da yer alıyordu: hükümet, bıra-kışmadan bu yana siyasi suç işlemiş olanları bağışlayarak genel af ilân edecek; eski kabinenin Ulusçulara karşı uygulamış olduğu yöntemleri gözden geçirerek tüm usulsüzlükleri giderecek; Ulusçuların dileklerini ve uzlaşmaya karşı tutumlarını ve onların yabancı hükümederle aktetmiş oldukları anlaş¬maları incelemek amacıyla Anadolu'ya gizli bir kurul gönderecek; Bakanlar¬dan oluşacak başka bir kurul, birinci kurul Anadolu'dan dönmeden yola çı¬karılmayacak[60].
ANADOLU'YA GÖNDERİLEN AHMET İZZET PAŞA KURULU
Bu sırada İstanbul hükümeti Sevr Andaşmasını onaylamayı erteliyor;[61] andaşmayı ivedilikle onaylaması için Tevfik Paşa'ya Bağlaşık yüksek komiser¬lerince 25 Ekim'de ortak bir nota verilince, Sadrazam çekingenlik gösteri¬yordu. İki gün sonra, yeni İngiliz yüksek komiseri Sir Horace Rumbold'u ilk kez resmen görmeye giden İstanbul yönetiminin Dışişleri Bakanı Sefa Bey, ilk olarak Kemalistierle anlaşmaya varılması; bunu Mebusan Meclisi'nin otu¬ruma çağrılmasının izlemesi; en sonunda da antlaşmanın onaylanması gere¬ğine değiniyor; andaşma Padişah ve hükümetçe ivedilikle onaylanırsa, Kema- lisderin buna epeyi içerleyeceklerini ve sonunda onları barışçı amaçlarla 'yola getirme' olanağının yitirilmiş olacağını belirtiyordu[62].
25 Ekim 1920 tarihli Bağlaşık notasına karşılık veren İstanbul yönetimi, Anadolu'yla ilişki kuruluncaya dek, antiaşmanın imzalanmasının ertelenme-sini diliyordu[63]. 10 Kasım tarihli İstihbarat raporu, Tevfik ve İzzet Paşa'lann 'iyi niyetine' karşın, Ulusçuların Sevr Antiaşmasına karşı takınmış oldukları tutumda bir değişiklik yapmalarına pek az ihtimal olduğunu; Ulusçuların bu 'uzlaşmaz' tutumuna Kafkaslarda Ermenilere karşı sağlamış oldukları utku¬nun ve Bolşeviklerle kesintisiz bağlantı kurma olanağının temin edilmiş ol¬masının neden oluşturduğunu öne sürüyordu.
Aynı rapora göre, İstanbul kabinesinin 1 Kasım günkü toplantısında, Mustafa Kemal'in, İzzet Paşa ya Ankara’dan göndermiş olduğu ve 30 Ekim'de İnebolu yoluyla İstanbul'a ulaşmış olan Kurmay Binbaşı Seyfettin Bey'in ge¬tirmiş olduğu, kimi koşullar öne süren yazısı ele alınıyor;[64] İzzet Paşa, bu ko¬şulların, İstanbul yönetiminin görüşlerinden büsbütün değişik olduğunu açıklıyor; ama, Ankara'ya gönderilmiş olan kurul oraya vardıktan sonra, Kemalistleri, görüşlerini değiştirmeye inandırabileceğini sanıyordu.
Yine İzzet Paşa'ya göre, daha sonra Anadolu'ya gidecek olan resmi Os-manlI kurulunun, Ulusçuların önemli dilekleri konusunda onlara kimi gü-venceler vererek, Trakya, mali denetim, kapitülasyonlar, Boğazlar komisyonu ve İzmir ilçesinde plebisit yapılması konularında Bağlaşıkların kimi değişik¬likler yapılmasını kabullenmeye hazır olduklarını bildirecekti. İzzet Paşa, var olan koşullar içinde durumun oldukça güç olduğunu; Mustafa Kemal'in kur¬yesinin ivedilikle Ankara'ya dönmek üzere olduğunu ve Kemal'e yanıt verici özel bir mektup yazarak kurye ile göndermek için kendisine yetki verilmesini kabineden diliyordu. Bu mektubunda, hükümetin görüşlerini açıklayarak, Mustafa Kemal'den, İstanbul hükümetiyle ivedilikle ilişki kurması için elin¬den geleni yapmasını dileyeceğini sözlerine ekliyordu. Kabine, önerisini ka¬bul ediyor ve İzzet'le Salih Paşayı, Kemal’in mektubuna yanıt hazırlamaya yetkili kılıyordu. 2 Kasım'da Binbaşı Seyfettin Bey, bu yanıtı ve Veliahtın Mustafa Kemal'e yazmış olduğu bir mektubu Ankara'ya götürüyordu[65].
6 Kasım tarihli İstihbarat raporu, Sevr Andaşmasını onaylama sorunu-nun İstanbul kabinesini çok uğraşürdığını kaydediyor; kabinenin, bu ant-laşmanın en olumlu bir vakitte onaylanmasından yana olduğunu; ancak, Ulusçuların bu konuda bir anlaşmaya varıp varmayacaklarını saptamak ama¬cıyla, onlarla yapılmakta olan görüşmelerin sonucunu beklemenin akıllıca bir davranış olacağına inandığını; Kemalisder anlaşmaya yanaşırsa, antiaş- manın bir tüm olarak bütün Türkiye tarafından imzalanacağını; Kemalisder anlaşmaya varmazsa, andaşmanın onaylanmasından sonra onlara baskı yap¬mak için askeri güçlerin ivedilikle örgütlenmesi yoluna gidileceğini ekli¬yordu. Tevfık Paşa, ülkenin bölünmüşlüğünün felâket getireceğine inanan ve yurdun çıkarlarını destekleyen Ulusçu, ılımlı öğeleri kendinden yana çe¬kebileceğine halâ inanıyordu. Kabinenin kimi üyeleri, Kemalistlerle yapıla¬cak görüşmelerin, hükümet dışında kurulacak küçük bir kurulca yürütülme¬sini; öteki üyeler ise, İzzet Paşa'nın ivedilikle İnebolu'ya gönderilmesini öne¬riyordu[66].
10 Aralık 1920 tarihli İstihbarat raporuna göre, İstanbul kabinesi, 3-4 Kasım akşamı yaptığı toplantıda, Anadolu'ya gönderilecek olan resmi kurula verilecek yönergeleri tartışıyordu. İzzet ve Salih Paşaların da varlığında, Ti¬caret ve Tarım Bakanı Hüseyin Kâzım, kurula verilecek yönergeleri oku¬yordu. Bu yönergelerde, delegelerin yetkileri ve uygulayacakları yöntem be¬lirleniyordu. Bu yönergelere göre, kurul, merkezi hükümetin, Sevr Andaş- masını onaylayarak uygulamak zorunda olduğunu; bunu yapmaya karşı çı¬karsa, özverilerde bulunmaya zorlanacağını; ülkede düzenle barış ve Bağla¬şıklarla dosduk ilişkileri kurabilir ve almış olacakları önlemlerle iyi niyede- rini kanıdayabilirse, andaşmanın uygulanmasında özveriler sağlayabilecekle¬rini Ulusçulara anlatacaklardı.
Kurul, ana koşul olarak, Ulusçuların Sevr Andaşmasını kabullenmesini öne sürecek; ondan sonra, Büyük Millet Meclisi'nin kaldırılarak Mebusan Meclisi'nin yeniden kurulmasını ve bu amaçla yakın bir zamanda genel se-çim yapılmasını; tüm yöneüm işlerinin merkezi hükümete devredilmesini; bu işleri düzene koymak amacıyla, merkezi yönetimle Ulusçuların temsilcile¬rinden oluşacak bir komisyonun ivedilikle çalışmaya başlamasını; Ulusal güç¬lerin kurulmasından bu yana, merkezi yönetimin izni olmadan yabancı ülke¬lerle yapılmış olan andaşmaları, geçirilen yasaları ve konulan vergileri ince¬lemek amacıyla, komisyona, çeşidi dairelerden (Bakanlıklardan) atanmış yetkili kişilerin eşlik etmesini; ayrıca, Anadolu akımına katılanlar için koşul¬suz genel âf uygulanmasını önerecekti. Kabine, Bakanlardan oluşan komis¬yonca hazırlanmış olan bu önerileri kabulleniyordu.
Kabinenin 5 Kasım 1920 tarihli oturumunda, Tevfık Paşa, Padişahın, Osmanlı hanedanından bir prensin de kurula katılmasını kabullendiğini açıklıyordu. Bu sırada söz alan İzzet Paşa, Anadolu ile yeniden bağlanu kur-mak ve görüşmelerin yapılacağı yer hakkında güçlükler çıkağını söylüyordu. Onu Sefa Bey izliyor; Ulusçuların öteki uluslarla kurmuş oldukları ittifakla-rın, yapılması tasarlanan görüşmelerde önemli bir konu oluşturacağını; Ulusçular gerekli belge ve materyale sahip olmadıklarından, bu ittifakların kapsamını tümüyle anlayamadıklarını; bu konuya ilişkin belgeleri incelemek için Anadolu'ya bir elçi ve iki tarih ve hukuk uzmanından oluşacak özel bir komisyon gönderilmesini öneriyor; önerisi kabul ediliyordu.
Kabinenin 8 Kasım günkü toplanüsında İzzet Paşa, Ankara'daki irtibat subayından almış olduğu raporu okuyordu. Bu rapora göre, irtibat subayı, görüşme yeri konusunda Mustafa Kemal'le konuşmuştu. Kemal, görüşme ye¬rini merkezi hükümetin kararına bırakmaktan yanaydı, ama çevresindeki ça¬lışma arkadaşları buna karşı çıkmışlardı.
Kabinenin 11 Kasım günkü toplanüsında, Sefa Bey, Ulusçuların Doğu ve Batı savaş kesimlerinde başlatmış oldukları askeri harekâün merkezi hü-kümet için yaratmış olduğu güçlüklere değiniyor; Şeyhülislâm, bu harekâtı yadsımak için bir basın bildirisi yayımlanmasını öneriyor, ama İzzet Paşa söze karışarak, buna gerek olmadığını, çünkü Bağlaşıkların, hükümetin bu konu¬daki tutumunu bildiklerini söylüyordu. Uzun tarüşmadan sonra, Bağlaşık Devletlere gizlice gönderilmek üzere bir nota hazırlanması karara bağlanı¬yordu. Bu notada, merkezi hükümetin Anadolu akımına karşı olan tutumu açıklanacak ve Anadolu'yla yapılacak görüşmelerde kesin bir karara varılma¬dan önce, Anadolu yönetimine bu konuda bir öneride bulunulamayacağı; ancak, barış koşullarının uygulanacağı konusunda güvence verileceği kayde¬diliyor; notayı hazırlaması için Sefa Bey'e yetki veriliyordu.
Kabinenin 14 Kasım günkü oturumunda, İzzet Paşa, Hüsnü Bey'in bir gün önce Ankara'dan dönerek, irtibat subayının son raporunu birlikte ge-tirdiğini açıklıyordu. Bu rapora göre, Ankara yönetimi görüşlerinde direni-yor; görüşme yerini merkezi hükümetin seçeneğine bırakıyordu. İrtibat su-bayı, Mustafa Kemal ve Muhtar Bey'le yapmış olduğu görüşmelerde, merkezi hükümet delegasyonunun başkanlığına İzzet Paşa'nın atanmasının iyi bir iz¬lenim yaratacağını öğreniyordu.
Kabinede yapılan görüşmelerde, İzzet Paşa, kendi kişiliğine karşı kimi yabancı çevrelerde yapılan taruşmalar ve çıkarılan güçlüklerle vakit harcan-dığını öne sürerek kınamalarda bulunuyor; merkezi hükümetin, Sevr Ant-laşmasının uygulanmasında değişkilikler yapılacağı konusunda herhangi bir söz veya güvence sağlayamadığı gibi, kurulun gönderilmesinde de zorluklar çıkarıldığını öne sürerek görevden bile çekilmeyi öneriyordu. Bunun üze-rine Salih Paşa, tüm kabinenin görevden çekileceğini söylüyor, ama Tevfık Paşa söze karışarak, o bunalımlı evrede görevden çekilmekten söz edilme-mesini salık veriyordu. Bundan sonra, kurulun gönderilmesine engel olu-nursa, seçenekler üzerinde duruluyor; Ankara delegasyonunun İstanbul'a çağrılması; ayrıca, Bursa veya İzmit’te görüşme yapılması düşünülüyordu[67].
18 Kasım tarihli İstihbarat raporuna göre, merkezi hükümetin, gerek resmi gerekse yarı-resmi olarak Ankara ile yazışuğını ve Ulusçuların İstanbul¬'dan Ankara'ya resmi bir kurul gönderilmesini kabullendiklerini kaydedi¬yordu. Kabine, bu kurulun kimlerden oluşacağı konusunu tartışmayı sürdü¬rüyor ve Padişahın izni alınırsa, şehzadelerden birini de kurulla birlikte göndermeyi tasarlıyordu. Ancak, Padişahın, bu fırsattan yararlanabilecek Ulusçuların Anadolu'da karşıcıl bir halifelik veya sultanlık kurmaları olasılı¬ğından kaygılanarak bir prens gönderilmesine karşı çıkacağı tahmin edili¬yordu[68].
27 Kasım tarihli İstihbarat raporu, bu sıralarda İstanbul'dan Ankara'ya gönderilmiş olan Neşet Bey'in Mustafa Kemal'ce iyi karşılandığını, ama öz-gürce görüşmesine Büyük Millet Meclisi üyeleri ve öteki öğelerce engel olunduğunu iddia ediyor, şöyle diyordu.
'Mustafa Kemal, iki önemli nedenden ötürü merkezi hükü¬metle görüşmekten yanadır: 1. Ulusçu akımın, son günlerde Bolşe- viklerce Doğuda bir askeri gücün komutasına atanmış olan Enver Paşa'nm önderliği altında, İttihat ve Terakkicilerin etkisi altına girmiş olması; 2. Bolşevizmin Anadolu'ya yayılması kaygısı. Neşet Bey, Bağlaşıkların Sevr Anlaşmasında değişiklikler yapmaları ümi¬dinin var olduğunu öne sürmüş, ama Mustafa Kemal'i inandıra- mamıştır"[69].
İzzet Paşa, 22 Kasım'da yapılan kabine toplanüsında, Büyük Millet Mec- lisi’nin görüşlerinin, merkezi hükümetle Ankara arasında yapılmış olan te¬maslarda belirlendiğini; dolayısıyla, hükümetin ancak şu iki almaşı (şıkkı) iz¬leyebileceğini açıklıyordu: kabine üyeleri, Ulusçuların öne sürmüş oldukları koşulların ışığı alünda, yapılacak görüşmelerde kesin bir sonuca varılamaya¬cağı görüşünde ise, hükümet ya ivedilikle görevden çekilmeli veya Ulusçula¬rın koşullarını kısmen değiştirme olasılığı varsa, onlarla bir anlaşmaya vara¬bilmek için ivedilikle bir delegasyon göndermeli idi. Kendisi, onların öne sürmüş oldukları koşullarda bir uzlaşmaya varılamayacağı görüşünde olma¬makla birlikte, bu koşulların kimi açılardan abarulmış olduklarını sanıyordu. Ona göre, son olayların yaratmış olduğu siyasi durum gözönünde tutularak, Bağlaşık Devletlerin, Ulusçuların koşullarına karşı tutumlarının ne olacağı konusunda hükümet kesin olarak aydınlatılmalıydı. Bunun üzerine yapılan uzun bir taruşmadan sonra, Dışişleri Bakanının, Bağlaşık Devletler temsilci¬lerine bir nota göndererek, onlardan, Yakın Doğu'da barış ve sükûn adına bu konuda görüşlerinin ne olduğunu saptaması kararı alınıyordu[70].
25 Kasım'da yapılan kabine toplanusında, İzzet Paşa, Anadolu'ya gönde¬rilecek olan kurulun seyahatini güvence altına almakla uğraştığını ve yapıla¬cak görüşmeler konusunda Bağlaşık Devletlerin tutumu öğrenilince, kuru¬lun ivedilikle yola çıkmasına itiraz olmadığını açıklıyor; görüşmeler konu¬sunda bizzat kendisiyle Savunma ve Donanma Bakanlarıyla Danıştay başkanının hazırlamış olduğu yönergelerin onaylanarak Padişahın onayına su¬nulmasını öneriyordu. Dışişleri Bakanı, Bağlaşık Devletlerden o gün yanıt geleceğini; dolayısıyla, yönergelerin Padişahın onayına sunulmasının yanıtın geleceği vakte kadar ertelenmesini salık veriyor; önerisi kabul ediliyordu.
Kabinenin 27 Kasım günkü oturumunda, Dışişleri Bakanı Sefa Bey, kendi Bakanlığından yetenekli bir yetkilinin de kurula eşlik etmesini öneri-yor; bunun üzerine kabine, Bern eski büyükelçisi Cevat Bey'le Dışişleri Ba-kanlığı hukuk danışmanı Münir Bey'in kurula eşlik etmesini onaylıyordu. Aynı toplanüda, Zeki Paşa'nın sağlık nedeniyle kurula katılamayacağı açıkla-nıyor; kurulun şu kişilerden oluşması karar altına alınıyordu: Başkan, İçişleri Bakanı İzzet Paşa, üyeler: Ticaret Bakanı Hüseyin Kâzım, Cevat Bey, Münir Bey ve Fatin Hoca.
Yine aynı toplantıda, Sefa Bey, dış durum hakkında kabineye bilgi veri-yor; o sıralarda, Londra’da Bağlaşıklar arasında yapılmakta olan konferansın önemine değinerek, bu konferans nedeniyle, İstanbul'daki yüksek komiser¬lerin, Sevr Antlaşmasında değişiklikler yapılması konusunda Bağlaşıklara gönderilmiş olan notaya yanıt vermeyeceklerini; dolayısıyla, durum açıkla- nana kadar, kurulun Anadolu'ya gidişinin birkaç gün ertelenmesini öneri¬yordu. Mustafa Arif, Londra'ya bir diplomatik temsilci gönderilmesini; bu olanaksızsa, bu görevin, o sırada Avrupa'da bulunan birisine verilmesini salık veriyordu. Kabine, bu öneriyi kabulleniyor ve İzzet Paşa'ya bu konuda Bağla¬şık yüksek komiserlerinin görüşünü alması için yetki veriliyordu. Ayrıca, Sefa Bey'le Danıştay başkanı ve Ticaret Bakanına, Avrupa'ya kimin gönderilmesi ve ona verilecek yönergeler konusunda danışmalarda bulunmaları yetkisi ve¬riliyordu[71].
GALİP KEMALİ'NİN RAPORU
Bir süreden beri Roma'da bulunan Galip Kemali (Söylemezoğlu) İstan-bul'a dönüyor ve Anadolu'ya gönderilmesi tasarlanan kurulu da ilgilendiren gizli bir raporu kabineye sunuyordu. Bir sureti İngiliz İstihbarat Servisi'nin eline geçen bu rapora göre, Galip Kemali, 1920 yılı Nisan ayından beri Ulus-çuları Roma'da resmen temsil ettğini kabulleniyor; Fransa ile İtalya'nın Sevr Antlaşmasından memnun kalmadıklarını, ama kendi başlarına eyleme ge-çemediklerini; İstanbul ile Ankara arasında birlik kurulabilirse, her iki dev-letin de, barış koşullarının iyi niyede uygulanmaları konusunda, kendi güç-leri içinde her desteği vermeye hazır olduklarını vurguluyordu[72].
İngiliz İsihbarat raporlarına göre, Galip Kemali, 8 Aralık 1920 dolayla-rında, İstanbul yönetiminin kendisine vermiş olduğu özel bir görevle Roma- 'ya dönüyordu. Ona verilmiş olan yönergeler şöyleydi: 'Hükümet adına, ama gayrı-resmi olarak ve kimi İtalyan yetkililerle olan ilişkileri de gözönünde tu¬tarak, Roma'ya dönmelidir. Onun masrafları, Dışişleri Bakanhğı'nın örtülü ödeneklerinden karşılanmalıdır. Ankara'daki İstanbul kurulu dönünceye dek Roma'da kalmalıdır. Ondan sonra onun görevi, hükümetin kararıyla ya sona ermeli veya uzaulmalıdır. Roma'da, İtalyan siyasi kişileriyle sürekli ola¬rak temaslarda blunmalı ve onlara şunları anlatmalıdır: 1. Türkiye, İtalya'nın o güne dek sağlamış olduğu yardımlardan ötürü minnettardır. 2. Türkiye'nin o sırada İtalya'nın desteğine daha çok gereksinimi vardır. 3. Hükümet, Türkiye'deki ikiliği (bölünmüşlüğü) ortadan kaldırmak için, İtalya'nın da önerisi üzerine, elinden geleni yapmaktadır; ancak adil olmayan Sevr Ant¬laşmasının kaldırılacağına dair güvence verilmezse, bu ikilik ortadan kaldıra- lamaz. 4. Böyle bir güvence verildikten sonra, Osmanlı yönetimi, İtalya hü¬kümetinin veya öteki Bağlaşıkların Doğu'daki siyasal ve ekonomik çıkarlarını koruyucu tüm önerilerini bağlılıkla (sadakada) yerine getirecektir. 5. İtalya'¬nın Sevr Antiaşmasıyla belirlenen Anadolu'daki durumunu Osmanlı hükü¬meti kabul etmiştir ve hükümet, Türk haklarını güvence altına alan bir barış yapıldıktan sonra, İtalya ile daha kimi antlaşmalar imzalamaya hazırdır. 6. İtalya hükümeti Osmanlı yönetimine her tür maddi ve manevi desteği sağla¬yacaktır.' Galip Kemaliye İtalyanların ne gibi ekonomik ve mali yardım sağ¬layabileceklerini ve bunlara ilişkin koşullan ivedilikle öğrenerek Osmanlı Dı¬şişleri Bakanlığına bildirmesi ve İtalyan resmi ve siyasi kişileri üzerinde etki¬sini kullanması buyruluyordu[73].
MUSTAFA KEMAL - AHMET İZZET GÖRÜŞMESİ
İstanbul kabinesinin 1 Aralık 1920 günkü oturumunda, Dışişleri Bakanı Sefa bey, İstanbul kurulunun Ankara'ya gönderilmesine Bağlaşıkların karşı çıkmadıklarını açıklıyor; İzzet Paşa ise, Mustafa Kemal'den almış olduğu 29 Kasım 1920 tarihli bir yazıyı okuyordu. Bu yazıda, Büyük Millet Meclisi'nin, İstanbul kurulunu kabule hazır olduğu, ancak, kurulun ayrılış tarihi ve kurul mensuplarının adlarının bildirilmesi rica ediliyordu. İzzet ve Salih Paşaların da kurula katılmaları yararlı görülüyor; Salih Paşa, kurula kaülmaya dilekli olduğunu açıklıyordu.
Aynı günün akşamında, Sadrazamın ikametgâhında yapılan toplanuya kaülan tüm kurul üyelerine şu yönergeler veriliyordu: 1. Kurulun başlıca amacı, merkezi hükümetin tüm ulusu yeterince temsil edebilerek, üstlenil-miş bulunan yükümlülükleri yerine getireceğine dair tatmin edici güvence verebilmesi için Ulusçuların merkezi hükümete biaünı sağlamalı; yönetim-deki ikiliği ortadan kaldırmak için üstün çabalarda bulunulmalıdır. 2. Kurul, Ulusçuların son koşullarını saptamalıdır. 3. Alınacak yanıdar ivedilikle mer-kezi hükümete gönderilmeli ve herhangi bir sorumluluk altına girmeden önce hükümetten yeni yönergeler beklenmelidir. 4. Merkezi hükümet, barış kesinleşinceye dek ulusal güçlerin dağıülmasını dilememektedir; ancak Bağ¬laşık Devletlerle yapılacak görüşmeler sırasında hükümetin siyasasına karşı hiçbir davranışta bulunulmamah ve bu konuda güvence sağlanmalıdır. 5. Ulusçularla daha sonra anlaşmazlık çıkmasını önlemek için, Bağlaşıklarla yapılacak görüşmeler konusunda bir proje hazırlanmalıdır. 6. Genel bir an¬laşmaya varıldıktan sonra, öteki ayrıntıları bir karara bğlamak amacıyla Ulus¬çuların da katılacağı özel bir komisyon kurulmalıdır. 7. Yerel yönetim, gere¬kirse, Ulusçuları kapsayacak genel af ilân edecektir. 8. Hükümet, anlaşmaya varıldıktan sonra kurulacak Ulusal Kurultay (Assamble)'ın kabulleneceği yü¬kümlülükleri onaylamaya söz verir. 9. Hükümet, Ulusçuların son eylemleri¬nin sağlamış olduğu yararlardan faydalanmaya çalışacakür'. Tüm bu yöner¬geler İngiliz İstihbarat Servisi'nin eline geçiyordu[74].
Bu sırada, İngiliz İstihbarat Servisi, Anadolu'ya gönderilmesi kararlaştı-rılmış olan Ahmet İzzet Paşa kuruluyla yakından ilgilenmeye başlıyordu. Bu kurul henüz yola çıkmadan başarısızlıkla karşılaşıyordu, çünkü Kemalisderi, Sevr Antlaşmasını kabule inandıramayacağı tahmin ediliyordu[75]. Durum bu iken, kendisini Türkiye'nin birleştiricisi, belki geleceğin Sadrazamı olarak gören İzzet Paşa herşeyi şansa bırakarak, Donanma Bakanı Salih Paşa, Tarım ve Ticaret Bakanı Hüseyin Kâzım, ulemadan Rasathane müdürü Hoca Fatin Efendi, Bern büyükelçisi Cevat Bey ve Babıali hukuk danışmanı Münir Bey'le birlikte, 3 Aralık 1920'de, bir kararsızlık ve kuşku havası içinde, İstanbul'dan Anadolu'ya hareket ediyordu[76].
İzzet Paşa'nın Babıali'ye 11 Aralık 1920'de gönderdiği ve İstanbul'a 16 Aralık'ta ulaşan telyazısı, Osmanlı kabinesinin 18 Aralık günkü toplanusında uzun tarüşmalara yol açıyordu. İzzet Paşa, bu telyazısında, Ulusçu önderlerle yapmış olduğu görüşmeleri etraflıca anlatıyor; Ulusçuların, var olan sorum¬lulukları konusunda gönderilmiş olan kimi telyazılarına yanıt alınmadan görüşmelere başlanamayacağını kendisine bildirdiklerini kaydediyordu. İngi¬liz İstihbarat Servisine göre, Ulusçuların Dışişleri Bakın Muhtar Bey, Büyük Millet Meclisi gizli oturumlarından birinde yapmış olduğu konuşmada, mer¬kezi hükümetin kuruluyla görüşmelere başlamadan önce (kurul kimi güven¬celer sağlayamadığı için) bu görüşmeler konusunda Moskova'nın görüşleri¬nin sağlanması gerektğini; Büyük Millet Meclisi yönetiminin Sovyet yöneti¬mine bir yazı gönderdiğini; görüşmelere ancak bir yanıt aldıktan sonra baş¬lanabileceğini; tüm gelişmeler hakkında Büyük Millet Meclisi'ne bilgi verile¬ceğini; bir anlaşma olursa, bunun, Meclisin onayına sunulacağını açıkla¬mıştı[77].
Aynı İstihbarat raporuna göre, Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçeririe 7 Ara-lık 1920'de Ankara'dan gönderilmiş olan yazıda, Ulusçuların üsdenmelerini yerine getirmeye kararlı oldukları; ancak, onurlu bir barış yapabilecekleri sonucuna varırlarsa, merkezi hükümetin önerilerini görüşecekleri; Ulusçular bu görüşmelere büyük önem vermekle birlikte, Sovyet Rusya ile olan ortak çıkarlarını koruyabilmek için gerekli siyasa konusunda Sovyet yöneüminin görüşlerinin de saptanmasının önemi belirtiliyordu[78].
İzzet Paşa'nın İstanbul yönetimine göndermiş olduğu 11 Aralık tarihli telyazısı, 18 Aralık'ta kabinede görüşülüyor; Sadrazam Tevfik Paşa, bu telya¬zısının içeriğinin, hükümete, bu konuda herhangi bir karar alacak kadar ay¬rıntılı olmadığını belirtiyordu. Danıştay başkanı ve İçişleri Bakan vekili Mus¬tafa Arif, Ulusçuların, İzmir savaş kesiminde başarı sağlanır umuduyla ve söz¬leşme imzalamış oldukları devletin (Sovyet Rusya) görüşlerini sağlamak amacıyla, İstanbul kuruluyla müzakereleri geciktirdikleri iddiasında bulunu¬yordu.
Tevfik Paşa, İzzet Paşa'ya bir telyazısı gönderilerek, yukarıda belirtilmiş olan hususların yinelenmesini ve ona, Bağlaşık temsilcilerin, görüşmelerin sonucunu sabırsızlıkla beklediklerini bildirerek görüşmeleri daha sür'ade yapmaya uyarmayı öneriyordu. Yapılan taruşma sonunda, birkaç gün daha beklenilmesi ve İzzet Paşa'dan bir telyazısı gelmezse veya gelecek telyazısı is¬tenen ayrıntıları vermezse, ona yeniden bir telyazısı gönderilmesi karar al¬tına alınıyordu.
Kabine, 19 Aralık günkü oturumunda, İzzet Paşa'nın Yüzbaşı Kadri Bey eliyle göndermiş olduğu 13 ve 14 Aralık tarihli iki telyazısını inceliyordu. İz-zet Paşa, birinci telyazısında, Ulusçu önderlerle 12 Aralık'ta yapmış olduğu görüşmede, Ulusçuların kurula yazılı olarak vermiş oldukları ve hangi koşul-lara göre anlaşma yapabileceklerini açıklayan koşulları sunuyordu. İngiliz İs-tihbaratının iddiasına göre bu koşullar şunlardı: 1. Ulusçulara karşıcıl fetva ile askeri mahkemenin kararları kaldırılmalı; 2. İstanbul ve Ankara yönetim-lerince alınmış olan tüm önlemleri yeniden gözden geçirmek ve bu önlem-lerin sürdürülmesi konusunu incelemek üzere, Mebusan Meclisi, en erken vakitte, toplanüya çağrılmalı; 3. Ulusçularla ilişkileri olması nedeniyle, İstan-bul yönetimince takibata uğramış olanlar tazmin edilmeli 4. Sevr Antlaşma- sının, Ulusçuların istemleri doğrultusunda değiştirileceğine dair Bağlaşık hükümetlerden güvence sağlanmalı; bu arada, Ulusçular, düşmanca her-hangi bir davranıştan vazgeçecekler; 5. Sevr Antlaşması, Büyük Millet Meclisi nin dilediği şu biçimde değiştirilmelidir: (a) Bağlaşıklar nüfusun çoğunluğu Türk olan bölgelerde Türk bağımsızlığını tümüyle tanımak ilkesini ve bu konudaki anlaşmazlıkları uluslararası bir hakem hey'etine sunmayı kabullenmeli; (b) İzmir ve Trakya üzerindeki haklar, böyle bir ha-kem hey'etine sunulmadan bir karara bağlanmalı; (c) etnografik ve öteki so¬runları incelemesi için hakem hey'etine müddet ayırmalı; (d) Trakya ve Anadolu'da Yunanlılarca işgal edilmiş olan yerler ivedilikle boşalulmalı; Türk olmayan azınlıkların var oldukları yerlerin yönetim biçimleri saptanmalı ve onların haklarını koruyacak karma bir komisyon kurulmalı; Yunanlılar çe-kildikten sonra, Bağlaşıkların o yerlerdeki hakları güvence aluna alınmalı; (e) Mali denetimle ilgili hükümler, Osmanlı yönetiminin onur ve bağımsız-lığına uygun biçimde değiştirilmeli; Osmanlı Mebusan Meclisi'nin, bütçenin hazırlanması ve onaylanmasındaki hakları hudutsuz olmalı; (f) Uluscularca kabul edilmiş olan Boğazların yansızlığı, Osmanlı yönetiminin egemen ba- ğımsızhğyla çelişmeyecek biçimde uygulanmalı; 6. Hükümet, seçtiği her-hangi bir hükümetle siyasal ve ekonomik ilişkiler kurmada özgür olmalı; 7. Osmanlı hükümeti, toprak bütünlüğü sürecinde, Sovyet yönetimine ve Asya¬'daki komşu cumhuriyedere karşı iyi niyedi yansızlık uygulamalı ve Ankara yönedmi, üsdenmiş olduğu yükümlülükleri, o devlederin de rızasıyla yeni¬den gözden geçirmede özgür olmalı; 8. Ankara yöneümince imzalanmış veya imzalanmak üzere olan andaşmalar revizyona tabi tutulmamalı; 9. Sevr Ant¬laşmasının askeri maddeleri, savunma açısından gerekdği gibi değişdrilmeli; 10. Halifeliğin, tüm İslâm ülkelerindeki Müslümanların koruyucusu sıfauyla manevi statüsü, Suriye ve Irak halklarının Halifelikle olan ilişkilerini sür¬dürme hakkı isüsnasız olarak tanınmalı; 11. Bu önerilere bir ay içinde yanıt verilmeli'[79].
İzzet Paşa, telyazısında, bu denli önerileri görüşebilmesi için İstanbul kuruluna yeterince yetki verilmemiş olduğunu; dolayısıyla, bu önerileri hü-kümete göndererek yeni yönerge isteminde bulunacağını bildirmişd. 14 Ara¬lık tarihli telyazısında ise, Celâletün Arifle yapmış olduğu görüşme hakkında bilgi veriyordu.
Bu konuda söz alan Sadrazam Tevfık Paşa, Ulusçular, koşullarını değiş-tirmezlerse, kurulun İstanbul'a geri çağrılacağını ve o zaman, hükümetin, politikasını değiştirmek veya görevden çekilmek konularında karar vermek zorunda kalacağını açıklıyordu. Öteki Bakanlar, Ulusçuların bu denli 'abar-tılmış' koşullar öne sürmüş olmalarından ötürü üzüntülerini beyan ediyor-lardı. Adalet Bakanı Arif Hikmet Paşa, hükümetin son görüşlerinin Ankara-'ya duyurulmasını; bunların, Ankara'ya dönecek olan Kadri Bey aracılığıyla, bir yönerge biçiminde gönderilmesini öneriyordu. Dışişleri ve Savunma Ba-kanlarıyla Danıştay başkanı, Arif Hikmet Paşa'nın görüşlerine katılıyor ve so¬nuçta, kabine, Sefa Bey'le Arif Hikmet Paşa'yı, hükümetin görüşlerini yansı¬tan bir yanıt hazırlamakla görevlendiriyordu.
Hazırlanan yanıt, kabinenin 23 Aralık günkü oturumunda okunuyordu. Yanıt şöyleydi:
'Uluscularca öne sürülmüş olan koşullar, hükümetin Bağlaşık¬larla görüşmelerde bulunmasını sağlayacak başlıca amaca ters düşmektedir. Amaç, hükümete, Bağlaşıklarla tüm ulus adına gö¬rüşmelerde bulunmaya yönelikti; ancak, Ankara'da halâ sürmekte olan mentalite, görüşmelerin esasını ortadan kaldırabilir. Bağlaşık¬lar, Yakın Doğu 'daki karışıklığı ortadan kaldırmaya ve kendi çıkar¬larını korumaya azimlidirler; dolayısıyla, bu fırsatı harcamak ülkeye karşı bir suçtur. İyi duygularla davranan devletlerin bile, savaş ön¬cesindeki duruma dönülmesine izin vermeyecekleri ve Ulusçuların koşullarına göre yapılacak herhangi bir görüşmenin başarılı ola¬mayacağı Kemalisdere anlatılmalıdır. Merkezi hükümetin, Ulusçu¬ların koşullarını kabule güçleri yoktur; ancak, o koşullar, sadece Trakya, İzmir ve Adana'yı; ayrıca herhangi bir saldırıya karşı sa-vunmayı ilgilendiriyorsa, Bağlaşıklarla bu konularda görüşülebile-ceği Ulusçulara anlatılmalıdır. İç işleri ilgilendiren konularda Ulusçuların önerileri merkezi hükümetçe kabul edilebilir'.
Kabine, hazırlanmış olan bu yamü onaylıyor; ama, Şeyhülislamın önerisi üzerine şu madde ekleniyordu: 'Şimdiki yararlı fırsat yitirilirse, bundan büs-bütün Ulusçular sorumlu olacakur'[80].
Bu sırada, İzzet Paşa'yla yapılan yazışmalar, Ankara ile İstanbul arasında bir anlaşmaya yarılamadığını kanıtlıyordu. İstanbul'daki yeni İngiliz yüksek komiseri Sir Horace Rumbold da, Lord Curzon'a 31 Aralık 1920'de gönder¬diği gizli yazıda şöyle diyordu: 'Yılın sonunda, Türk hükümeti kendisini daha güç bir durumda buluyor... Mustafa Kemal'e gönderilmiş olan kurulun, Ulusçuların inatçı tutumu yüzünden başarısızlığa uğramış olduğu şimdi ke¬sinleşmiştir'[81]. Yine Rumbold'un Curzon'a 29 Aralık'ta bildirdiğine göre, Sadrazam, İstanbul'daki Fransız yüksek komiseriyle görüşürken, Ankara'daki kurulu İstanbul'a dönmeye çağırdığını açıklamışa[82].
1 Ocak 1921 tarihli İstihbarat raporu, İzzet Paşa ile öteki kurul üyeleri-nin Ulusçulara kauldığına dair yayımlanan bildirinin Anadolu'nun her ya¬nına dağıtıldığını bildiriyor; görüşmelerin pek gizli tutulduğunu kaydediyor; şöyle diyordu: 'Ulusçular, görünürde Bolşevikleri gücendirmemek için, İs¬tanbul yönetimiyle görüşmelerde bulunduklarını kabullenmekten kaçınıyor¬lar. İstanbul kurulunun Ankara'yı ziyareti, Bolşeviklere, İzzet'le öteki tanın¬mış Türk öğelerin Anadolu'ya kaçışı ve ustaca oynanmış bir oyun olarak izah edilmiştir'[83]. Ancak, İstanbul'daki İngiliz yüksek komiseri Sir Horace Rum-bold, Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a 19 Ocak 1921’de gönderdiği kapalı tel-yazısında, İzzet Paşa kurulunun Ankara'da tutsak olarak tutulduğunu bildiri¬yordu[84].
LONDRA KONFERANSI
Fransa ile İtalya'nın da onayıyla, Doğu Sorunu'nu görüşmek üzere 21 Şubat 1921'de Lonra'da bir konferans düzenlenmesi, 21 Ocak tarihli Paris konferansında karara bağlanıyor; Türkiye ile Yunanistan bu konferansa ka-tılmaya çağrılıyordu. İstanbul'daki Bağlaşık yüksek komiserleri, Londra Kon- feransı'na ilişkin olarak, 26 Ocak'ta Tevfık Paşa'ya ortak bir çağrı gönderir göndermez,[85] Osmanlı Sadrazamı çağrıyı ivedilikle kabulleniyor; Osmanh kuruluna katılmak üzere, yetkili bir kurul göndermesi için derhal Mustafa Kemal'e başvuruyordu[86]. Ulusçuların Londra Konferansı'na ayrı olarak çağ¬rılmamalarına canı sıkılan Mustafa Kemal'le Tevfik Paşa arasında sert bir ya¬zışma ve telefon görüşmesi başlıyor; İngiliz İstihbarat Servisi, bunları yakın¬dan izliyor; en önemli yazışmaları ele geçiriyordu. 22 Şubat 1921 tarihli is¬tihbarat raporu, Mustafa Kemal'in bu davranışını şöyle yorumluyordu:
'Mustafa Kemal, uzun süreden beri tadını tattığı iktidarı gö¬nüllü olarak bırakmayı dilemiyor; Büyük Millet Meclisi ise, Bolşe¬viklere ve İttihatçılara o kadar bağlanmıştır ki, Anadolu 'yu onların pençesinden kurtaramaz. Ankara, muhtemelen, Büyük Millet Mec- lisi'nin tanınması için bir delegasyon gönderiyor; ancak, konfe¬ransta aşın istemler öne sürerek konferansı kesintiye uğratacak¬tır...’[87]
Tevfık Paşanın, Mustafa Kemal'e başvurarak, Ulusçu bir kurulun Lon-dra Konferansı'na kaülmak üzere İstanbul delegasyonuna kaülmasını öner-mesi üzerine, Ulusçu önder, Sadrazama gönderdiği ve İngiliz İstihbaraünın eline geçen telyazısında şu yanıü veriyordu: 'Ankara'daki Büyük Millet Mec¬lisi, ulusun yazgısını eline almış olan tek yasal, bağımsız ve egemen güçtür. Bu meclisin yönetimi, dış konularda ulus adına söz hakkına sahip tek örgüt¬tür. İstanbul'da hiç kimsenin yasal statüsü yoktur; dolayısıyla, kendilerine hükümet adını verenler, ulusun hak ve egemenliğine açıkça karşıturlar. Bu "hükümetin" kendisini yabancılara, ulusun yaşamı konusunda sorumlu söz sahibi olarak göstermesi kabul edilemez. En iyi yöntem, ülke adına söz hak¬kına sahip tek yasal hükümetin Ankara hükümeti olduğunu kabullenmek ve beyan etmektir... BMM hükümeti, tüm ciddiyet ve içtenlikle barış dilemekte¬dir; ancak, ön koşul olarak Türklerin ulusal hakları tanınmalıdır. Bu haklar onaylanınca, BMM hükümeti, herhangi bir görüşmeye kaulmaya hazır ola- cakur. Bağlaşıklar, Türk sorununu Londra Konferansı’nda adilâne biçimde çözümlemeye karar vermişlerse, bu konuda çağrılarını doğrudan doğruya BMM hükümetine yapmalıdırlar. BMM hükümetinin, yukarıdaki koşullara göre yapılacak herhangi bir çağrıyı iyi niyetle kabulleneceğini bir kez daha belirtiriz'[88].
Bu sırada, Mustafa Kemal'in önerisi üzerine, Dışişleri Bakanı Bekir Sami (Kunduk) 'nın başkanlığında, Osmanlı kurulundan ayrı ve bağımsız bir kurul seçiliyor; resmen çağrılırsa, konferansa kaulmak koşuluyla ve vakit kazanmak için, 6 Şubat'ta Antalya yoluyla Roma'ya gidiyor; orada resmen konferansa çağrıldıklarını İtalya Dışişleri Bakanı Kont Sforza'dan öğrendikten sonra, Londra'ya hareket ediyordu[89].
İSTANBUL'DAKİ MUHALEFETİN EYLEMLERİ
Londra Konferansı günlerinde ve konferanstan hemen sonra, İstanbul'¬daki muhalefet önderleri, Damat Ferit'in Balta Limam'ndaki köşkünde top- lanülar yapıyor, ama kesin kararlar alamıyordu. 3 Mart 1921 tarihli İngiliz İs¬tihbarat raporuna göre, Tevfık Paşa Londra'da iken Damat Ferit'le yandaş¬ları, onu geri getirtmek ve yerine Damat Ferit’i göndermek için eyleme geçi¬yor; onlara bu komplolarında Padişahın 1. mabeyincisi General Ömer Yaver
Paşa ile yaveri Avni Paşa yardımcı oluyorlardı; ama bu düzenlerinde başarı sağlayamıyorlardı.
Bu sırada Ulusçular da, Padişahın, İngiltere ile Hürriyet ve İtilâf Partisi-nin ellerinde güçsüz bir alet olduğunu çevreye yayıyorlardı. Padişah, Tevfık Paşa'nın Londra'da Ulusçu kurulun etkisine pek dayanamayacağı kaygısıyla onun Londra'ya göndrilmesinden epeyi kuşkulanıyordu. Sonra, Ulusçuların o konferansta başarı sağlayarak, Mustafa Kemal'in ikinci özgürlük kahramanı (1. herhalde Enver Paşa) olarak nitelendirilmesinden ve kendi saygınlığının sönmesinden kaygılanıyordu[90].
AHMET İZZET PAŞA KURULU İSTANBUL'A DÖNÜYOR
7 Nisan 1921 tarihli İngiliz gizli İstihbarat raporuna göre, Ahmet İzzet Paşa kurulunun 19 Mart'ta ani ve beklenmedik bir sırada İstanbul'a dönmesi, Osmanlı çevrelerinde çeşitli yorumlara yol açıyordu[91]. Kurul üyelerinden Fatin Efendi nin bir dostuna anlattıkları, bu konuya ilginç ışık serper. İstih¬barat raporunda şöyle deniliyordu:
"Eskiden ılımlı görüşlere sahip olan Fatin Efendi, azılı Pan-Is- lâmcıların etkisi altına girmiştir. Kurulun dönüşünün gerçek ne¬deninin, Padişahın, Mustafa Kemal'in hazırlamış olduğu ve 31 Ocak'ta Tevfik Paşa'ya telyazısıyla gönderdiği koşulları destekleme¬sini sağlamak olduğunu itiraf etmiştir. ”[92]
Bu koşullar şöyleydi: "1. Padişahça yayımlanacak bir fermanla Büyük Mil¬let Meclisi'nin Türkiye'nin tek ve egemen yönetimi olduğu tanınmalı; 2. Pa¬dişah, yaşamını İstanbul'da sürdürmeli, ama hükümet Ankara'da üslenmeli; Padişahla Ankara arasındaki bağlantı Ulusçular tarafından özelce atanacak bir kurul tarafından sürdürülmeli; 3. Padişah, Ulusçuların bu dileklerini ka¬bullenirse, var olan Meclis dağıülmalı ve genel seçim yapılmalıdır. Yeni Mec¬lis kurucu niteliklere sahip olmalı ve Padişahın ayrıcalık haklarını ivedilikle kaldırmalıdır; 4. Yeni Meclis, Avrupa'daki Ulusçular tarafından o sırada veya ileride yapılacak herhangi bir anlaşmayı reddetmeli."(!)
Rapor şöyle sona eriyordu: 'Bu planlar, Bolşeviklerle sıkı ilişkileri olan Ulusçu önderler tarafından hazırlanmışür; ancak, Fatin Efendi, Ulusçu ön-derlerin, Bolşevizm ilkelerini desteklemeye zerre kadar niyedi olmadıklarını bildirmiştir'[93].
LONDRA KONFERANSI VE TÜRK KURULLARI
Bu sırada, 21 Şubat ile 10 Mart 1921 tarihleri arasında yapılan Londra Konferansı'nda bir sonuca yanlamıyor, İstanbul ve Ankara delegeleri yurda dönüyordu. 21 Nisan tarihli İngiliz İstihbarat raporuna göre, 14 Nisan'da İs-tanbul'a dönen Tevfık Paşa, 15 Nisan'da huzura kabul edilerek, Padişaha, Londra'daki görüşmeler sırasında uygulamış olduğu yöntem hakkında aynn- tılı bilgi veriyordu[94]. Onun anlattığına göre, konferansın ilk oturumunun öngününde hasta olduğu için Osman Nizami Paşa, M. Briand ve M. Sforza'- nın da önerisi üzerine, Türk çıkarlarının savunulmasını Ulusçu kurula bı¬rakmak zorunda kalmışü. Ancak, Ulusal Güçlerle yapılacak herhangi bir an¬laşma Padişahla yönetimi tarafından onaylanmazsa yasal olmayacağını Fransa ile İngiltere kesinlikle anlamışlardı.
Devleder, İstanbul'la Ankara arasında bir uzlaşma olmasına büyük önem vermiş; bunu sağlamak için Londra, Paris ve Roma'da her iki kurul üzerinde etki kullanmışlardı. Roma'da yapılmış olan görüşmeden sonra şu karar alınmışü: o sıradaki düşmanca davranışlar (Türk-Yunan savaşı) sona erinceye ve Sevr Antlaşması'nın son şeklinin saptanacağı ikinci bir konferans düzen¬leninceye dek, İstanbul hükümeti, var olan şeklini korumakla birlikte, Ulusçu yönetime karşı düşmanca davranmayacak; ona karşı olumlu bir poli¬tika izleyecekti. İstanbul hükümeti bu denli bir politika izlediği sürece, An¬kara, merkezi hükümete karşı düşmanca bir davranıştan ve kışkırtmadan ka¬çınacak; İstanbul'la olağan içinde ilişkilerini sürdürecek ve özellikle yeni konferans toplantıya çağrıldığında, merkezi hükümetle işbirliği yaparak, bu amaç için ortam hazırlayacakü. Bu koşullar her iki kurulca kabul edilmişti. Tevfik Paşa, Londra'daki eylemlerini Padişah onaylamazsa, görevden çekil¬meye hazır olduğunu açıklıyordu. Padişah, ona güveni olduğunu, ama Ana¬dolu'daki karşıcıl akımdan kaygılı olduğunu belirtiyor; Tevfik Paşa onu yatıştırmaya çalışıyordu[95].
Bu sırada Ulusçular Yunanlılara karşı 2. İnönü zaferini kazanıyor; ama Yunanlılara el altından yardımcı olan İngilizlerle aralan pek açılıyor, İstan¬bul yönetimi bu gelişmeler önünde korkuya kapılıyordu. 22 Haziran 1921 ta¬rihli İngiliz İstihbarat raporunun 'oldukça güvenilir bir kaynaktan' sağlamış olduğu habere göre, 2 Haziran'da oturum yapan ve Sadrazamla, Ali Rıza Paşa, Sefa Bey ve Mustafa Ariften oluşan kabine, İngiltere'nin Türkiye'ye karşı düşmanca davranışları konusunda, Londra'daki Osmanlı temsilcisi Mustafa Reşit Paşa'dan almış olduğu bir telyazısını inceliyordu. Bu telyazı-sında, Ankara yöneüminin, İngiltere'ye karşı uyguladığı 'aşın politika' ve bu-nun yol açacağı 'ciddi sonuçlar'dan söz ediliyordu. Reşit Paşa, İngiltere'nin Türkiye'ye karşı uyguladığı politikada Türkiye aleyhine değişiklikler yapması olasılığına değiniyor ve tutumunu değiştirmesi için Ankara yönetimi üze-rinde baskı kullanılmasını öneriyordu.
Bu konuda kabinede yapılmış olan uzun tarüşmalardan sonra, Sefa Bey- 'in, Mustafa Kemal'e hükümet adına gizli bir yazı göndererek, onun dikka¬tini şu noktalara çekmesi karar altına alınıyordu: (Kısaca): 'Çeşitli kaynak¬lardan sağlanmış olan bilgiye göre, son günlerde BMM yönetimi, Bağlaşık¬lara ve özellikle İngiltere'ye karşı kimi önlemler almak kararını vermiştir; ör¬neğin, İngiliz bandıralı gemilere, Ulusçu yönetimin denetimi altındaki li¬manlara girme izni verilmiyor; İngiliz uyruklu kişilerin kimi ayrıcalık hakları kaldırılmışur; özgür bırakılması gereken İngiliz tutsaklar[96] halâ özgür bırakılmamışür, v.s.
'Anadolu, Yunan işgaline karşı büyük bir savaşım vermektedir; ama ba-şarı, yalnız askeri bir utkuya değli, aynı zamanda sağlanacak, siyasi dostluk ve desteğe dayanır. Diplomasi kurallarının biri de, önemli konularda başarı sağ¬lamak için, ikinci derecede önemli konularda özveride bulunmakür. Ne ka¬dar üzücüdür ki, bir süreden beri Ankara durumun ciddiyetini tümüyle anlayamamışür. Ankara yönetiminin üyeleri, ücrada yalnız bırakıldıkları için, genel ve siyasi durumu ve uyguladıkları politikanın geniş ölçüdeki etkilerini anlayamıyorlar. (Osmanlı) Dışişleri Bakanı'nın güvenilir kaynaklardan öğ-renmiş olduğuna göre, İngiltere hükümeti, Ankara yönetiminin tutumuna karşı ilgisiz değildir ve misilleme davranışlarında bulunabilir. İngiltere, yan-sızlığını bir yana bırakarak Yunanistan'ı destekleyebilir. Bu olursa, İstanbul'la Boğazlar, Yunanistan'ın tehdidi altına girebilir. Osmanlı yönetimi, ulusun yüksek çıkarları adına, BMM ve Ankara yönetimi önderlerinin yurtsever ve insani duygularına başvurarak, onları, yukarıda belirtilmiş olan aşırı ve man¬tık dışı önlemleri kaldırmaya çağırır. Bu denli önlemler yararlı olmamakla birlikte, oldukça ciddi ve üzücü sonuçlara yol açabilir ve bunun da sorumlu¬luğu büsbütün Ankara yönetimine ait olacakur.' İngiliz İstihbarat Servisi ra¬porunun ekine geçirilmiş olan bu uyan, 4 Haziran'da Anadolu'ya duyurulu¬yordu[97].
12 Haziran'da Tevfik Paşa kabinesinde aceleyle değişiklikler yapılıyor; yeni kabinede Şeyhülislâmlığa Nuri Efendi, Dışişleri Bakanlığına Ahmet İzzet Paşa, İçişleri ve Bayındırlık Bakanhklanna Ali Rıza Paşa, Savunma (Savaş) Bakanlığına Ziya Paşa, Donanma Bakanlığına yine Salih Paşa, Danıştay Baş¬kanlığı ve vekâleten Eğitim Bakanlığına Mustafa Arif, Maliye Bakanlığına ve¬kâleten Hüseyin Kâzım, Adalet bakanlığına Arif Hikmet Paşa ve Ticaret ve Tarım Bakanlığına Sefa Bey getiriliyordu[98].
İstanbul'daki İngiliz yüksek komiser vekili Frank Rattigan'ın 14 Haziran-'da İngiltere Dışişleri Bakanlığına bildirdiğine göre, son gelişmeler (İngiltere ile Kemalistler arasındaki ilişkilerin kötüye gitmesi) ve Bağlaşıkların, özel-likle İngiltere’nin Yunanlılara yardımda bulunması olasılığı, herhalde kabi-nede değişiklik yapılmasına neden oluşturmuştu. Yalnız Reşit Bey kabineden ayrılmıştı. Sadrazam Tevfik Paşa, İzzet ve Salih PaŞalan kabineye katılmaya inandırmayı sonuçta başarmış oluyordu. Her ikisinin de oldukça cılız bir yö¬netime güç sağlayacağına inanılıyordu. Padişah da, İzzet Paşa'dan pek hoş- lanmamakla birlikte, ikisinin de kabineye atanmalarını onaylıyordu. İzzet Paşa, İçişleri Bakanlığını kabullenmemişti, ama dış işlerde pek deneyi yoktu. Rattigan'a bakılacak olursa, kabinedeki bu değişiklikler, İstanbul yönetimi¬nin politikasında bir değişikliğe yol açmayacaktı[99].
îngilizler, bu sırada, Ulusçuların limanlarını denizden abluka etmeyi ve Yunanlılara yardımda bulunmayı tasarlıyorlardı [100]. İzzet Paşa, İngiliz yüksek komiser vekili Rattigan'a başvurarak, iyi niyetlerini kanıtlamak için Ulusçu¬lara vakit vermek amacıyla, İngiltere'nin Yunanlılara yardım kararım ertele¬mesini sağlamasını diliyor; Ulusçuları 'doğru yola getirmek için' onları etki¬lemek yönünde elinden geleni yaptığını bildiriyordu[101].
9 Temmuz tarihli İstihbarat raporuna göre, İzzet ve Salih Paşalar Anka-ra'dan döneli beri, Tevfik Paşa kabinesi, 21 Haziran'a dek ancak üç kez resmi toplantı yapmıştı ve bu toplanülarda hiçbir önemli karar alınmamışa. İzzet Paşa, Ankara ile İstanbul arasındaki ayrılıkları, hiç olmazsa sathi olarak orta¬dan kaldırır umuduyla Dışişleri Bakanlığına getirilmişti. 24 Haziran'da bir kurye ile Mustafa Kemal'e gönderdiği yazıda, Dışişleri Bakanlığını niçin ka- bullendğini anlatmaya çalışıyordu. Amacının, uzun süren ve her geçen gün ülkeye zararlı olan bunalıma son vermek için yardımda bulunmak olduğunu iddia ediyor; Ankara'yı, tüm davranışlarını, gerçek amaç olarak işgal altın-daki illeri kurtarmaya harcayacağına inandırmaya çalışıyor ve dosduklan ge-rekli olan kimi devlederi gücendirmekle suçluyordu. Babıalinin görüşünce, başlıca amacın ancak Bağlaşıklara karşı sadakatli ve uzlaşıcı bir politika izle-mekle sağlanabileceğini vurguluyor; Ulusçuları, güçlü devlederi gücendire-cek davranışlardan sakınmaya uyarıyordu[102].
YENİ YUNAN SALDIRISI
7 Temmuz 1921'de, Kral Konstantin'in başkanlığında İzmir'de toplanan Yunan Savaş Konseyi, Yiınan ordusunun, Kemalisderi Ankara'ya dek kovala¬yabileceği kararını çoğunlukla kabullendikten dört gün sonra (11 Temmuz’da) yeni Yunan saldırısı İzmir savaş kesiminde başlıyordu[103]. Yunanlılar ilkin başarılı oluyor; Kemalisder, Ankara'yı boşaltarak, başkenti Kayseri'ye taşımak kararını alıyorlardı[104]. İstanbul panik içindeydi[105].
Bu Yunan başarıları, İstanbul'da Ulusçulara karşı olan çevrelerde bir akım yarauyor; bu çevreler, Kemalist ordular yenilirse, bir hükümet darbesi yapmayı tasarlıyorlardı. Bu plan gereğince, Osmanlı kabinesinin Kemalistlere eğilim gösteren kimi üyeleri, Sadrazam Tevfik Paşa ve Dışişleri Bakanı İzzet Paşa ile birlikte tutuklanacak ve Damat Ferit'in başkanlığında, İtilâf Devlederi yanlısı yeni bir yönetim kurulacakü. İstanbul ve Anadolu'daki ‘ılımlıları’ birleştirerek, Bağlaşıklarla adil bir uzlaşmaya varılmasına yardımcı olması umut edilen bu planı Padişahın da onayladığı' bildiriliyordu[106].
4 Ağustos tarihli İngiliz İstihbarat raporunda şu ek bilgi veriliyordu: 'Hükümet darbesi yapmak istiyenler İngiltere'den yardım alamayacaklarını düşünerek, kabineyi düşürmek ve büsbütün İngiliz yandaşı bir grup oluş-turmak ve dahası, İngilizlerden doğrudan doğruya direktif almak için, Da-mat Ferit'in başkanlığı alunda yeni bir örgüt kurmak kararını almışlardır. İs-tanbul'da Ulusçulara karşıcıl subaylardan ve Anadolu'daki güçlü askeri bir-liklerden yararlanmayı planlıyorlar. Bu güçlere herhalde, şimdi İzmit'te bu-lunan Albay Köprülü Kâzım Bey komuta edecektir. Bunları öğrenmiş bulu-nan kabine önleyici önlemler almışür. Ulusçu çevreler, bu muhalefet planı-nın İngilizlerden esinlendiğine inanıyorlar'[107].
Ancak, Ulusçu güçler, Eylül ortalarında Yunanlılara karşı Sakarya zafe¬rini kazanıyor ve tüm Türk düşmanlarını üzüntüye boğuyorlardı. Yunan ye-nilgisinden sonra kimi çevreler, Ulusçularla Yunanlılar arasında arabulucu-luk yapılması görüşünü ortaya aüyorlardı. Bu konuda ilk davranışı İstanbul yönetimi yapıyordu. Padişah, 1 Eylül'de Tevfik Paşa'ya, arabuluculuk ama-cıyla Bağlaşıklara başvurmanın zamanının geldiğine inandığını bildiriyor; Sadrazam, 3 Eylül'de konuyu kabineye sunuyor ve kabine, Anadolu'daki du¬rum hakkında kesin bilgi sağlamak kararını alıyor; Salih Paşa'yı, Bağlaşık Devletlerin ve Kemalistlerin temsilcileriyle görüşmek üzere, Ağustos başla-rında Roma'ya gönderiyordu. Salih Paşa, İtalyan diplomatiarın önerisi üze-rine, Mustafa Kemal'i, arabuluculuk yapmaları için Bağlaşıklara başvurmaya Cami Bey aracılığıyla sürekle uyarıyordu; ama Mustafa Kemal, o sırada bu denli başvurunun Türkiye'nin yararına olmayacağı özürüyle buna yanaşmı-yordu[108].
21 Eylül tarihli İngiliz İstihbarat raporuna göre, 19 Eylül'de yapılmış olan kabine toplanüsında bu konu ele alınıyor; Tevfik Paşa şöyle diyordu: 'Anadolu'daki gerçek askeri durum hakkında pek az bilgimiz vardır; ancak, ne Ulusçular ve ne de Yunanlılar kesin bir savaş kazanmışlardır. Kış geliyor; silâh gücüne dayalı bir çözüm bence söz konusu olamaz. Bir süreden beri, İs¬tanbul'daki Bağlaşık temsilciler arasında barış konusunda sondajda bulun-maktayım. Trakya'nın Yunanistan'a verilmesini desteklerim. Yunanistan'a, Anadolu ivedilikle boşalülmak koşuluyla İzmir ilinde kimi ayrıcalık hakları verilmelidir. Bu konuları kendileriyle görüşmüş olduğum diplomatlar be-nimle ilke olarak aynı görüştedirler. Yine bu konuda Bağlaşıklara yanaşma-mız zamanının geldiğine inanıyorum'.
İzzet, Ali Rıza ve Ziya Paşalar, bu konuda ilk davranışın Ankara'dan gel-mesinin gerektiğini ve Tevfik Paşa'nın bu konudaki tutumunun doğru ol-madığını belirtmişlerdi. Buna epeyi içerleyen Tevfik Paşa şöyle haykırmıştı: 'Ne olursa olsun, ben, Haşmedü Padişah hükümetinin sadrazamıyım. Söyle¬diklerimi yerine getireceğim ve kimseden müdahale istemiyorum'. Kabine üyelerinin yalvarmalarına ve özür dilemelerine karşın, toplanuya son vererek Saraya gidiyordu. Anlaşılan, Tevfik Paşa'nın bu davranışı Padişahça körük- lenmişti, çünkü Saray yeni bir kabine kurulmasından yanaydı. Tevfik Paşa'- nın Hadi Paşa, Ali Rıza Paşa ve eski İçişleri Bakanı Reşit Bey'i de kapsayacak yeni bir kabine kurmaya çalışuğı Saray çevrelerinden bildiriliyordu. Rapor ayrıca şunu not ediyordu: 'Hadi Paşa, Damat Ferit'in yakınlarındandır ve ne pahasına olursa olsun barış yapılmasından yanadır'[109].
Bu sırada, İstanbul yönetimi, Bağlaşıklar ve Yunanistan'la barış görüşme¬lerini başlatmak kararını alıyor; Eylül sonunda, Tevfik Paşa, Bağlaşıklarla Yunanistan'ın bu konudaki tutumları hakkında ivedilikle bilgi sağlamaları için Avrupa'daki Osmanlı temsilcilerine yönerge gönderilmesini buyuruyor; ama İzzet Paşa, sadece Salih Paşa'ya, o sırada bu konuda herhangi bir son¬dajda bulunmamasını yöneriyor; Tevfik Paşa bu yöneriyi iptal ederek Salih Paşa'ya, ona önermiş olduğu biçimde davranmasını emrediyordu. Baskı al¬tında kalan İzzet Paşa, 2 Ekim'de Mustafa Kemal'e gönderdiği telyazısında, onu arabuluculuk konusunda merkezi hükümetle görüşmelerde bulunmak üzere bir kurul veya elçi göndermeye çağırıyordu.
Yine bu sırada kabine, Londra, Roma ve Paris'teki Osmanlı temsilcileri-nin göndermiş oldukları yanıtlan 3 Ekim'de görüşüyordu. Bu yanıdar hiç de yüreklendirici değildi. Bağlaşık yönetimlerden hiç biri, o sırada müdahalede bulunmak konusunu ciddi biçimde görüşmemişti. İtalya yönetimi, Yunanlıla¬rın kabulleneceği 'en ılımlı' koşulların Ulusçular tarafından kabul edileme¬yeceğine inanıyordu. Kabine, İzzet Paşa'nın Avrupa'daki Osmanlı temsilcile¬rine, Bağlaşık yönetimlere başvurarak, Yunanistan'dan, düşmanca davranış¬ları hafifleterek Anadolu'yu boşaltmasını istemeye sevketmeleri kararını alı¬yordu.
İzzet Paşa'nın Mustafa Kemal'e 2 Ekim'de göndermiş olduğu telyazısına Mustafa Kemal 5 Ekim'de yanıt veriyordu. Yanıt özetle şöyleydi: 'Arabulucu¬luk gibi önemli konular İstanbul hükümetinin değil, BMM'nin yetkisindedir. Türk amaçları, İstanbul hükümetinin diplomasisi ile değil, silâhla elde edi¬lebilir'. Bu yanıt kabinede epeyi kaygı yaratıyor ve bundan, BMM'nin uzlaş¬maz olduğu sonucu çıkarılıyordu[110].
Sakarya utkusundan hemen sonra, İstanbul yönetimi arabuluculuk öne¬risini yineleyince, Mustafa Kemal şu yanıtı veriyordu: 'Kahraman Türk or¬dusu zafer kazanmıştır. Yunanlılara ve İtilâf Devletierine şimdi kendi koşulla¬rımızı kabul ettirecek bir durumda bulunuyoruz. Bu koşullara göre Yunanlı¬lar, Trakya ve İzmir'i, İtilaf Devlederi de İstanbul ve Anadolu'yu büsbütün boşal imalıdırlar'[111].
Kabinenin 26 Eylül günkü toplantısında Mustafa Kemal'in yanıtı okun-duktan sonra, İzzet Paşa, Mustafa Kemal'in mesajını onaylıyor, ama kabine¬nin öteki üyeleri bu mesaja gülüyor; kabine, Ankara'nın 'uzlaşmaz olduğunu' saptayarak, arabuluculuğu ertelemek kararını alıyordu. 12 Ekim tarihli İngi¬liz İstihbarat raporu şunları ekliyordu: 'Olaylar, Kemal aleyhine cereyan ederse, kabine, Bağlaşıklar ve Yunanlılarla ayrı barış görüşmelerine başlayacaktır’[112].
İstanbul'daki İngiliz yüksek komiseri Sir Horace Rumbold, Dışişleri Ba-kanı Lord Curzon'a 3 Ekim'de gönderdiği gizli yazıda, Osmanlı kabinesinde, Tevfik Paşa ile İzzet Paşa yandaşlarından oluşan iki grup bulunduğunu; İzzet Paşa'nın 'aşırı Ulusçu görüşleri olduğunu'; Sadrazamın, Reşit Bey'in önerile¬rini iyi karşıladığını; Sakarya ırmağı yakınlarında sağlanmış olan utkudan doğan fırsatın kaçınlmamasına inandığını bildiriyordu. İzzet'in eski Dışişleri Bakanı Sefa Bey'le Savunma Bakanı Ziya Paşa'yı da kapsayan grubu, Yunanlı¬ların, yalnız İzmir'le Trakya'yı değil, işgal alandaki tüm bölgeleri boşaltmaya zorlanması; Yunanistan'ın savaş tazminaü ödemesi ve barış görüşmelerinin doğrudan Yunan temsilcileriyle yapılması ve Osmanlı Devletiyle Yunanistan hakkındaki Sevr koşullarının değiştirilmesi gerektiğine inanıyordu[113].
SALİH PAŞA'NIN RAPORU
9 Aralık 1921 tarihli İngiliz İstihbarat raporuna göre, Salih Paşa, 20 Ekim'de Avrupa'dan İstanbul'a dönünce, yapmış olduğu temaslar konusunda Sadrazam Tevfik Paşa’ya bir rapor sunuyordu. Bu rapor, o sırada yapılmış olan kabine toplantılarının hiçbirinde görüşülmemiş ve bir dosyaya yerleşti¬rilerek rafa kaldırılmıştı. Ancak, daha sonra, böyle bir raporun varlığını özel kaynaklardan öğrenmiş olan Padişah, kendisine onun bir suretini sağlaması için 19 Kasım'da Tevfik Paşa'ya direktif vermiş; Tevfîk Paşa da 21 Kasım'da Padişaha bir suretini iletmişti.
Salih Paşa’nın Sadrazam için hazırlamış olduğu rapor şöyleydi:[114]
'Zat-ı alinizce alınmış ve Bakanlar kurulunca onaylanmış olan karar ge-reğince, güçlü devlederin başlıca diplomadarıyla ilişki kurmak; Avrupa'daki Ulusçu temsilcilerle görüşmeler başlatmak ve var olan siyasi duruma bir çare bulmak için Ulusçuların önderleriyle doğrudan doğruya yazışmak amacıyla Avrupa'ya hareket etmiştim. İstanbul'a dönünce, misyonumun sonuçlarını ve kendi kişisel görüş ve izlenimlerimi zat-ı alinizin ve meslektaşlarımızın göz¬leri önüne serdim. Sözlü raporum sizce ve meslektaşlarımca iyi karşılan¬makla birlikte, görünürde henüz kesin bir karar alınmamışur.
'Öyle sanıyorum ki, son olaylar ülkemizin durumunu o denli bunalımlı bir hale getirmiştir ki, kendi kişisel görüşlerimi size açıklamayı önemli gör-düm. Bu görüşler kabinenin gelecek oturumunda tartışılmalı ve Bakanlık arşivinde dosyalanmalıdır. Dikkatle yapmış olduğum soruşturmalar şunu göstermiştir: Ulusçular, İngiltere'nin, hiç olmazsa şimdilik, Doğu Sorunu'na karışmaktan kaçınmak zorunda olduğuna kesinlikle inanıyorlar. İngiltere; Hindistan, Mısır, İran ve İrlânda'daki kimi olaylardan çok kaygılanmaktadır; dolayısıyla, gerek şimdi gerekse gelecekte, kendi dileklerini Ulusçulara zorla kabul ettiremeyecektir. Aynı zamanda, İngiltere'nin şimdiki güçsüzlüğünden yararlanan Fransa ile İtalya, kendilerini, İngiltere'den ayırmak için ellerin¬den geleni yapıyor; İngiliz siyasasına ve ’Yunanistan'ın davranış ve diplomasi¬sine kesinlikle karşıcıl bir tutum izliyorlar. Hiç kuşkusuz, Bolşevik Rusya bu konuda Ankara'ya bilgi vermiştir.
'Ankara diplomatlarını epeyi yüreklendiren bu duruma karşın Avrupa'h birçok önemli diplomatlarla yapmış olduğum görüşmeler sonucunda, İngil-tere'ye, Doğu'daki çıkarlarını sağlamada kimsenin engel olamayacağı görü-şündeyim. Dahası, kişi şunu da söyleyebilir: gerekirse, İngiliz yönetimi, tüm dikkatini Doğu Sorunu'na vermek için tüm öteki sorunları bir yana itebilir, çünkü bunu yapmaz ve Ankara'ya boyun iğerse, Hindistan ve Asya'daki tüm İngiliz saygınlığı yitirilmiş olacaktır.
'Şunu da eklemeli: İngiliz yönetimi, Ulusçuların çeşitli Müslim ve gayri- Müslim halklarla muhtelif anlaşma ve ittifaklar kurduğunu görerek, Ulusçu-lara karşı gittikçe sertleşecektir. Bu anlaşmalarda, İngiltere'nin çıkarlarına karşıcıl gizli maddeler vardır ve İngiliz hükümetinden, bu anlaşmaları dik-kate almamasını beklemek safdillik olur. Eninde sonunda, İngiliz halkın, kendi hükümetlerini bize karşı şiddetli önlemler almaya zorlayacağından eminim.
'İtalya ile Fransa'ya gelince, onların şimdiki tutumlarının Ulusçulara karşı uzlaşıcı olduğunu kabullenirim; ancak, bu tutumun, onların gerçek si-yasalarını örten bir maske olduğuna inanırım. Sağlamış olduğum tüm bilgi-lerin ve yapmış olduğum tüm görüşmelerin ışığı altında şuna inanıyorum: bu iki devlet yalnız kendi ekonomik kârlarını sağlamak peşindedirler. Ger-çek amaçları, dünya savaşında ele geçirmiş oldukları silâh ve mermileri sat-maktır.
'Bağımsızlık sağlamak ve Yunanlı saldırganları Anadolu'yu boşaltmaya zorlamak açılarından Ulusçuların savının yasal (legitimate) olduğunu kabul¬lenirim; ancak, gerçek şudur ki, Ulusçuların siyasi görüşleri hiç kuşkusuz tehlikelidir ve ülkenin çıkarlarına karşı tür. Şu noktalar bana gerekli görünü¬yor: Babıali, ilkin, İngiltere'yi, Ulusçuların son zamanlarda aktetmiş oldukları antlaşmaların geçersiz olduğuna, ikinci olarak, Ankara diplomatlarını, tutumlarını, Türkiye'ye yardımda bulunabilecek tek ülkeye (İngiltere) karşı olumlu biçimde değiştirmeye inandırmaya çalışmalıdır. Bu yapılmazsa, anarşi, sürekli bunalım, açlık ve var olan tüm mutsuzluklar, ülkemizi boğarak dize getirecektir' "[115].
ULUSÇULARA KARŞIT FERMANIN KALDIRILMASI KONUSU
İstanbul'la Ankara arasında arabuluculuk konusunda görüş alışverişinde bulunulurken, 4 Kasım 1921 tarihli İngiliz İstihbarat raporu, İstanbul'da 'oldukça yetkili bir kaynaktan' sağladığını iddia ettiği şu bilgiyi Londra'ya gönderiyordu: 'İstanbul hükümetinin, Ankara yönetiminden, önemli konu¬ları görüşmek üzere İstanbul'a sorumlu bir temsilci göndermesini dilemesi üzerine, BMM yönetimi, Yarbay Süleyman Sırrı'yı Ekim ayı sonunda İstanbu¬l'a gönderiyordu. Sırrı Bey, Osmanlı Dışişleri ve Donanma Bakanlarıyla uzun görüşmelerde bulunuyordu.
Bu görüşmelerde başlıca konular, merkezi hükümetin yetkisi, Padişahın statüsü ve Türkiye'yi bir barış konferansında temsil edecek delegasyonun oluşumu idi. Ankara yönetiminin görüşleri şu noktalarda toplanıyordu: 1. Merkezi hükümetin barışı sağlamak için bugüne dek yapmış olduğu girişim¬ler başarısız olmuştur. 2. Merkezi hükümet, gerçekte, Padişah ve Ankara'daki BMM arasında bir bağ olmaktan öteye geçememiştir. 3. Ankara yönetimi Fransız yönetimiyle bir andaşma yapmışür (Ankara Antlaşması)[116] ve İtalyan hükümetiyle de bir andaşma yapmak üzeridir[117]. Bu iki andaşmanın sonucu olarak, İngiltere, iki Bağlaşığının örneğini izlemeye zorlanacaktır. 4. Türk sorunları konusunda Avrupa'ya bir kurul gönderilecekse, yalnız Ankara yö¬netiminin temsilcilerinden oluşmalıdır; 5. Padişah, gerçek durumu anlamaz ve bu görüşlere boyun iğmezse, sonuç, hem taht ve hem de merkezi hükü¬met için tehlikeli olacaktır.
İngiliz İstihbarat Servisi, Padişahın çok güvendiği eski İçişleri Bakanına atfen (ad verilmiyor), Ankara yönetimiyle öteki devleder arasında herhangi bir andaşma yapılırsa yapılsın, 'son sözün kendine (Padişaha) ait olmasında direneceğini' bir ajandan öğrenmiş bulunuyordu[118].
12 Kasım 1921 tarihli İngiliz İstihbarat raporu şu bilgiyi veriyordu: 'Yar-bay Süleyman Sırrı, Damat Ferit yönetimince çıkarılmış olan ve Ulusçuları asi ilân eden fermanın kaldırılması için, merkezi hükümede görüşmelerde bulunmak üzere İstanbul'a gelmiştir. Sadrazama yakın bir ajandan öğrenil-diğine göre, Padişah, 12 Ekim'de Şeyhülislâm'ı huzura kabul etmiştir. Şeyhü¬lislâm, Sırrı Bey'in bu konudaki görüşlerini Padişaha anlatmış; Padişah onu dikkada dinlemiş, ama yanıt vermemişti. Tevfik Paşa da 13 Ekim'de huzura kabul edilmiş; Saraydan ayrıldıktan sonra kabineyi özel toplanüya çağırmışa. Kabine, uzun tartışmadan sonra almış olduğu şu kararları Sırrı Bey'e de du¬yurmuştu:
1. Ferman, Halifenin askeri güçlerine muhalefet edenlere karşı çıkarıl-dığı ve Halife'nin şimdi askeri gücü olmadığı için zaman geçişine (mürur-u zamana) uğramıştır. 2. Ulusçu yönetimi tanıyıcı yeni bir ferman çıkarmak gereksizdir, çünkü böyle bir ferman Avrupa’da, Halifenin Hristiyanlara karşı cihat açüğı biçimde yanlış yansıülabilir. Ulusçuların Padişahı tehditierine ge-lince, Padişahın tahttan çekilmesi ülkenin iyiliğine ve Ulusçuların yararına olmayacaktır. Ulusçuların böyle bir yöntem izlemeyi önermeleri, tutumla-rında büsbütün hatalı olduklarını ve ülkenin iyiliği için çalışmadıklarını gös-terir'.
Sırrı Bey, bu noktaları Ankara yönetiminin dikkatine sunmak amacıyla ivedilikle Ankara'ya hareket edeceğini ve bu sorunu yeniden görüşmek üzere, İstanbul'a bir diplomatik kurul gönderileceğini açıklıyordu. Ali Rıza Paşa, alınmış olan kararlar kesin ve değişmez olduğuna göre, böyle bir kuru¬lun başarısızlığa uğrayacağı görüşünde idi. İstanbul'daki Ulusçu çevreler, Sim Bey'in söz etmiş olduğu kurulun, Saruhan mebusu Sabri, Muhtar ve Şe¬ref Beylerden oluşacağına inanıyordu[119].
22 Kasım - 5 Aralık 1921 tarihli İstihbarat raporuna göre, bu sırada Padi-şahla Ankara yönetimi arasındaki anlaşmazlık yavaşça daha kötüye gidiyordu. İstanbul yönetiminin Ankara'nın temsilcisi Sırrı Bey'in dileklerine vermiş ol¬duğu yanıtı Ankara yetersiz buluyor; Sırrı Bey, yeniden İstanbul'a dönerek Ankara'dan ültimatom şeklini alan bir yanıt getiriyordu. Bu yanıtta, Ankara'¬nın daha önceki dilekleri yineleniyor ve Padişaha, tutumunu değiştirmesi için kısa bir süre veriliyordu. Padişah yine olumsuz davranırsa, Ankara, Padi¬şahın tahttan indirileceğine dair Şeyh Senusi'den bir fetva almak tehdidinde bulunuyordu. İngiliz İstihbaratına göre, Padişah, bu tehdide boyun iğmiye- cekti; ancak, bu gelişmeler, Padişahın aile çevresinde kaygı yaratmıştı [120].
26 Kasım tarihli İstihbarat raporuna göre, Sırrı Bey, Kâmil adını kulla-narak BMM İçişleri Bakanına 21 Kasım'da gönderdiği gizli yazıda ('oldukça güvenilir bir aracıdan sağlanmış') kısaca şöyle diyordu: Fransız ve İtalyan yö¬netimleriyle de anlaşarak, Irak ve Filistin'deki Müslüman halk arasında İngil¬tere'ye karşıcıl hiçbir propaganda yapılmadığına dair, İstanbul yönetiminin İçişleri Bakanına güvence verdim... Saraydaki özel muhabirimizin açıkladı¬ğına göre, Padişah, Mustafa Kemal'e Mareşal, Gazi ve Ankara yönetiminin yüksek başkanı rütbe ve sıfatlarının verilmiş omasından hiç de memnun ol¬mamıştır. Nişan ve terfi vermek Padişahın yetkisindedir; dolayısıyla, Ankara hükümetinin, Padişahın egemenlik haklarını kullanmış olması onu epeyi et¬kilemiştir'[121].
15-21 Kasım tarihli rapora göre, Mustafa Kemal'in temsilcisi olarak nite¬lenen Sırrı Bey, aynı zamanda, İstanbul yönetimini, ileride Avrupa'ya gönde¬rilecek olan barış delegasyonunun kesinlikle Ankara yönetimi tarafından se¬çilmesine inandırmaya çalışıyordu. Şeyhülislâmın, Padişahı, bu önerileri ka¬bullenmeye inandırmaya çalışmasına karşın, Padişah karşı çıkmış ve sonuçta kabine, Anakara'ya olumsuz bir yanıt göndermek zorunda kalmıştı[122].
YUSUF KEMAL VE AHMET İZZET AVRUPA'YA GİDİYOR
Ulusçular, Başbakan Dimitris Gunaris başkanlığında bir Yunan kurulu-nun Bağlaşık başkentlerini gezeceğini ve Doğu Sorunu'nu son bir çözüme bağlamak için, savaşan iki yan arasında yapılacak arabuluculuk koşullarını görüşmek üzere, Bağlaşıkların yakında Paris'te bir konferans düzenleyecek¬lerini duyunca, Bağlaşık devlet adamlarıyla ilişki kurarak kendi sorunları ko¬nusunda Avrupa kamuoyunu aydınlatmak amacıyla, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal'i Roma, Paris ve Londra’ya göndermek kararını alıyorlardı[123]. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Yusuf Kemal'in ve ona katılacak kurulun[124] Londra'ya gidebilmesi için gerekli izni verirken, BMM yönetimi aşın dilekler öne sürerse, İstanbul yönetimini kullanır umuduyla, ne vakit dilerse Londra¬'ya ayrı bir kurul gönderebileceğini, yüksek komiser Sir Horace Rumbold aracılığıyla Sadrazam Tevfik Paşa'ya ivedilikle bildiriyordu[125].
Yusuf Kemal, İstanbul'a giderek, Osmanlı yönetimini de gideceği yer-lerde temsil hakkı isteminde bulununca, İstanbul kabinesi konuyu 26 Şubat- 'ta uzunca görüşüyor, ama bir karara yaramıyordu. Aynı gün veliahu gör¬meye giden İstanbul'daki Fransız yüksek komiseri General Pelle, Türk çıkar¬larını zedelemekte olan ikiliği ortadan kaldırmaya Padişahın kabineyi inan- dıramamasından ötürü üzüntüsünü beyan ediyordu. Veliaht, bu görüşme hakkında Tevfik ve İzzet Paşalara bilgi veriyordu. Son olarak, kabinenin 27 Şubat günkü oturumunda, Yusuf Kemal'e, İstanbul yönetimini Avrupa baş¬kentlerinde temsil etme yetkisinin verilmemesi[126] ve Ahmet İzzet Paşa'yı ayrı bir kurulun başında Avrupa'ya gönderme kararı alınıyordu[127].
İstanbul'daki fiyaskodan sonra, Yusuf Kemal, 1 Mart'ta deniz yoluyla Marsilya'ya hareket ediyor; üç gün sonra da İzzet Paşa, Yusuf Kemal kuru-lundan önce Bağlaşık başkentlerine ulaşmak amacıyla, Yunan işgalindeki ül-kelerden geçen Doğu ekspresiyle Londra'ya gidiyor;[128] ancak, her iki kurul da, amaçlarında pek başarılı olamıyordu. Bu gelişmelerden sonra arabulucu¬luk deneyleri yüce utkuya (büyük zafere) dek sürüyordu.
Temmuz 1922'de, İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden D.G. Os-borne, müsteşar Sir Eyre Crowe ve yüksek komiser Sir Horace Rumbold, Lord Curzon'u, Padişah yönetimi ve Ankara'nın sözde ılımlılarıyla barış yapmanın önemine inandırmaya çalışıyor, ama başarı sağlayamıyorlardı. On¬ların amacı, Tevfik ve İzzet Paşalarla bu konuda işbirliği yapmaktı. Her iki Osmanh politikacısı, İngiliz yönetiminden, İstanbul yönetimiyle bir anlaş-maya varmayı ve bunu Ankara'ya kabul ettirme işinin hükümete bırakılma-sını istiyorlardı[129].
İngiliz yüksek komiser vekili Nevile Henderson, o sırada izinli olarak İn-giltere'de bulunan Rumbold'un yokluğunda, Mustafa Kemal'in yerini almaya can atan Ahmet İzzet Paşa'yı, İstanbul yönetimiyle anlaşmaya varmanın, 1920 yılında Damat Ferit'le yapılmış ama uygulanmamış Sevr Antlaşması'm andı¬racağı ve o günkü durumun yinelenmesinden başka birşey olmayacağı yo¬lunda uyarıyordu. Henderson, İzzet Paşa'nın, 'kendisini dev aynasında gö¬ren, kendini beğenmiş, basit kafalı bir adam olduğu izlenimini yarattığını' ayrıca kaydediyordu[130].
Tüm çabalara ve İstanbul hükümetinin entrikalarına karşın, arabulucu-luk deneyleri başarısız kalıyor ve Mustafa Kemal komutasındaki Ulusçu Ordu, 26 Ağustos 1922'de Yunanlılara karşı saldırıya geçiyordu[131]. Bunu 30 Ağustos'ta yüce utku (büyük zafer) izliyor; Eylül ortlarına doğru tüm Yunan ordusu Anadolu'yu terketmek zorunda bırakılıyordu. 11 Ekim'de Mudanya Bırakışması'nın imzalanmasından sonra,[132] Bağlaşıklar, 27 Ekim'de hem An¬kara hem de İstanbul hükümederini barış konferansına çağırırken,[133] An¬kara, temsilci göndermeyi kabullenmekle birlikte, İstanbul hükümetine gönderilmiş olan çağrıdan ötürü Bağlaşıkları protesto ediyor; İstanbul hü¬kümeti konferansa katılırsa, bunun, BMM hükümetinin konferansa katılma¬sını önleyebileceği uyarısında bulunuyordu[134]. Tevfik Paşa, konferansa karma bir delgasyon gönderilmesini Mustafa Kemal'e önerince,[135] Ulusçu önder, Türkiye'nin ancak BMM yönetimince temsil edilebileceği yamunı ve¬riyordu[136]. Aynı zamanda, 1 Kasım 1922'de BMM'nde oybirliğiyle kabul edi¬len yasayla saltanat kaldırılıyor; kişisel egemenliğe dayanan İstanbul hükü¬metinin 16 Mart 1920 (işgal tarihi)'den itibaren tarihe karışmış olduğu du¬yuruluyordu[137].
Bu aşağılamaya dayanamayan İstanbul hükümeûnin Sadrazamı Tevfik Paşa, 4 Kasım'da görevden çekilmeden önce, son anda bile İstanbul'daki İngiliz ve Fransız yüksek komiserleri Rumbold ve Pelle ile entrika çevirmeye çalışıyor; onların öneri ve yardımlarını rica ediyordu. 4 Kasım'da Rumbold'a başvuran Tevfik Paşa, erkte kalarak Lozan Konferansı'na bir delegasyon gönderip göndermeme, ya da BMM'nin baskısı alanda erkten çekilip çekil¬meme konularında görüşünü soruyor; BMM'ni, 'padişahlığı kaldırmaya ve halifelikte değişiklik yapmaya yetkisi olmayan, düzensiz bir biçimde kurul¬muş bir meclis' olarak niteliyor, ama Rumbold, ona, bu konuda hiçbir yar¬dımda bulunamıyordu[138].
Böylece, bir sonuç alamayan Tevfik Paşa, 5 Kasım 1922'de sadrazamlık-tan çekilerek, 19 Ekim'de İstanbul'a varan BMM temsilcisi Refet (Bele) Paşa'ya makamını devrediyordu[139]. Tevfik ve İzzet Paşaların erkte geçirmiş olduk¬ları son dakikalar, İngiliz yüksek komiseri Sir Horace Rumbold tarafından şöyle anlaülmaktadır: 7 Kasım'da kendisini görmeye giden Tevfik Paşa'nın, görüşme sonunda ayrılışı sırasında şunlar olmuştu: 'Sadrazam ayrılırken, eski okula (geçmişe) mensup, saygılı ve yaşlı bir Türk Efendisini resmi olarak son kez görmüş olduğumu sezmiştim. Karşılaşmış olduğu güçlüklere ve aşağılık işleme karşın, ağırbaşlı tutumu, ona karşı sempatimi uyandırmıştı'[140].
Ahmet İzzet Paşa ise, Rumbold'la yapmış olduğu son resmi görüşmede, İstanbul yönetiminin görevinden çekilmesine karşı çıktığını; görevden çekil¬diği için Sadrazamı suçladığım açıklıyor; ayrılmadan önce, Türklerin Yunan¬lılara karşı kazanmış oldukları utkudan ötürü bir Türk olarak sevinç duyması gerekirken, bir dereceye kadar üzüntü duyduğunu belirtiyordu[141]. 17 Kasım- 'da Vahdettin, kendi dileğiyle ve İngiliz hükümetinin koruyuculuğu alunda Malta adasına götürülüyor ve böylece, Osmanlı Devleti tarihe geçiyor; Tür¬kiye Cumhuriyeti, bir anka kuşu gibi, onun yıkıntıları üzerinden yükseliyordu.