Burada tanıtılmaya çalışılacak olan iki mezar anıtı Gümüşhane'nin merkezinde olmayıp; bunlardan Anonim Kümbet (Pir Ahmet Türbesi) merkeze bağlı Pirahmet Köyü'nde, diğeri, Çağırgan Baba Türbesi ise, Tekke Beldesi'ndedir. Bu iki mezar anıtının bulunduğu yerlerden Tekke Beldesi Gümüşhane-Bayburt yolunda; Pirahmet Köyü ise Gümüşhane-Kelkit yolu üzerinde, Tekke Beldesi'ne 5 km. mesafededir (1. Harita).
Her iki yerleşim yerinin Gümüşhane’ye bağlı olması, tabiî olarak Gümüşhane tarihi üzerinde durmayı gerektirir. Ancak, eski Gümüşhane'nin, Harşit Vadisi'ne doğudan ilhak eden Musalla Deresi yamaçlarında olması[1], Gümüşhane'nin şimdiki konumunu 1918'den sonra kazanmış olması[2], özellikle Türk tarihiyle ilgili olaylar bakımından, tarihî bilgilerin, bölge olarak, Bayburt'un tarihi ile birlikte ele alınmasının daha uygun olacağını düşündürmüştür. Çünkü, Bayburt, bölgenin Türkleşmesinde önemli rol oynamış bir merkezdir.
İki vilâyetimiz de Trabzon'dan Tebriz’e kadar uzanan "İran Transit Yolu" adı verilen Trabzon-Erzurum Caddesindedirler[3].
Türklerin, Anadolu’da, ilk fethettikleri yerlerden biri de Bayburt'tur[4]. 1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra, Bayburt'un, bir ara, Danişmendliler'in elinde kaldığından söz edilmektedir[5]. Ancak Bayburt ve çevresi, bu topraklar üzerinde kurulan ilk beylikler döneminde, merkezi Erzurum olan Saltuko- ğulları'nın elinde bulunmuştur[6]. Saltuklular'la, "merkezi Erzincan’da bulunup, (başlangıçta) Trabzon, Harşit Çayı (Torul ve Gümüşhane dahil) ile Kelkit Çayı boyu, hatta Tunceli ve Palu kesimiyle Divriği'yi ihtiva eden Mengücüklü Emirliği, birbirine komşu bulunuyordu"[7]. Konumuz olan iki mezar anıtının bulunduğu yerleşim yerlerinin, bu dönemde kimin elinde bulunduğu pek açık değildir. Belki de Saltuklular'la Mengücüklüler'in sınır bölgesinde kalıyorlardı. Bu sıralarda Gümüşhane'nin Türkler tarafından fethedilmediği anlaşılmaktadır. Danişmendliler'in; Niksar, Malatya, Sivas, Amasya ve Merzifon kesimlerinde hüküm sürdükleri ve eserlerini, daha çok, o bölgelerde ortaya koydukları bilindiğine göre Gümüşhane ve Bayburt'la ilgilerinin çok kısa sürdüğü anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu bölgenin daha çok Saltuklular ve Mengücüklüler arasında kaldığını kabul edebiliriz.
Bir ara, Trabzon imparatoru Alexis Comnene'nin kumandanı Thedore Gabras tarafından zaptedilmekle birlikte, Bayburt, Malazgirt Zaferi'nden XIII. yüzyılın başlarına kadar Saltuklular'ın hakimiyetinde kalmıştır[8]. Bu arada Gümüşhane, 1204'de Bizanslılardan, Trabzon-Rum İmparatorluğu'nun eline geçmiştir[9]. Bayburt ise Saltuklular'ın, 1202 yılında, Konya Selçuklu Sultanlığı tarafından ortadan kaldırılmasına kadar, onların elinde kalmıştır[10]. Selçuklu sultanlarından Alaeddin Keykûbat zamanında (1220-1237) Konya'ya bağlanan Bayburt, Kösedağ Savaşı'nın (1243) ardından, Anadolu Moğollarının eline geçse de, Selçuklulara bağlı kalmıştır[11]. Son İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han'ın ölümünden sonra (1334), Bayburt, Gümüşhane ile birlikte Celayirlilerin eline geçmiştir[12]. Daha sonra Bayburt ve çevresinde bir müddet, Eretnaoğullarının hakimiyeti görülmektedir[13]. Ayrıca, Erzincan beyi Mutahharten de Bayburt ve çevresini bir süre elinde tutmuştur[14]. 1394'te, Kadı Burhaneddin zamanında, Akkoyunlu beylerinden Kutlu Bey'in oğlu Ahmed Bey'in[15] yardımıyla, kent, Mutahharten'den alınmış ve ardından, Kadı Burhaneddin tarafından Akkoyunlulardan Ahmed Beye ikta olarak ve-rilmiştir[16]. Bayburt'a bağlı Sinür (Çayıryolu) ve Puhu köylerini merkez yaparak büyüyen ve bir devlet olan Akkoyunlular, 1473 yılında, Osmanlılarla yaptıkları Otlukbeli Savaşı'nda mağlup olmuşlardır[17]. Bu arada, 1479 yılında, Torul ve Gümüşhane Osmanlılar tarafından fethedilmiştir[18]. Akkoyunlular, Otlukbeli'nde yenilmelerine rağmen, bir süre daha Bayburt'a hakim olmuşlarsa da, kent, Safevîlerin eline geçmiş ve kısa süre onların elinde kalmıştır[19]. Şehir, Safevîlerin elinde iken, Trabzon sancak beyi olan Şehzade Selim, bu bölgeye akınlarda bulunmuştur[20]. Bununla birlikte, Sultan II. Beyazid'in, Yavuz Sultan Selim'i takdir yerine, onun akın ve fetihlerini hoşgörmediği, bu yüzden, İstanbul'dan gönderdiği fermanlarla, Safevîlerden alınan Erzincan ile Bayburt'un, Kemah’ın ve Atabeklerden zaptedilen Kökez (Kökans)[21] ile İspir'in boşalülarak geri verildiği anlaşılmaktadır[22]. Fakat Bayburt ve çevresi, Çaldıran Savaşı (1514) sonunda, kesin olarak, Osmanlılar tarafından fethedilmiştir[23]. Bu arada Bayburt Sancağı, Erzincan Vilâyeti adıyla kurulan yeni bir uç beyliğine, Kökans-Kökez-Kökaz-Köğans-Kovans Nahiyesi de Bayburt Sancağına bağlanmıştır[24]. Bizi ilgilendiren iki mezar anıtı, Bayburt'a bağlı Kovans Nahiyesi dahilinde kalmaktadır[25]. Bu nahiye bir ara kaza olmuş, fakat tekrar nahiye olarak değiştirilmiştir[26].
1516-1518'de Kovans kazasının 66 köyü, 6 mezraası bulunduğu, 1520 yılında köy sayısının 69'a, mezraa sayısının 7'ye yükseldiği belirlenmiştir. 1530'da ise köy sayısı 69 iken, mezra sayısı 20 olarak tespit edilmiştir[27]. Pirahmet Köyü, Kovans kazasının köylerinden biri olarak görülmektedir[28], Tekke'nin adı Selseke biçiminde geçmemektedir[29].
1535 yılında Erzurum Vilâyeti kurulunca buraya, Trabzon Sancağı ile birlikte Gümüşhane kesimi de bağlanmıştır[30]. Aynı şekilde Erzurum'a bağlanan Bayburt Sancağı, 1551'den sonra kaza, 1631'de ise liva olmuştur[31]. Bu tarihten XIX. yüzyıla kadar buralarda önemli bir olay olmamıştır[32]. 1828-1829[33] ve 1916-1918 yıllarında her iki ilimiz dolayısıyla iki köyde Rus işgaline maruz kalmıştır[34]. Daha sonra Trabzon Vilâyetine bağlanan Gümüşhane livası, 1870'de bu vilâyetten ayrılarak müstakil mutasarrıflık olmuş, 20 Nisan 1924 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun 89. maddesi gereğince vilâyet halini almıştır[35]. Bayburt ise 1927'de, bir kaza olarak Gümüşhane'ye bağlanmış, 21 Haziran 1989 ve 20202 sayılı resmi gazetede yayınlanan 3578 numaralı kanunla vilâyet olmuştur.
PİRAHMET KÖYÜ’NDE ANONİM KÜMBET (PİR AHMET TÜRBESİ)
Yeri: Köyün içinden geçen Gümüşhane-Erzincan karayolunun güney tarafında, köy camisinin doğusundaki mezarlık içinde bulunmaktadır.
Mimari Özellikleri: Bir köy mezarlığındaki bu eser; sade, küçük ve gösterişsiz haliyle dikkatleri fazlaca çekmemiştir. Anıt, kare prizmal bir gövdenin piramidal külâhla örtülmesinden ibaret taş bir yapıdır (1. Resim). İki katlı yapının; toprak seviyesinden eşikle ayrılmış üst katma, kilit taşında yarım yuvarlak çıkıntılar bulunan basık kemerli kapıdan girilir (2. Resim). Çenesinde ve bulunduğu cephede herhangi bir bezemenin olmadığı kapıdan içeri geçilince, yaklaşık 2.70x2.70 m. ölçülerindeki, kare plânlı küçük üst kata girilir[36] (1. Çizim). Harçla sıvanarak açık mavi renkli kireçle badanalanmış olan iç mekânın, yarını küre olan üst örtüsü de ayın şekilde sıvanarak badanalanmışım. Üst kata ışık sağlayan iki mazgal pencereden biri güney, diğeri doğu duvarında açılmıştır. Mekânın ban duvarının yukarısında, ortalanarak konulmuş, yapıyla hiç bir ilgisi olmayan kitabe bulunmaktadır. Üst kat girişinin eşiğinden 0.21 m. sonra; uzunlamasına düzenlenmiş, 0.80x0.53 m. ölçülerindeki açıklık, cenazeliğin girişidir[37]. Üst kaun taş döşemeli zeminine daha sonra ince bir harç dökülmüştür. Bu harç da yer yer tahrip olmuş durumdadır.
Yukarıda ölçülerini verdiğimiz üst kattaki açıklıktan; yükseklikleriyle derinlikleri farklı ve düzgün olmayan taşlardan yapılmış dört basamaklı merdivenle cenazeliğe inilir. Cenazelik, yaklaşık olarak 2.20x2.20 m. ölçülerinde kare bir alanı kapsar[38]. Duvarları moloz taşlarla örülü olan bu kısmın üst örtüsü, sivri uçları aşağıya gelecek biçimde, moloz taşlarla gerçekleştirilmiştir. Bu örtü biçimi gerçek anlamda olmasa da, manastır tonozunun varyasyonu olarak adlandırılabilir[39], içinde, 1.68x0.72 m. ölçülerinde, kime ait olduğu bilinmeyen ahşap bir sandukanın[40] bulunduğu cenazeliğin zemini, sıkıştırılmış topraktır.
Yaklaşık olarak 4.00x4.00 m. ölçülerindeki kare prizmal gövdenin, dört yüzeyli piramidal külâhla örtülmesiyle dış görünüşünü kazanmış olan yapının, cephelerinin hiç birinde bezemeye işaret edebilecek iz yoktur[41]. Piramidal külâhın, sonradan yapıldığı belli olan harç kaplamanın alundaki üst örtüsünün taşlarının, cenazeliğin üst örtüsünde kullanılan moloz taşlardan olduğu anlaşılmaktadır. Bugün harap durumdaki üst örtünün tepesine konulmuş olan taş alemin orijinal olduğu konusunda şüpheliyiz.
Tarihçesi: Banisi ve mimarı belli olmayan kümbetin, kendisine ait bir kitabeye rastlanamamıştır.
Yapı üzerinde, yukarıda bahsettiğimiz, eserle doğrudan ilgisi olmayan bir kitabe vardır. Siyah mermer üzerine, dört satır olarak, sülüs hada, Arapça yazılmış, 0.76x0.43 m. ölçülerindeki kitabe şöyledir (3. Resim):
1. satır:
'
2. satır:
3. satır:
4. satır:
1. satır: Hâzâ zikru mâ vakafe ve ahsene fî sebîli'l-eazzi'l-ekrem, iftiharü's-
sülehâ Derviş bin Murâd el-merhûm el-Edhemî li-yevmin
lâ yenfeu ma'lûn
2. satır: velâ benûn illâ men ete'llâhc bi kalbin selim içteme'a ....el-med-
'uwü ani'l-'ulyâ ve's-süflâ ma'a ve beynehumâ seddü't-
tâhuneti el kâineti fi mezra'ati
3. satır: es-süflî li-zâviyeti ve kutbü sultâni'l muhakkikin İbra
him Edhem el-vâkıf ce'ale et-tevliyete ve’n-nazar li-nef-
sihi nıâ-dâme fi kaydı hayeviyetihi
4. satır: Ba'de'l-evlâd ve evlâdı evlâd batnen ve ba’de batnin neslen ba'de
neslin femen beddelehû ba'de mâ semi'ahu fe aleyhi la'netullahi ve ınelâiketihi ve'n-nasi ecma'în fi gurret-i zilhicce sene tıs'în ve tıs'a mie
Anlaşılacağı üzere yukarıdaki kitabe bir vakıf kitabedir. Ancak bu kitabede kümbet veya türbe lafzı geçmemektedir. Buna işaret eden herhangi bir ip ucu da yoktur. Dolayısıyla kitabe mezar anıtının üst katında bulunsa da, bununla ilgili olarak görülüp değerlendirilemez. O halde kitabe, bir başka yerden getirilerek şimdiki bulunduğu yere yerleştirilmiş olmalıdır. Şunu da ilâve etmek gerekir ki, köyden hiç kimse, kitabenin başka yerden buraya getirilerek yerleştirilip yerleştirilmediği konusunda, bize, hiç bir bilgi verememiştir. Dolayısıyla kitabenin, kümbetin tarihlendirilmesinde fazla dikkate alınması da düşünülemez.
Bu durumda, eserin tarihlendirilmesinde, tarihî bilgilerin önemi artmaktadır. O nedenle de, eserlerin bulunduğu yerlerin tarihî-coğrafyasının ayrıntılı olarak ele alınmasının gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Gümüşhane tarihi, şimdiki İdarî teşkilâtla, paralellik arzedecek şekilde incelenemez. Zira, bölgenin hem Osmanlı öncesi tarihi, hem de Osmanlı fethi ve müteakip dönemi birbirinden farklıdır. Gümüşhane halkı arasında halen yaşayan bir tabir de bunun adeta delilidir. Halk, vilâyeti "Aşağı Dere" ve "Yukarı Dere" diye anmaktadır. Gerçekten de Vavuk Dağı'ndan Zigana'ya kadar bir vadiden ibaret olan şehrin tamamı hakkında söylenen bu sözler, Osmanlıların da oldukça benimsediği "tabiî sınır" ayırımına işaret etmektedir. Yani, Gümüşhane'nin yukarı kısmıyla aşağı kısmının tarihi serüvenleri doğal olarak birbirinden ayrıdır. Üstelik aynı farklılık, sosyo-kültürel bakımdan da bir vâkıadır. Aşağı Dere Karadeniz Bölgesiyle, Yukarı Dere de Doğu Anadolu Bölgesi'yle benzeşmektedir. Bu gerçekler tarihî vakalardan ortaya çıkmış olgulardır. O halde Gümüşhane tarihi incelenirken; Aşağı Dere, Trabzon ve burayı hakimiyetinde bulunduran devlet/devletlerle ilgili olarak açıklanabilir. Yukarı Dere ise, Doğu Anadolu'ya hakim olmuş devlet/devletlerle ilişkilendirilebilir. Burada, Aşağı-Yukarı Derelerin nerelerden ibaret olduğuna değinmek gerekmektedir. Halkın kullandığı tabirler, bugünkü Gümüşhane'nin içerdiği köyler dikkate alındığında; Aşağı Dere denilen yerin, Akçakale Boğazı'ndan Zigana Dağı'na kadarki bölüm, Yukarı Dere'nin de söz konusu boğazdan Vavuk Dağı'na uzanan kısım olduğu tespit edilmektedir[42]. Nitekim bu husus, Osmanlılar'ın bölgeyi fethinden sonra yaptıkları tahrir (=-yazım) defterlerinin kayıtlarında da hemen aynıyla görülebilmektedir. 1479 yılında fethedilen Torul, Cezire ve Canehah kaleleri[43], Gümüşhane’nin hemen yanındaki Canca Kalesi'nden Kürtün-Torul hattına kadarki bölgeyi ihtiva etmektedir. 1461'da Osmanlılarca fethedilen Trabzon sınırlarına sonradan katılan bu bölgenin ilk tahriri, 1486 yılma aittir[44].
Yukarı Dereye gelince; halk söyleyişinde, Akçakale Boğazı'ndan Vavuk Dağı'na kadarki saha olarak tanımlansa bile, Yağmurdereli ahalinin "Koğans Köyleri" adıyla andığı yerler, bahsedilen Yukarı Dere'dir. Koğans köyleri ise, Akçakale Boğazı'ndan sonraki ilk köy olan Selseki (Tekke)'den başlayarak Varyemez Köyü'ne kadar devam eden köyler olup; doğudan Yağmurdere, batıdan Kelkit köyleriyle sınırlıdır. Bu sahanın aşağısı Torul, yukarısı da Bayburt köyleriyle çevrilidir. Nitekim Gümüşhane'nin Yukarı Dere kısmı, 1516- 1518 tarihleri arasında yapılan ilk Osmanlı tahrir defterlerinde de, anıldığı gibi Selseki'den başlayarak Varyemez'e kadar devam eden sahayı ihtiva etmekte olup; Kökes nahiyesine bağlıdır[45].
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Gümüşhane tarihinin iki kısımda mütalâa, edilmek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Araştırmamıza konu olan iki mezar anıtı da, söz konusu Yukarı Dere'de olduğundan Doğu Anadolu tarihiyle ilişkilendirihnek durumundadır. En azından tarihi veriler bu ihtimali kuvvetlendirmekte ve hatta hemen hiç araştırılmamış bu bölgenin -şimdilik- böyle değerlendirilmesini gerekürmektedir.
Bu aşamada, mezar anıtı hakkında söylenen, Karamanoğullarından Pir Ahmed'e[46] ait olduğu şeklindeki rivayeti hatırlama durumundayız[47]. Mezar anıtının içindeki kitabenin tarihi de yanlış okunmuştur. Bu rivayetin yanında, maddî verilere bakıldığı takdirde, Karamanoğulları devri eserleriyle paralellikler de göze çarpmaktadır. Paralelliklerden birinin, mezar anıtı girişinin, basık kemerli ve çıkıntılı üzengi taşlarına sahip olmasıdır[48]. Ancak, ba-sık kapı kemerlerinin çıkıntılı üzengi taşlarına oturması, Anadolu Selçuklu sanatında; farklı yerlerde ve zamanlarda yapılmış medrese, cami, han ve mezar anıtlarında da görülmektedir. Bu nedenle, basık kapı kemerlerinin çıkıntılı üzengi taşlarına sahip olmalarını, sadece Karamanoğulları eserlerine atfetmek mümkün görünmemektedir.
Karamanoğullarının mezar anıtlarına baktığımızda, gövde biçimi ve üst örtüsü açısından üç mezar anıtı ile paralellik kurulabilir[49]. Görüleceği üzere, gövde ve üst örtü bakımından benzerliklerde dahi nüanslar vardır. Konya Fakih Dede Türbesi'nde tuğla malzemenin kullanılmış olması da bir farklılık olarak göze çarpmaktadır. Bezeme elemanları bakımından, Karamanoğulları yapılarında kullanılmış olan herhangi bir motif benzerliği aramak, incelediğimiz mezar anıtında, tahrip edilmiş de olsa hiç bir bezeme unsurunun bulunmayışı nedeniyle kendiliğinden ortadan kalmaktadır. Ayrıca şunu ifade etmekte yarar vardır. Kare prizmal gövdeli mezar anıtı geleneği sadece Karamanoğullarına ait olmadığı gibi, Anadolu Türk sanatına da özgü değildir[50]. XII. yüzyılın sonundan önce Anadolu’da görülmeyen bu tarz mezar anıtları, XIII. yüzyılın başlarından itibaren, çok seyrek olmakla beraber her bölgede rasdanabilen bir tip haline gelmiştir[51]. Kısaca Pir Ahmet Köyü’ndeki Anonim Kümbeti'in, Karamanoğulları mezar anıtları ile biçim ve malzeme farklılıklarını dikkate aldığımızda, rivayetle fazla bağdaşmadığı görülmektedir. Böylece, rivayetin, yeni veriler elde edilinceye kadar bu halde kalacağı anlaşılmaktadır.
Eserin bulunduğu bölgenin, Osmanlılar tarafından fethini hatırlarsak, cenazeliği bulunan bir mezar anıtının, Osmanlılarla ilgisinin olmayacağı kolaylıkla kabul edilebilir.
Bu durumda, mezar anıtının, Akkoyunhılarla ilişkisinin varlığına bakmanın yararlı olacağı akla gelebilir[52]. İncelediğimiz mezar anıtının üzerinde Akkoyunlulara ait olabileceğine işaret eden herhangi bir iz yoktur. Ancak, Akkoyunlu mezar anıtları açısından bir karşılaştırma yapacak olursak, şöyle bir sonuca varabiliriz: Görüleceği üzere Akkoyunluların bilinen ilk mezar anttı, Bayburt'un Sinür Köyü'ndeki Kudu Bey Türbesi'dir. Kutlu Bey Türbesinin, ilk türbe olması yanında, incelediğimiz mezar anıtına en yakın Akkoyunlu türbesi oluşunu ve bu türbede çininin dahi kullanılmış olmasını dikkate aldığımızda, her iki mezar anıtının farklılıkları ortaya çıkmaktadır. Kudu Bey Türbesi'nde cenazeliğin bulunmayışı ve diğer Akkoyunhı mezar anıdarından cenazeliği bulunanların, cenazelik girişlerinin yeri de, Pirahmet'teki kümbetin mezar odası girişi ile bağdaştığı söylenemez. Anonim Kümbeti’in, cenazeliğinin üst örtüsünün inşa biçiminin arkaikliği ve malzemesinin genel durumu bakımından Akkoyunlu mezar anıdarından ayrıldığı görülür. Kümbet, yalınlığı bakımından, muhtemelen Akkoyunlu eseri olabileceği ifade edilmiş olan; Diyarbakır Şeyh Abdülcelil ve Lala Bey Türbesi ile yakınlığı vardır biçiminde bir yaklaşım getirilebilirse de, onların Akkoyunhılarla ilişkisi tam kurulamadığı için verimli bir sonuç alınabileceğinden emin olmak güçtür.
Erzincan beyi Mutahharten'in, Eretnaoğullarının ve Celayirlilerin; mezar anıtının bulunduğu bölgedeki hakimiyetlerinin kısa oluşları, onlardan herhangi birisi tarafından, böyle bir eserin inşasının gerçekleştirilebileceği konusunda tereddüt uyandırmaktadır.
Moğolların Anadolu'daki hakimiyetleri sırasında, Bayburt'un Anadolu Selçuklularına bağlı kaldığı yukarıda ifade edilmişti. Bu durum, Moğolların, burada hiç bir eser ortaya koymadıkları biçiminde anlaşılmamalıdır. Moğolların, Bayburt'ta, daha çok eğitim ve öğretimle ilgili yapılar inşa ettikleri bilinmektedir[53].
Eserlerin bulunduğu bölgenin Mengücüklüler ve Saltuklular arasında sınır olabileceğini belirtmiştik. Mengücükoğullarının ortaya koyduğu mezar anıtlarına bakarsak, bunların sekizgen olduklarım görürüz[54].
Konya Selçuklularını doğrudan ilgilendiren kare kaideli bir mezar anıtı olarak, Sivas'ta, I. İzzeddin Keykavus'un 614/1217'de inşa ettirdiği darüşşifanın, güney eyvanında bulunan türbesi görülmektedir[55]. Bu türbenin, medresenin eyvanının, sonradan değiştirilerek elde edildiği bilinmektedir. Malzemesi, bezemesi, medresenin çatısından sonraki ongen gövdesi bakımından, incelediğimiz mezar anıtıyla herhangi bir ilgi kurmak mümkün olmamaktadır.
Konya Selçuklularından önce, bu bölgenin hakimi olan Saltukluların mezar anıtlarım dikkate aldığımızda, ortak noktaların çoğaldığı gözlemlenmektedir[56]. Bu ortak noktalardan bir tanesi en ilgi çekenidir. O da, cenazelik girişinin; anıtın üst katına girişi sağlayan kapıdan içeri girilince, hemen aşağıya inen merdivenlerle sağlanmış olmasıdır. Bu şekildeki cenazelik girişleri, Türk sanatında, Anadolu dışında, İran'daki Burc-u Demavend Kümbeti'nde[57], Anadolu'da ise, biçimi farklı olsa da orijinal olarak sadece Erzurum'daki Emir Saltuk Kümbeti'nde[58] görülmektedir. Bununla birlikte incelediğimiz mezar anıtının; kare prizmal gövdeli oluşu, dış örtünün kasnaksız olarak[59], doğrudan duvarlara oturması ve dört yüzeyli piramidal dış örtüye sahip olması; Diyarbakır Sultan Şüceaddin Kümbeti (605/1208-9)[60], Ahlat Şeyh Necmeddin Kümbeti (619/1222-1223)[61] ve Erzurum'da Üç Kümbetler'in batısındaki Anonim Türbe[62] ile benzerlik göstermektedir. Kullanılan malzemenin taş olmasıyla da benzerlikleri vardır.
Buraya kadar verilen bilgileri gözönünde tutarak, incelediğimiz mezar anıtını, Erzurum Emir Saltuk Kümbeti’nin mezar odası girişiyle olan paralelliğine rağmen, Saltuklulara atfedebilecek daha başka bilgi elde edilememiştir. Diyarbakır Sultan Şüceaddin Kümbeti, Ahlat Şeyh Necmeddin Kümbeti ve Erzurum Emir Saltuk Kümbeti’nin batısındaki Anonim Kümbeti dikkate alarak bunların malzemelerini, iki katlı oluşlarını, kare prizmal gövdelerini ve dört yüzeyli piramidal külâhlarının kasnaksız olarak doğrudan duvara oturmalarını dikkate aldığımızda, Pirahmet Köyü ndeki Anonim Kümbet'le benzerliklerini ortaya koymuş oluyoruz. Ayrıca, incelediğimiz mezar anıtının; alt kat üst örtüsünde, buraya inen merdivenin basamaklarında ve üst kaün dış örtüsünde -harç sıvanın altından görünen- kullanılan malzemelerin ale-lade oluşu, mezar anıtının arkaikliğine verilerek, XII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIII. yüzyılın başları, bu yapınının inşa tarihi olarak kabul edilebilir.
TEKKE BELDESİ ÇAĞIRGAN BABA TÜRBESİ
Yeri: Çağırgan Baba[63] Türbesi, Tekke Beldesi'nin[64] Bayburt girişinde, sağdaki mezarlığın ana yola yakın tarafında ve hemen yanında bulunmaktadır.
Tarihçesi: Türbe, asıl kısmın girişinin yukarısındaki, 0.25x0.41 m. ölçülerindeki, taş üzerine sülüsle, iki saür halinde yazılmış kitabesine göre, Receb 990/Temmuz-Ağustos 1582 tarihinde inşa edilmiştir[65]. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde Çağırgan Baba Vakfiyesi yoktur. Tekke Beldesi'yle ilgili olarak, Gümüşhane fihristinde, sadece "Tekke Köyü Cami-i Şerifî'nin şahsiyet kaydı mevcuttur. Türbenin, önce, içten kubbe dıştan piramidal külâhla örtülü bölümü inşa edilmiştir. İçten düz örtülü, dıştan kırma çatılı olan kısım ise sonradan eklenmiştir. Ama ne kadar sonra ve ne zaman eklendiği bilinmemektedir. Bu durum iki bölümün birleştiği yerdeki dilitasyondan da anlaşılmaktadır. Bu kısmın çatısı, 1968-1969 tarihlerinde inşa edilmiştir[66]. Yapı, en son, 1991'de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından "adi tamir" türünden onarılmıştır[67]. Kitabesindeki ifadeden, türbenin, Çağırgan Baba adına yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Yapının kitabesi şu şekildedir (4. Resim):
Hazâ mezarü’ş-şerif el-Merhûm el-mağfür Baba Çağırgan
Evliya es-sâlife hurrire fi mâh-ı receb sene tıs'în ve tıs'a mie[68].
Mimarî Özellikleri: Türbe iki kısımdan oluşmaktadır (3. Çizim). Sonradan ilave olunduğunu ifade ettiğimiz kısmın girişi güney duvarında, 0.96 m. genişliğindedir. Düz lentolu girişin batısında bulunan dikdörtgen pencere, bu mekânın ışık aldığı tek açıklıktır (5 Resim). Bu bölüm düzgün olmayan kesme taşlarla inşa edilmiştir. Duvarlarından kuzey ve batı taraftakiler düzgün kesme taşla kaplanmıştır. Duvarların kalınlıkları her üç yönde farklı olup; güneyde 0.60 m., batıda 0.75 m., kuzeyde ise 0.80 m. ölçülerindedir. Mekânın ahşap olan üst örtüsü, dıştan, semerdam biçiminde düzenlenmiş ve bakırla kaplanmıştır. Duvarlar, içten harçla sıvanmış ve kireçle badanalanmıştır. Hiç bir bezemenin bulunmadığı bu mekânın, daha önceden herhangi bir bezemeye sahip olup olmadığını kaynaklardan öğrenemedik. Burada bulunan ahşap sandukanın kenarları taşlarla tespit edilmiştir. Sandukanın kime ait olduğu bilinmemektedir. Ancak, Çağırgan Baha'nın yakınlarından birisine ait olması muhtemeldir.
İlk inşa edilmiş olan bölüme ise, birinci kısmın doğu tarafına düşen, dış yandan düz lentolu, içten basık kemerli, 0.73 m. genişliğindeki bir kapıdan geçilir (6. Resim). Kapının yan sövleri ince tutulurken, üst tarafı yekpare kalın bir lentoyla belirlenmiştir. Lentonun yukarısında içinde kitabenin bulunduğu, sivri kemerli, hafif içerlek bir alınlık yeralır. Alınlık kemerinin kilit taşında yuvarlak bir rozet bulunmaktadır. Rozetin ortasında; bir yuvarlak, bunun çevresinde ise, geometrik bir düzenleme veren bitkisel bezeme vardır. Yapıdaki tek bezeme unsuru da bu rozettir. Mekân, yaklaşık 4.70x4.70 m. ölçülerinde bir karedir. Burası, köşelerde sivri kemerli tromplara oturan bir kubbeyle örtülüdür. Duvarlar, tromplar ve kubbenin içi harçla sıvanmış ve kireçle badanalanmışım. Bunların yüzeylerinde hiç bir bezeme yoktur. İçeri-deki, yalın ahşap sandukanın baş ve ayak taşı yoktur. Yani sandukanın Çağırgan Baha'ya ait olduğunu gösteren net bir veri bulunmamaktadır. Bu durum mezarın, Çağırgan Baba'ya ait olmayacağı biçiminde anlaşılmamalıdır. Çünkü, kitabesindeki ifadeler, mezarın Çağırgan Baba'ya ait olduğuna işaret etmektedir. Bu bölüm dıştan, yaklaşık olarak 6.20x6.20 m. ölçülerindedir. Tamamen düzgün kesme taştan inşa edilmiş olan bu kısım; güney duvarında bulunan, dıştan; biri düz lentolu diğeri basık kemerli, içten her ikisi de düz lentolu, yere oldukça yakın tutulmuş iki pencereden ışık almaktadır (7. Resim). Kübik gödenin köşeleri, dışta, içteki trompların dışa yansımalarıyla kesilerek üst kısım sekizgene dönüştürülmüştür. Oluşturulan sekizgen, kubbe kasnağı biçiminde biraz yükseltilmiştir. Daha sonra üst örtü, dıştan, hazırlanan sekizgen kasnağa uygun olarak piramidal bir külâhla kapatılmıştır. Bu örtünün kilidindeki alem, yalın bir taştır (8. Resim).
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Yukarıda tanıtılan iki mezar anıtından Pirahmet Köyü’ndeki Anonim Kümbet çok küçük ölçülere sahiptir. Bununla birlikte anıtın yalın olduğu gözlemlenmektedir. Tarihleme yapılırken Anadolu'daki diğer mezar anıtlarıyla, farklı yönlerden karşılaştırma yapıldığı için, burada ayrıca bir değerlendirme yapılmayacaktır. Şu ana kadar yayınlara Pir Ahmed Türbesi olarak geçen bu mezar anıtının, Anadolu'da Türkler tarafından kurulmuş olan beylikler ve devlederin mezar anıtlarıyla, bilhassa Karamanoğullarının eserleri ve Karaınanoğlu Pir Ahmed ile olan ilişkisini ortaya kolduktan sonra, anıtın bir anonim eser olarak ele alınmasının daha uygun olacağı ortaya çıkmaktadır. Biz de bu nedenle, mezar anıtını "Anonim Kümbet" olarak adlandırdık.
Bu mezar anıtı Anadolu'daki Türk mezar anıtı mimarîsine; plân, gövde biçimi, üst örtü şekli, malzeme ve bezeme yönünden herhangi bir yenilik getirmemektedir. Yani bilinen örneklerin tekrarından bir tanesidir. Ancak, mezar anıtının alt kat girişinin, üst kattan sağlanması ve üst kat girişinin hemen önündeki açıklıktan aşağıya inilmesi noktasında, genel Türk sanatı içinde bilinen iki örnek olan, İran'daki Burc-u Demavend ve Erzurum-Emir Saktık Kümbeti'nin yanında üçüncüsü olmasıyla önem kazanmaktadır. Dolayısıyla Erzurum-Emir Saltuk Kümbeti alt kat girişi konusunda kabul gören, "Anadolu'daki ilk ve son örnek" ifadesi değerini yitirmektedir. Bu aşamada, Erzurum-Emir Saltuk Kümbeti alt kat girişinin ilk ve son örnek olması konusunda bir görüş ifade edebilmek pek mümkün görünmemektedir. Fakat, Anadolu Türk sanatında, orijinal olarak, bu tarz cenazelik girişi olan mezar anıtı sayısının ikiye çıktığı kabul edilmelidir. Ayrıca, şimdiye kadar, daha fazla incelendiği kabul edilen Anadolu Selçuklu sanatı konusunda, Anadolu'nun yine de bakir olduğu ortaya çıkmaktadır.
Tekke Beldesi'ndeki Çağırgan Baba Türbesi'nin önündeki ek kısmının orijinal olmadığını ifade etmiştik. Orijinal olan kısım ise kare bir mekândır. Burası, kullanılan malzemesi, köşelerdeki trompları ve iç örtünün kubbe olmasıyla Osmanlı mezar anıtlarıyla paraleldir. Ancak üst örtüsünün dıştan görünüşü bakımından Osmanlı mezar anıtlarıyla uyum içinde olduğu söylenemez. Köşelerdeki trompların dışa yansımaları, bu yansımalardan sonra oluşturulan sekizgen kasnak ve kasnağa göre şekillendirilen sekiz yüzeyli piramidal üst örtü, o tarihlerdeki Osmanlı mezar anıtlarında görülmeyen bir biçimdir. Adı geçen eserin bu noktada mahallî etkiler altında kaldığını görmekteyiz. Yakın çevresine bakıldığında, Bayburt'taki Anonim Kümbet (XIV. yüzyıl sonu-XV. yüzyıl başı)[69] ile bir çok yönden benzerlik göstermektedir. Bu iki eser arasında her ne kadar 100 yıldan fazla bir zaman olsa da, kullanılan malzemesi, plânı, kubbeyi taşıyan trompların dışa yansımaları ve üst örtünün şekli bakımından paralellikler vardır. Yalnız Bayburt Anonim Kümbet'te, kasnak çok yüksek tutulmuş olup, bu durumuyla Tekke Beldesi Çağırgan Baba Türbesi'nden ayrılmaktadır.
Tekke Beldesi Çağırgan Baba Türbesi'nin, Osmanlı mezar anıtı mimarîsine bir yenilik getirdiğini söylemek mümkün değildir.
Birbirine, yaklaşık 5 km. mesafede ve ayrı dönemlere ait bu iki mezar anıtından; Tekke Beldesi Çağırgan Baba Türbesi, yakın zamanda tamir edildiği için varlığını uzun süre devam ettirme şansına sahiptir. Pirahmet Köyü'ndeki Anonim Kümbet ise tamire muhtaç durumdadır. Bu yapının da ilgili kurumlar tarafından en kısa zamanda tamir edilerek, ömrünün uzatılması konusunda bazı adımlar atılacağı ümit edilmektedir.