GİRİŞ
Tarih sahnesine ilk çıkışında Anadolu Selçuklu Devleti’nin bir uç beyliği iken zamanla bağımsız bir devlet hâline gelen Osmanlı Devleti, çevresindeki irili ufaklı beylikleri hâkimiyet altına alırken, diğer yandan da batı istikametinde fetih politikası izlemeye başladı. Batı yönünde genişleyen devletin henüz büyüme aşamasında karşısına Altınordu Devleti’nin siyasî nüfuzu altında hayat süren küçük bir devletçik olan Moskova Knezliği rakip olarak ortaya çıktı[1] . XV. yüzyılın ortalarına kadar dağınık bir şekilde yaşayan Ruslar, 1462’de Moskova Knezi (Prensi) olan III. İvan’ın etrafında toplanarak, devletleşmeye başladılar[2] .
Bu tarihten sonra, Anadolu’nun jeopolitik durumu ve Rusya’nın özellikle Büyük Petro’dan itibaren izlediği genişleme ve fütûhat siyaseti tarih boyunca iki devlet arasında başta askerî olmak üzere, çok çeşitli karşılaşmalara neden oldu[3] . Tarih boyunca devam eden bu Türk-Rus münasebetlerinin temel sebebi Rusya’nın kuruluşundan beri izlediği güneye sarkmak ve sıcak denizlere inmek istemesi sebebiyle Türklerle sürekli çatışmasıdır. Rusya’nın bu arzusu Doğu Anadolu, Balkanlar ve Boğazlar olmak üzere başlıca üç bölgede toplandı. Bunlardan her birine çeşitli yollardan ulaşmayı deneyen Rusların en ağır baskıları Boğazlar üzerinde oldu ve bir zamanlar Osmanlı padişahlarının “hareminden farksız” saydıkları Karadeniz’in kapısını Ruslar, daha Çar I. Petro zamanından beri zorladılar[4] . Bu çerçevede Türk tarihinin son üç yüz yıl içindeki devrinin siyasî, diplomatik ve askerî yönlerden en önemli kısmını Ruslar ile olan münasebetleri teşkil etmiştir[5] .
Belirtilen bu süre içerisinde iki devlet arasında pek çok savaş ve bunlara bağlı olarak çeşitli antlaşmalar imzalanmıştır. İlişkilerin başladığı ilk yıllarda Ruslara göre siyasî ve askerî açıdan üstün durumda olan Osmanlı Devleti bu üstünlüğünü yaptığı antlaşmalara da yansıtmış ve buna uygun bir diplomatik tavır içerisinde olmuştur. Ancak özellikle XVIII. yüzyıla gelindiğinde 1699 tarihli Karlofça Antlaşması ile ilk toprak kayıplarını yaşayan Osmanlı Devleti, hemen arkasından Ruslar ile imzaladığı İstanbul Antlaşması (1700) ile Azak Kalesi’ni Ruslara bırakmak zorunda kalmıştır. Yine bu antlaşmayla tarihinde ilk kez Moskof prensi olarak geçen Rus Çarı’nın “Çarlık” unvanı kabul edilmiştir. Bu şekilde XVIII. yüzyılın başlarında askeri ve siyasî alanda yaşanan başarısızlık, diplomatik alana da kaymış ve Osmanlı-Rus ilişkilerinde Rusların üstün olmaya başladığı yeni bir döneme girilmiştir. Osmanlı Devleti, Prut Antlaşması’yla (1711) kayıplarını kısmen telafi edebilmişse de bu yüzyılda Ruslara karşı asıl önemli başarısını Sultan Birinci Mahmud’un 24 yıllık saltanatı (1730-1754) döneminde göstermiştir. 1736-1739 Osmanlı-Rus ve Avusturya savaşları olarak tarihe geçen savaşlar, taraflar arasındaki ilişkilerde önemli bir dönüm noktasıdır. Savaşlar sonrasında imzalanan Belgrad Antlaşması (1739) iki devlet arasında 1768 yılına kadar 29 yıl sürecek uzun bir barış dönemini başlatmıştır.
Osmanlı-Rus ilişkileri ile ilgili günümüze kadar pek çok yerli ve yabancı araştırmacı tarafından değişik çalışmalar kaleme alınmıştır. Bu konuda yapılan çalışmaların başında ana kaynak olarak nitelendirebileceğimiz Akdes Nimet Kurat’ın eserleri gelmektedir. Yine Osmanlı-Rus ilişkilerinin genel seyri ile ilgili Adnan Baycar tarafından hazırlanan Ahmed Cavid Bey’in Müntetab’ı ile Haluk Gürsoy, Süleyman Kocabaş, Tahir Kumkale ve Ali Kemal Meram’ın çalışmaları bulunmaktadır. Cevat Erbakan, Dukakin-zâde Feridun ve Fevzi Kurtoğlu ise eserlerinde Osmanlı-Rus ilişkilerini 1736-1739 savaşları çerçevesinde incelemişlerdir. Konuyla ilgili olarak Hayri Çapraz, İlhami Daniş ve Hakan Karagöz tarafından yapılmış yüksek lisans ve doktora çalışmaların da daha ziyade 1736-1739 savaşları üzerinde durulmuştur. Dönemi inceleyen yabancı kaynakların başında ise Albert Vandal ve Robert L. Daubor’un çalışmaları sayılabilir. Bunların dışında genel ve özel mahiyette çeşitli çalışmalar da mevcuttur. Bunlardan en önemlileri; Halil İnalcık, Shapı Kazıyev, Osman Köse, Svetlena Oreshkova, İlber Ortaylı, Ali İbrahim Savaş ve Mustafa Güler’in konuyu ağırlıklı olarak XVIII. yüzyıl Osmanlı-Rus ilişkileri etrafında inceledikleri makaleleridir. Tüm bu yönleriyle Sultan Birinci Mahmud dönemi Osmanlı-Rus ilişkileri ve bu ilişkiler sırasında uygulanan diplomatik kurallar XVIII. yüzyıl Osmanlı tarihi araştırmalarında önemli bir yere sahiptir. Bu çalışma bu öneme binaen hazırlanmıştır.
Çalışmamızda “Sultan Birinci Mahmud Dönemi Osmanlı-Rus Siyasi İlişkileri” adı altında daraltmak suretiyle, Osmanlı-Rus ilişkilerini I. Mahmud’un saltanat yıllarını (1730-1754) kapsayacak şekilde incelemeye aldık. Bu açıdan incelediğimiz dönem Sultan I. Mahmud dönemi Osmanlı-Rus ilişkilerinin tamamını değil, sadece siyasi ilişkiler ve bunun sonucunda taraflar arasında yaşanan diplomatik gelişmeler ile antlaşma sonrası yaşanan barış sürecini içermektedir. Bu noktada araştırmamızın temel amacı; Sultan Birinci Mahmud ile Rus Çariçesi Anna ve Çariçe Elizaveta döneminde taraflar arasında yaşanan siyasi, askeri ve diplomatik ilişkilerin tespitini yapmaktır. Yine taraflar arasındaki bu ilişkilerin iki devletin siyasi ve diplomatik ilişkileri üzerindeki etkilerini ortaya çıkarmak ve yeni kaynakların ışığında konuya farklı bir bakış açısı kazandırmak amaçlanmaktadır. Bunun için döneme ait arşiv vesikaları, kronikler ve yazma eserler ile diğer araştırma eserlerinden faydalanılmıştır.
1. SULTAN BİRİNCİ MAHMUD DÖNEMİNE KADAR OSMANLI-RUS İLİŞKİLERİ
Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki ilk siyasî münasebetler XV. yüzyılın başlarında III. İvan zamanında ve Kırım Hanı Mengligiray’ın tavassutu ile 1492 yılında ticarî nedenlerle başladı[6] . Bu tarihten sonra giderek güçlenmeye başlayan Rusya, Osmanlı Devleti ile münasebetlerini Kırım Hanlığı ve Kefe Beyliği aracılığıyla yürüttü. Ayrıca Rusya, ilişkilerini bozmamak için Osmanlı Devleti’ne mektup ve elçiler göndermeye başladı[7] .
XVI. yüzyıla gelindiğinde Moskova Büyük Knezi III. İvan’ın Bizans Prensesi Sofya Paleolog ile evlenmesi üzerine, Moskova Knezi çevrelerinde Moskova’nın Bizans’a “halef” olacağı görüşü ortaya çıktı. Ardından bu görüş “Moskova Üçüncü Roma” tarzında tamamen siyasî bir inanç haline geldi[8] . “Moskova Üçüncü Roma” görüşü dinî kaynaklıydı ve daha sonra Rusya’nın siyasî ve ekonomik hedefleriyle birleştirilerek Türk-Rus ilişkilerinin odak noktası haline geldi[9].
Kuruluşundan beri Baltık ve Karadeniz’e çıkmak isteyen Ruslar, IV. İvan zamanında 1552’de Astrahan ve 1556’da Kazan hanlıklarını topraklarına kattı[10]. Yaşanan bu durum 1569’da Ejderhan Seferi adı verilen ilk Rus-Türk savaşına neden oldu[11]. Ancak kötü organize edilen bu seferde Osmanlı orduları yenildi[12].
XVII. yüzyıla gelindiğindeyse Rusya’nın izlediği politikalar sonucunda Osmanlı kuvvetleri tarafından Çehrin’e iki sefer düzenlendi[13]. Osmanlı Devleti’nin üstünlüğü ile neticelenen bu seferlerin ardından 11 Şubat 1681 tarihinde ilk Türk-Rus barışı olan Bahçesaray / Edirne Antlaşması imzalandı[14]. Bu antlaşma ile ilk kez Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında ortak bir sınır oluşturuldu[15]. Ancak Viyana bozgunundan (1683) sonra Lehlerle 1687‘de “ebedi barış” imzalayan Ruslar 26 Temmuz 1696’da Azak kalesini aldılar[16]. Fakat Venedik, Avusturya ve Lehistan’ın Osmanlı Devleti ile barış için müzakereye başlamaları Rusların plânlarını bozdu[17].
Karlofça’da Osmanlı Devleti ile iki yıllık bir mütareke imzalayan, ancak daha sonra yalnız kalan Rusya 13 Haziran 1700 tarihinde 14 maddelik İstanbul Antlaşması’nı imzaladı[18]. Antlaşma ile Azak’ı Osmanlı’dan alan Ruslar Karadeniz’e açılma imkânı bulamayınca Baltık Denizi için çalışmalara başladılar. Rus nüfuzunun Lehistan’a uzanmasını istemeyen İsveç Kralı XII. Karl (Demirbaş Şarl), Ruslarla giriştiği mücadele sonucunda (Paltova Meydan Muharebesi) yenilerek Osmanlı Devleti’ne sığındı[19]. Bu durum Osmanlı Devleti ile Rusya’nın arasının yeniden açılmasına neden oldu.
1710 yılında taraflar arasında yeni bir savaş başladı. Rus ordusu, Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa komutasındaki Osmanlı orduları tarafından Prut boyundaki bataklıkta kuşatıldı[20]. Ancak yapılan stratejik hatalar sebebiyle 21 Temmuz 1711 tarihinde Prut Antlaşması imzalandı[21] ve Çar I. Petro ordusuyla birlikte serbest bırakıldı[22]. Rusya’nın antlaşma şartlarını yerine getirmemesi üzerine tekrar harp ilanına karar verildi ise de İngiliz ve Felemenk elçilerinin araya girmeleri sonucunda Ruslarla 1713 yılında 11 maddelik Edirne Antlaşması imzalandı[23]. Ardından bu antlaşma 16 Aralık 1720 tarihinde tekrar yenilendi[24].
1720 tarihinde imzalanan bu antlaşmadan sonra Rusya Hazar boyunca güneye inerken, Osmanlı Devleti de Gürcistan’da başlattığı askerî hareketi genişletti. Osmanlı’nın ilerlemesi karşısında Avusturya’ya karşı Osmanlı-Rus-Fransız ittifakını hazırlamak için Fransa elçisinin tavassutu ile 1724 yılında altı maddelik İran Mukasenamesi imzalandı[25]. 24 Haziran 1724 yılında yapılan Rusya ile İran topraklarının bölüşümü anlaşmasından sonra Osmanlı-İran savaşları aralıklarla devam etti[26]. Dönemin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın oluşturmaya çalıştığı sulh ve sükûn devri bu savaşlar nedeniyle halk arasında büyük hoşnutsuzluklara neden oldu. Osmanlı Devleti’nde “Lale Devri” olarak adlandırılan bu dönem 1730 tarihindeki Patrona Halil İsyanı ile neticelenirken dönemin padişahı III. Ahmed tahttan indirildi ve yerine I. Mahmud getirildi[27].
2. SULTAN BİRİNCİ MAHMUD DÖNEMİ OSMANLI-RUS İLİŞKİLERİ
1730 yılında Patrona Halil Ayaklanması ile amcası III. Ahmed’in yerine tahta geçen Sultan Birinci Mahmud tahta çıktıktan sonra ilk iş olarak tahta çıkmasına vesile olan Patrona Halil ve yandaşlarını ortadan kaldırarak, siyasî istikrarı yeniden sağladı. Ardından ıslahat hareketlerine yönelen padişah, bir yandan Batı tarzı ıslahatlar yapmak için Avrupa’dan teknik ve askerî uzmanlar getirirken, diğer yandan da cephelerde meydana gelen yeni gelişmeler ve savaşlarla ilgilenmeye başladı[28].
Osmanlı Devleti’nde I. Mahmud’un tahta çıktığı bu sıralarda Ruslarda 1730 yılında ölen II. Petro’nun kızı Çariçe Anna İvanovna (1730-1740) tahta geçti[29]. Rusya Anna’nın saltanat yıllarında, dış politikada Büyük Petro’nun siyasetine devam etti. Bu çerçevede Lehistan’daki Rus nüfuzu güçlendirilirken, Karadeniz’e ulaşmak politikasını yeniden ele aldı[30]. Rusya bu amaçla, 1724 antlaşması ile İran’dan aldığı yerleri geri vererek, İran ile dostluk kurdu[31].
1731’de yeniden başlayan İran savaşlarına 1736 yılında yapılan antlaşmayla son veren ve doğudaki sorunları bertaraf eden Osmanlı Devleti, Birinci Mahmud döneminde Batı ile herhangi bir şekilde çatışmaya girmek istememesine rağmen, 1736 yılında İran savaşlarının durakladığı sırada Avusturya ve Rusya ile yeni bir savaşa girmek zorunda kaldı[32].
a. 1736-1739 Osmanlı-Rus Savaşı
XVIII. yüzyıla ait bu ilk Osmanlı-Rusya harbinin temel sebebi Rusya’nın uyguladığı tarihsel politikalardır[33]. Rusya Osmanlı Devleti’nin İran seferleriyle meşgul olduğu dönemlerde mevcut politikalarının gerçekleştirmek amacıyla Avusturya İmparatoru VI. Şarl arasında gizli bir antlaşma imzaladı[34]. Bu şekilde Avusturya ile birleşen Rusya, Prut ve Edirne muahedelerine uymayarak Lehistan Krallığı meselesine askerî müdahalede bulundu[35] ve Mareşal Münnich[36] komutasındaki ordularını Lehistan’a sokarak kendi adayı olan III. Ogüst (Augustos)’u kral olarak seçtirdi[37]. Ayrıca Rusların Azak kalesine taarruzları ve Don nehrinde asker bulundurmaları ve yine İran savaşları sırasında Osmanlı kuvvetlerinin Rusların protestosu üzerine geri dönmek zorunda kalması iki devlet arasındaki gerginliği daha da arttırdı[38]. Ruslar bir müddet sonra bu hedeflerini gerçekleştirmek için Or-kapu’yu teslim alarak, Kırım’a saldırdılar. Rusların Kırım ve Azak’a saldırılarının gerekçesi, Kırım kuvvetlerinin İran üzerine sefere çıkan Osmanlı ordusuna yardıma giderken Kuban ve Terek bölgelerini geçmelerini savaş sebebi saymalarıdır[39]. Ardından Rusların Bahçesaray’ı yakmaları ve Azak’ı almaları üzerine durumdan istifade eden Fransa’nın İstanbul sefiri Marguis de Vilenuvve’nin teşvikleri sonucunda Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş açtı (2 Mayıs 1736)[40]. Bu arada İran ile halen devam eden savaşlarda barış yapılarak, doğu cephesindeki kuvvetler Kırım üzerine gönderildi[41]. Padişah I. Mahmud İstanbul’da kalıp, Silahdar Mehmed Paşa’yı serdar-ı ekrem tayin ederek, cepheye gönderdi[42]. Ardından Rusların antlaşma şartlarını bozmalarından dolayı savaş düzeninin alınması ile ilgili fetva alındı[43]. Yine Bâb-ı âli Rusların saldırıları karşısında (1736) yılında Karadeniz’e Canım Mehmed Paşa komutasında bir donanma gönderdi[44]. 16 Haziran 1736 tarihinde Sadrazam Silahdar Mehmed Paşa maiyetindeki Osmanlı ordusu Davutpaşa’dan hareket ederek, 22 Haziran 1736’da Edirne’ye ulaştı[45]. Bu arada Avusturya elçisi Ludving von Talman Bâb-ı âli’yi çeşitli bahanelerle oyalarken[46], yapılan plâna göre, Osmanlı ordusu karadan ve denizden Ruslar üzerine saldırıya geçtiği sırada daha önce anlaşan iki devletten önce Rusya daha sonra da Avusturya savaşa girecekti[47]. Aradan geçen bu süre içerisinde hazırlıklarını tamamlayan Avusturya ordusu üç koldan taarruza geçti[48]. Buna göre Banyaluka, İzvornik ve Eflâk tarafları Avusturya kuvvetlerince zapt edilirken, Ruslar da Özi’ye saldırdı[49]. Bu durum üzerine Nisan 1736’da Trabzon valisi olan Hatipzâde Yahya Paşa Özi Muhafızlığı’na atandı[50]. Osmanlı kuvvetleri 7 Temmuz 1737 tarihinde Özi kalesine ulaşan General Münnich kuvvetleri ile karşılaştılar. Yahya Paşa barış olacak diye Osmanlı hükümetinden gerekli desteği alamadı[51]. Yapılan savaş sonucunda Osmanlı kuvvetleri yenildi ve Özi kalesi düştü. Ardından Yahya Paşa başta olmak üzere ileri gelen kişiler esir edildi ve Osmanlı’nın bütün savunma mühimmatı, tamamen Rusların eline geçti[52]. Rusların bu taarruzları ve Özi kalesinin düşmesi Sultan Mahmud’u son derece üzdü ve hadiselerde ihmali görülen Sadrazam Silahdar Mehmed Paşa’yı azlederek, Bender muhafızı Abdullah Paşa’yı sadarete getirdi[53].
Avusturya kuvvetleri 12 Temmuz’da hududu geçerek, Niş kalesini muhasara ettiler ve kısa sürede teslim aldılar[54]. Avusturya ve Rusya’nın bu saldırılarına karşı harekete geçen Osmanlı Devleti’nde Vezir Köprülü-zâde Ahmed Paşa komutasındaki ordular Niş’i geri alırken[55], İvaz Mehmed Paşa’da Vidin civarında başka bir Avusturya ordusunu[56] yenilgiye uğrattı[57]. Ardından Bosna valisi Hekimoğlu Ali Paşa Avusturya kuvvetlerini Banyaluka Savaşı’nda ağır bir yenilgiye uğrattı[58]. 1738’de Adakale ve Belgrad’ı zapt etmek için yola çıkan Sadrazam Yeğen Mehmed Paşa Avusturya kuvvetlerinin Temeşvar tarafına saldırıları üzerine istikametini değiştirerek, Sebeş ve Lugoş kalelerini zapt etti ve Belgrad’a akınlar yaptı[59]. Daha sonra Toz Mehmed Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri Kornia muharebesinde Avusturya kuvvetlerini mağlup etti (4 Temmuz 1738)[60].
Bu şekilde özellikle Avusturya cephesindeki büyük başarılardan sonra Osmanlılar, 1738 ve 1739 yıllarında Tuna boyunca ilerleyerek, Belgrad, Semendire, Orsova ve diğer şehir, kasaba ve kaleleri aldılar[61]. Bu arada Avusturya cephesinde bu başarılar yaşanırken, Rusya cephesinde ise Bender seraskeri Numan Paşa, Kırım kuvvetleri ile birleşerek Aksu (Bug) ve Turla (Dinyester) boylarında çarpışıp Rusların ilerlemesini engelledi[62]. Karadaki bu başarının yanı sıra Rus donanmasının da Kaptan-ı derya Süleyman Paşa tarafından saf dışı bırakılması sonucunda, Özi ve Kılburun kaleleri istirdat edilerek, bazı yerlerde başarılar elde edildi[63].
Bu arada İvaz Mehmed Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetlerine Vali Hekimoğlu Ali Paşa komutasındaki Bosna kuvvetlerinin katılımıyla güçlenen Osmanlı ordusu Avusturya’ya doğru harekete geçti. Osmanlı ordularının Niş’e gelmesi ile müzakereler yapılarak, Belgrad üzerine gidilmesine karar verildi. Osmanlı ordusuna mukavemet için Hisarcık önlerine gelen Avusturya ordusu ile yapılan savaşta Avusturya orduları mağlup edilerek, Belgrad kuşatıldı ve uzun süren bir muhasaradan sonra Belgrad kale komutanı Vallis, İmparatora mukavemet edemeyeceğini bildirdi[64]. Bu durum üzerine taraflar arasında barış müzakereleri yeniden başladı[65].
Barış görüşmeleri için İmparator General Kont Neipperg’i murahhas olarak gönderdi. İki taraf arasında arabuluculuk yapmakla görevlendirilen Fransız elçisi Marki dö Vilenuvve de orduya davet edildi. Ardından Fransız elçisi Avusturya delegesi Kont Neipperg ile Osmanlı Devleti temsilcileri Reisülküttap Mustafa Efendi, ordu kadısı Esat Efendi ve mektupçu Ragıp (Koca Ragıp Paşa) Efendi ile heyete sonradan katılan Bosna valisi Hekimoğlu Ali Paşa arasında görüşmeler başladı[66].
Görüşmelerde, Avusturya delegesi İmparator’dan aldığı talimatlar gereğince Küçük Eflak ve Sırbistan’ı terk edeceklerini, karşılığında ise Belgrad’ın kendilerinde kalmasını Sava ve Tuna nehirlerinin ise iki taraf arasında sınır olmasını teklif etti. Avusturya isteklerinin Osmanlılar tarafından kabul edilmemesine rağmen, Fransız elçisinin çabaları ile uzlaşma sağlandı[67].
b. Belgrad Antlaşması (1739)
Osmanlı orduları son iki yıl boyunca Avusturya cephesinde savaştığı için, Ruslara fazla önem verilmediğinden Kırım başta olmak üzere Eflâk ve Boğdan Ruslara karşı savunmasız bırakılmıştı. Ruslar 1738’de önce Balkan Ortodoksları yoluyla daha sonra da Lehistan’la yaptıkları bir antlaşmaya dayanarak, Polonya topraklarından geçip, Hotin, Bender ve arkasından da Boğdan’ın merkezi Yaş’ı işgal ettiler. Eflâk’a saldırmayı planladıkları sırada Avusturya ile yapılan Belgrad Antlaşması[68] Rusların bütün plânlarını bozdu[69].
Hedeflerinden vazgeçmeyen Ruslar Osmanlılarla yaptıkları Stavucan Meydan Muharebesi’nde Osmanlıları yenilgiye uğratmalarına rağmen 1 Eylül 1737’de Neipperg’in Vezir-i azam ile sulh antlaşması yapması sonucu, savaş alanında müttefiksiz kaldılar. Bu durum üzerine Ruslar, çaresiz kalarak Fransa’nın arabuluculuğu ve Avusturya’nın da telkinleri ile barışı kabul etti[70]. Ardından Vilenuvve’ün yanında bulunan Rus murahhası Cagnoni (Kaynini) ile Vezir-i azam arasında on beş madde ve bir sonuçtan oluşan OsmanlıRus Antlaşması imzalandı (H. 1152/M. 1739)[71].
Sultan I. Mahmud ile Rus İmparatoriçesi Anna arasında imzalanan bu ikinci Belgrad Antlaşması’nda Ruslar bütün isteklerinden vazgeçtiler. Antlaşmaya göre;[72]
1. Azak kalesi yıkılacak ve o bölge iki devlet arasında boş bırakılacak (3. Madde)[73].
2. Ruslar, Don ırmağı üzerinde Çerkaski adası karşısında, Osmanlı İmparatorluğu da Kaban eyaletinin Azak semti hududunda yeni bir kale yapabilecek (3. Madde).
3. Rusya Azak denizinde ve Karadeniz’de ticaret ve harp gemisi bulundurmayacak (3. Madde).
4. Her iki devlet hudutların emniyet ve asayişine azami dikkat edecek (4. Madde)[74].
5. Küçük ve büyük Kabartaylar, ne Rusya’ya ve ne de Osmanlı İmparatorluğu’na tabi sayılacak ve iki devlet arasında serbest kalacaklar (6. Madde)[75].
6. Bundan böyle Bâb-ı âli, Rus hükümdarına “İmparator” veya “İmparatoriçe” diyecek (12. Madde)[76].
7. İki taraftan da askeri ve sivil esirler serbest bırakılacak (7. Madde)[77].
8. Kırım Tatarları ile Ruslara tabi Kazak ve Kalmukların mücadelelerine son verileceği gibi, Kırımlılar Rus topraklarına akın yapıp şehir ve kaleleri vurmayacaklar (5. Madde)[78].
9. Antlaşma imzalandıktan sonra en geç üç ay içerisinde taraflarca tasdik edilip Fransa elçisi aracılığıyla mübadele olunacak.
Ayrıca Ruslar, Asya ve Avrupa’daki sınırlarının bir komisyonla tayin edilmesini vaat etmiş ve yapılan antlaşmanın 1711 Prut Antlaşması’nda olduğu gibi süresi belirtilmemiştir[79]. Bu durum Osmanlı diplomasisinin bir üstünlüğü olup, klâsik dönemde yapılan antlaşmalarda süre tespiti yapılmayarak, antlaşmanın süresini Osmanlı Devleti belirlemiştir. Belgrad Antlaşmaları’yla Osmanlılar 1699’daki Karlofça sonrası ilk defa iki güçlü devletle başa çıkabildi ve onları geri çekilmeye mecbur etti. Rusya ve Avusturya ile ayrı ayrı imzalanan Belgrad Antlaşması Osmanlı Devleti’nin Karlofça ve Pasarofça’da imzaladığı antlaşmalara nispeten en kârlı olanıdır[80]. Osmanlı Devleti, bu antlaşma ile daha önce uğradığı zararlarının ve toprak kayıplarının bir kısmını telâfi ederken, uluslararası siyasî platformda dönemin önemli sayılan iki devletine karşı aynı anda karşı koyabileceğini de gösterdi.
Belgrad’tan sonra Avusturya ve Rusya muahedelerinin kesin bir şekilde sonuçlandırılması ve dostluk gösterisi için karşılıklı elçilerin gönderilmesi kararı alındı. Bu münasebetle yapılan antlaşmalar gereğince dostluk münasebetlerini pekiştirmek amacıyla 1740 yılında Cânibî Ali Efendi[81] Viyana’ya ve Mehmed Emni Efendi de Petersburg’a gönderildi[82]. Mehmed Emni Efendi’nin Rusya’ya gönderilmesinin temel sebebi; Belgrad antlaşmasının imzalanmasından sonra iki devlet arasındaki münasebetlerin düzenlenmesi ve özellikle esirlerin geciktirilmeden mübadele edilmesidir. Yine antlaşmada belirtilen Rus çarlarına imparator unvanının verilmesi ve Azak kalesinin yıkılması gibi konuların görüşülerek, antlaşma metinlerinin değiştirilmesi de amaçlanmıştır[83]. Anadolu payesi ve mir-i miran (beylerbeyi) rütbesiyle 11 Mayıs 1740 yılında Petersburg’a gönderilen Emni Efendi, Haziran 1741’de şehre ulaştı. Elçiye Rus Çariçesi Anna’nın vefatı ve yerine iki yaşındaki İvan’ın hükümdar tayin edildiğinin bildirilmesi üzerine Anna’ya hitaben gönderilen nâme-i hümâyun değiştirilerek, İvan adına yeniden yollandı[84]. Mehmed Emni Efendi, sefareti sırasında iki ülke arasındaki meseleleri müzakereler yoluyla giderdi. Buna göre; Azak kalesi yıkılacak, esirler mübadele olunacaktı. Yine Osmanlı Devleti Rus Çarlarına İmparator unvanı ile hitap edecekti[85] Mehmed Emnî Efendi’ye karşılık Rusya tarafından Alexander Romonzoff isimli bir elçi İstanbul’a gönderildi[86].
Bu şekilde XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti, dış politikasında önemli bir başarı kazandı ve 1739 tarihli Belgrad Antlaşması ile 22 sene Avusturya’nın elinde kalan Belgrad Kalesi tekrar alındı. Böylece Osmanlı Devleti barışa sebep olan savaşlara katılan Rusya’ya karşı askerî operasyonlarında başarılı olamamışsa da, Avusturya’yı barışa zorlayarak, müttefik Rusya’ya da aynı barışı imzalattı ve Rus cephesinde aleyhine olan durumu kendi lehine çevirdi[87]. Bu şekilde Rusya ile 1711 Prut Antlaşması’ndan sonra onun temdidi niteliğindeki 1713 ve 1720 tarihli antlaşmalardan sonra XVIII. yüzyıla ait dördüncü antlaşma olan 1739 tarihli Belgrad Antlaşması ile taraflar arasında 1768 yılına kadar sürecek olan bir barış dönemi başladı.
Bu çerçevede I. Mahmud’un son yılları ile II. Mustafa’nın oğlu III. Osman (1754- 1757) ve III. Ahmed’in oğlu III. Mustafa (1757-1774)’nın hükümdarlık dönemlerinde Osmanlı İmparatorluğu tarihinin en uzun kesintisiz barış dönemini yaşadı. Taraflar arasındaki bu barışın önemli bir sebebi de Avrupa’nın 1740-1748 yılları arasındaki Avusturya Veraset Savaşları ve yine 1756-1763 yılları arasındaki Yedi Yıl Savaşları ile meşgul olmasıdır. Yine dönemin padişah ve sadrazamlarının da barışçıl tutumu etkili olmuştur[88]. Aynı zamanda bu tarihler iki ülke arasındaki XVIII. yüzyıla ait en uzun barış dönemini oluşturmuştur. Bu barış döneminin 1740-1754 yıllarını kapsayan I. Mahmud döneminde özellikle antlaşmanın esirler ile ilgili bölümleri ile diğer bazı problemli konuları halledilerek yeni bir savaşın çıkması engellenmiştir. Yine aynı tarihlerde Fransa elçisinin girişimleri sonucunda İspanya ile de bir ticaret antlaşması imzalanmıştır. Böylece Osmanlı Devleti ile Avrupa devletleri arasında bir denge ortamı kurularak, 1182 (1768)’e kadar sürecek olan bir barış devri başlamıştır[89]. Bu durum Osmanlı diplomasi anlayışında XVIII. yüzyılda yaşanan değişimlerin de önemli bir göstergesidir. Nitekim klâsik dönemde kendisini Batılı devletlerden üstün gören ve hiçbir Avrupalı devleti kendisiyle eşit şartlarda görmeyen Osmanlı Devleti, onlarla uzun süreli barış antlaşmaları yapmamıştır.
c. Belgrad Antlaşması’ndan Sonraki Gelişmeler
1739-1768 yıllarını kapsayan bu barış döneminin ilk yılları olan 1740-1754 arası Sultan I. Mahmud’un iktidar olup, döneme ait arşiv vesikalarından Başbakanlık Osmanlı Arşivi Düvel-i Ecnebiye Defterleri 83/ 1 Rusya Ahidnâme defterleri ile diğer arşiv vesikalarında önemli bilgiler yer almaktadır.
Belgelerde belirtilen antlaşma maddeleri gereğince sınırlardaki asayiş ve güvenliğin sağlanması ve antlaşma sonucu oluşan aksaklıkların giderilmesi gibi konular yer almaktadır. Yine bu dönem içerisinde sınırların tespiti ile ilgili sınır tahdit raporları ve bu çerçevede yapılan barış antlaşmasının uzatılması ile taraflar arasındaki ticarî ilişkilere dair durumlar dikkat çekmektedir.
Sınırların Tespiti İle İlgili Çalışmalar
Osmanlı sadrazamı 18 Eylül 1739’da ordugâhını kaldırdıktan sonra Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki yeni sınırın tespiti ile ilgili antlaşmanın imzalanması için Niş’e hareket etti. Buna göre Ruslarla sınır tespiti için yapılan antlaşma 3 Ekim 1739’da imzalandı. Üç maddeden oluşan antlaşma 1705 tarihli antlaşmadaki sınırlar üzerine inşa edildi. Buna göre; Osmanlı-Rus sınırı olarak Dinyeper nehrinin batısındaki Berda ve Mius nehirleri arasındaki bölgeler tespit edildi[90].
Ancak birkaç sene sonra Osmanlı-Rus sınır görüşmelerini müzakere etmek için Mevkûfâti Ahmed Merâmi Efendi[91] birinci muhaddid ve Kethüda Bey Kâtib Hatti Mustafa Efendi[92] de ikinci muhaddid olarak tayin olunmuşlar ve ikinci muhaddid Mustafa Hatti Efendi taraflar arasında yapılan sınır görüşmelerini rapor etmiştir[93]. Buna göre 1740/1741 yılında sınır tespiti ile görevlendirilen Ahmed Meramî Efendi’nin takririnde taraflar arasında yapılan uzun görüşmelerden sonra Timurlenk Deresi bir tarafa ve Kuban-Salgan tepesinin de diğer tarafta hudut olması kabul edilmiştir. Yine Kuban tarafından 1701 senesinde Azak mutasarrıfı olan Hasan Paşa’ya verilen Moskov’lu muhaddid Tolsim’in sınır olarak tespit ettikleri iki tepenin sınır olarak yenilenmesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca işbu hudutların dahilinde olan bütün topraklar ile Don nehrinin Azak Denizi’ne döküldüğü yere kadar olan bölgenin tarafsız olması, her iki tarafça da taahhüt ve kabul olunmuştur 1154 (1741)[94].
Belgrad Antlaşması’nın Yenilenmesi
Döneme ait Başbakanlık Osmanlı Arşivi Düvel-i Ecnebiye Defterleri 83/1 numaralı Rusya Ahidnâme defterlerine göre, 1739 tarihli Belgrad Antlaşması’ndan sonra Rusya ile Osmanlı Devleti arasında sorun oluşturan konular üzerine görüşmeler yapıldı. Buna göre taraflar arasındaki savaş esirleri ile ilgili durumlar 6 Eylül 1741 tarihinde 3 madde üzerinde toplanarak karşılıklı temessükler halinde imzalandı[95]. 1739 tarihli antlaşmanın 3, 7 ve 13. maddelerini içeren bu 3 yeni madde esirlerin serbest bırakılmaları ile ilgili olup, bunun için taraflar ülkelerinin her tarafına emirler ve münadiler gönderecekti[96]. Ardından bu üç madde 1741 yılında tahta geçen Çariçe Elizaveta tarafından gönderilen elçiler aracılığıyla[97] 10 Nisan 1747 tarihinde hiçbir maddesi değiştirilmeden tekrar karşılıklı olarak onaylanarak yenilendi[98]. Bu durum dönemin padişahı Sultan I. Mahmud’un barışçıl kişiliğini yansıtmaktadır. Nitekim Sultan Mahmud benzer bir davranışı İran’da Nadir Şah’ın ölümünden sonra da göstermiştir. Buna göre 1747 yılında Nadir’in ölümüyle başlayan karışıklıklardan faydalanmayan Osmanlı padişahı, İran ile 1746’da yapılan antlaşmayı yenilemiştir. Sultan I. Mahmud benzer bir politikayı 1740 yılında Avusturya’da VI. Karl’ın ölümünden sonra başlayan Veraset Savaşları döneminde de uygulamıştır. Fransa’nın bütün kışkırtmalarına rağmen, Avusturya’ya savaş açmamış ve 1739 tarihli Belgrad Anlaşması yeni Avusturya kraliçesi Maria Theresia ile yenilenmiştir. 1747 yılında yenilenen bu antlaşma taraflar arasında “müddet-i memdude ile ber-karar olunmuştur”, yani süresiz bir barış imzalanmıştır. Bu antlaşmadan sonra Osmanlı ile Avusturya arasında 1787 yılına kadar sürecek olan bir barışın temelleri atılmıştır. Bu arada 13 Aralık 1754 yılında Sultan I. Mahmud’un ölümünün ardından yerine geçen III. Osman’ın cülûsu Derviş Mehmed Efendi tarafından Rusya’ya bildirildi[99]. Yeni dönemde de Rusya ile barış süreci devam ettirildi.
Böylece Ruslarla yapılan 1739 Belgrad Antlaşması’nın 1741 ve 1747 tarihlerinde tekrar yenilenmesi suretiyle I. Mahmud döneminde taraflar arasında yeni bir savaş yaşanmamış ve barış süreci 1768 yılına kadar devam etmiştir.
SONUÇ
Sonuç olarak Osmanlı Devleti’nin gelişip büyümesiyle birlikte karşısına çıkan en önemli rakiplerden birisi olan Rusya ile olan münasebetleri Osmanlı tarihinin uzun bir zaman dilimini kapsamaktadır. Rusların tarihi politikası olan güneye inerek sıcak denizlere hâkim olma iddiasıyla başlayan Osmanlı-Rus ilişkilerinin başlangıcı 1492 tarihidir. Ruslar ilk ilişkilerin başladığı bu yıllarda kendilerinden üstün durumda olduklarını bildiklerini Osmanlılara karşı iyi görünerek mektup ve elçiler gönderirler. Osmanlı Devleti ise bu dönemlerde Rusları pek ciddiye almamıştır. Osmanlılar ilk kez Rusların IV. İvan zamanında Kazan ve Astrahan hanlarının topraklarını ele geçirmelerinden rahatsız oldular ve onları durdurmaya yönelik faaliyetlere başladılar. Bu şekilde gerçekleşen 1569 tarihli ilk Osmanlı-Rus mücadelesinde Osmanlılar yenildi.
XVII. yüzyılda gelindiğinde Ruslar Lehistan’a karşı ittifak için Osmanlılara müracaat ettilerse de bu talepleri Osmanlılar tarafından kabul edilmedi. Bunun üzerine Rusların Lehlere karşı ayaklanan Ukraynalı Kazakları desteklemesi Osmanlı-Rus ilişkilerini tekrar bozdu ve yeni bir savaşa neden oldu. 1677-1678’de yaşanan bu yeni Osmanlı-Rus savaşında Çehrin’de Ruslar yenilerek, 1681’de ilk Osmanlı-Rus antlaşması olan Bahçesaray Antlaşması’nı imzaladılar. Antlaşmayla ilk kez Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında ortak bir sınır oluşturuldu. İlerleyen dönemlerde Osmanlıların 1683 yılında Viyana’da yenilmesinin ardından cesaret bulan Ruslar, Kutsal İttifak’a katılarak Azak Kalesi’ni aldılar. Ancak bununla yetinmeyen Ruslar Karadeniz’e açılmak istedilerse de diğer devletlerin antlaşma imzalamasıyla mecburen 1700 yılında İstanbul Antlaşması’nı imzaladılar. Bu antlaşmayla Çar Petro Osmanlı padişahıyla eşit bir hükümdar olduğunu kabul ettirdi. Yine anlaşma ile XV. yüzyıldan beri devam eden Osmanlı üstünlüğünün sona ermesine neden oldu.
XVIII. yüzyıla girilen bu yeni dönemde Ruslar İstanbul’da elçi bulundurma hakkı elde ederek, diplomatik ilişkilerin de temelini attılar. Bu yüzyılda Rusya ile Osmanlı Devleti’nin arası İsveç kralı (Demirbaş Şarl) sebebiyle yeniden bozuldu ve bu durum Prut Savaşı’na neden oldu. Savaş sonunda yenilen Rusya ile 1711 yılında Prut Antlaşması imzalanarak, Azak Kalesi geri alındı ve Lehistan Rus baskısından kurtarıldı. Antlaşma 1713 ve 1720 yıllarında yenilendi.
1724 yılında Rusya ile Osmanlı Devleti arasında İran topraklarının paylaşılmasını içeren İran Mukasenamesi adlı yeni bir antlaşma imzalandı. Osmanlı Devleti’nde yaşanan Patrona Halil İsyanı ile III. Ahmed’in tahttan indirilerek, yerine I. Mahmud’un geçtiği yıllarda Rus tahtına Çariçe Anna geçti. İki hükümdar döneminde 1736-1739 yıllarını kapsayan yeni bir Osmanlı-Rus savaşı meydana geldi. Bu savaşta Avusturya ile birleşen Ruslar, savaş sırasında Osmanlı kuvvetlerini yenmelerine rağmen müttefikleri Avusturya’nın antlaşma imzalaması üzerine 1739’da Belgrad Antlaşması’nı imzaladılar. Antlaşmayla Ruslar Karadeniz sahillerinden olduğu gibi Kafkasya eteklerinden de geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Yine bu antlaşmayla Rusya ile Osmanlı Devleti arasında 1768 yılına kadar sürecek olan 30 yıllık bir barış dönemi başladı. Bu barış döneminde taraflar arasında sınırların tespiti yeniden yapılırken, antlaşma 1741 ve 1747 yıllarında yenilendi. Bu durumun yaşanmasında Sultan I. Mahmud’un barışçıl politikasının yanı sıra, Osmanlı Devleti’nin özellikle 1699 tarihli Karlofça Barış Antlaşması’ndan sonra uyguladığı dış politika ve diplomasi anlayışının da önemli bir etkisi vardır. Buna göre XVIII. yüzyılda Karlofça ile başlayan Osmanlı Devleti dış politikasında savaşın yerini diplomasi almıştır. Yine bu dönemden itibaren yapılan antlaşmalarda tavassut kullanılmaya başlanmış ve antlaşmalarda süre tespiti yapılmıştır. Sultan I. Mahmud döneminde Rusya ile yapılan Belgrad Antlaşması da bu anlayışa göre imzalanmış olup, arabuluculuk yapan Fransa’ya verilen kapitülasyonlar süresiz hale getirilmiştir. Bu durum da daha önceki dönemlerde yaşanmamış bir uygulama olup, önceki kapitülasyonlar belirli bir süreliğine verilmiştir Yine antlaşmanın iki kez temdidi yapılmak suretiyle uzun bir barış döneminin yaşanması sağlanmıştır. Ayrıca Sultan Mahmud’un 1736-1739 savaşları ile Avusturya ve Rusya gibi iki önemli rakibi yenmesi, Osmanlı Devleti’nin halen devam eden askeri gücünü göstermesi açısından da önem arz etmektedir. Yine bu zaferlerin kazanılmasında Sultan I. Mahmud’un Lale Devri ile başlayan Batı tarzındaki ıslahatları devam ettirmesinin büyük rolü olmuştur. Buna göre göreve getirilen Kont De Bonneval (Humabaracı Ahmed Paşa) sayesinde Osmanlı askeriyesi ıslah edilmiş ve modern bir görünüm kazanmıştır. Bu durum bize Sultan Mahmud’un döneminin şartlarını iyi tetkik ettiğini ve başarılı bir yönetim anlayışı sergilediğini göstermektedir. Nitekim döneminde üç cephede (Rusya, Avusturya ve İran) birden yapılan savaşlarda başarılar kazanılmış ve devlet önemli bir toparlanma süreci geçirmiştir. Tüm bu yönleriyle Sultan I. Mahmud dönemi gerek Osmanlı-Rus siyasi ilişkileri gerek Osmanlı diplomasi anlayışının değişimi, gerekse taraflar arasında bundan sonra yaşanacak yeni durumların şekillenmesinde oldukça önemli bir rol oynamıştır.