GİRİŞ
Pazar ve Panayır Hakkında
Osmanlı döneminde pazar kelimesi hem alışverişi hem de alışveriş yapılan mekânı ifade etmektedir. Farsça “çarşı”; Arapça “sûk” sözcükleri de pazar yerine kullanılmıştır. Ancak XVI. yüzyıldan sonra pazar kelimesi, kırsal kesimlerde mevsimlik oluşturulan alışveriş mekânları ile köy, kasaba ve şehirlerde haftanın belli günlerinde kurulan açık alışveriş yerlerini ifade eder hale gelmiş; çarşı ise, yerleşik esnafın faaliyet gösterdiği yerler ve kapalı alışveriş mekânları için kullanılmıştır. Yılda bir veya birkaç defa kurulan büyük pazarlar ise panayır olarak adlandırılmıştır.[1] Bununla birlikte Osmanlı belgelerinde pazar ve panayırı birbirinden ayırt etmek genellikle zordur. Zira pazar kelimesi her ikisi için de kullanılmıştır. Nitekim çalışmaya konu olan panayır, Osmanlı arşiv belgelerinde “İslimye’de kain panayır tabir olunur eyyâm-ı bazar”[2] ya da kısaca “İslimye bazarı”[3] olarak tarif edilmiştir. Genellikle kırsal kesimin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kır iskân merkezleri civarında kurulan pazar ve panayırlar arasındaki temel farklılık ise kurulma sıklığıdır. Pazarlar genellikle haftada bir kurulup birkaç saat ya da en fazla bir gün içinde sona ermesine rağmen panayırlar yılda bir, iki veya üç kez kurulmakta[4] , süresi ise bir gün ila 1,5 ay arasında değişmektedir.[5] Genellikle Nisan-Eylül ayları arasındaki dönemde kurulan panayırlar, pazarlara göre büyük ölçekli ticari mekânlar olduğu için organizasyonu da merkezi idare tarafından yapılmıştır.[6]
Panayırlara Tarihsel Bir Bakış
Tarihte ilk panayırlar, M.Ö. 2000’li yıllarda daha çok Ortadoğu’da kurulmuş olup büyük pazarlar şeklindeydi. Benzer şekilde Eski Yunan ve Roma’da da halkın ürettiği malları tanıtıp sergilemek, ticareti geliştirmek amacıyla panayırlar kurulmuştur. Avrupa’da ise şehirlerin gelişmesine paralel olarak XI. yüzyıldan itibaren fuarlar ortaya çıkmış[7] ve yaygınlaşmaya başlamıştır. Ticaret kentlerinin kurulması fuarların önemini azaltmakla birlikte fuarlar etkinliklerini XVIII. yüzyılın sonlarına kadar sürdürmüştür. Özellikle XVI. yüzyılın başlarından itibaren Avrupa’nın Bohemya ve Moravya, Polonya ve Balkan topraklarıyla yaptığı ticarette önemli bir rol oynamaya başlayan Leipzig fuarı, bu etkisini bütün XVIII. yüzyıl boyunca devam ettirmiştir.[8] XIX. yüzyılda sergi binalarının açılması yoluyla devam eden fuarların XX. yüzyıla gelindiğinde hem sayısı artmış hem de içeriği zenginleşmiştir. Günümüzde fuarlar “Dünya Ticaret Merkezi” adıyla yapılan yerlerde işlevine devam etmektedir.[9]
Türklerde ise, ticari faaliyetlerin eski devirlerden beri devam ettiği, Hunlar ve Göktürklerin komşularıyla sınır bölgelerinde belirli zamanlarda kurulan yerlerde ticaret yaptıkları bilinmektedir. Bu tür faaliyetler Selçuklular döneminde de devam etmiş, uluslararası ticaret hacminin artmasına bağlı olarak Anadolu’da inşa edilen kervansaray ve hanların yanı sıra büyük pazar ve panayırlar da kurulmuştur.[10] Bunlardan en meşhuru Güney Rusya’dan Halep’e ulaşan kuzey-güney uluslararası ticaret yolu üzerindeki Yabanlu Pazarı olup uluslararası bir özellik taşımaktaydı. Kayseri-Pınarbaşı yolu üzerindeki Pazarören kasabasında kurulan bu pazara Türk, Arap, Acem, Tatar, Yahudi ve Latin çok sayıda yerli ve yabancı tüccar iştirak etmiş, başta köle ve cariyeler, kürk ve deri olmak üzere değerli kumaşlar, baharat, katır ve atlar alınıp satılmıştır. Bu pazar muhtemelen XIII. yüzyılın sonları veya XIV. yüzyılın başlarına kadar faaliyetini sürdürmüştür.[11]
Selçuklularda olduğu gibi Osmanlılar da oluşturdukları ticaret politikası çerçevesinde iç ve dış ticaretin kurallarını belirleyerek bir taraftan dış ticareti desteklemiş, öte yandan iç ticarette hafta pazarları[12], panayırlar ve büyük ticaret şehirleri oluşturmuşlardır. Bu sayede ticari faaliyetlerin artmasını sağlamışlardır.[13] İç ticaretin önemli bir faaliyet alanı olan panayırlar, şehir dışında teşkil edilerek hem yerli esnafın korunması sağlanmış hem de şehrin ticari dengesinin bozulmasına izin verilmemiştir. Genellikle bahar ve yaz aylarında kurulan panayırların açılış ve kapanış tarihleri çevre panayırların durumları dikkate alınarak belirlenmiş, bu şekilde panayırlar arası bağlar kuvvetlendirildiği gibi bir panayırdan diğerine gidecek tüccar için de imkân yaratılmıştır. Geniş bir bölgenin mallarının bir araya toplandığı, toptan ve perakende ticaretin yapıldığı büyük pazarlar olarak karşımıza çıkan panayırları bölgesel ve uluslararası, ticari ve sosyal panayırlar[14] olarak sınıflandırmak mümkündür. Ticari panayırlarda müşteri potansiyelini artırmak için sosyal içerikli (eğlence gibi) bazı organizasyonlara da gidilmiştir. Zaman zaman isyanlar, savaşlar ve salgın hastalıklar gibi sebeplerle faaliyetleri sönükleşen veya tatil edilen panayırlar, şartların düzelmesiyle yeniden işlerlik kazanmıştır.[15]
Osmanlılar döneminde Rumeli ve Anadolu başta olmak üzere Arap vilâyetleri ve Ege adalarında birçok panayır faaliyet halindeydi. Bununla birlikte panayırların büyük bir kısmı ve uluslararası nitelikte olanları Balkanlarda kurulmuştur. Bunlardan bazılarının “kadimden berü” devam etmesi, çoğunun ise gayrimüslimlerin yaşadığı bölgelerde kurulması, bu panayırların Bizans menşeli olabileceğini düşündürmektedir. Osmanlılar bu tür organizasyonları kaldırmak yerine daha da etkin hale getirmek için büyük çaba harcamıştır.[16] 1650’ler öncesinde Balkanlarda faaliyet gösteren büyük panayırlar kısaca şu şekilde özetlenebilir: Köstendil Sancağı’na bağlı Ustrumca (Strumca) kazasında Dolyan panayırı; Tırhala Sancağı’nda Fener kazasında Maşkolur ve Alasonya panayırları ile Çatalca kasabası yakınlarında Göl panayırı; Paşa Sancağı’na bağlı Zihne’de Soğan panayırı, Hurpişte yakınlarında Doçin yerleşiminde kurulan panayır; Selanik Sancağı’nda Karaferye’de Katarina panayırı, Çitroz veya Kitros olarak bilinen yerde kurulan panayır; Ohri Sancağı’nda Usturuga kasabasındaki panayır; Bosna’da Olofça kasabasındaki panayır; Hersek Sancağı’nda Prepolye’de Milaşeva ve Taşlıca ile aynı sancakta Preboj bölgesinde kurulan panayır; Filibe yakınlarında faaliyet gösteren panayır.[17] Bu panayırlara daha sonraki dönemde Uzuncaabad-ı Hasköy (Uzuncaova), İslimye, Petriç, Şehirköy (Şarköy), Siroz, Selanik-Luka, Nevrekop, Priştina, Vodina, Şumnu, Mavrova, Serfiçe, Silivri ve Tekirdağ panayırları da katılmıştır. Uluslararası özellik taşıyan panayırlar arasında özellikle Uzuncaova[18], İslimye, Petriç, Siroz ve Silivri panayırlarını saymak gerekir.[19]
Anadolu’da kurulan panayırlara bakıldığında ise XVI. yüzyılda sadece Seyidgazi, Nazilli ve Alaşehir’de bu türden faaliyetlerle karşılaşılmaktadır.[20] Ancak sonraki dönemde panayır sayısının arttığı görülmektedir ki bunlar arasında Abelyond-Bursa[21], Yapraklı (Kastamonu-Çankırı)[22], Zile[23], Amasya, Buca-İzmir, Balıkesir, Çan ve Gönen[24] panayırları sayılabilir. Rumeli ve Anadolu panayırları, katılan yerli-yabancı tüccar sayısı, ticaret hacmi ve birbiriyle irtibatı açısından bir kıyaslamaya tabi tutulduğunda Anadolu’daki panayırların yerel ve küçük ölçekli, Rumeli’dekilerin ise uluslararası ve büyük ölçekli oldukları anlaşılmaktadır.[25] Hatta Teselya ve Trakya’daki panayırların Avrupa’daki panayırlarla bağlantısı olduğu gibi XIX. yüzyılda üretim artışına bağlı olarak Avrupa malları Rumeli panayırları vasıtasıyla dağıtılır hale gelmiştir.[26]
Bu çalışmada Rumeli’de kurulan uluslararası panayırlardan İslimye panayırının tarihçesi, kurulduğu yer ve zaman, panayırda satılan ürünler, tahsil edilen vergiler, panayıra katılan tüccar ve panayır güvenliğinin sağlanması gibi çeşitli konular hakkında bilgi verilecektir. Panayır, Rumeli’nin en önemli ticari organizasyonlarından biri olmasına rağmen müstakil bir çalışmaya konu olmamıştır. Bununla birlikte bir kısım arşiv malzemesinin kullanılması yoluyla panayırla ilgili bazı değerlendirmeler yapılmışsa da bunlar Osmanlı panayırları başlığı altında genel olarak incelenmiştir. Çalışma kapsamında, değerlendirilmeyen bir kısım arşiv malzemesi de kullanılarak şer’iyye sicili, seyahatname, salname ve diğer kaynak eserler vasıtasıyla panayırın başlangıçtan XIX. yüzyılın sonlarına kadar organizasyonu ile ilgili bazı tespitler yapılmaya çalışılacaktır.
I. İslimye Şehri
İslimye, 1370’li yıllarda Osmanlı hâkimiyetine girmiş ve XV. yüzyılda bir Osmanlı kasabası haline gelmiştir. 1545 tarihli tahrir defterine göre Niğbolu Sancağı’na bağlı olan İslimye’de nüfusun %24’ünü Müslümanlar oluşturmaktaydı.[27] XVII. yüzyılda önemli bir yerleşim birimi haline gelen İslimye’de on bir mahalle, on iki mescit, üç han ile iki yüz kadar dükkândan oluşan bir çarşı bulunuyordu. Şehrin su kaynakları açısından zengin olması pek çok değirmen, debbağhane çarkları ile keçe ve kilim dolaplarının kurulmasına imkân tanımıştır. Şehirde keçe, kilim, kebe, pamuklu dokuma ve halıcılık yaygın birer iş kolu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ahalinin çoğunluğu Yanbolu kebesi olarak bilinen tiftik kebe ve renkli velense imali ile uğraşmakta olup özellikle Yanbolu kebesi Anadolu, Arap ve Acem diyarlarına gönderilmekteydi.[28] XVIII. yüzyıl başlarında nüfusun yaklaşık yarısını Müslümanlar’ın oluşturduğu İslimye’de inşa edilen dini eserler sayesinde İslamî karakter ön plana çıkmaya başlamıştır. İslimye, aynı yüzyıl içinde yerli ve yabancı tacirler tarafından da ziyaret edilen bir şehir haline gelmiştir. Kuşkusuz şehirdeki bu ticari hareketlilikte o sıralarda faal olan panayırın da etkisi bulunmaktadır.[29] XIX. yüzyılda şehrin öneminin artarak bir sancak merkezi haline gelmesinde bazı özellikler dikkati çekmektedir. Bunlardan biri, Rusya ile yapılan savaşlar nedeniyle Edirne üzerinden kuzeye doğru ilerleyen yolun önem kazanması, diğeri ise şehrin Osmanlı ordusu için üretim merkezlerinden biri olmasıdır. Şehir, II. Mahmud’un yeniçeri ocağını kaldırmasıyla birlikte ilerleyen süreçte ordunun elbise ihtiyacını karşılayan önemli merkezlerden biri haline gelmiştir. Zira burada 1835 yılında bir çuha fabrikası kurulmuş, ihtiyaç duyulan yün çevre kazalardan toplanmıştır. Bu durum İslimye’nin ekonomik yönden gelişimini hızlandırmıştır.[30] Osmanlı Devleti, fabrikanın kurulması için gerekli teşvik ve kolaylığı gösterdiği gibi kalite ve üretimi artırmak için de büyük çaba harcamıştır.[31] Bunun dışında şehirde XVIII. yüzyıldan beri devam eden bir faaliyet olarak Samakov madeninden getirilen demirle tüfek namlusu imal edilmiştir.[32]
1864 yılında Edirne vilâyetinin bir sancak merkezi haline gelen İslimye’de bu yıllarda yaklaşık 20.000 kişi mevcuttu.[33] Kamusü’l-alâm’da yer alan bilgilere göre ise şehir, aba fabrikaları açısından meşhur olduğu gibi gül suyundan yapılan ürünlerle de ön plana çıkmıştı. Ayrıca karabina ve çeşitli silahların imalinde de şöhret kazanmış bir şehir idi. Burada kurulan panayır, yılda bir kez olmak üzere haziran ayında faaliyet göstermekteydi.[34]
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası şehirdeki Müslüman nüfus giderek azalmaya başlamış ve 1909 yılına gelindiğinde şehirde sadece 400 civarında Türk ailesi kalmıştır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra ise şehrin islamî kimliği tamamen yok olmuştur.[35]
II. Panayırın Menşei, Faaliyet Zamanı ve Süresi
Daha önce de ifade edildiği gibi İslimye panayırını müstakil olarak inceleyen bir çalışma bulunmamaktadır. Bununla birlikte Ömer Şen tarafından yapılan Osmanlı Panayırları (18.-19. Yüzyıl) adlı çalışmada Anadolu ve Rumeli’de kurulan panayırlar bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Ağırlıklı olarak Rumeli panayırlarıyla ilgili örneklerin yer aldığı bu çalışmada İslimye panayırına da yer verilmiş ve bu kapsamda bir kısım arşiv malzemesi de kullanılmıştır. Ancak panayırlar genel başlıklar altında incelendiğinden İslimye panayırı ile ilgili veriler çalışma içinde dağınık bir halde bulunmaktadır. Bu durum panayırın faaliyetlerini bir bütün olarak takip etme imkanını ortadan kaldırmaktadır. Diğer basılı literatürde ise panayıra sadece birkaç cümle ile a atıf yapılmıştır.
Genel olarak bakıldığında kaynaklarda yer alan bilgiler, panayırın daha çok XVIII. ve XIX. yüzyıldaki durumuna işaret etmektedir. Panayırın kuruluşu muhtemelen bahsedilen dönemden daha eski olmakla birlikte başlangıç zamanını tam olarak tespit etmek mümkün görünmemektedir. Zira arşiv belgelerinde yer alan “İslimye kazasında kurulması mutad olan İslimye panayırı” veya “İslimye kazasında kadimden berü senede bir defa kurulan panayır” ifadeleri açıklayıcı bilgi vermekten uzaktır. Bununla birlikte panayırdan söz eden en erken tarihli arşiv belgelerinden hareketle bir tarih aralığı belirlemek mümkün olabilmektedir. Bu konudaki başlangıç noktalarından birisi Suraiya Faroqhi’nin Balkan Panayırlarının Eski Tarihi adlı çalışmasıdır. Faraoqhi bu çalışmasında fermanlar, tahrir defterleri ve vakıf kayıtlarına dayanarak 1650’ler öncesinde Balkanlarda faaliyet gösteren büyük panayırları incelemiştir. Ancak bu panayırların arasında İslimye panayırı bulunmamaktadır. Yine 1652 yılında Rumeli Eyâleti’ndeki şehirleri gezen Evliya Çelebi de Seyahatnamesi’nde Rumeli’de kurulan panayırlar hakkında ayrıntılı bilgiler aktarmasına rağmen İslimye’de böyle bir organizasyondan bahsetmemektedir.[36] Muhtemelen bahsedilen zamanda böyle bir panayır mevcut değildi. Panayırla ilgili elimizde mevcut en erken tarihli arşiv belgesi ise 1719 yılına ait bir defter olup panayıra katılan gayrimüslim tüccara tevzi edilen cizye evrakı ile ilgilidir. Defterdeki verilerden hareketle panayıra Rumeli ve Anadolu’dan katılan Müslüman tüccarın yanı sıra 2.151 gayrimüslim tüccarın iştirak ettiği düşünülürse bunun geniş bir bölgeyi kapsayan ve geniş katılımlı bir organizasyon olduğu anlaşılmaktadır.[37] Ayrıca XVIII. yüzyılın ilk yarısı içinde Edirne’ye yerleşmiş olan Fransız tüccarı ile İstanbul’daki Fransız ticaret firmalarının temsilcileri, Uzuncaova ve İslimye panayırlarını ziyaret ederek orada önemli bağlantılar kurmuşlardır.[38] Yine aynı yüzyılın ortalarına doğru Osmanlı Devleti’ndeki ticareti ve yabancı tacirlerin durumunu araştırmak üzere Fransızların hazırladıkları raporlardan panayırın kuruluş zamanına ilişkin bazı tahminler yapılabilir. Buna göre III. Ahmed döneminde veya izleyen dönemde yazılması muhtemel olan ve Edirne’nin ticari durumunu ortaya koyan bir raporda İslimye panayırı Rumeli’nin en işlek panayırı olarak gösterilmektedir. Ciro hacmi son derece yüksek olan bu panayırda, Rus ve Alman tacirler büyük oranda mal satıyorlardı.[39] Dolayısıyla yerli ve yabancı tüccarı buluşturan ve uluslararası bir statüye kavuşan panayırın bu duruma gelmesi için belirli bir zamana ihtiyaç vardır. Mevcut veriler değerlendirildiği zaman İslimye panayırının kuruluş tarihini XVIII. yüzyıl başları hatta XVII. yüzyılın sonları olarak düşünmek mümkün gözükmektedir. Başlangıçta pazar olarak adlandırılan bu organizasyon giderek büyümüş ve uluslararası bir özelliğe kavuşmuştur.
Yılda bir kez kurulan panayırın açılış zamanı ve süresiyle ilgili olarak kaynaklarda farklı bilgiler yer almaktadır. Fransızların hazırladığı rapora göre (XVIII. yüzyılın ilk yarısı) panayır, Mayıs’ın son günü açılmakta ve dört gün sürmektedir.[40] 1820-1830 yıllarında ise panayırın faaliyet süresi uzamış ve yaklaşık bir ay süreyle açık kalmıştır.[41] Bahsedilen tarihten kısa bir süre sonra kaleme alınan bir kayıtta panayırın rûz-ı hızırda (Miladî 6 Mayıs) kurulduğu ifade edilmektedir.[42] 1263/1847 yılından itibaren düzenlenen devlet salnâmelerine göre panayır Rumi 11 veya 12 Haziranda (Miladî 23 veya 24 Haziran) faaliyete geçmekte ve 15 gün süreyle açık kalmaktadır. 1290/1873 yılında ise panayırın faaliyet süresi 30 güne kadar çıkmıştır. Hatta bu sürenin 1294-1305/1877-1888 yılları arasında 31 gün olduğu tespit edilmektedir.[43] Ancak panayırın hasat sonrasında açıldığı, Eylül ayının ortalarından Ekim ayının ortalarına kadar devam ettiğini ifade eden bazı görüşler de bulunmaktadır.[44] Bu durum muhtemelen panayırın çevre panayırlarla bağlantısı dikkate alınarak zaman içinde bazı düzenlemelere gidildiğini göstermektedir.
Panayırın açılmasına izin verildikten sonra bu durumun ilgililere ilan edilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda başta Balıkesir naibi ve mütesellimi ile Rumeli’nin sağ, sol ve orta kolunda yer alan görevlilere bilgi verilmiş, tüccarın güvenli bir şekilde panayıra ulaşması konusunda gerekli tedbirleri almaları emredilmiştir.[45]
III. Panayırda Ticarete Konu Olan Emtia
Rumeli’de uluslararası özellik taşıyan panayırlar, çok çeşitli malların pazarlandığı ve büyük bir ticari rekabetin yaşandığı mekânlardı. Buralara Osmanlı Devleti’nin her tarafından toptan ve perakendeci tüccar geldiği gibi Batı ve Orta Avrupa’dan, Rusya’dan ve Yakın Doğu’dan komisyoncular, tefeciler ve tacirler de ilgi göstermekteydi. Panayırlardaki ticaret hacmi ve rekabet dolayısıyla çeşitli devletlerin konsolos ve ajanları da faaliyet halindeydi.[46] İslimye panayırı da bahsedilen rapora göre XVIII. yüzyılın ilk yarısında uluslararası bir panayır görünümündeydi. Zira Edirne şehrinin ithal ettiği malların yanı sıra diğer Balkan şehirleri ile Fransa’nın ürettiği malların bir kısmı başta İslimye ve Uzuncaova olmak üzere çevre panayırlarda pazarlanmakta[47], yerli-yabancı tacirler buralarda büyük bir etkinlik göstermekteydiler. Dolayısıyla bahsedilen zaman diliminde İslimye panayırı Rumeli’nin en işlek panayırı haline gelmiş ve ciro hacmi 6 milyon kuruşa (yaklaşık 3 milyon altın) yükselmiştir. Rusların kürk, Almanların büyük miktarda hırdavat sattığı panayıra Trabzon ve Gümüşhane madenlerinden çıkarılan bakır, Selanik’ten enli Londra (Londres) çuhası ile hazır elbise gelmekteydi. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Fransızların yanı sıra İngilizlerin de Balkan pazarına dahil olmasıyla birlikte bölgeye gelen malların çeşitlendiği, başta mensucat ürünleri olmak üzere keten bezi, pamuklu kadife, maden filizi, saat, mücevherat, cam ve kağıt gibi ürünlerin, aralarında İslimye panayırının da bulunduğu çeşitli panayırlara indirilerek buradan iç kesimlere dağıtıldığı görülmektedir. Ayrıca Hollanda, İtalya, Rusya, Avusturya ve Alman eyaletlerinden gelen tacirlerin de bölgedeki ticari hareketliliği artırdığı bilinmektedir.[48] XIX. yüzyılda ise panayıra katılan yerli ve yabancı tüccar içerisinde Yahudiler ağırlıklı bir yer işgal ettiği gibi panayırda satılan ürünler de çeşitlenmiştir. Bahsedilen yüzyıla ait gümrük muhasebe defterlerinden anlaşıldığına göre bu dönemde panayırda başta keten (Eflak keteni) ve keten mamulleri olmak üzere kenevir ipliği, urgan, kirpas[49], Eflak kenevir kirpası, Moskov kirpası, Musul kirpası, kirpas keten gömlek gibi mallar alınıp satılmıştır. Bunun yanı sıra panayırda hayvansal kaynaklı mallar geniş bir ürün yelpazesi halinde müşteriye sunulmuştur. Mesela manda boynuzu, keçi derisi, beyaz post, samur post, tilki postu, kedi postu, tavşan postu, sansar postu, zerdeva postu, kakum, çılkafa[50], sincap kürkü ve Bec samuru bu çeşit mallar arasında zikredilebilir. Panayır aynı zamanda geniş imparatorluk coğrafyasında imal edilen kumaş ve kumaşlardan mamul ürünlerin pazarlandığı bir mekân olduğu gibi imparatorluk dışından gelen ürünlere de ev sahipliği yapmıştır. Bunlar arasında Efrenc fesi, Bec velensi, Bec yağlığı ve tülbendi, İngiliz şalı, Leh kılabdanı[51], ibrişim kolan, Şarköy kilimi, yorgan yüzü, basma, basma kuşak, Kıbrıs basması, İslimye ve Yanbolu kebesi[52], Selanik havlusu, Diyarbakır, Şam, Yenişehir ve Manisa alacası, İzladi takım ve seccade, canfes, patiska, çuha, aba ve kaytan[53] gibi ürünler bulunmaktadır. Bu çerçevede kumaşın hammaddelerinden yapağı ve ham ipek de ticareti yapılan ürünler arasındaki yerini almıştır. İslimye panayırı bakır, hırdavat, ayna, aynalı kutu, çadır, at keçesi, yular, gözlük, kağıt, bileği taşı, piştov, fındık, gül yağı, gül suyu, balmumu, afyon, şeker, kahve, balık ve bakır kap-kacak gibi malların alınıp satıldığı ticari bir mekan olarak da karşımıza çıkmaktadır.[54] Ayrıca panayır tütün ticaretinin yapıldığı önemli pazar yerlerinden biri haline gelmiştir. Daha çok Gümülcine ve çevresi olmak üzere Çirmen, Hasköy, Yenice-i Karasu, Akçakızanlık, Filibe, Pazarcık, Karlova ve Edirne gibi yerlerde üretilen tütün, küçük çaplı bölge tüccarı ve çiftçiler tarafından arabalarla panayıra getirilmiş ve buradan tütün ihraç eden tüccar vasıtasıyla Karadeniz’e, Tuna yoluyla Belgrad ve imparatorluğun kuzey bölgelerine pazarlanmıştır.[55] Bu kapsamda enfiye de panayırda ticareti yapılan bir meta olup Edirne kalemi enfiye mukataasını emaneten idare eden enfiyeciler tarafından serbest bir şekilde satılmıştır.[56] Panayırlar aynı zamanda köle ticaretinin yapıldığı pazarlar olarak da karşımıza çıkmaktadır.[57]
Panayırların önemli bir fonksiyonu da darphanelere hammadde sağlayan mekânlar olmasıydı. Buralarda yerli paraların yanı sıra yabancı para birimleri de tedavülde dolaşmaktaydı. Darphane emin ve nazırlarının tayin ettiği sarraf, mübayaacı ve zahireciler tüccar, esnaf ve halkın getirdiği sikke ve külçeleri maden satın alır gibi dirhem hesabıyla satın alıyorlardı. Bu satın alma işlemi fiyat-ı mukarrere veya günün rayici üzerinden gerçekleşiyordu. Darphane emin veya nazırı ya da ifraz mukataası mutasarrıfları tarafından panayırlara gönderilen mübayaacılara sikke satın almak üzere “sermaye” verilmiştir. Mesela 1783 yılında ifraz mukataası mutasarrıfı tarafından darphane için altın ve gümüş satın almak üzere İslimye panayırına gönderilen mübayaacı zımmîlere, 70.000 kuruştan fazla sermaye teslim edilmiştir. Refakatçileri eşliğinde panayır bölgesine hareket eden bu mübayaacılar, “…buldukları zer ve simi ve nakısü’l-vezn işe ve kale gelir meskûk altını ve kefere sikkesiyle buldukları bi’l-cümle ecnâs-ı nukudu hüsn-ü rayici üzere mübayaa...” etmekle görevliydiler.[58] Yine 1789 yılında Darphane’ye bağlı ifraz mukataası mutasarrıfı Düzoğlu Ovanes tarafından zahireci adıyla 2 nefer Yahudi, altın ve gümüş mübayaa etmek üzere İslimye panayırının yanı sıra Edirne vs. bölgelere gönderilmiştir. Zahirecilere, miri fiyat üzerinden satın alma işini gerçekleştirmeleri konusunda talimat verilmiştir.[59]
IV. Panayırda Can ve Mal Güvenliğinin Sağlanması
Panayırlardaki alışverişin hem devletin hem de katılan çevrelerin menfaatine uygun olarak devam etmesi, güvenlik önlemleriyle yakından ilgiliydi. Panayırlara ulaşan yollarda ve panayır alanlarında esnaf, tüccar ve halkın çeşitli tehdit ve tehlikelere karşı güvenliğini sağlamak ise devletin sorumluluğu altındaydı. Bu konuda devletin ve mahalli idarecilerin zafiyetleri, can ve mal güvenliği açısından endişe taşıyan tüccarın panayıra katılmaktan vazgeçmesine dolayısıyla o yılki panayır gelirlerinin düşmesine sebep olmaktaydı. Özellikle eşkıyalık, savaş ve ihtilâl yıllarında bu tür olumsuz durumlarla sık sık karşılaşılmaktaydı.[60]
a. Panayırda Eşkıyalık Faaliyetleri
İslimye panayırı gibi uluslararası özellik taşıyan panayırlara katılımın son derece yoğun olması, pek çok değerli mal ve eşyanın buralarda el değiştirmesi, bu yerleri eşkıya açısından cazip yerler haline getirmiştir. Özellikle panayıra ulaşan yol ve geçitleri tutan kalabalık eşkıya grupları tüccarın can ve mal güvenliğini tehdit etmiştir. Eşkıya sadece yol güvenliğini tehdit etmekle kalmayıp meskûn mahallerin idareci ve sakinleriyle de işbirliği yaparak faaliyet alanlarını artırmıştır. Mesela 1789 yılında panayırdan dönüşte Tatarpazarı kazasına bağlı Hotan köyünden geçen Dramalı 5 nefer tütün tüccarı esnafı, Hacı Osman’ın evinde ikamet ettiği sırada bir grup eşkıyanın saldırısına uğramıştır. Hacı Osman’ın yardım ve yataklık ettiği bu eşkıya grubu, tüccarın yanında bulunan 9.000 kuruş ile hayvan ve eşyalarını gasp ettikleri gibi kendilerini de yaralamıştır. Bu organize işte tüccar, Hacı Osman ile birlikte köy halkından da şikâyetçi olmuştur.[61] Özellikle yüzyılın sonlarına doğru dağlı eşkıyasının Rumeli’de faaliyetlerini artırması yerleşik halkın günlük yaşantısını olumsuz etkilediği gibi ticari hayatı da sekteye uğratmıştır. Dağlı eşkıyasından Kara Feyzi ve Cenkcioğlu gibi eşkıya liderleri[62], kalabalık bir eşkıya topluluğu ile 1799 yılının ortalarında panayırdan dönen 600 arabadan oluşan bir tüccar kafilesine saldırmışlardır. Üstelik bu saldırı tüccarın ve arabaların güvenliğine memur edilen silahlı birliklere rağmen yapılmıştır. Edirne Bostancıbaşısı Ahmed Ağa ile Tüfenkçibaşı Halil Ağa’nın gözetiminde ilerleyen tüccar kafilesi Edirne yakınlarında bulunan Derbend-i kebir ve Derbend-i sağir arasında ansızın saldırıya uğramış ve burada adeta küçük bir savaş söz konusu olmuştur. Her iki tarafın da kayıp verdiği bu mücadele sonucunda eşkıya, arabaların yarısını yağma ve talan etmiştir. Eşkıyanın verdiği zarar yaklaşık 3-4 bin kese nakit ile çeşitli eşyadan oluşmaktadır. Büyük bir soygun gerçekleştiren eşkıyanın bununla yetinmeyeceği, civardaki yerleşim birimlerini yaktıktan sonra Edirne’ye de saldıracağı yönünde ihbarlar alınmıştır. Hükümet, başta Edirne Muhafızı Vezir Seyyid Yusuf Paşa ve kapı halkı olmak üzere Edirne bostancıbaşısı ve maiyeti ile eli silah tutan kişileri eşkıyaya karşı görevlendirmiştir. Eşkıyanın gasp ettiği malların geri alınması ve cezalandırılması konusunda çevredeki ayanlar da harekete geçirilmiştir.[63] Hükümetin eşkıyalık ile mücadelesinde üst düzey yöneticiler de rol oynamıştır. Nitekim Tırhala Sancağı Mutasarrıfı Yusuf Paşa’nın merkezle yaptığı yazışmalardan eşkıyanın hareketlerini adım adım takip ettiği, tedbirlerin artırılması üzerine eşkıyanın firar ederek tüccardan gasp ettiği arabalardan yaklaşık 40 kadarını yüküyle beraber terk ettiği bilgisine ulaşılmaktadır. Ele geçirilen mallar Edirne bostancıbaşısı ve cizyedarı aracılığı ile sahiplerine ulaştırılmıştır.[64]
Panayıra katılan yabancı tüccar da eşkıyalık tarzı olaylarla karşılaşmıştır. Üstelik bu olaylara karışanların tüccar olması ilginçtir. Mesela İslimye panayırından dönen Rus tacirlerin İstanbul yolunda bulunan bir menzilde ikametleri esnasında Müslüman tacirlerle karşılaşması ve yüklerini yerleştirme konusunda anlaşmazlık yaşaması bir gerginliğe yol açmıştır. Gerginlik kısa süre sonra kavgaya dönüşmüş ve Müslüman tüccarın silah kullanmaları sonucu bir Rus tacir yaralanmıştır. Ayrıca yolculuk sırasında Müslüman tacirlerin tehdit ve baskılarına maruz kalan Rus tacirler, bu durumu elçileri vasıtasıyla hükümete iletmişlerdir. Zira yabancı tüccarın gerek yol gerekse ikametleri sırasında ahidnâme şartları gereğince güvenliklerinin sağlanması gerekmekteydi.[65]
b. Panayır Güvenliği İçin Alınan Tedbirler
Güvenlik tedbirleri, panayırın açılmasından önce başlamakta ve panayır süresince devam etmekteydi. Hükümet, panayırların açılmasından önce mutasarrıf veya diğer idarî amirleri bölgeye gönderdiği gibi bostancıbaşılara da önemli görevler yüklemiştir. Zira bostancıbaşılar tüccarın gerek panayır alanında gerekse gidiş-dönüşlerde güvenliğini sağlamak durumundaydı. Ayrıca bazı yıllarda vezirler ile valilerin tayin ettiği “mahsus adamlar” görevlendirilerek[66] güvenlik konusuna hassasiyet gösterilmiştir. Eşkıyalığın yaygın olduğu yıllarda geniş bir güvenlik ağı oluşturulmuş ve bu ağ içerisinde cizyedar, ayan, yeniçeri, bostancı, piyade ve süvari askerler de yer almıştır. Hatta daimi kuvvetler gönderilerek bütün yıl boyunca panayır bölgesinin güvenliği sağlanmaya çalışılmıştır.[67] Eşkıyalık, savaş, ihtilal gibi olağanüstü durumlarda can ve mal güvenliği tehlikeye düşen tüccarın panayıra katılmaktan vazgeçmesi kâr ve kazançlarını ortadan kaldırdığı gibi İrâd-ı Cedîd-i Hümâyûn Hazinesi için de gelir kaybına yol açmaktadır. Zira panayır gelirlerinin de içinde bulunduğu İslimye mukataası, İrâd-ı Cedîd-i Hümâyûn Hazinesi tarafından idare edilmektedir.[68] Nitekim 1795 yılında ihtilal dolayısıyla tüccarın panayıra katılma konusunda bir güvenlik sorunu yaşadığı görülmektedir. İslimye panayırı için gerek Edirne’den gerekse uzak ve yakın coğrafyadan gelen tüccar ve kethüdaları, bu şartlarda panayıra katılmalarının mümkün olmadığını ifade ile kendilerine yol güvenliğini sağlayacak bir muhafız temin edilmesini talep etmişlerdir. Bu talep dikkate alınmış, kendilerine Bostancıbaşı Ağa marifetiyle “bir kar-güzâr usta” tayin edilmiştir. Aslında öteden beri uygulanan bu sistem sayesinde tüccarın panayırlara güven içinde gidip gelmesi mümkün olabilmiştir.[69] Tüccara yol boyunca refakat eden bu görevlilerin dışında panayır çevresinde bulunan tehlikeli yol ve geçitleri beklemek üzere bekçi, muhafız[70] ve yeniçeriler[71] görevlendirilmiş, güvenilir kişilerden de bölükbaşılar tayin edilmiştir. Ayrıca panayır yolu üzerindeki kazalara uğrayan tüccarı korumak üzere devriye gezen kır serdarlarından yararlanılmıştır.[72]
Beratlı Avrupa tüccarı veya onların simsar, hizmetkâr ve adamları için de yol güvenliğine yönelik bazı tedbirler alınmıştır. Bu çerçevede İstanbul ve Edirne’den Anadolu ve Rumeli’de panayır kurulan mahallere ticaret amacıyla giden yabancı tüccarın yolculuğu ve ikameti ahidnâme şartlarıyla güvence altına alınmıştır. Tüccara verilen yol hükmü ile bölgedeki görevlilerin dikkati çekilmiş ve yabancı tüccarın yol boyunca himaye edilmesi, mükerrer gümrük resmi talep edilmemesi gibi hususlarda ahidnâme şartları hatırlatılmıştır.[73] Benzer şekilde panayırlara katılan Sırp tüccarın ticari faaliyetlerini rahatça sürdürebilmeleri için de ilgili kişilere hitaben fermanlar gönderilmiştir.[74]
Alınan tedbirlere rağmen tüccarın panayırlarda eşkıyalık dışında hırsızlık gibi adi olaylara maruz kaldığı, çeşitli iddialarla mahkemeye davet edildiği ve incitildiği tespit edilmektedir. Bu konudaki şikâyetler genellikle yabancı tüccar tarafından yapılmıştır. Mesela 1794 yılında İslimye panayırında 2.774 kuruşluk eşyası çalınan Cozepe Elyoti adlı Prusyalı tüccarın mağduriyeti elçisi vasıtasıyla hükümete iletilmiştir. Elçinin ifadesine göre eşya ile birlikte Rusçuk’a kaçan hırsızlardan bir kısmı yakalanarak hapsedilmesine rağmen bir kısmı ise Uzuncaova ve civar kazalarda dolaşmaya devam etmiştir. Hükümet, bir mübaşir görevlendirerek olayın soruşturulmasını, suçluların mahkemeye çıkarılmasını ve malların sahiplerine iadesini ilgililere emretmiştir.[75] Yabancı tüccarın dile getirdiği sıkıntılardan bir diğeri de çeşitli şehirlere ve panayırlara gidiş-gelişler sırasında kendilerine veya hizmetkârlarına yapılan haksız müdahalelerdir. Yabancı tüccara verilen tuğralı emr-i şerif gereğince yolculukları sırasında güvenliklerinin sağlanması ve geçişlerine engel olunmaması gerekiyordu. Ayrıca ahidnâme şartlarına göre Osmanlı reayası ile yabancı tüccar arasındaki davaların elçileri, konsolosları veya vekilleri marifetiyle bir tercüman aracılığıyla görülmesi zorunluydu. Oysaki Edirne, Selanik, Filibe, Siroz, Uzuncaova ve İslimye gibi panayırlara ticaret amacıyla giden Prusyalı tüccar, ahidnâme şartlarına aykırı olarak bazı kişilerin taciz ve baskısına maruz kalmıştır. Çeşitli bahanelerle mahkemeye davet edilen ve ticaretten alıkonulan tüccarın zarara uğraması üzerine Prusya elçisi harekete geçmiş ve müdahalenin önlenmesi konusunda daha önce verilen fermanın ilgili kazalara gönderilmesi ricasında bulunmuştur.[76]
V. Panayırın Kurulmasını Sekteye Uğratan Faktörler
Anadolu veya Rumeli’de belirli zamanlarda her yıl kurulması adet olan panayırlar savaş, ihtilal gibi olağanüstü sebepler dolayısıyla faaliyetlerine ara vermek zorunda kalmıştır. Kimi zaman da tüccarın iştirak etmemesinden dolayı panayırlar tatil edilmiştir. Panayır mahallindeki güvenliğin yeterince sağlanamadığı durumlarda iptal edilen panayırlar, asayişin yeniden normale dönmesinden sonra eskisi gibi kurulmaya devam etmiştir.[77]
Rumeli’deki panayırların uzun süre faaliyetlerine ara vermesinde kuşkusuz savaşların büyük rolü olmuştur. Özellikle XIX. yüzyılın başlarından itibaren Rumeli’de ortaya çıkan savaşlar, bu bölgede kurulan uluslararası panayırları olduğu gibi İslimye panayırını da etkilemiştir. Uzun yıllar kurulamayan panayırdan dolayı bölge ve ülke ekonomisi zarar görmüştür. Merkezî idare, savaşların sona ermesi ve asayişin sağlanması üzerine bu organizasyona yeniden işlerlik kazandırmak için harekete geçmiştir. Bu kapsamda panayırın açılacağını ilan eden, tüccarın can ve mal güvenliğinin sağlanmasıyla ilgili kararları içeren fermanlar Balıkesir sancağı mutasarrıfı, Rumeli’nin sağ, sol ve orta kollarında bulunan görevliler ile Eflak ve Boğdan voyvodalarına gönderilmiştir. Mesela 1815 yılında yazılmış arzlardan anlaşıldığına göre İpek kadısı kendilerine ulaşan bu içerikteki bir fermanı mahkemede sicile kaydettirmiş[78], Edirne kadısı ise esnaf kethüdaları ve sarrafların da hazır bulunduğu mahkemede okutturmuştu.[79] Yine sefer dolayısıyla birkaç yıldır faaliyetine ara vermek zorunda kalan İslimye panayırının tekrar açılacağı bölgedeki ilgililere hitaben yazılan 1831 tarihli bir fermanla ilan edilmiş ve açılıştan tüccar grubunun haberdar edilmesi emredilmiştir.[80]
Rumeli’de ortaya çıkan ihtilâller de panayırların düzenli olarak kurulmasını engellemiştir. Özellikle Rum ihtilâlinden dolayı İslimye panayırı zaman zaman faaliyetlerine ara vermiştir. Nitekim 1821 yılında önce Eflak-Boğdan daha sonra da Mora’da başlayan isyan dolayısıyla[81] panayır kurulamamıştır. Bu durum tüccarı mağdur ettiği gibi[82] İslimye mukataasında da gelir kaybına yol açmıştır. Zira mukataanın en önemli gelir kalemini panayır hasılâtı oluşturmaktaydı. Silistre valisinin dile getirdiği bu durum sonrası hükümet, panayırın tekrar açılması için ilgililere ferman gönderilmesine karar vermiştir. Hükümet, panayırın açılmasına sadece tüccarın menfaati ve mukataanın kârı açısından bakmamış aynı zamanda Bulgar reayasının durumuna da dikkat çekmiştir. Zira İslimye ve çevresinde çoğunluğu oluşturan Bulgarlar isyancı Rumlar gibi olmayıp devlete karşı herhangi bir olumsuz tavır sergilememişlerdir. Bu durum hükümetin Bulgar reayasının refahı için panayırın tekrar açılmasına izin vermesinde etkili olmuştur.[83] Fermanlar panayırın kurulmasından aylar öncesinde ilgili yerlere gönderilerek tüccar durumdan haberdar edilmiş ve panayıra katılım arttırılmaya çalışılmıştır.[84]
Hükümetin izni ve bölgedeki görevlilerin gayretleriyle yeniden aktif hale gelen panayırlarda halka da sorumluluk yüklenmiştir. Nitekim panayıra katılan tüccarın can ve mal güvenliğine herhangi bir zarar gelmesi durumunda mevcut zarar, ilgili kaza halkı tarafından karşılanmıştır.[85]
VI. Panayırda Tahsil Edilen Vergiler
Panayırlara getirilen mal ve eşyanın satışı dolayısıyla çok çeşitli vergiler tahsil ediliyordu. Panayırlara göre değişiklik gösterebilen bu vergiler arasında serçin, yular ve damga rüsûmu, duhan rüsûmu, gümrük rüsûmu, kantar ve bac rüsûmu, çalgıcı ve oyuncu ruhsatiye tezkereleri rüsûmu, at ve ester pazarı rüsûmu, tahmis rüsûmu, sergi rüsûmu, yalı panayırı rüsûmu gibi vergiler bulunmaktaydı. Bu vergilere ilave olarak panayır resmi, avâid ve ruhsâtiyye gibi düzenli vergilerin yanı sıra cizye gibi düzensiz vergiler de toplanmaktaydı. Panayırda tahsil edilen bu vergiler yer kirası ile tüccarın güvenliğine memur edilen görevlilerin masraflarına karşılık olarak alınmıştır.[86]
a. Panayır Vergisi
Panayıra getirilen mal ve eşyadan öteden beri tahsil edilen bir vergi olan panayır vergisi, yer kirası ile memurların masraflarını karşılamakta kullanılmıştır. Bununla birlikte bu vergi “mukarrer rüsumât hükmünde” olmadığından yabancı tüccarın ödemek istemediği bir vergiydi. Zira ticaret ahidnâmelerine göre yabancı tüccarın gümrük tezkiresi olmadan panayıra getirdiği her türlü eşya, mal ve erzaktan toplam %12 kuruşluk gümrük vergisi ödeme yükümlüğü vardı. Dolayısıyla panayıra gümrük tezkiresiyle gelen tüccardan gümrük ve diğer vergilerin talep edilemeyeceği ahidnâmelerle güvence altına alınmıştır. Ancak panayır vergisinin tüccarın rızası alınarak küçük miktarlarda tahsiline izin verilmiştir. Panayır vergisi olarak alınan duhûliyye (resm-i âmediyye) ve hurûciyye (resm-i reftiye) vergileri Asakir-i Mansûre masraflarını karşılamak için kullanılmıştır. 1868 yılına kadar devam eden bu vergi, panayırda satılan mal ve eşyanın fiyatını yükselttiği ve ticari durgunluğa sebep olduğu gerekçesiyle kaldırılmıştır.[87]
Eskiden beri devam eden ve geleneksel bir özellik taşıyan bu vergi panayırlara göre de değişiklik göstermiştir. Mesela 1834 yılında İslimye panayırında “…kadîmden usûl ve adet-i panayır beher arabada beşer onar kuruş…” iken Siroz panayırında emtianın her yükünden girişte 20, çıkışta ise 10 kuruş panayır vergisi tahsil edilmiştir. Bununla birlikte yabancı tüccarın bu vergiyi ödemekten kaçındığı görülmektedir. Özellikle İslimye gibi uluslararası özellik taşıyan panayırlara katılan tüccarın çoğu Avrupalı ve Nemçeli tüccar olup bunların da panayır vergisini ödemek gibi bir niyetleri bulunmuyordu. Üstelik Avrupa tüccarı olmayanlar dahi mallarını onlara karıştırarak “Avrupa malından deyu” vergi ödemekten kaçınmışlardır. Bu durum panayır hasılâtının da içinde bulunduğu mukataa gelirlerinde büyük azalmaya sebep olmuş ve İslimye voyvodalarının şikâyetine yol açmıştır.[88]
b. Bac Vergisi
Panayıra katılan tüccardan eskiden beri devam eden bir uygulama ile bac vergisi tahsil ediliyordu. Tüccarın araba yükü ile getirdiği mal ve eşyadan 8 akçe, at yükü ile getirdiğinden 4 akçe olarak alınan bu vergiyi panayırın kurulduğu kazanın voyvodaları topluyordu.[89] Ancak voyvodalar zaman zaman bac vergisini fazla tahsil ettikleri gibi sergi akçesi, toprak basdı, damga akçesi, kantar akçesi gibi isimlerle kanunsuz taleplerde bulunmuşlardır. Bu türden bir uygulama 1778 yılında kurulan İslimye panayırında karşımıza çıkmaktadır. Panayıra katılmak üzere İstanbul, Bursa, Halep, Şam, İzmir, Tokat, Manisa, İnöz, Alaşehir, Bolvadin, Karacasu ve Aydın gibi yerlerden gelen tüccar, voyvodaların haksız taleplerini Edirne mahkemesinde dile getirmişlerdir. Bahsedilen tarihte İslimye voyvodası olan Murad ve Hüsmen Ağalar, panayıra gelen tüccarın Müslüman veya gayrimüslim oluşuna göre farklı bir tarife uygulamıştır. Buna göre Müslüman tüccarın araba yükünden 20-25 kuruş, gayrimüslim tüccarın araba yükünden ise bunun iki katı bac vergisi alma yoluna gitmişlerdir. Ayrıca sergi akçesi adıyla her dükkândan 6,5 kuruş; arabacılardan toprak basdı adıyla her arabadan 30 para, at yükünden 15 para; damga akçesi adıyla her araba ve attan 15’er para; kantar akçesi adıyla tartılan her eşyadan 12’şer para tahsil etmişlerdir. Bunların yanı sıra voyvodalar tüccarı türlü bahanelerle suçlamakla kalmayıp panayırdan ayrıldıklarında 3-4 altın daha talep etmişlerdir. Tüccarın şikâyeti üzerine Edirne kadısı aracılığı ile Murad ve Hüsmen Ağalar mahkemeye davet edilmiş ve haksız yere tahsil ettikleri paranın iadesi istenmiştir.[90] Aslında bac vergisiyle ilgili şikâyetleri sadece yerli değil; yabancı tüccar da sık sık dile getirmiştir. Yabancı tüccar ahidnâme maddeleri gereğince 1838 yılına kadar sadece %3 gümrük vergisi ödemekle mükellefti. Ancak gümrükçü, rüsûmat tahsildarları ve voyvodalar, mükerrer gümrük talebinin yanında bac vs. vergileri de tahsil etmeye çaba göstermişlerdir.[91]
Bac vergisi sadece panayırlarda tahsil edilen bir vergi değildi. Tüccar, bu vergiyi panayırlara ulaşan yollar üzerindeki derbentlerde de ödüyordu. Bu vergi, panayıra katılımı olumsuz yönde etkilediğinden bir süre sonra kaldırılmıştır.[92]
c. Avâid Vergisi
Gelir, irad anlamına gelen avâid, panayır ve bac vergisi gibi öteden beri devam eden bir vergiydi. Panayır bölgesinin voyvodaları tarafından alınan bu vergi, ticari mallardan yük başına 2-3 kuruş, hayvan başına 4-5 kuruş olarak tahsil ediliyordu. Bu vergi, Tanzimat’ın ilanından sonra kaldırılmışsa da bazı panayırlarda alınmaya devam etmiştir.[93]
Yabancı tüccarın gümrük vergisi dışında şikâyet ettiği vergilerden biri de avâid vergisiydi. Bu verginin sınırlarının oldukça geniş olduğu, bac, mürûriyye, kassabiyye, dam, bazar ve sergi akçesi gibi vergilerin de bu isim altında tahsil edildiği anlaşılmaktadır. Gümrük vergisini ödeyen ve eda tezkiresi alan tüccar, panayıra katıldıkları zaman mükerrer gümrük vergisinin yanında bu vergileri de ödemek zorunda kalmıştır. Tüccarı mağdur eden bu uygulama üzerine yabancı devletlerin büyükelçileri veya maslahatgüzarları hükümet nezdinde girişimde bulunmuşlardır.[94]
d. Gümrük Vergisi
Bu vergi, panayıra gümrük tezkiresi olmaksızın getirilen mal ve eşyadan alınan vergiyi ifade etmektedir. Yabancı tüccar, 1838 tarihli Osmanlı-İngiliz ticaret antlaşması imzalanmadan önce ahidnâme şartları gereğince %3 oranında gümrük vergisi ödüyordu. Bu antlaşmadan sonra ise yabancı tüccarın panayırda ödediği gümrük vergisi oranı %9 âmediyye ve %3 reftiyye olmak üzere toplam %12 olarak belirlenmiştir. Yerli tüccar ise iç ticaretin şartlarına tabi olarak bu vergiyi ödemiştir. Bununla birlikte yabancı tüccarın, Osmanlı topraklarından satın alıp panayırlara sevk ettiği emtianın vergisi yerli tüccarda olduğu gibiydi.[95]
Tüccar ve esnafın tezkiresiz olarak panayıra getirdiği emtiadan gümrük vergisi tahsil etmek üzere panayır gümrükleri kurulmuştur. Bu gümrüklerin idaresinde ise iltizam-maktu, emanet veya malikâne gibi usullere müracaat edilmiştir. Panayır gümrükleri 1,2 ve 3 yıllık olmak üzere ihaleye çıkarılıyordu.[96] Panayır bölgesinin önde gelen kişileri idareye talip oldukları gibi, bazen uzak bölgelerden de talipliler çıkabiliyordu.[97]
Panayırlara gümrük ödemeden getirilen emtiadan dolayı hem panayır bölgesinde hem de malın geldiği bölgede türlü sorunlarla karşılaşılmıştır. Her şeyden önce gümrüksüz olarak panayırlara sevk edilen emtia, ilgili kazanın mukataa gelirlerinde azalmaya yol açmıştır. Bu durum mukataayı iltizam yoluyla işleten kişilerin dolayısıyla miri hazinenin zarara uğramasına neden olmuştur.[98]
Yabancı tüccarın en fazla şikâyet ettiği konular arasında görevlilerin mükerrer gümrük vergisi talebinde bulunmalarıydı. Yabancı tüccar, getirdikleri veya imparatorluk dahilinde satın aldıkları emtianın %3 oranında gümrük vergisini gümrük eminlerine ödemelerine ve eda tezkiresi almalarına rağmen kendilerinden tekrar gümrük vergisi talep edilmiştir. Ahidnâme şartlarına aykırı olarak ilgili bölge voyvodaları ile gümrükçü ve tahsildarların mükerrer gümrük, bac, kassabiye, yasak kolu, reft, dükkân avâidi ve 300 akçeden fazla selâmetlik resmi adı altında vergi istemesi yabancı devlet elçilerini harekete geçirmiştir. İstanbul’daki Avusturya orta elçisinin bildirdiğine göre 1780 yılında Avusturyalı tacir Maron Kadiş’in Mikel ve Hristo adlı yazıcıları, ülkelerinden getirdiği emtianın Belgrad’da gümrüğünü ödemelerine rağmen, İslimye panayırına geldikleri zaman kendilerinden tekrar gümrük tahsil edilmiştir. Elçi, İslimye Voyvodası Murad Ağa’nın haksız bir şekilde tahsil ettiği meblağın iadesini talep etmektedir.[99] Benzer şikâyetler Fransız ve Prusyalı elçiler tarafından da dile getirilmiştir. Özellikle Uzuncaova, İslimye ve Gümülcine çevresinde kurulan panayırlara katılan tacirler, mükerrer gümrük, kassabiye ve bac talebiyle karşılaşmışlardır. Elçilerin hükümet nezdindeki girişimleri üzerine, panayır kurulan bölgelerin kadı, naip, voyvoda ve zabitlerine hitaben fermanlar gönderilmiştir.[100] Aslında elçilerin bu konudaki teşebbüsleri tüccarın harekete geçmesinden önce başlamaktaydı. Elçiler, tüccarın yol güvenliğinin sağlanması ve ahidnâme şartlarına uygun olarak muamele görmesi için yol hükmü verilmesi konusunda talepte bulunmuşlardır. Buna göre gümrüğünü ödemiş olan tacirden tekrar gümrük ve cizye talep edilemeyeceği gibi yolculuğuna ve kıyafetine herhangi bir müdahalede bulunulmayacaktır.[101]
Öte yandan yabancı tüccarın tezkiresiz olarak panayıra getirdiği emtianın gümrük vergisini ödemekten kaçındığı görülmektedir. Bu durum vergi gelirlerinde azalmaya sebep olduğundan gümrük eminleri, merkezî idarenin dikkatini çekerek tahsilâtın eskiden olduğu gibi yapılmasını temin etmişlerdir.[102] Aynı şekilde Osmanlı topraklarından satın alınarak yabancı tüccar tarafından panayıra getirilen ve iç ticaretin şartlarına tabi olan emtianın gümrük vergisinin tahsilinde de bazı sorunlarla karşılaşılmıştır. Yabancı tüccar, gümrük vergisini ödemekte isteksiz davranmış ve miri gelirlerin düşmesine yol açmıştır. Nitekim 1834 yılında yabancı tüccarın, Osmanlı memleketlerinden alıp İslimye panayırına getirdikleri bakır külçe ve derilerin iç gümrük vergisini ödemekte ağır davranması üzerine 1835 yılında verginin Edirne gümrükçüsü tarafından tahsil edilmesine karar verilmiştir.[103]
e. Duhan (Tütün) Vergisi
İslimye panayırında ticarete konu olan ürünlerden biri de tütün idi. Panayırda pazarlanan tütünler daha çok Çirmen, Hasköy, Edirne, Yenice-i Karasu, Akçakızanlık, Eskizağra, Yanbolu, Filibe, Pazarcık, Karlova, Gümülcine, Satofça ve Drama gibi yerlerden getirilmiştir.[104] Küçük çaplı bölge tüccarı ile çiftçilerin getirdiği bu tütünler, tütün ihraç eden tüccar tarafından büyük ticaret hacmine sahip bölgelere -Belgrad, Karadeniz ve imparatorluğun kuzeyi gibi- ihraç edilmiştir.[105]
Osmanlı Devleti’nde ticari bir meta olan tütünden vergi tahsil etmek amacıyla duhan gümrükleri kurulmuştur. Tütün tüccarı yanlarında getirdikleri tütünlerin gümrük vergisini “ber-muceb-i şurût-ı nizâm-ı cedid” gümrük eminlerine ödedikleri zaman kendilerine eda tezkiresi verilmiştir. Tütün tüccarı bu vergi dışında başka herhangi bir vergi ödemekle mükellef değildi. Bununla birlikte tüccar, zaman zaman bölge voyvodaları tarafından haksız bir şekilde vergiye tabi tutulmuştur. Tüccarın panayıra gitmekten vazgeçmesine sebep olacak bu uygulama, duhan gümrüğünün de zarara uğramasına yol açmıştır. Mesela 1781 yılında İslimye voyvodasının panayıra gelen tütün arabalarının her birinden zorla üçer dörder kuruş tahsil etmesi, tütün tüccarının şikâyetine neden olmuştur. Hükümetin duruma müdahale etmesi üzerine voyvodanın kanunsuz bir şekilde tahsil ettiği paranın sahiplerine iadesi ve uygulamanın devamı halinde voyvodanın cezalandırılması yönünde karar verilmiştir. Ayrıca tütün tüccarını bac vs. vergi taleplerine karşı koruyan kararlar da ilgili bölgelere gönderilmiştir. Panayıra getirilen tütünler “ber-vech-i peşin ve “ba-temessük” olmak üzere vergiye tabi tutulmuştur. Tütünün vergilendirilmesi, kıyye hesabına göre yapılmış ve her kıyyesinden %10 oranında vergi tahsil edilmiştir. Panayıra “eda tezkiresi” ile gelen tütün tüccarından ise vergi talep edilmemiştir.[106] Panayıra tütün tüccarı tarafından basma, torba, çuval, dizi, denk gibi çeşitli şekillerde tütün getirilmiştir. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında daha çok Müslüman tütün tüccarı tarafından yapılan bu ticarette askerî sıfat taşıyanlar aktif bir rol oynamıştır.
f. Cizye Vergisi
Cizye, panayırların düzenli gelir kaynakları arasında yer almamaktadır. Zira vergisini panayırda ödeyen tüccar sayısının her yıl değişiklik göstermesi, bu gelir kaleminin de değişken bir özellik göstermesine yol açmıştır. Mesela İslimye panayırında 1132/1720-1721 yılında 2.151[111], 1152/1739-1740 yılında 953[112], 1801 yılında 1.019, 1802 yılında ise 1.800 adet cizye evrakı tevzi edilmiştir. Osmanlı tebaası gayrimüslim tüccar, esnaf ve halk, cizyenin tahsili zamanında panayır alanlarında iseler bu vergiyi panayırda ödemişlerdir.[113] Nitekim İslimye panayırının açılma vakti 1152 (1739-1740) yılı cizye evrakının dağıtımına tesadüf ettiğinden kaza dışından gelen gayrimüslimlere dağıtılmak üzere 3.700 adet cizye evrakı hazırlanmış, ancak bu miktardan sadece 953’ü tevzi edilebilmiştir. Buna göre dağıtılan cizye evrakının alasından 10, evsatından 5 ve ednasından 2,5 kuruş tahsil edilerek hazineye teslim edilmiştir. Aşağıdaki tabloda panayıra katılan tüccarın geldiği yer, cizye evrakının türü ve sayısı gösterilmektedir.
İslimye panayırına katılan gayrimüslim tüccarın cizyelerini tahsil etmek üzere merkezden bazı görevliler tayin edildiği gibi zaman zaman bu iş cizyedarlara havale edilmiştir. Zira hükümet, panayıra katılan gayrimüslim tüccarın çokluğundan dolayı bu işin İslimye cizyedarı tarafından yapılması halinde sorunların daha da artacağını düşünmüş ve miri tarafından toplanmasını uygun görmüştür. Bunda panayırın kurulma vaktinin 33 yılda bir cizyenin toplanma zamanına (1 Muharrem) denk gelmesi de etkili olmuştur.[115] Nitekim 1152/1739-1740 yılının panayır cizyesini emanet yoluyla toplamak üzere Edirne Cizyedarı İbrahim Ağa görevlendirilmiş, kendisine 3.700 adet cizye evrakı teslim edilmiştir.[116] Panayır cizyesinin maktu yolla toplandığı da görülmektedir. Mesela 1800 yılında cizyenin toplanma işi, 6.000 kuruş mal ile Dergâh-ı âlî kapıcıbaşılarından Kara Ahmed Ağa’ya ihale edilmiş, 1801 yılında ise 10.000 kuruşluk cizye evrakı Edirne cizyedarının uhdesine verilmiştir.[117] Miri mühürle mühürlenmiş cizye bohçasını teslim alan görevli kişiler, üzerinde İslimye panayır cizyesi işaret ve mührünü taşıyan evrakları tüccarın mali durumuna göre tevzi edip cizyelerini miri için tahsil etmekle sorumlu tutulmuşlardır.[118] XIX. yüzyılda ise cizyenin de dahil olduğu İslimye mukataası, Haremeyn-i şerifeyn mukataasına bağlanarak emaneten idare edilmiştir. Genellikle İslimye voyvodalarının talip olduğu bu mukataanın gelirleri mukataat hazinesine aktarılmıştır.[119]
Cizyenin tahsiliyle ilgili olarak yerli ve yabancı tüccarın zaman zaman çeşitli sorunlar yaşadıkları görülmektedir. Özellikle panayır güzergâhında bulunan cizyedarların cizye tahsilinden önce bölgelerinden geçen zımmî tüccarı cizye tahsili zamanına kadar zorla alıkoymaları veya hapsetmeleri türlü şikâyetlere yol açmıştır. Zira panayıra zamanında yetişemeyen tüccar malını satamadığı gibi gecikmeden dolayı panayırın açılması da 8-10 gün ötelenmektedir. Bu durum hem panayır cizyesini toplamaya yetkili kişilerin hem de hazinenin zarar etmesine yol açmaktadır.[120] Mesela 1767 yılı Mart ayında Tokat ve Samsun taraflarından İslimye panayırına katılmak üzere bölgeye hareket eden bir grup zımmî tüccar, bu türden bir durumla karşılaşmıştır. Cizyenin tahsil zamanı 1 Muharrem olmasına rağmen bu süreden yaklaşık 2 ay öncesinde cizyedarların baskısına maruz kalan ve cizyelerini ödemedikçe serbest bırakılmayan tüccarın sorunu, merkeze intikal ettirmesi üzerine hükümet, kanunlara riayet edilmesi ve tüccarın korunması konusunda ilgililere ferman göndermiştir. 17 Zilhicce 1213/22 Mayıs 1799 tarihli bir diğer hükümden de anlaşıldığına göre panayır dolayısıyla Tokat’dan hareket eden 28 kişilik tüccar grubu da aynı sıkıntıları yaşamıştır. Tekirdağı cizyedarı, cizye evrakı dağıtmak amacıyla 1 Muharrem’den önce tacirleri hapsetme yoluna gitmiş ve kanunları çiğnemiştir. Bu durum karşısında hükümet mevcut uygulamayı ilgililere tekrar hatırlatarak tüccarın geçişine engel olunmamasını ve cizyenin zamanında tahsil edilmesini emrettiği gibi mükerrer cizye tahsilinden de şiddetle kaçınılmasını istemiştir.[121]
Benzer şikâyetler yabancı tüccar tarafından da dile getirilmiştir. Yabancı devletlere verilen ahidnâme şartları gereğince Osmanlı topraklarına ticaret amacıyla gelen Avrupalı tüccar veya onların tayin ettiği görevliler, gerek İstanbul’dan İzmir ve Edirne’ye yolculukları sırasında gerekse Rumeli’deki çeşitli panayırlara katılmak üzere harekete geçtiklerinde cizyedar ve zabitlerin türlü talepleriyle karşılaşmışlardır. Tüccarın durumu İstanbul’da bulunan elçileri vasıtasıyla hükümete iletmesi üzerine merkezi idare, tüccarın yolculuğu sırasında ikamet ettiği mahallerde ahidnâme şartlarına uygun davranılması konusunda ilgilileri uyarmıştır.[122] Zaman zaman yabancı tüccarın cizyeden muaf tutulduğu görülmektedir. Bölge valilerinin buyuruldusu ile gerçekleşen bu türden bir olay Rus tüccarında karşımıza çıkmaktadır. Silistre valisi tarafından verilen buyuruldu ile bir sene cizyeden muaf tutulan Rus tüccarı, bu sürenin dolmasından sonra tekrar cizye ödemekle mükellef tutulmuştur.[123]
Sonuç
Rumeli’de kurulmuş uluslararası ölçekli pazarlardan biri olan İslimye panayırı muhtemelen XVII. yüzyılın sonlarına doğru faaliyete geçmiş ve yılda bir kez olmak üzere dört ila otuz bir gün süreyle açık kalmıştır. Yerli ve yabancı binlerce tüccarı buluşturan panayırda geniş imparatorluk coğrafyasının malları pazarlandığı gibi Avusturya, Rusya, Fransa, İngiltere, Prusya ve Lehistan gibi ülkelerden getirilen emtia da el değiştirmiştir. XVIII. yüzyılın sonlarında Rumeli’nin en işlek panayırı haline gelen İslimye panayırında keten ve kenevir ipliği başta olmak üzere keten, çuha, alaca, bogası ve velense gibi kumaşlar pazarlanmıştır. Ayrıca İslimye şehrinin şöhret kazandığı aba ve Yanbolu kebesinin büyük oranda ticareti yapılmıştır. Benzer şekilde Rusya gibi kuzey ülkelerinden getirilen kürkler de panayırda büyük bir müşteri kitlesine sahip olmuştur. Bunun dışında yakın ve uzak coğrafyanın her türlü mamul ve hammaddesi panayırda pazar şansı bulmuştur.
Panayırın ticaret hacminin yüksek olması panayır vergilerini de doğrudan etkilemiştir. Panayıra katılan gayrimüslim reayadan tahsil edilen cizye vergisinin yanında panayır resmi, bac, avâid, gümrük ve tütün gibi vergiler merkezi ve mahalli idareler için önemli bir gelir kaynağı olmuştur. Öte yandan panayırda büyük oranda emtianın alış-verişe konu olması güvenlik meselesini de gündeme getirmiştir. Merkezi idare, panayıra katılan tüccarın gerek gidiş ve dönüşü sırasında gerekse panayırdaki ikameti süresince can ve mal emniyetinin sağlanması için geniş bir güvenlik ağı oluşturmuştur. Bununla birlikte tüccarın eşkıya birliklerinin saldırısına uğradığı, emtiasının yağmalandığı hatta katledildiği birçok olayla karşılaşılmaktadır. Merkezi idare, bu gibi durumlarda olayı soruşturarak zararın ilgili bölge idarecileri tarafından karşılanması yoluna gitmiştir. Panayıra katılan yabancı tüccarın durumu ise kendi elçilikleri vasıtasıyla takip edilmiştir. Yabancı devlet elçileri, tacirlerinin yol emniyeti konusunda sık sık merkezi idareye müracaat etmiş ve kanun dışı uygulamalara karşı olayların sıkı takipçisi olmuştur.
XIX. yüzyılda Uzuncaova panayırı ile birlikte Rumeli’nin büyük panayırları arasında yer alan İslimye panayırı, ticari potansiyeli ile bölgesel ve merkezi ekonomiye katkı sağladığı gibi farklı din, dil ve etnik yapılardan gelen insanları buluşturup kaynaştırarak sosyo-kültürel bir işleve de sahip olmuştur.