Tarihte azınlıklara, kendi dininden, ırkından, kültüründen olmayanlara, kendi dilini konuşmayanlara Türkler kadar müsamahalı davranan tek bir millet gösterilemez. Bunun biri, Orta Asya'dan beri çeşitli iklimler ve zaman dilimleri içinde gelen, diğeri de islâmiyetle kazanılan, mükemmelleşen iki ana kaynağı vardır. İster 1020, ister 107 t, isterse 1461 veya 1571 olsun, bu hoşgörüyü Kafkaslar'da, Anadolu'da Kıbrıs'ta görmek, yaklaşık bin yıllık dönem içinde müşahede etmek, tavsik etmek mümkündür. Hatta, yine hiçbir millette görülemeyecek derecede, bu toleransın taştığını ve azınlıkların Türklerden çok daha fazla haklara sahip olduklarını, çoğaldıklarını, zenginleştilderini, müreffehleştiklerini bile söylemek bir mübalağa olmayacaktır. Osmanlı Devleti'nin son ikiyüz yıl içindeki durumu buna bir örnek teşkil etmektedir.
Ancak, bütün bu toleransa, bazı batılı yazarların ifadesiyle aşırı toleransa karşılık, dünya tarihinde yine azınlıklardan en çok çeken, en fazla ihanete uğrayan, en çok katledilen millet te Türkler olmuştur.
Osmanlı Devleti yıkılmış, herkes yerlerine çekilmiş olmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti'nde de hâlâ bazı unsurların veya her seferinde olduğu gibi onlar adına bazı çevrelerin tezvirâtı devam etmektedir.
Daha seferberlik başlar başlamaz, başta Ermeniler ve Rumlar olmak üzere Osmanlı Devleti'ndeki azınlıklar, zaman zaman Doğu Anadolu'daki Kürt ve Arap aşiretlerini de tahrik, teşvik hatta tehdit etmek suretiyle, Ruslar, İngilizler, Fransızlar, italyanlar ve Yunanlılarla birlikte, hem cepheden, hem de cephe gerisinden düşmanla işbirliğine girmişlerdir. Bunlar, hem Birinci Dünya Savaşı, hem de Milli Mücadele sırasında cephede Türk askerine saldırmak, sabotajlar yapmak, casusluk yapmak veya sivil halka mezalim veya katliâm yapmak suretiyle faaliyet göstermişler yani ihanet etmişlerdir. Faaliyet sahaları, sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu değil, aynı zamanda Kuzey, Güney ve Batı Anadolu olmuştur. Devletin bu isyanlar, ihanetler karşısında aldığı tedbirler ise, savaş sırasında birçok devletin yaptığı gibi, onları yok etmek değil, sadece "tenkil etmek, sevk ve iskan etmek" olmuştur[1] . Buna rağmen olaylar durmamış ve 1,5 milyon Türk savaşlarda hayatlarını kaybederken, 1 milyon sivil halk ta, Lozan Antlaşması'nda ifade edildiği üzere, batılı devletler tarafından desteklenen azınlık çeteleri tarafından soykırıma tabi tutulmuşlardır.
Bu faaliyetler, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra da Taşnak, Hınçak, Ramgavar, Kürt-Ermeni Hoybun ve Rum-Ermeni cemiyetleri veya çeteleri tarafından sürdürülmüştünBöylece Hayat Meselesi, Musul-Kerkük-Süleymaniye Meselesi, Dersim isyanı, diğer isyanlar ve günümüzdeki bazı terör hareketlerinde, Türk temsilcilerine karşı planlanan suikastlerde hep bu çetelerin veya cemiyetlerin ve batılı devletlerin rol oynadıkları görülmüştür.
Yaklaşık 70-80 yıldır devam eden bu olayları biz burada, başta T. C. Cumhurbaşkanlığı Arşivleri olmak üzere orijinal belgelerle ve kronolojik olarak gözler önüne serrneye çalışacağız.
Ermeni ve Rum çetelerinin Trabzon çevresindeki mezalim ve katliamlanyla ilgili Genelkurmay ATASE Arşivi'nde bulunan yüzlerce belgeden 2 Şubat 1918 tarihinde Üçüncü Orduyu Humayıln Kumandanlığı'na İkinci Kafkas Kolordusu Kumandanı Mirliva Şevki imzasıyla gönderilen "zâta mahsüs" yazıda "...Trabzon ve civarındaki Müslümanların tehlikede olduğu, mülhalcattaki Rumların Trabzon'a toplanmalarına mukabil, kasabalardaki Müslümanların da dağ köylerine kaçtıklan, 28.1.1918'te Gürcü, Ermeni ve Rumlardan mürekkeb ikibin kişilik bir çetenin Polathâne kasabasını işgal ettikten sonra Polathane Müslüman kadınların başlarını kestikten, yüzlerini parçaladıktan sonra, parçalara ayrılan erkek ve kadın cesetleriyle, muhtelif azalannı gayet galiz ve şeni' bir şekilde teşhir ettikleri ve yine Polathane'nin 16 km. güneydoğusundaki Orus köyündeki Müslümanların Ermeni ve Rum çeteleri tarafından kamilen katledildiği..." (Ekler: 1)[2] ifade edilmiştir.
Yine 12 Temmuz 1921 tarihinde Ankara Büyük Millet Meclisi Reisi Muhterem Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne hitaben gönderilen "Mümtaz" imzalı, Cumhurbaşkanlığı Arşivi'ndeki belgede, "...Alçak Yunanlılarla, yerli Ermeni ve Rum hainlerinin gayr-i müsellah Müslümanlara yaptıkları fecâyiin her tasavvurun fevkinde olduğu, katliamdan yüzlerce şehidi meşhüdun ve gâiblerin olduğu, yangın ve yağmakarlığın F ek müthiş olduğu..." ifade edilmiştir (Ekler: 2)[3].
20 Nisan 1929 tarihinde Riyaset-i Cumhur Kâtib-i Umumiliği'ne Da-hiliye Vekili Şükrü Kaya imzasıyla gönderilen belgede ise, Beyrut'tan alınan istihbarata göre, eski Osmanlı Van Meb'üsu Vahan Papasyan'ın Taş-nak faaliyetlerini destekleyen Fransa tarafından Suriye'nin kuzeyinde Ermenilerle Kürtleri yerleştirmek ve teşkilatlandırmakla görevlendirildiği, yine İngiltere'nin de Taşnakları destekleyip bu faaliyetleri organize etmek için bölgeye askeri görevli gönderdikleri, teşekkül ettirilecek Kürt-Ermeni çeteleriyle İrak ve Suriye hududundan Türkiye'ye karşı faaliyete geçecekleri ve Suriye'deki Kürtlere komiteler kurdurulduğu" ifade edilmiştir (Ekler: 3)[4].
Şubat 1931'de aynı imzayla gönderilen "mahrem" kayıtlı yazı ekinde Suriye'de müteşekkil Kürt-Ermeni Hoybun Komitesi'ne ait alâmet-i fârika-nın fotoğrafisi takdim kılınmıştır (Ekler: 4-a-b)[5].
Bu belgelerde görüldüğü üzere, 1878'lerde Berlin Kongresi'nin 6 ı maddesine koydurttukları hükümle Ermenileri Türklere, Kürtlere karşı korumayı ve Doğu Anadolu'da bir "Ermenistan" kurmayı amaçlayan batılı devletler, Birinci Dünya Savaşı sırasında Arapları Türklere karşı kışkırtarak "Büyük Arabistan" hayalini ortaya atmışlar, bu ikisinde de muvaffak olamayınca bu defa bir "Kürdistan" kurma hayaline kapılmışlardır. Bu amaçla da Taşnak ileri gelenlerine Kürtçede "benlik" manasına gelen "Hoybon" ve Ermenicede "Ermeni yurdu" manasına gelen "Haypun" kelimesini birleştirerek Hoybun (Independance) Kürt-Ermeni Cemiyeti'ni kurdurtmuşlardır. 1927-193o'lardaki T.C. Cumhurbaşkanlığı Arşivi İstihbarat belgelerine, 1 ı Ekim 1930 tarihli Glarus Zeitung (Alman) gazetesine, 21 Ekim 1930 tarihli Fethü'l-Arab gazetesine, 2 Aralık 1930 tarihli Sehend (Iran) gazetesine göre bu cemiyetin faaliyetleri şu şekilde sıralanmıştır: Kürtler, İngilizler tarafından teşvik edilmiş, silah, malzeme ve para yardımı yapılmıştır. İngiliz basını Cemiyet-i Akvam'ın müdahalesi için çalışmıştır. İranlılar harekatın başında yardım etmişlerdir. Amacı ise, Türkiye ile Rusya arasına bir "Tampon Devlet" sokmak,Türkiye'yi iktisaden zayıf düşürmek, Türkiye'yi mukavemetsiz bırakıp İngiltere ile anlaşmaya sevketmek, Doğu petrollerinden faydalanmak için Kürtleri elde etmek, Kürtlere her çeşit silah ve makinalı tüfek verip kendi menfaatleri için Kürt kanı döktürmek olmuştur[6].
Yine 5 Eylül 1929'da Dahiliye Vekaleti'nden Riyaset-i Cumhur Katib-i Umumiliğine gönderilen ve Ermeni Taşnak Komitesi'nin Paris'te yaptığı 2. Kongre kararlarını ihtiva eden "mahrem" raporda Kürt-Türk muharebatının devam ettiği, Kürtlerin muzaffer olacağı, Süreyya Bey Bedirhan'ın Kürt ve Ermenilerle meskün şehirlerde tahriklerde bulunduğu, Kürt-Er-meni işbirliğinin güçlendirilmesi gerektiği, Rumların Kürtlerle ilgilendikleri, New York'ta çıkan Yunan National Herald gazetesinin Hoybun Komitesi'nin (resmi!) tebliğleriyle, Süreyya Bey Bedirhan'ın makalelerini neşrettiği, Türkiye aleyhinde propaganda yaptığı, Türkiye Reisi Cumhuru Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın muhtemelen Amerika'ya resmi bir ziyarette bulunacağı, Türkiye'deki Amerikan mekteblerini kapatan, Hıristiyan düşmanı olan (!) bu kişinin Amerika ziyaretine efkarı umumiyyenin tahammül edemiyeceği, milyonlarca Ermeni ve Rumu katletmiş (!) Türk Hükümeti mensuplarının Amerika'ya kabul edilmemeleri gerektiği, haricte emniyetini sağlayan Türkiye'nin son dört-beş yıl içinde dahilde izleri kaybolmayacak inlaraplar yaptığı, geliştiği, Türklerin Anadolu'nun her tarafını dolduracak nüfusta olmadığından (?) Doğu Anadolu'nun Ermeni ve Kürtlere verilmesi gerektiği, Kürt meselesinin Ermeni meselesine bağlı olduğu, Şeyh Said isyanının Türk Hükümeti'ne foo.000 Liraya ve 50.000 kişinin telefine sebep olduğu, tırmandınlan yeni Kürt hareketinin Türkiye'ye daha büyük gaileler açacağı, bu harekatta Ermenilerin yanısıra Lazlann, Çerkezlerin, Itilfcıların, Halifecilerin harekete geçirilmesinin lüzumlu olduğu, Istiklal ümitlerini Türkiye'ye bağlanmış olan Gürcüler ve Azerilerin ve diğer Kafkas milletlerinin en büyük düşmanlarının sadece Rusya değil aynı zamanda Türkiye olduğu ifade edilmiştir (Ekler: 5-a-8)[7].
15 Eylül 1937 tarihinde Dahiliye Vekili Şükrü Kaya imzasıyla ve "çok acele" kaydıyla Riyaset-i Cumhur Umumi Kâtipliği'ne gönderilen yazıda Irak'ın Zaho kazasından Türkiye'ye külliyetli miktarda silah ve cephane geçirildiği ve bunların Kürt Hoybun Cemiyeti adına Ermeni Taşnak Cemiyeti tarafından Kamışlı'daki Ermeni ve Kürtlerin yardımlarıyla tedarik edildiği ifade edilmiştir (Ekler: 6)[8].
Son olarak zikredeceğimiz yine aynı mahrecli belgede ise, "Fransızların şimdiye kadarki çalışmalarının amacının Hoybuncu, Ermeni ve Süryanilerle Kürtleri kendilerine bağlayarak El-Cezire'de bir Hıristiyan ekseriyeti yaratmak, burayı kendi hâkimiyetine alarak Türkiye ile Suriye arasında bir "Etat Tampon" vücuda getirmek ve kendisine bağladığı bu unsurları icabına göre Suriye ve Türkiye'ye karşı kullanmak ve yine bu unsurların Türkiye'den çapulculuk ve hırsızlık yapmalarına göz yummak olduğu" ifade edilmiştir (Ekler: 7).
Musul, Kerkük, Süleymaniye Meselesi'nin Türkiye lehine halledilememesine rağmen, Hatay Meselesi onun lehine çözümlenmiştir, ama, Suriye ve Irak'ta dün olduğu gibi "Etat Tampon"lar yerine, bugün buralardaki Türklerle Anadolu Türklerinin irtibatını kesmek ve eşkiya gruplarını teşvik etmek üzere Zaho gibi stratejik yerlere silahlı Peşmergeler yerleştirilmiş, PKK. kampları kurdurulmuştur. Destekleyenler de Suriye, Irak, Yunanis-tan, Güney Kıbrıs Rum kesimi ve yine İngiltere, Fransa ve klasik dostlar Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri'dir.
Bunlarla ilgili birçok belgeden konumuzla ilgili olan ve her yıl Nisan aylarında dünyanın her tarafında olduğu gibi özellikle Yunanistan'da yürütülen faaliyetlerden bir tanesini zikrederek konuyu bağlamak istiyoruz. İşte 17 Nisan 1991'de Atina'da yayınlanan ve Yunanistan gibi Kıbrıs Rum kesimi, Avrupa ve ABD'ndeki bazı siyasi gruplarca desteklenen Ri-zospastie gazetesindeki haber:
"Osmanlı tarafından 1915'te Ermenilerin trajik katliamı, bu defa benzer dramatik şartlarda uluslararası gündem merkezine gelmektedir. Bu, Kürtlerin Saddam Hüseyin'in tanklarının önünde korku içinde kaçmakta olduğu Irak'taki trajik döneme rastlamaktadır.
Ermeni soykırımının 76. yıldönümü sebebiyle dün yabancı muhabirler derneği salonunda Ermeni halk hareketi tarafından basın toplantısı düzenlenmiştir. Bu toplantıda Yunanistan'daki Ermenilerin Başpiskoposu Voskan KALPAKIAN, Ermeni soykırımının tanınması için partilerarası parlamento komisyonu temsilcileriyle konuşmuş ve bahsekonu komisyonun, Ermeni soykırımının Yunan Parlamentosu tarafından kabul edilmesi için aldığı insiyatiflere değinmişlerdir. Diğer konuşmacılar Andreas Lenta-kis (Sol Koalisyon), Konstantinos Karamanlis, Theodoros Kassimis (YDP) ve Stelias Papathemelis (PASOK)'dir.
Basın mensuplarına dağıtılan dökümanda, 1915-1922 dönemi soykırımının, Ermeni halkının üçbin yıllık tarihinin en dehşet verici sahifesi olduğu, 2 milyon ölüden (o zamanki Ermeni nüfusunun yüzde 5o'si) başka hesap edilemeyen maddi ve kültürel zararlar meydana geldiği ve herşeyden önemlisi de bu hareketin, Türk işgalinde bulunan Batı Ermenistan'ın Ermeni nüfustan başka Türkiye, uluslararası toplumun müsamahası ile başka halklar mesela Kürt ve Kıbrıs halklarına karşı yeni cinayetler işlemeye devam etmektedir. Buna paralel olarak, Atlantik aşırı patronlarının belirttiği gibi, Türkiye, yeni düzende bölgenin jandarması rolünü üstlenmeye hazırlanmaktadır. Yunanistan, Pantürkizmin nişangâhında, tamamen öncelikli ilk hedef olarak bulunmaktadı r. "Azı nlı k", "Ege" sorunları ve Azerilerin Ankara tarafından patronajı Türk idaresinin siyasi hedefinin sarih örneğini teşkil etmektedir, denilmektedir.
Bölgede, Ermeni halk için "Soykırım Dosyası" kapanmamıştı r. Kendilerine karşı işlenen kesin cinayetten birkaç yı l sonra Ermeniler, tarihi topraklarının küçük bir parçasında, bugünkü Ermeni Cumhuriyeti'nde, kendi vatanları nı kurmuşlardı r. Tarihi topraklarının bu küçücük parçasında Ermenilerin yaşaması, soykınmı n başansızlığı anlamını da taşımaktadı r. Ermeni Cumhuriyeti'ndeki üçbuçuk milyon ile gurbette yaşayan üç milyon Ermeni tek ses ve tek ruhla, haklarını istemektedirler, denilmektedir.
Yunan Parlamentosu'nun 152 milletvekili tarafından imzalanan ve açı klanan kararı nda, diğerleri meyanında,
BM.'den, BM. Anayasası ve organlarını n faaliyet alanlarmdaki bütün ılemleri alması nı ve bu suretle de,
- Türk Devleti'ne karşı, Ermeni milleti aleyhine işlediği soykı rım nedeniyle müeyyideler koymasını ;
- Türkiye tarafı ndan, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin büyük bir bölümünün işgaline son verilmesini ve Kürt halkına karşı uyguladığı tahammül edilmez siyasi ve kültürel baskı ların durdurulmasını sağlanması nı istiyoruz, ifadeleri yer almıştır.
Anadolu'daki Toplu Mezarlar:
Tebliğimizin başında yeryüzünde azı nlı klara en çok hak tanıyan milletin Türkler olmasına rağmen, onlardan en çok çeken, en çok eziyet gören, katledilen milletin de Türkler olduğunu belirtmiştik. Kafkaslar'da, Trakya'da, Kıbrıs'ta olduğu gibi bugün Anadolu'nun doğusunda Ermeniler, batısında da onlarla birlikte Rumlar tarafından katledilmiş olan Türklere âit yüzlerce toplu mezar bulunmaktadır. Bunlardan Trakya, Kıbns ve Kaficaslar'dakilerle ilgili bazı araştırmalar yapılmıştır. Yine, Rumlar ve onları destekleyen Ermenilerin yaptığı mezalim ve soykınmla ilgili bazı araştırmalar da yapılmış olmakla birlikte, Batı Anadolu'daki toplu mezar mahalleri üzerinde hemen hemen hiç araştırma yapılmamıştır.
Son yıllarda, sürekli olarak ve ısrarla Avrupa ve ABD Parlamentolannda gündeme getirilen sözde Ermeni "soykırım karar tasanlan”na cevap vermek ve Lozan'da Lord Curzon'un tavsiyesiyle bir kenara bırakılan 1 milyon Müslüman Türk'ün kan bedelini "bakar kör" haline gelen bazı çevrelere duyurmak üzere, Doğu Anadolu'da birçok araştırma yapılmış ve 2oo'ün üzerinde toplu mezar mahalli tesbit edilmiştir.
Arşivler, yerli-yabancı müracaat eserleri ve olayları bizzat görmüş, yaşamış olan Gazilerle yapılan mülakatlardan sonra yerli-yabancı ilim adamları, basın-yayın mensupları, canlı şahitler ve mahalli halkın huzurunda Erzurum'da Temmuz 1986 ve Ekim 1988'de iki, Kars'ta Mart 1986 ve Haziran 1991'de iki, Van'da Temmuz 1986 ve Nisan i99o'da iki olmak üzere toplam altı toplu mezar mahalli açılmıştır. Çıkan binlerce iskelede, bulgulann hepsinin de Türklere ait olduğu yerli-yabancı Tarihçi, Arkeolog ve Antropologlar tarafından isbat edilmiştir. Bunlar, delilleri ve kaynaklarıyla birlikte Erzurum, Kars ve Van'daki "Katliam Seksiyonlan”nda birer ibret levhası halinde sergilenmektedir.
Temennimiz, bu toplantıdan çıkacak bilimsel gerçeklerden de hız alarak, Batı Anadolu ve Kırbns'ta da benzer tarihi, arkeolojik ve antropolojik araştırmaların yapılması ve sonuçlarının yerli-yabancı kamuoyuna teşhir edilmesidir. İşte bu şekilde Ermeni iddiaları konusunda ulaşılan başarıya Kıbrıs ve Batı Anadolu'daki Rum-Yunan iddialannda da ulaşılmış ve klasik müdafaadan taarruza geçilmiş olacaktır. Böylece Türkiye, "reaksiyoner” değil, "aksiyoner” pozisyona yani "haldı” duruma geçecektir.