Yazan : VLADİMİR MİNORSKY Çeviren : CÜNEYT KANAT
Ondördüncü yüzyılda ortaya çıkmış olan Türkmen Beylikleri'nden Karakoyunlular (780-874/1378-1469) ve Akkoyunlular (780-908/1378-1502) ile ilgili, dikkate değer ve önemli birçok mesele halen olduğu gibi durmaktadır. Safeviler (1502-1722) devrindeki İran milli birliğinin kökleri, bu hazırlık niteliğindeki dönemin derinliklerine kadar gider.
Elimizdeki belgeler Karakoyunluların İç politikası İçin hâlâ yetersizdir. Celayirliler'in yerine geçen Karakoyunlular, Moğol İlhanlıları [1] devrinde geliş- tirilmiş olan idari modelin mirasçıları olmalıdırlar. Akkoyunlular Devrindeki yeni eğilimler dikkat çekicidir. Fazlaca İslâmi öğenin etkisi altında bulunan müesseselerin oldukça kökleşmiş olduğunu, Akkoyunluların hâkimiyetlerinin[2] son dönemine ait bir belgenin açıkça belirttiği doğrudur. Ancak biz. onların zamanında bazı mali ve idari reformları başlatmak İçin bir kaç girişimin yapıldığından da haberdarız. Görünüşe göre, idareciler İslâmi kanunlar kisvesi altında, emekli maaşları, maaşlar ve benzeri ödemeler yerine toprak bağışlama sisteminden kaynaklanan merkezi otoritenin dağılmasını azaltmayı umdular. Böyle bağışların, şarta bağlı ve geçici olması düşünülüyordu, fakat çok fazla sayıdaki muafiyetin onlara verilmesi umar sahiplerini neredeyse bağımsız beyler ve hâkimler haline dönüştürdü.
1. Uzun Hasan ve Kanunu
Akkoyunlu hanedanım kuran Uzun Hasan döneminde, mali durum, orijinal metni kaybolan bazı kanunlarla düzene sokulmuştur. Biz bunu sadece, İran'da tarihçilerin gerektiğinde Destur-, Hasan Bey veya Kanun-i Hasan Padişah'a atıfta bulunmalarından öğreniyoruz. Bu kanunlar en azından Safevi Şahi Tahmasp[3] devrine kadar hâlâ uygulanmaktaydı, çok şükür Uzun Hasan Kanunları'nın tafsiladi örnekleri, Türk arşivleri sayesinde günümüze dek gelmiştir. Onlar Diyarbakır, Mardin, Ergani, Urfa, Erzincan, Harput, Birecik, Çermik ve Uzun Hasan idaresinin esas bölümünün şekillendiği en batıdaki yer olan Arapgir Bölgelerine aittirler[4].
Uzun Hasan'ın çok uzun olmayan hâkimiyeti süresince (871-83/1466- 78), o'nun Diyarbakır'dan İran'a kadar uzanan yeni imparatorluk sınırlarında düzenli bir tahririn uygulanıp uygulanmadığı şüphelidir. W. Hinz'in tartışılan hükmü (age., s. 179); Uzun Hasan Kanunu'nun daha çok eski zamanlardan miras alınmış olan çeşitli yerel uygulamaları tespit ve teyid etmesidir. Bu nedenle, o mali bir sistem değildi, fakat yerel örfi kanunun pratik bir sicil defteridir.
Şerefname'ye göre: Uzun Hasan'ın Kanunları İran, Irak ve Azerbaycan'da tatbik edildi, fakat Uzun Hasan'm kendisinden sonraki halefleri zamanında bile uygulanırken mali durumun tamamen karışık olduğu dönemler vardı.
Tarih el-Gıyâsî'de[5], kanunnamenin anlamı biraz farklı bir şekilde izah edilir, fakat yazar idari ıslahatlar ile ilgili bazı ilginç İpuçları da verir. Uzun Hasan, hakim olduğu her yerde tamga[6]vergisini tamamıyla yürürlükten kaldırmayı dileyen adil ve iyiliksever biriydi. Bununla birlikte Uzun Hasan'ın Emirler'i bu plan konusunda onunla mutabık değillerdi, bu vergiyi 20 dir. hemde bir dirhem olarak kararlaştırdı (yani indirdi), böylece dalla önceki sultanların zorla topladıkları vergi miktarını epeyce azaltmış oldu[7]. Meyhaneleri ve fuhuşu, kumarı ve bunlara ait eşyaları hüküm sürdüğü toprakların her tarafında kaldırdı. Ayrıca toplanılmaya alışılmış olan Harac vergisinin hiarac el-mâl?) miktarını tesbit (Itlaka) etti. Halk arasında ortaya çı- kan şikayet ve anlaşmazlıklarla ilgili bir Kanunname hazırlattı. Suçlulara uygulanan cezaların, para ve sert cezalar (bil-ta'zir) olmasında ısrar etti. Kanunname'yi uygulanmak üzere topraklarının iler tarafına yolladı. Adaletin herhangi bil- prensibinin yerine getirilmesini asla İhmal etmedi, iyi yetişmiş insanları ve alimleri severdi, fethettiği ülkelerin halkına da adalet ve hoşgörüyle muamele ederdi.
Kanunname'nin, diğer tarihçilerin bu terime verdiği anlamdan farklı biçimde, ceza yasası olai'ak yorumlanması ayrıca bir araştırmayı gerektiril ,
2. Sultan Yakub ve Kadı İsa'nın Reformu
Uzun Hasan'ın oğlu ve halefi olan Sultan Yakub'un devrinden (883- 96/1478-90) kroniklerde genellikle sakin ve başarılı olarak söz edilir, ancak onun özel tarihçisine şükürler olsun ki, resmi kurumların perde arkasında vuku bulan sosyal ve politik mücadeleleri öğrenebiliyoruz. Fadlullah b. Ruzbihan'ın Tarih-i Emini dalla henüz düzenli olarak kullanılmamıştı[8]. Yazarı[9] kabiliyetli ve alim biri ve meşhur Muhammed b. Abdurrahman es- Sehavi'nin (Ö.902/1497) öğrencisi idi. o bir sünni olarak i ran Şeyhlerine aile bağları ile yakınlığı olup tamamıyla Safevilerin karşısındaydı ve ömrünü Orta Asya'da sürgün olarak tamamladı.
Fadlullah'ın anlattığı en önemli hadise Şuhurullah Vezir’in oğlu Save'li başkadı Şâfıed-din İsa'ya aittir. O Sultan Yakub'un özel öğretmeniydi ve Yakub'un vesayeti üzerinde çok büyük bir nüfuza sahipti. Hvandmir, onun dindarlığı ve meziyetleri ile ilgili övgülerle doludur. Hvandmir, Sultan Yakub'un başkadı İsa'ya büyük hükümdarlık mührüne mukabil, tasdik (tevki) yetkisi verdiğini ve vesikaların bu tasdik olmaksızın geçerli olmadığını söyler. Hvandmir, Kadı Ziyaeddin Nurullah'ın ağzından, Sultan Yakub'un Mısır ve Osmanlı elçilerine yapılan kabul töreninde, nasıl altın işlemeli bir kaftan (Diba-yi-zer duz) ile ortaya çıkağını anlaur. Kadı İsa böyle bir giysinin erkek için şeriate aykırı olduğunu bildirir ve yardımcısı Emir Siraceddin’e hükümdarın omuzlarından Diba'yı almasını ve tabii renklerden olan sade bir kaftan (feraje-yi abaft-i hud-reng) giydirmesini söyler. Sultan da bu müdahaleye ses çıkarmadan boyun eğer. Hvandmir aynı şekilde, reayanın kalbine şefkat ve ihtimam tohumları saçan ve devletin mali işlerinden sorumlu olan, Şeyh İsa'nın kızkardeşinin oğlu Şeyh Necmeddin Mesut'un davranışlarını da övmektedir. Fadhullah ibn Ruzbihan'ın son derece nadir ve çok ayrıntılı olarak sunulan tartışmalarının, muhalefetle ileri sürüldüğü heyecanlı açıklamaları ve haberleri oldukça farklıdır[10]. Böyle belgeler İran ve Müslüman literatüründe çok nadiren bulunur. Fadlullah, Kadı İsa'nın faziletlerinin içten olmadığını teyid eder ve onun Ramazan 893/Ağustos 1488'de şarap içenlerin "ki onların hayat damarı" müstehak oldukları işkencelerle darmadağınık edilmeleri gerektiğini ve muhtesipler vasıtasıyla onlara sert cezaların uygulanmasını emrettiğini söyler (v. 154 b), sonra Kadı'nın Sultan Yakub'u devletin organizasyonu ile ilgili düşüncelerinde nasıl etkilemeye çalıştığını açıklar.
Cengiz Han zamanından beri toprak idaresi (umûr-i mülkî) karışıklık içindeydi ve İslâmi kanunlar Cengiz Han yasası ile içiçe bir hale gelmişti, Kadı İsa'nın dileği ise şeriatın emirlerini uygulamak idi.
Yazar, Fadlullah b. Ruzbihan'ın Kadı'dan bağışlar aldığını itiraf eder, fakat bu arada gerçeği söylemek için istekli olduğunu da belirtir. Daha sonra Kadı'nın pek çok vaktini şiir yazarak geçirdiğini, asaletten yoksun değersiz kişileri yüksek makamlara getirdiğini, bilgili bir şeyh gibi görünmek için rol yaptığını ve bu kibrin onu kötü yola sevk ettiğini ima ederek suçlamalarını hazırlar. Safer 894/Ocak 1489'da Kadı İsa'nın durumu zaten güçlü ve fevkalade olmuştu, aynı zamanda hemen hemen saltanatın gücünü de kullanmaktaydı. Toprak ve mali işleri idare etmesi kabul edilen diğer kişi, hükümdarın emir-i divan olarak atadığı Şeyh Necmeddin Mesut Pervaneci idi[11].
Kadı'nın amacı, yıllık gelirin (ebvab el-mal) en önemli ve başlıca bölümünü teşkil eden, muhtelif tamga[12] vergilerinden dengeli olarak elde edilecek olan devlet gelirinin tutarını yasal yollarla[13] toplamak için, İran ve Acem Irak'ının yüksek memurları ile bütün eşrafın üstünde bir yer edinmek idi. Daha sonra İslâmi olmayan bu zoraki vergilerin[14 ]yürürlükten kaldırılması için hükümdardan emir alınacaktı. Bir gece Kadı, vezir ve divanın müşrifi[15]olan Şeyh Şerafeddin Mahmut Deylemi'yi davet etti ve ona hükümdarın, şeriat hükümleri (nişan) üzerinde saltanat mührü ile yapılan tahrifatı (khadsha) düzeltmeyi dilediğini bildirdi. Kadı, haracı düzeltme görevini kendisi yüklendi, fakat Deylemi mâli hususların düzene koyulması (zapt'ı ci- hed'i mâli) ve kamu yararına (hukuk-ı mâl-el-mesâlih)[16] köylüden toplanacak borçlar için yapılacak olan yolculukta ve adli eşitlik (adl-u savîyat) ile mahkeme kurallarının uygulanmasında kendisine yardımcı olmasını talep etti. Muzaffer ordunun herhangi bir zarara uğramaması için haracın düzenli olarak toplanması gerekliydi[17].
Deylemi, Kadı'nın kendisine baskasının kabahatini yüklemek istediğini hissetmesine rağmen, ona itaat etmemek elinde değildi. Dalla sonra Kadı Hükümdar'ın, onun hizmetine gereksinim duyduğunu iddia etti ve kardeşi İmameddin Şeyh Ali'yi onun yerine vekil olarak tayin etti. Irak-ı Acem ve İran'da herhangi bir memuru kendi takdir hakkıyla işten çıkarma yetkisini gösteren ferman Şeylı Ali için geçerliydi. Uygun bir vekalet de yine Şerafeddin Deylemi'ye verilmişti. 4 Rabi' 894/5 Şubat I489'da iki görevli değişiklikleri ortadan kaldırmak amacıyla yolculuklarına başladılar.
Onlar ordu-pazar [18]dan. İran ve Iraklı her tarafında ilan edilmek üzere, haşvî ve harci sınıfları suyugallarının [19]yürürlükten kaldırıldığını ve divan mutemetleri bölgeyi tedkik edip (harz-tı masahat) toprağa değer biçinceye dek herhangi bir paranın toplanmaması gerektiğini bildirmek üzere bukavulları[20] gönderdiler.
O zamana kadar köşesinde sessizce oturmuş olan müellif. Hoca Şeyh Ali'yi görmeye gitti ve ona Şeriat'ın uygulanmasının[21] ulema ve bilim adamları gibi insanların desteklenmesine bağlı olduğunu (maaguf-bi) açıkladı. Görevlilerin attığı ilk adımın zorbalık ve işkence olduğunu görmekten üzüntü duymuştu. Muafiyetlerin (musellemiyat)[22]hem haşvî hem harci olarak güvenilir olmadığı (na-musellem) ortaya çıktı. Eğer sen bir düşman üzerine saldırıyı amaçlıyorsan, kendi ordunu nasıl karışıklık içersine itebilirsin? Suyurgalların ilga edilmesi tamamiyle yanlıştı. Fadlullah, gelecek taksitten önce, vadesi gelmiş olan borçlarını ödemeyi diledikleri için suyurgallarından borç para arayan birçok Şirazlı büyük ulema tanıdığını söyledi.
Şeyh Ali sinirlendi ve müellifin İran'da arkadaşları ve akrabaları olduğu için müdahalede bulunduğunu hatırlattı[23]. Daha sonra ona, bu şahısların isimlerinin bir listesini yapmasına ve şayet bu kanunun uygulanması halinde bu kişiler zor duruma düşerler ise o takdirde uygulamadan muaf tutulmalarına müsade etti. Müellif, önemli olan şey prensipler idi karşılığını verdi, fakat bu arada kendi kaynaklarına ek olarak suyurgallara gerek duyan ve gözetimi altında binlerce yoksul ve muhtaç insanı bulunduran, Şeyh Ali'nin akrabası Hoca Nizameddin Ahmed Saidi'nin[24] ismini zikretti. Şeyh Ali ona, görevinin yalnızca durumu bildirmek olduğunu söyledi, fakat müelliften, sonraki duyduğu şey, yeni ödemelerin (kifayet) ne zaman oldu bitliye getirildiği oldu. Müellif bukavulların her bölgede (bölük) nasıl emirler aldığını, herkesin "molla gibi gözüktüğünü" veya kadı ismini kullanıp teftişe birlikte gittiklerini ve hayvanlar ile toprak hususunda da her kalemde abartma yapıldığını anlatmaya devam eder. Tarımda kullanılan sığır, hatta keçi, koyun bile onların kayıt işlemlerinden kaçamıyordu[25].
İran'ın fakir insanları ulema ve imamlara başvurdular ve Celâl el-İslâm Ebu Abdullah Muhammed el-Sâdıgî Devânî[26], Muctehid Ebu Yezid el-Devânî ve Mevlana Muhammed el-Muhyevî, Kadı İsa'ya mektuplar yazdılar, ancak mektuplar serdiği ve hoşgörüsüzlüğü değiştirmedi.
Görevliler Hemedan'dan, Kum'dan ve Rey'den insanların toplandığı Kazvin'de durdular. Daha sonra İsfahan'a gittiler. Her türlü hileyi (managiz- va-shanagis) kullanarak, sultanların dini duygularla yapılmış vakıflarını (evkâf-ı ebvâb el-bir-i sultanîye) teftiş etmek için ilerlediler ve bu bahaneyle, üzerinde herhangi bir şüphe olmayan (emlâk-ı hâlis-i pâk) mal mülk sahiplerinin (mallak) emlaklarına bile korkmadan el koydular. Çirkin suratlarındaki nursuz görüntüleriyle bazı sapkın (heterodox) kadıların fetvaları üzerine, Ardistan kazasında satın alınan şeyler (meta), hükümdarlığın hayri vakıfları (vakıf-ı eb١âb el-bir-i sultanîye) olarak ilan edilmişti. Halbuki Ardistan'ın yarısına sahip (mâlik) olanların sayısı 10000'in üzerine çıkmıştı. Sultan Olcaytu zamanındaki böylesine büyük bir topluluk, nasıl hiç kimsenin haberi olmadan bu toprakların tamamını satın alıp onları küçük hisselere (hurda-rızı-yi hısas)[27] bölmekte ittifak (icma ve ittifak) etmişti? Ardistanlılar itirazda bulundular. Fakat Kadı İsa tarafından kovuldular. Hazreti Allâmî diye adlandırılan Şeyh Ebu İshak Muhammed b. Abdullah Tebrizi (Nîrîzî?), Şeyh Ali'ye yazdığı mektupta; ahlaksız (Fasik) Şeyh'in fetvalarının hatalı delillerden (burhan-ı farik?) teşkil edildiğini söylüyordu; niçin onun sağduyusu (nuvvâp) Ardistanlı insanların açık seçik olan (beyyine) tanıklılığına kulak vermiyordu. Fakat Şeyh Ali, cevabında onun maksada uygun beyanının (beyyine-yi dâhile?) olmadığına dikkat ettiğini söyledi ve Yezd yoluyla Şiraz'a gitti.
Şeyh Ali burada, İsfahan'da yaptığı kötülüklerden daha fazlasını yaptı. İran valisi Emir Muzaffereddin Mansur Purnak[28], ahlaksız bir adamdı ve bazı kişisel çıkarlar yüzünden (agrâd) Şeyh Ali'nin yaptıklarına karşı çıkmadı. Suyurgalların yürürlükten kaldırılmasını müteakip, hayır kurumlarının çoğu (ebvâb el-hayr) ve zaviyeler (hânikâh) kapanmak durumunda kaldı. Fakat Sultanın[29]korkunç ölümü ile (vâkıa-yı hâile?) aniden intikam günü geldi. Vali[30], Şeyh Ali'yi zincire (band) ١Tirdu ve evi ile kendisine ait olan herşey yağmalandı. Şeyh Ali, bir lokma ekmek bile yemeye fırsat bulamadan, sonunda Tebriz'de el ve ayaklarını kaybettiği işkenceye (şkence) tabi tutulup rezilce idam edildi (ta'lik-u tafdih). Kadı İsa'ya gelince, o Karabağ'da vahşi Sufî Halil’in eline düştü ve kader ona cezaların içinden (meydân-ı ceza) kendisine layık olanını verdi. Bu gibi hareketlerin bu şekilde cezalandırılması insanlara ikaz için gerekli idi.
Müellif, daha ilerideki hadiseleri önceden anlattıktan sonra, Sultan Yakub’un zayıflama işaretlerinin ortaya çıktığı hadiseler ile ilgili noktalara geri döner. Adaletin temel kavramlarındaki cihan-perver Kadı İsa'ya hükümdarın gösterdiği yardımdaki değişikliklerle bil aksilikleri birleştirmeye çalışır. Devletin yapısı çok güçlüydü ancak ondan daha güçlü olan rüzgar "İrem Bahçesi"ni darmadağınık etti. Yaradılış İcabı hükümdar cömert idi. Fakat doğruluk kıyafeti kötülük astarım kaplamıştı ve öldürücü zehir, şarap kadehine karıştırıldı[31].
Müellif Kadı İsa'nın politikası karşısındaki kişisel müdahalesini ayrıntılı olarak tarif eder. Kadı İsa bir gün Sehend Dağı ordugahında (Tebriz'in güneyi)[32]vezirlerden birinin İran'daki insanlara zulmeden görevlileri övdüğü sırada, onu ziyaret etti, o, borçların küçük bölümlerinden (muhtasar-ı mu- tavvalat?) ve mevcut eşyaların "takabbulatından"[33] elde edilen hazinedeki tutara 4000 tuman'lık bir değer biçti. Bu meblağ Yüce Divandan[34] çıkarılan tasarinin sahiplerine ödendi. Kadı, binlerce işkenceyle gaspedilmiş olan iler bozuk dinardan böyle bir meblâğın yeniden elde edilmesine tatil tatil gülümsüyordu. Hazine yıllık gelir ile zeginleşse bile devletin kurumları mahvoldu ve Fadlullah yine her zamanki gibi "Gayret önce Ahali içindir"[35] sözünü söyledi. Ruzbihan Bâkli'nin’[36] elinin maişetinin durdurulması ve Ebu Abdullah Hefaf in (aileye ödenmesi gereken) aylığının kesilmesinin neticesi pek hayırlı olmayacak Kadı sinirlendi ve geceleyin müellifi çok şiddetli olacak gibi görünen özel bir görüşme (halvet) için çağırttı. Kadı, kardeşinin zulmedilenlerin eteğinden, zalimlerin ellerini kesmek için çabaladığını söylediği zaman Fadlullah ona; kertenkelenin yuvasından yılanı çıkartan, fakat sonra yuvayı kendisi İşgal eden maymunun hikâyesini anlattı, öyle ise Kadı'nın kardeşi de tecavüz tohumlarını mazlumların arasına saçıyor ve zulmedilenlerden malları geri alıyordu. Hoca Ali, Şerra ve Ferdan[37]da mevcut maili sayımının yapıldığı yirmi gün boyunca, sürütebilmesi için yüz çift öküzün gerektiği bir alanı ele geçirdi, ikinci tatsız hikâye: amacı bahçede karga gibi debelenmek olan eşek, üçüncüsü halife ve devleti yıkan bir münzevi hakkında idi. Hiç şüphe yok ki Kadı'nın önünde Şehzade gibi görünme mimarası tamamen hayali idi. Fadlullah oldukça parlak ve alaylı olan taklitlerini asla bu taldit edilen şahıslara takdim etmeye cesaret edemedi[38]. Bu noktada bizi ilgilendiren tek şey iki grubun gerçek maksatlarının yansıtıldığı tartışmalardır.
Kadı, komisyonun itirazının meşru olduğunu, askerlerin düzenli olarak ödeme yaptıklarını ve toplumun gelişme gösterdiğini tekrarlamaya devam etti. Devletin idaresini iyi halde tutmak İçin (havza-yt mülk) gerekli olan şey, ahaliden sunulanı (sila?) toplamak ve onları askere göndermektir (vale), aksi taktirde devletin rakipleri aç gözlü olabilirler ve ordunun askerlerini tüketip hükümdarlıkta gedikler açabilirler. Bunun için Fadlullah askerlerin çoğunun yiğitlik yolunu terk edip, çiftçilik yolunu benimsediklerini ve Irak-ı Acem'deki mülk sahiplerinin (erbab) çoğununda güçlü Türkler (Turkani Buzurk-çomak)[39]olduğu cevabini verdi. Eğer Irak'a gitmiş olan görevliler (Erbâb-ı kifayet) onların tecavüz ve ileri gitmelerini araştıracak olurlarsa, nefretlerini ve kızgınlıklarını uyandırıp, hiç borç toplayamayabilirlerdi[40]. İhtilaflı olanların toplanmasında (Emr...der tefav'ut) ahalinin tamamının tavrı beklenilenin aksine (ma'küs) olacaktı ve tecavüzler (teşerrufat) vergiyi (istifa) altüst edecekti. Büyük ulemanın ve zaviye (hevanig) liderlerinin geçimini teşkil eden cüz'i miktarda dinar ancak toplanabilirdi. Fakat bunun neticesi; "mühürlü" ve "devletin mülkiyetine geçirilmiş" (mutehavvel elmema- lik) "özel mülklerin" (incu) yöneticileri arasında kavga (kargaşa) çıkmasına sebep olurdu[41].
Sonra devlet yardımından (iane) ümidini kesmiş olan yoksul insanlar (daifan), Allah'ın kendilerine yardım etmesi (ihata) İçin dua edecekler ve lanet ile beddualar da devletin sonunu getirebilecekti. Ordunun düzeni bozulmuş, insanlar da perişan bir durumda bulunuyordu, hâzinede gizlenmiş olan az sayıdaki dinar da (der hazine ve define) düşmanların askerlerini ve felaket ordularını savuşturamayacaktı. Yine başvezirin nasihatlarına teşekkürler olsun ki, İbn el-Elkami'nin (1258) entrikaları ile halife Musta'sım'ın içmek zorunda kaldığı zehir gibi, hükümdarlık makamı da acı elma zehirini tadabilirdi.
Böylece dördüncü kıssa takdim edilir. Vezir İbn el-Elkami Şii idi ve halifeliği[42] yok etmeyi diliyordu. Harezm Şah (Alaeddin) elvvece Bağdat'a karşı yürüdüğü zaman, Nasıreddin onun ordusunu Esedâbâd'da hezimete uğrattı[43]. Fakat el-Elkami hâzinedeki gelirin tamamına elkoydu. Ordu komutanları bezmiş ve geriye asker kalmamıştı. Daha sonra vezir, Hülagu'yu davet etti ve halife Musta'sım açlıktan ızdırap çekerken ona yalnızca altın gönderdi [44].
Müellif bu görüntünün Kadı İsa'yı susturduğunu iddia eder. Daha sonra evine geldiğinde, rüyasında yakında gerçekleşecek olan bir felaket görür ve ertesi gün arkadaşlarından (cemaat) ayrılarak Sehend Dağı'ndan Tebriz'e döner ve Ramazan[45] ayını orada fakihler ile sohbet ederek ve Kuran-ı Kerim okuyarak geçirir.
Fadlullah'ın reformlara karşı olan kızgınlığı, devletin bağışlarına güvenen dini liderlerin hisselerinin ne kadarının, diğer suyurgal sahipleri olan askeri beylerinkiyle birleştirildiğini gösterir. O, Kadı İsa’nın[46] gözünü, güçlü Türk beylerinin engeli ve yoksul insanların laneti gibi iki görüşle korkutmayı amaçladı. Kısa bir süre sonra Kadı İsa'nın kötü sonunun gösterdiği gibi, Türk beylerinin tehdidi konusunda haklı olduğunu ispatladı. Esas maksatlar, Kadı İsa'nın temel projelerini örtmeye çalıştığı İslâmî motiflerle süslüydü.
Diğer tarihçiler Kadı İsa'nın reform planından bahsetmiyorlar. Habib üs-Siyer (FV/3, 331), suyurgalların kesinlikle Sultan Yakub devrinde Kadılara,Seyyidlere ve Ulema'ya[47] dağıtıldığın, söyler. Mir Yahya'ya (vrk. 64a) göre ise Sultan Yakub, babası Uzun Hasan tarafından verilmiş olan suyurgalları ve atamaları teyid etmiştir[48]. Fadlullah'ın metni ise; reform düşüncesinin yalnızca Sultan Yakub’un saltanatının iyice sonlarına doğru Kadı İsa tarafından tasarlandığım ileri sürer.
Sultan Yakub'un aniden ölümü durumu alt üst etti. Hvandmir'e (IV/3, 332) göre; reşit olmayan Sultan Baysungur'un yerine bakan yeni hükümdar Sûfi Halil, bir süre Kadı İsa'ya karşı gücenik kaldı ve ona şehadet şerbetini içirdi. Şeyh Necmeddin hayatini[49] kurtarıp kaçtı fakat kısa bir süre sonra Baysungurun yeğeni Rüstem tarafından kovulmasın müteakip, Baysungur'a Şirvan'da refakat ettiği sırada zehirlendi. Kadı'nın dayısı olan Hoca Abdülmelik Saveci, Kadi'yla birlikte Lari'de (varak 229b), idam edilen Kadı'nın yardımcılarından bahsetmektedir. Gaffari'ye göre (vrk. I93b) hadiseler hızlı bir şekilde birbirini takip etti: Yakub, II Safer 896/24 Aralık 1490 Perşembe günü öldü; Kadı İsa Rabi 1/19 Şubat I491'de bukağıya vuruldu ve dört gün sonra ordu-pazarda idam edildi.
Fadlullah'ın kişisel haberlerinden seçilebilen olayların böyle tanımlanması ve son söylenilenlerin zerre kadar dikkate değer hususiyetler olmaması, İslâmi bilgilerle dolu olan alim müellifin tamamıyla pratik tutumlarıdır. Onun İran'daki akrabaları ve alim arkadaşlarının maddi çıkarları ayaklar altında çiğnenir çiğnenmez Fadlullah Kadı İsa'nın "İslama Dönüş" planına çok şiddetle karşı çıktı.
3. Akkoyunlu Ahmet Beyin Politikası[50]
Uzun Hasan'ın torunları Baysungur (Yakub'un oğlu) ile Rüstem (Mesut'un oğlu) arasında ihtilaf devam ederken, onların yeğeni olan Ahmet Bey sahneye çıktı. Ahmet Bey Uzun Hasan'ın en büyük oğlu olan Uğurlu
Mehmet'in oğluydu. Bu şehzade 879/1474-5’te yaşadığı hayal kırıklığı karşısında Bağdat'a kaçtı ve oradan da Anadolu'ya gitti. Sultan II. Mehmet onu büyük bir şefkat ile karşıladı ve ona daha sonra Ahmet Bey'i dünyaya getirecek olan kızını verdi. Uğurlu Mehmet görünüşe göre 882/1477'de babasının hâkimiyet mücadelesine hazırlanırken hayatını kaybetti[51].
Ahmet Bey'in hâkimiyetinin kısa bir bölümü Haşan Rumlu'nun Ahsen et-tevarih "inde (yay. Seddon, s. 13-4) açık bir şekilde hulasa edilmiştir.
Haşan Ali Tarhâni adında biri 902/1496-7'de Anadolu'ya Sultan II. Bayezıd'a (880-918/1481-1519) Azerbaycan ve Irak-ı Acem topraklarının müdafaasız bir şekilde öylece durduğunu söylemek için gitti ve o hükümdarlığın varisi olan Ahmet Bey'in Osmanlı birlikleriyle oraya gönderilmesi gerektiğini teklif etti. Sultan Bayezıt bu iki ülke[52] üzerindeki hâkimiyet fikrinden hoşlandı ve Tarhâni'nin planını kabul etti. Rüstem Bey'in Emirleri kendisine ihanet ettiler. Hüseyin Bey Ali-hâni hükümdarın lalası Abdülkerim Bey'i idam etti ve 1 Ramazan/3 Mayıs 1497'de Ahmet Bey'i hükümdar ilan etti. (Ahmet Bey'in kızkardeşi onun karısı idi.) Daha sonra rakipler Araxes üzerinde uyuşmazlığa düştüler ve Emir İbe Sultan[53], Rüstem'den Ahmet üzerine gittiği zaman Rüstem esir alınmış ve sonra öldürülmüştü. Şimdi en güçlü emir olan Hüseyin Bey Ali-hâni bazı şahsi sebeplerden dolayı Muzaffer Purnak'ı öldürdü (bak. aşağıda s.2). Hüseyin kısa bir süre sonra Ahmet Bey[54] tarafından idam edilmesine rağmen, kan davası devam etti. Ahmet İbe Sultan'a Kirman valiliğini verdi. Oraya giden yolda, İbe Sultan, Kasım Bey Purnak (Muzaffer'in kardeşi[55]) ile bir plan yaptı ve onlar birlikte Ahmet Bey'e karşı yürüyüşe geçtiler. İsfahan yakınlarındaki Hoca Haşan Mazi[56]de yapılan meydan muharebesinde Ahmet, Çarşamba 17 Rabi' II 903/13 Aralık 1497[57] de hayatını kaybetti.
Ahmet Bey'in kariyerindeki ilginç ayrıntılar, günümüze kadar ulaşan birkaç kaynaktaki, onun mali politikada yapmaya çalıştığı değişikliklerdir.
Muasır kaynakların en eskisi olan Hvandmir (doğumu takriben; 880/1475-6) Ahmet Bey'in Anadolu'dan[58]oraya varışını ve onun köylülerle çiftçilere (reaya ve muzârian), adalet kanunlarını (kavâid-i adalet) ilan etmesini nakleder. O şeriate duyulan saygınlığı arttırdı ve hiçbir kimsenin şeriate uygun olarak ödemesi gereken borçlarına (müteveccih) bir dinar veya bir Maund'un (yek men bâr) bile fazladan ilave edilmemesi, ayrıca toplumun bütün kesimlerinin (tavâif-i insani) divan vergisinden (tekâlif-i divâni) muaf tutulması ve hiç kimsenin ihracat ve şiltagat[59]ile rahatsız edilmemesi hususunda vezirlere ve divan memurlarına emir verdi. Suyurgal sahiplerinin maaşlarının sabitleştirilmesiyle (mukarrariyât) bir takım iptallerde[60]bulundu ve sarıklıların (erbab-ı emâim) hiçbirisinin muafiyet nişanlarını (nişan-ı muâfi) geçerli saymadı (imdâ). Ancak bu dağıtım (mani) ona muduluk getirmedi ve yalnızca altı hafta sonra. Kasım Purnak ve İbe Sultan ile yaptığı meydan muharebesinde öldürüldü.
Akkoyunluların son döneminin diğer bir muasırı olan Mir Yahya 886/1482'de doğdu. Ona göre[61] Ahmet Bey tebaasına (veya köylüye, ra'iyet perver) karşı çok şevkatli davranan bir hükümdardı. Onun kısa süren hâkimiyeti süresince ihracat kapısı öylesine kapanmıştı ki, hiçbir kimse bir köylüden (ra'iyat) kanunsuz olarak bir saman sapı bile almaya cesaret edemedi. O yasak olan şeylerden, boş eğlencelerden (melahi), şarap içmekten kaçınmıştı. Ulema ile münevver insanlara saygı ve şevkatle davrandı, yüce dinin uygulanması ile kutsal kanunların yayılmasına çaba gösterdi. Toplantılarında çok ilmi sohbetler oluyordu ve kendiside bizzat bu sohbetlere kanlıyordu. Onun sözünden ve düşüncelerinden dışarı çıkmadığı, seve seve yolunu takip (sülük) ettiği Nukteci A'la adında bir Şeyhi vardı. Bununla birlikte, hükümdarın ve Şeyhin her ikisininde özelliği tamahkar (İmsak) olmalarıydı ve onlar (Ahmet'in) dedesi, amcası ve daha önceki hükümdarlar tarafından bağışlanmış olan maaşları (idrârât) vermeyip suyurgalları uygulamadılar. Bu tür uygulamalar onlara mutsuzluğu tattırdı ve kaçınılmaz surette Ahmet'in saltanatı baki olmadı. O Emirlerin ihanetinden emniyette değildi, Zilhicce 902/Haziran 1497'de kendi kızkardeşiyle evlenmiş olan Hüseyin Bey Ali-hâni ve diğer bazı kişileri idam ettirdi. Müellif İbe Sultan'ın Kirman Valiliği'ne (eyalet) atanması ve Kasım Purnak ile olan planıyla ilgili haberi tekrarlıyor. Hoca Haşan Mazi civarında yapılan meydan salaşında (Çarşamba 18 Rabi' II 903/14 Aralık 1497) Ahmet, onunla birlikte olan nukteci A'lâ ve çok sayıda hassa (hassan) askeri hayatını kaybetti.
Şah Tahmasp'ın tarihçisi Haşan Bey Rumlu[62], Türkmenlerin tarihini çok iyi bir şekilde biliyordu. O Ahmet Bey'le ilgili beyanatların bulunduğu ilk bölümde Mir Yahya'yı, onun özel terminolojisinde bile çok yakından takip eder. Ahmet Bey'in Ulema'ya olan hürmetini anlatmak için şunları ekler: O Mevlana Celâleddin Devani'ye ve Mir Sadreddin Muhammed'e emretmek yerine, soldaki sayfada kendi mührünün bulunduğu mektuplar (kitâbet) yazdı. Bunlar; Türklere[63] adil kanunların uygulanması[64] ve bu Türklerin, çiftçiler ile köylüler üzerindeki yetkilerinin ellerinden alınması idi. Bu yüzden Türkler her ne kadar görünüşte denileni yapıyor gözükseler de kalplerinde ona karşı (inâd) idiler. O bunu bildiğinden her geçen gün onlardan birini öldürdü. Karakterine hasislik (imsak) hâkim oldu ve o daha önceki hükümdarlar tarafından verilmiş olan suyurgallık uygulamalarının getirilmesine engel oldu. Bu usûl ona mutluluk getirmedi. Bacakları ve boyu kısa, yüzü ise çok pembe ve beyaz idi, bu yüzden de o Göde Ahmet[65] diye isimlendirilmişti.
Bir şair şöyle der:
Anadolu'dan bir lahana kafası, dünyanın sultanı yapılan,
Aralık geldiğinde, mezara konulan.
Mühürünün üstünde şu cümle vardı;
Anlatır bir dervişin kuru dudağı: gülümse,
Zalimi yok edeceğimiz için.
Şah Tahmasp'ın diğer bir muasırı olan Kadi Ahmet Gaffarı [66]de Ahmet Bey'in ülkeyi kanunlarla adilce ve OsmanlI yöntemiyle (ba-tarik-i Rüm) idare etmek amacında olduğunu teyid eder ve onun ansızın yaptığı ilaveler, dik- katsizce yapılan iltifatlar efendisini kendisine rakip yapmıştır.
Bu tarihçiler topluluğuna hiçte uygun olmayan bir ifade de olduğu gibi, Mevlana Muslilreddin Şafii Lâri[67]nin sözlerini aktarmak gerekir. Ona göre Göde Ahmet ender rastlanan derecede hasis (habisat) bir hükümdardı, hırsta Madir[68]ile rekabet ederdi ve alçaklıkta (dana'at) bütün dünyada tanınmıştı. Aktarılan rivayetler yalızca Ahmet'in demokratik uygulamalarının genel eğilimini ortaya koyar ve onun kısa hâkimiyeti süresince, bunlar herhangi bir yasama kanunları özelliğinde düzenlemeye vakit bulup bulamadığını söyleyemiyoruz. Gaffari'nin yorumuna göre onun politikasının Osmanlı (Rumi) çizgisinde devam etmesi onun Osmanlı terbiyesine[69], göre yetiştirilmesinden kaynaklanabilir ve bunda doğruluk payı da olmalıdır, fakat ne olursa olsun saltanatın arkasındaki doğrudan etkili olan kimse Nukteci A'lâ[70]o gibi garip bir isim taşıyalı şeyh idi.
Bizim tasarrufumuzdaki materyal yetersizdir fakat sadece tarihi sahalarda, Sultan Yakub devrinde teşebbüs edilen reformlarla Ahmet Bey'in politikası arasında ilişki kurmak zorundayız. O zamandan beri hükümdarlar tarafından rastgele dağıtılan kötü bir toprak bağışlama sistemi tekrar ortaya çıktı. Ahmet Bey'in halefi olduğu Rüstem Bey ile ilişkili olarak Haşan Rumlu sayfa 15'te şöyle der: son derece cömert (kerim el-nefs) bir sultan idi ve değerli kişilere vermiş olduğu suyurgalları ve maaşları (vazifa) Karakoyunlu ve Akkoyunlular'ın hiçbiri vermemişti. Netice itibarı ile, gelir tahsil şubesindeki iktisat, reform ve emirlerin yasalara aykırılıklarını azaltmak için alınan tedbirler, görünen bu durum karşısında kaçınılmazdı.
Ömrü kısa bir hükümdarın, diğerlerinden farklı bir teşebbüsü gibi görünen şey, Sultan Yakub zamanındaki örnek ışığında, şimdi çok daha kolay anlaşılır olmaktadır. Göde Ahmet'in Osmanlı terbiyesi ve Osmanlılarla olan ilişkisi onun enerjisini harekete geçirmiş olabilir, fakat vergilerin normal hale getirilmesi ve suyurgalların sert bir şekilde düzeltilmesi kesinlikle acil çözüm bekleyen yerel İran problemleriydi.
Oldukça gariptir ki, her iki durumda da ilahi kanunun aynı derecede dindar olan müfessirlerinin görüşü ihtilaflıydı. Tarihçilerin çoğu Fadhıllah ibn Ruzbihan ve Lâri gibi dini bilgisi tam olan alimlerin aksine, Kadı İsa ve Ahmet Bey’in İslama uygun olan mali politikasını överler ki, bunlardan Fadlullah ibn Ruzbihan "Save Şeyhlerinin” "İslâma dönüş" reformlarını öfkeyle kınar ve Lâri ise Bodur Ahmet'in hasis yapısını karalar. Reformlara karşı böyle olumsuz tavvırlar, eliştiri yapanlar ile imtiyazlarının korunmasını isteyen grupların arasındaki bağla açıklanmak zorundadır. Hatta Fadhıllah eğer tebaa'nın duaları protestolara dönüşürse, taht için tehlike oluşturacağını ileri sürecek kadar aşırı gitmiştir.
Hemen oluşan gelişmeler eleştirenlerin ikazlarını doğrulamış olsaydı, fikirlerin ikiye bölünmesi daha az eğitici olurdu. Her iki durumda da İslama dönüş politikasını başlatanlar daha büyük güçlerin ve menfaatlerin birleşmesine kurban gitti. Akidenin doğruluğunun gözönünde bulundurulması olayların akışını etkilemedi. Bu sonuç da Islâm toplumunun ve tarihinin incelenmesine yaklaşımımızın basitleştirilmesinin potansiyel tehlikelerini gösterir.
6 Haziran 1955
NOT: Profesör I.P. Petrushevsky'nin yardımlarına minnettarım, onun yardımları sayesinde elimde; A.A. Alizâde (s. 47-143) tarafından yazılmış ve esas olarak Moğol Dönemi hakkında olan beş makaleyi, ayrıca 15-17. yy'lar hakkında I.P. Petrushevsky (s. 144-310) nin beş makalesini ihtiva eden "sbornik statey poıstorii Azerbayjana, I, Bakü 1949, 310 sayfa", bulunmaktadır. Peü'ushevsky'nin bu beş makalesinin isimleri de şunlardır; "Internal Policy of Ahmet Aq-qoyunlu" (bak. 3. bölüm); The States of Azerbayjan in the fifteenth century"; "The rising of artisans in Tabriz in 1571- 3; "Azerbayjan in the sixteenth-seventeenth century" ve "Iranian sources on the history of Azerbayjan in sixteenth-seventeenth century".
Ocak 1942'de tamamlanan Akkoyunlu Ahmet hakkındaki makalede (s. 144-52), Profesör Petrushevsky hemen hemen benim kullandığım kaynakların (benim § 3'de) aynısını kullanmaktadır ve Umar sahiplerine karşı yönlendirilen hükümetin merkezileştirici eğiliminin manası hakkında aynı sonuca ulaşmaktadır. Benim 1 ve 2'nin ışığında, bu politik eğilim daha geniş bir önemi haiz olur ve ek sonuçlar çıkartılmasına izin verir.
20 Ağustos 1955