ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Fethi Tevetoğlu

Anahtar Kelimeler: Gazi Nazrûl İslâm, Atatürk, Cevahirlal Nehru, Yeni Delhi, Mustafa Kemal Atatürk, Tarih

Atatürk, (Mustafa Kemâl Paşa) olarak dünyâya yaygın büyük ününü, kuşkusuz, Çanakkale savaşlarında yarattığı (Anafartalar Destanı) ile kazanmışdır. Târihin en büyük kahramanlık destanlarına beşiklik etmiş bulunan Anadolu’ya, Türklerin bin yıllık yurduna saldıran Avrupa emperyalistlerine karşı (Mustafa Kemâl Paşa)’nın elinde yükselen meş’ale, sömürgecilik çizmesi altında inleyen Asya’lı ve Afrika’lı birçok milletlere kurtuluş yollarını aydınlatan İlâhî bir ışık olmuştur.

Asya ve Afrika’daki İngiliz sömürgesi ülkelerin istiklâl için didinen yürekli evlâdları, “İslâm’ın Kılıcı” saydıkları yüce Türk milletinin başbuğu (Mustafa Kemâl Paşa)’yı kendilerine (SEMBOL KAHRAMAN) seçmişlerdir. Esir Milletler, Mustafa Kemâl Paşa'nın her çaba ve başarısını dikkat ve sevinçle izlemişlerdir. Bu ülkelerin başında, İngiliz esâreti altında yıllarca inleyen ve sömürülen Büyük Hindistan gelmektedir.

Güney Asya Müslümanları başta olmak üzere bütün Hintlilerce, Millî Mücâdele yıllarında Türklere ve Mustafa Kemâl Paşa’ya karşı duyulan takdir, hayranlık, sevgi ve bunun sonucu gösterilen maddî-mânevî yardım, destek çabaları, başlıbaşına bir ilmî araştırma ve târihî bir inceleme konusudur.

Yıllardır sürdürdüğümüz araştırmalar sonucu olarak edindiğimiz şu gerçeği açıkça belirtmeliyiz ki, Müslüman, Hindu ve Budist ayırımı yapmadan, İngiliz sömürgeciliğine karşı ayaklanan bütün Handli mücâdeleciler, Türk Millî Mücâdelesi’ni yürekten desteklemişlerdir. Târihi, kökü henüz bölünmemiş eski Büyük Hindistan’da bulunan bu Türk ve Atatürk sevgisi, bugünkü Pakistan, Bangladeş ve Hindistan'da da tâze filizler hâlinde yeşilliğini koruyarak sürmüş gelmekledir.

Mevlânâ Abdul Bahri ve Mevlânâ Muhammed Ali-Şevket Ali Kardeşler başta, pekçok Müslüman mücâhid gibi, Hindistan’ın en ünlü evlâtları Rabindranath Tagore (7 Mayıs 1861-7 Ağustos 1941), Mahatma K. Gandhi (2 Ekim 1869-30 Ocak 1948), Pandid Cevâhir-i-lâl Nehrû (14 Kasım 1889-27 Mayıs 1964) ve Bengalli büyük kadın şâir Sarojini Naidu ( 13 Şubat 1879-3 Mart 1949)’nun da dâhil bulundukları yüzlerce seçkin Hindû lider, her türlü İngiliz baskı ve terörünü hiçe sayarak, Anafartalar’da destanlaşan Mustafa Kemâl Paşa ile O’nun büyük milletini Anadolu’da sömürgecilere karşı savaş verdikleri sırada desteklemişlerdir.

Şahsen tanımak mutluluğuna erdiğim Nehrû’nun 14 Kasım 1963 Perşembe günü, Yeni Delhi’deki -bugün Nehrû Müzesi bulunan- mâlikânelerinde bana bizzat söylediklerine göre[1], bütün bu Hindli İstiklâl Mücâdelecileri’nin yüreklerine (SEMBOL KAHRAMAN) diye yerleşmiş (Mustafa Kemâl Paşa)’ya duyulan sevgi ve tutkuyu onlara ilk üfleyen, aşılayan değerli şâir: Gazi Nazrûl İslâm olmuşdur.

Türk okuyuculara ilk kez, şâirin henüz yaşadığı günlerde yayımlanmış kısa bir yazımızla[2] ve devlet ansiklopedisindeki (Nazrûl İslâm) maddemizle [3] tanıttığımız Doğu’nun bu seçkin Müslüman evlâdı ünlü şâir hakkında yeniden yapdığımız daha geniş, ayrıntılı inceleme ve araştırmayı bugün burada sunmakla mutluyuz.

Doğum yeri ile san’at, yayın ve mücâdele hayâtına atıldığı, büyük ün kazandığı ve bugün kabrinin bulunduğu yöre bakımından da Bengal’li olan Şâir Nazrûl İslâm, bölünmemiş Hindistan’ın İngiliz sömürgeciliğine karşı ayaklanıp savaş verdiği dönemin bayraktarlarından biridir.

Nazrûl İslâm, din, mezhep ve soy ayırımı olmaksizin, İngiliz sömürgeciliği karşısında tek bir cephe oluşturarak hürriyet mücâdelesi yapmış bütün Hindistan gençlerinin gönlüne taht kurmayı başarmış bir “isyancı şâir” dir. Nehrû başta, bütün Hindli bağımsızlık savaşçılarına Türk askerini örnek gösteren ve Mustafa Kemâl Paşa’yı örnek kahraman olarak ilk tanıtan ve sevdiren Nazrûl İslâm olmuştur.

Anafartalar’da parlayan Mustafa Kemâl Paşa’yı Türk şâirlerinden de önce ilk gören ve gösteren O’dur. Bugün Doğu Pakistan’da Türk Dili ve Edebiyâtı profesörü bulunan Dr. M. Ali Asgar Khan’ın belirttiği gibi, Nazrûl: “Daha 1919’da yazdığı şiirlerle Kemâl Paşa’yı ve Türk’ün Çanakkal’a Zaferi’ni mazlûm milletler önünde bayraklaştırmıştır”[4].

Toprak büyüklüğü kadar geniş, derin ve zengin Hind Edebiyâlı’nda, sağlık durumundan ötürü ancak yirmi yıl kadar kısa bir süre bir Kuyrukluyıldız olarak parlayıp geçen Nazrûl İslâm’ın san’at göklerindeki izi hiç silinmemiştir. O, dünkü Büyük Hindistan’da olduğu gibi bugün de Hindistan’ın, Pâkistan’ın ve özellikle öz yurdu Bangladeş’in unutulmayan büyük millî şâiridir. Herkes O’na “benim” diyerek sâhib çıkmaktadır. Eserleri Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’de basılmakta, piyesleri oynanmakta; şarkıları her üç ülkenin çocukları ve gençleri tarafından söylenmektedir. Her üç ülkede sevgiyle anılan Nazrûl İslâm’ın, posta pulları da basılarak aziz hâtırası yaşatılmaktadır.

Büyük Türk milleti, Türkiye’yi paylaşmak için aralarında anlaşmış Avrupa’nın üç sömürgeci devleti (İngiltere. Fransa, İtalya) ile onların uşak ve maşa olarak kullandıkları Yunanlılar’a karşı Millî Mücâdele’sini yaparken, Hindistan’daki bilhassa Müslüman Hindliler, Türkiye’yi maddî ve manevî yardımlarıyla desteklemişlerdir. Bunda, Türk ve Atatürk hayranı Şâir Gazi Nazrûl İslâm’ın payı büyüktür.

Millî Mücâdele’de Hind Müslümarları’nın Türk din kardeşlerine yaptıkları yardımların son derece değeri târihî belgeleri, Türk Târih Kurumu’nca hâlâ basılmayan Dr. M. Ali Asgar Khan’ın Ankara Dil-Târih Fakültesi’nde hazırlanmış (İstiklâl Savaşı’nda Hind-Pâkistan Müslümanları’nın Davranışı, 1919-1923) adlı beşyüz sahifeyi aşkın değerli doktora tezinin içindedir.

Nazrûl İslâm, edebiyâtın her türündeki zengin eserleriyle Bengal Edebiyâtı’na isyancı bir rûh ve kahramanlık duyguları getiren örnekler kazandırmıştır. Şâire göre insan, hiçbir şeye boyun eğmeyen kahramanlık sembolüdür:

“Eşitliğin şarkısını söylüyorum, hey!..
Yok insandan daha büyük ve şanlı birşey!..”

San’atçının parladığı günlerde yurdu, İngiliz sömürgesi altında inliyordu. Çöküntü hâlindeki Hindistan’da uygulanan siyâsî rejim, sınıf ayırımı ve halkı gözetmeyen eğitim sistemi, milleti büsbütün aşağılık duygusuna götürmüştür. Ali Asgar Khan’ın da belirttiği gibi, İngiliz yönetiminden en çok ıztırap çekenler Müslümanlar olmuştur. İngilizler Hindistan’ın istiklâlini, âdil Müslüman hükümdarların ellerinden aldıkları ve İslâmlığa düşman oldukları için, Müslümanlara göre Hindû’ları bir az daha kayırmışlardır. Bu yüzdendir ki, Müslümanlar işçi, kiracı ve çiftçi sınıfını oluşturan, yoksulluk ve terkedilmişlik içinde yaşamaya mahkûm kimselerdi.

Müslümanların kullandıkları dil, edebiyatta geçerli değildi. İçinde Arapça, Farsça, Urduca ve Türkçe köklü kelimeler vardı. İşte, Nazrûl îslâm, edebiyat alanına atıldığı zaman Bengal’de durum böyle idi. O, Bengalli Müslümanların kullandığı, onların duygu ve düşüncelerini tam olarak ifade eden bir dille yazacaktı. Seçtiği konular ve kullandığı üslûp yeniydi. Kimseye boyun eğmez bir baş-kaldırıcı olarak adının başına “GAZİ” ünvânını eklemek onun hoşuna gidiyordu. Yeryüzündeki bütün zulümler ve eşitsizlikler yok oluncaya kadar mücâdelesini sürdüreceğini ilân eden şâir, iyi bir Müslüman bulunmasına rağmen, zaman zaman yüce Allah’a karşı gelecek derecede “İSYANCI” idi. Fakat ne İlâhî hikmettir ki, bu (Bengal’in Ayaklanma İlâhı) diye ünlü İsyancı Şâir’in fânî dünyâdaki son otuzbeş yılını Cenâb-ı Hak O’na yatakta felçli, sağa-sola kıpırdayamaz ve tek kelime söyleyemez bir canh ölü hâlinde tamamlatacaktır.

Hayâtı ve Eserleri:

Başta Rabindranath Tagore gibi dünyâ çapındaki san’atçıların taçlandırdığı Bengal Edebiyâtı’nın bir büyük şâiri de, (Bengal’in Ayaklanma Sembolü) diye ün salmış “isyancı Şâir” Gazi Nazrûl İslâm’dır. Şâirin ataları Bengal’e, Bağdad’dan göç etmiştir.

Nazrûl İslâm (İlyasNuri), Hindistan’ın İngiliz çizmesi altında inlediği dönemde, 24 Mayıs 1899 (11 Jaistha 1306 B.S.)’da, Batı Bengal’in Burdwan bölgesindeki Asansol kasabasının Churlia (Churulia) köyünde fakir bir Müslüman âilenin altıncı evlâdı olarak dünyâya gelmiştir. Kendisinden önce dünyâya gelmiş beş kardeşinden dördü, henüz bebeklik çağlarında ölmüş bulunuyorlardı. Anne ve babası O’na; (Elem Çiçeği, Acı Sevgisi) mânâsına gelen “Dukhu Mian” takma adını vermişlerdir. Böylece O’nu ölüm meleğinden korumak istediklerini belirtiyorlardı. Fakat sonunda bu sevimli çocuğun bir büyük içli şâir oluşu, kendisine takılan ilk adı gerçekleştirmiş, yerine getirmiştir.

Babasını 1908 yılında kaybeden yetim çocuk, eline imkân geçmediği için düzenli bir eğitimden mahrum kalmış; çok az denilebilecek derecede bir öğrenim görmüştür. İlkönce güzel sesiyle köyün câmiine müezzin ve hademe olarak girmek isteyen sekiz-dokuz yaşındaki Nazrûl’un şiir ve mûsikîdeki üstün yeteneği hemen çevresindeki herkesin dikkatini çekmiştir. Daha çok genç yaşta iken onun bir san’at dehâsı taşıdığı belirmeğe başlamıştır.

Nazrûl İslâm, köy ve kasabada geçen düzensiz ve yetersiz bu çocukluk ve okul dönemi yıllarında, köyün şarkı söyleyen müzisyenleri arasına (Köy Korosu’na) büyük bir hevesle katılmış; az sonra onlar için yöre geleneklerine uygun halk-dramı stilinde manzûm oyunlar kaleme almış, şarkılar bestelemiştir. Kısa sürede üstün san’at yeteneği meydana çıkan Nazrûl İslâm, LETTU DALS adı verilen Köy-Opera Grubu’nda şarkıcı, dansçı, yazar, besteci, Ballad ve Dram yöneticisi olarak başarı ve ün sağlamıştır.

Şiir ve mûsikîdeki büyük kabiliyeti ile birdenbire parlayıp yükselen ve herkesin dikkatini çeken Nazrûl İslâm, henüz onbir yaşında iken köydeki evlerini bırakıp Asansol’a gelmiş ve önce bir aş-evinde aşçı yamağı, sonra yol kenarındaki bir ufak dükkânda az bir ücretle ekmek satan ve dağıtan “Ekmekçi Çocuk” olarak geçimini sağlamaya başlamıştır.

Kafesten kaçıp kendini göklerin sonsuz mâviliğinde bağımsızlığa erişdiren bu küçük kuş, duruş ve davranışlarındaki inceliği, yakışıklı-sevimli görünüşü ve Allah vergisi üstün şiir ve mûsikî yeteneği ile kasabadaki herkesin de ilgi ve sevgisini üzerinde toplamıştı. Nazrûl İslâm bu arada, kasabanın Müslüman Polis Me'muru’nun da gözüne çarpmıştı. Bu hayırsever insan, okul kaçağı bu büyük kabiliyeti Mymensingh bölgesine göndererek Darirampur Lisesi’nde yatılı-parasız okumasını sağlamıştır.

Burada ancak bir yıl okul disiplinine dayanabilen genç şâir, bütün ilgi ve hevesini küçük kasabasındaki san’at alanına bağladığı için Asansol’a dönmüştür. Az sonra Raniganj’daki Searsol Raj Lisesi’ne girmiş ve eğitimini burada sürdürmüştür.

Parasız-yatılı diye başvurduğu bu okula ilk gelişinde, yanına çıkdığı Okul Müdürü: “Ben tanımadığım, ne olduğunu bilmediğim bir çocuğu parasız-yatılı alamam” deyince, Nazrûl hayâl kırıklığına uğramışa. O geceyi okuldan bir arkadaşının yanında geçiren genç şâir, orada yazdığı bir şiiri bestelemiş ve yattığı yatağın yastığı üzerine bırakarak sabahın erken saatinde evine dönmüştü. Sabah bu şiiri bulan arkadaşı, onu Başöğretmene götürmüş; bu olağan-üstü eseri gören Müdür, genç şâiri hemen buldurarak okuluna almıştı.

Lisenin olgunluk sınıfına erişen 19 yaşındaki Nazrûl, Kalküta (Calcutta)’ya kaçarak, Birinci Dünyâ Harbi’nin yarattığı fırtına ve bunalım üzerine 1917 yılında kurulan 49’uncu Bengal Alayı’na katılmıştır.

Sıradan bir er olarak Karaçi (Karachi)’ye gelmiş; askeri görevini Karaçi’deki Ganj Hattı’nda -şimdiki Abyssinia Hattı’nda- bulunan Alay Karargâhı’nda yapmıştır. Gördüğü çeşitli kurslar sonucu askerlik mesleğinde üstün başarı ve rütbe kazanıp Havildar’lığa (Yüzbaşı’lığa) yükselmişse de, Karaçi dışına, Mezopotamya’ya gönderilmek istenince, böyle bir görevi kabul etmemiştir. Karaçi’de rûhunu sıkan askerî üniforma sırtında Karargâh Gediklisi kalmayı, Irak’da Yüzbaşı-Binbaşı rütbe ve yetkisiyle verilen komutanlığa tercih etmiştir, İngilizler onu Irak’a, Türklere karşı başlattıkları fiilî harekâta katılmak üzere yollamak istemişlerdi. Oraya gitmek istemeyişinin gerçek sebebi, İngilizlerin emrinde Müslüman-Türk kardeşlerine karşı savaşmaya gönlünün kesinlikle râzı olmayışı idi. Askerî Mahkeme’ye verilmeği ve ölüm cezâsını göze alarak Türklere karşı çarpışmayı reddeden cesur şâir Gazi Nazrûl İslâm’ın, Türklere olan derin sevgisini ve Türklere saldıranlara köklü düşmanlığını açıklayan pekçok mısra’ları vardır[5].

1917-1919 yılları arasında Karaçi’de Ordu’da hizmet gören Gazi Nazrûl İslâm, 1920’de Alay’ın dağılması üzerine Kalküta’ya dönmüş ve kendini gönlünde yanan asıl isteğine -edebiyata ve mûsikîye- adayarak, san’at yoluna girmiştir.

1920’li yıllarda Gazi Nazrûl İslâm, çok kısa bir sürede san’at dehâsını ortaya koymuş ve (Bengal Edebiyâtı’nın İsyan Şâiri) ünvânını almıştır. Kendisine bir baştan bir başa bütün Hindistan’da yaygın bir ün kazandıran (Kemâl Paşa) şiirini 1921 Ekiminde yazmıştır. VİDROHİ (İSYAN) adlı, Hindlileri hürriyet aşkıyla coşturup kışkırtan diğer ünlü şiirini de yine bu sıralarda kaleme almıştır. Kendisini çok meşhur eden bu iki parçayı, aylık Muslim Bharat dergisinde yayımlamıştır[6].

Birbirini izleyen kuvvetli, ateşli manzûmeleriyle kitleler üzerinde büyük heyecan uyandıran, derin coşkunluk yaratan Gazi Nazrûl İslâm’a hürriyete âşık halkının duyduğu sevgi ve takdir arttıkça, İngiliz makamları da bu “Asî” İsyancı Şâir’i o derece yan-göze alıyorlardı. Sömürgeciler bu isyancı Şâir’in mısra’larındaki uyarıcı, kışkırtıcı, büyüleyici sihir ve mânevî gücün, ister Müslüman, ister Hindû veyâ Budist olsun, özgürlüğe susamış milyonlarca tutsak Hindlinin zincirlerini koparmalarına, bağımsızlığa kavuşmalarına yeteceğini pek âlâ hesaplıyorlardı.

Kuşkusuz söylenebilir ki, Tagore, Gandhi, Naidu, Nehrû v.b. gibi Hind istiklâl Mücâdelecileri içinde en te’sirli ve tehlikeli olan Gazi Nazrûl İslâm’dı. Bu korkusuz şâir, İngiliz zulmüne karşı yurdunda korkunç bir tayfun hâline gelen halk ayaklanması fırtınasının en ön safında yer alan savaşçılardan, kasırga yaratan kahramanlardan biri olmuştur.

Yalnız şiirleriyle değil, “DHUMKETU” (KUYRUKLU YILDIZ) adlı ihtilâlci haftalık dergisinde yazdığı ateşli başyazılarıyla da istiklâl ve hürriyet bayrağını sömürgeci İngilizlere karşı resmen açmış bulunuyordu.

Faaliyetlerinin bu kadar açığa vuruluşu 1922 yılında idi. O’nu, halkı ayaklanmaya kışkırttığı ve kitleler içinde fesatçılık yaptığı gerekçesiyle çabucak suçlayıp tutukladılar. Bir yıl İngilizler tarafından türlü insanlık dışı işkencelere uğratıldığı hâlde, hapishânede yazdığı, her biri patlamaya hazır bir bomba gücündeki millî, vatanî, kahramanlık şiirlerini ve türkülerini dışarıdaki mücadeleci arkadaşlarına, yolunda yürüyenlere göndermekten çekinmemiş, geri durmamıştır. Başını dâimâ dik, alnını hep havada tutan gururlu şâir, kırkiki gün sürdürdüğü açlık grevini bırakması yolunda - kendisini seven ve sağlığından kuşku duyan öz annesi başta- birçok yakınlarından ve dostlarından ricâ mektubları almıştır. Bütün bunlara karşı direten şâir, ancak sütannesinin baskı ve ricâsını tek uyulacak emir sayarak açlık grevine son vermiştir.

Büyük şâir Rabindranath Tagore, Kurseong’dan hapishânedeki Nazrûl’a gönderdiği telgrafta şunları yazmıştı: “Açlık grevine son ver. Edebiyatımızın daha senden istedikleri, bekledikleri var.”

Fakat telgraf alınmadan, “bu adreste bulunamadı” kaydı ile Tagore’a geri dönmüştü. O zamanki insanlık dışı İngiliz yönetimine, sansür ve bürokrasisine tipik bir örnek olan bu olay, medenî Avrupalıların ellerinde bulundurdukları kuvveti ne yolda kullandıklarını gösteriyordu[7].

Gazi Nazrûl İslâm, bir yıllık hapisten sonra tekrar serbest hayâta kavuşunca, halkın nazarında büsbütün bir “İsyan Sembolü” olmuş ve kahraman kesilmiştir. Şâir ve mücâhid olarak İngiliz istibdâdına ve her türlü baskı, adâletsizlik, eşitsizlik rejimine karşı dâimâ baş kaldırmış ve savaş açmış Gazi Nazrûl İslâm, bu mücâdelesini felç oluncaya kadar aralıksız sürdürmüştür.

Nazrûl’un ilk evlenme teşebbüsü 1921’de Seyide Hatun (Syeda Khatoon) adlı bir Müslüman kızıyladır ki, bu, şâirin ihtilâlci ve bohem hayâtı yüzünden gerçekleşmemiş, devam etmemiştir. 1924’de evlendiği Hindu kızı Prameela (Promila) ise, 1962’de vefatına kadar şâirin 38 yıllık eşi kalmış ve çile dolu hayâtındaki bütün acıları onunla paylaşmıştır. Bu evlilikten 1926’da Bülbül adlı ilk oğlu prematüre -erken doğmuş- bir bebek olarak dünyaya gelmiş ve yaşamamıştır. Duygulu şâirin bu sönen ilk umudu Bülbül hakkında yazdığı birçok acıklı şiir ve şarkıları vardır. Nazrûl İslâm’ın diğer iki oğlu: Gazi Sabhya (Subhî) Chachi ile Gazi Anirudha’dır. Bunlardan Gazi S. Chachi’nin eşi, Başbakan Nehrû’nun 1964 Mayısında vefatından sonra bakımı ihmâl edilip perişan bir hâlde bırakılan Kayınpederi Nazrûl’a bir öz kızı gibi bakmış, hizmet etmiştir. Bu Hindû gelinin Nazrûl İslâm’ın büyük oğlu Gazi S. Chachi’den iki kız evlâdı vardır. Şâirin bu iki torunu ve Hindû anneleri 1972’de Bangladeş Hükûmeti’nce (MİLLÎ ŞÂİR) ilân edilen GAZİ NAZRÜL İSLÂM ile birlikte Kalküta’dan Dhaka’ya gelmiş ve şâirin ölümüne kadar hizmetinde bulunmuşlardır. Bayan Sabhya Chachi ve Müslüman babadan kazandığı iki kızı Dhaka’da Müslüman olmuşlar; Nazrûl’un genç dul gelini, burada Bangladeş’li Kalam Mazi adlı bir Müslümanla evlenmiştir.

Milletinin (Millî Şâir)'i olarak gönüllerde taht kuran Nazrûl’un çok sayıdaki şiir, şarkı, makale ve piyesleri O’nun edebiyât, müzik, sahne ve fikir alanlarında ne kadar köklü ve üstün bir san’atçı ve mücâhid olduğunu sergilemektedir.

O’nun kullandığı Bengalce’nin 21 Şubat 1952’den bu yana resmî devlet dili kabul edilmesi ve 16 Aralık 1971’den bu yana Bangladeş’in İstiklâl Günü’nü kutlaması, Millî Şâir Gazi Nazrûl İslâm’ın büyük hizmet ve hâtırasının anılmasına vesile teşkil etmektedir. Bundan ötürüdür ki kendisine en yüksek millî ünvanlar, (EUKUSHET PADAK) ve (SWADINATA PURUSKAR) ünvanları verilmiştir.

Gazi Nazrûl İslâm, çevresinden tamâmen habersiz geçen acı hayâtının son günlerini sürekli olarak Dhaka’da devletçe ikametine ayrılan evde geçirmiştir. Hasta şâir, son kez tıbbî tedâvi için kaldırıldığı ülkenin en modern İhtisas Hastahânesi (Post-Graduate Hospital)’nde 29 Ağustos 1976 Pazar günü son nefesini tüketmiştir.

34 yıl gibi uzun bir süre hasta döşeğinden kalkamamış Gazi Nazrûl İslâm, Bengal’in İsyan Şâiri diye ünlüydü ve Bangladeş’in Millî Şâiri idi.

Az fâniye nasib olmuş ihtişamlı bir devlet töreniyle Dhaka Üniversitesi Câmii’nin hazîresine -etrâfı çevrili özel mezarlığına- gömülmüştür.

Dhaka Üniversitesi Mühendislik ve Teknoloji Bölümü’ndeki bir büyük salona Gazi Nazrûl İslâm Hall’ü adı verildiği gibi; çocuklar için Nazrûl’un şarkılarını öğreten ve eserleri -hayâtı üzerinde inceleme- araştırma yapılan bir akademi (Nazrûl İslâm Akademisi) ve bu akademinin önünden geçen en büyük ve işlek cadde de (Nazrûl İslâm Caddesi) diye anılmaktadırlar.

Gazi Nazrûl İslâm’ın Bengal dilindeki bütün külliyâtı ve bir bölümü İngilizceye çevrilmiş yazıları incelenince görülmektedir ki, san’atçı, edebiyatın ve mûsikînin çeşitli türlerinde çok sayıda eserleri bulunan verimli bir şâir ve bestecidir. Bunlar arasında hâlâ değerini koruyan pek çok sayıda kahramanlık şiirleri, lirik şiirler, şarkılar, gazeller, kasideler, masallar, hikâye ve romanlar, tiyatro eserleri, karşısındakini alaya alan, taşlamasını şakaya döken yazılar (tehziller), yerici yazılar (hicivler), tahlil ve tenkid yazıları v.b. bulunmaktadır.

Nazrûl İslâm, Mizanur Rahman ve Kabir Chowdhury gibi birçok araştırıcıların da belirttikleri gibi, İslâmın yeniden güç kazanmasına, yükselmesine ve hurâfelerden arınmasına büyük çaba harcamıştır.

Nazrûl’un aşağı-yukarı yirmi yıl kadar süren çok kısa, fakat çok canlı ve tesirli edebî hayâtı, yarattığı heyecan ve yaydığı düşünce bir Bengal’de değil, Hindistan’ın her yöresindeki halk kitleleri üzerinde yıllarca tâzeliğini yaşatıp süregelmiş bir İlkbahar havası olmuştur.

Şiirleri kadar, gazete ve dergilerdeki makaleleri, eleştirileri de ona ün ve sevgi kazandırmış; sömürgecilere karşı ayaklanan yaygın halk kitlelerinin oluşmasında büyük rol oynamıştır.

Nazrûl İslâm’ın yazarı bulunduğu gazete ve dergilerden birkaçı şunlardır: DHUMKETU (KUYRULKU YILDIZ), LANGAL, GANABANİ, NABAYUG, JAGARAN, DİPTİ, ABHİJAN, JİBONER ALO ve İngilizce olanlar: Life and Light ve Radience.

Şâirin gazete yazarlığı da, bâzı kısa aralıklarla, 1922’den 1941’e kadar sürmüştür.

Şâirin eserleri, “olağan-üstü” sayılacak kadar çoktur. Hakkında değerli araştırmalar yapmış birçok yazarın deyimi ile, (Bengal Edebiyâtı’nın Göklerinden Bir Kuyruklu-Yıldız Gibi Geçmiş GAZİ NAZRÛL İSLÂM)'ın başlıca eserleri şunlardır:

Şiir

1. Agni Vina (Yanık Kaval).............................. Ekim 1922
2. Dolon Chapa (Sarı Çiçek)........................... 1923
3. Bisher BamAi (Zehirli Kaval).................... Temmuz 1924
4. Bhangar Gaan (Zulmün Şarkıları).............. Ağustos 1924
5. Chayanat.....................................................1924
6. Chıttanama...................................... Haziran 1925
7. Puber Haoa (Doğu Yeli)........................ 1925
8. Samyabadı...................................... Aralık 1925
9. Jhingey Phul(Çocuk Şiirleri) ................... 1926
10. Sarbahara................................. 1926
11. Fanimansha .................................. Temmuz 1926
12. Sindhu Hindol (Deniz-Dalga)..................... 1927
13. Zinjeer (Zincir) .......................... 1928
14. Bulbul (Bülbül) (Ölen oğlu için şarkılar)................. Eylül 1928
15. Chokher Chatak ............................. Kasım 1929
16. Chakrabak (Kuğu) (Tatlı Sesli Şarkılar).......................... 1929
17. Sandhya (Akşam Vakti) ............................. 1929
18. Pralay Shikha (Zulmün Alevi)..................... 1930
19. Chandra Btndu......................... 1930
20. Nazrûl Geetika (Nazrûl Şarkı-Demeti) ..................... Temmuz 1930
21. Sur-Saki (Şarkılar) ................... Temmuz 1932
22. Zulfikar(Hz. Ali’nin Kılıcı)................................ Ağustos 1932
23. Bonogeeti(Şarkılar) ..................... Eylül 1932
24. Gul-Bagıcha (Gül-Bahçesi)...................... Haziran 1933
25. Geeti Mûtarfal(Şarkılar)..................... Mayıs 1934
26. Ganer Mala (Şarkılar)....................... Eylül 1934
27. Nirjihar- Basılmış, fakat piyasaya çıkmamıştır................... 1938
28. Natun Chand (Yeni Doğan Ay).................. 1945
29. Maru Vaskar (Çöl-Güneş)................. 1950
30. Bülbül (2. Bölüm)................... 1951
31. Zülfikar(2. bölüm)... (Basılış târihi yok) ................... 1951
32. Shesh Saogat (Son Armağan)................. Mayıs 1958
33. Zhar(Fırtına)..................... Kasım 1960
34. Ghum Jagano Pakhi................. 1964
35. Ranga Jaba .................... Mayıs 1966
36. Sanchıta ......................... 1968
37. Nazrûl rachanabalı (1. Cild) Abdul Kadir tarafından toplandı, Bangla Unnayan Board tarafından basıldı ………………………………….. Mayıs 1966
38 “ “ (2. Cild) “ “ ..................... Aralık 1967
39 “ “ (3. Cild) “ “ .................. Şubat 1970
40 “ “ (4. Cild) Bangladeş Akademisi “ ........................... Mayıs 1977
41. Nazrûl Rachanabalı (ı. Cild) Hazırlayan: A. Kadir………………………. 1961
42. “ “ (2-7. Cild) Hazırlayan: Abdul Aziz-Al- Aman………….. 1970-79
43. Nazrûl İslâm: İslâmî Gaan (İslâmî Şarkılar) Bangladeş İslam Vakfı Yayını ……...1980
44. Nazrûl İslâm: İslâmî Kabıta (İslâmî Şiirler) Bangladeş İslâm Vakfı Yayını…… 1982
45. Nazrûl Geeti (5. Cild) Nazrûl Akademisi Yayını............... 1971 -73
46. Nazrûl Geeti (Akhanda) .................. Eylül 1978
47. Sunirbachita Nazrûl Geeti ................... Kasım 1972
48. Sunirbachita Nazrûl Geeti Guchchha................. Mayıs 1973
49. Sunirbachita Nazrûl Geeti Malancha .................. Kasım 1975
50. . Sanchayan

Dram Eserleri

1. Jhilimili....................................................................................
2. Aleya ......................
3. Madhumala .......................
4. Debistuly ...............

Plâk için Temsiller

1. Bidyapati ................
2. Biyebari ..............
3. Srimanta ............
4. Eid-ul Fitr (îd-ul-Fıtr-Ramazan Bayramı) .............
5. Priti Upahar ..............
6. Baner Bedey ...............

Şiir Tercemelerie

1. Rubâiyât-ı Hâfız..................... Haziran 1930
2. Kabya Ampara (Kur’ân-ı Kerim’den) .................... Kasım 1933
3. Rubâiyât-ı Ömer Hayyâm .............. Aralık 1959

Çocuklar için Piyesler

1.Sal Bhaı Champa................. 1938
2. Putuler Biye ................. 1938
3. Piley Patka................. 1963

Hikâyeler

1. Bandhan Hara................... Temmuz 1927
2. Mrilyu Kshudha(Ölümün Açlığı)...................... Mayıs 1930
3. Kuhelika.................. 1931

Kısa Hikâyeler

1. Byether Daan (Üzüntünün Armağanı) ........................................... Şubat 1922
2. Rikter Bedan (Garibin Üzüntüsü)................... Ekim 1931
3. Shiuli Mala................... Ekim 1931

Makaleler-Edebî Denemeler

1. Jugo- Bani (Çağın Mesajı) ................ Ekim 1922
2. Durdiner (Garib Yolcu)................ 1922
3. Rudra Mongol ............... 1922-1923
4. Nazrûl Patrabali .............. 1970

Savunma

1. Rajbandır (Mahkûmun Savunması) .................. 1922

Eserleri Üzerinde İncelemeler:

Bu Türk ve Atatürk tutkunu değerli, verimli Müslüman şâirin 77 ese-rinin adlarını açıkladıktan sonra, eserleri üzerinde kısaca bilgi vermeği ya-rarlı ve zorunlu bulmaktayız.

Nazrûl İslâm, kendilerine “medenî” diyen Avrupa’nın sömürücüleri, Hindistan’daki insanların hak ve hukuklarını çaldıkları; maddî-mânevî varlıklarını yok ettikleri bir dönemde meydana çıkmıştır.

Asya’nın göklerini Avrupa’nın kara bulutları kapladığı o karanlık günlerde, Bengal semâsını bu Kuyrukluyıldız ışıtmıştır. Bu yüzdendir ki, Nazrûl İslâm üzerinde inceleme yapan araştırıcılar O’nun için “Zamanının Şâiri” demektedirler.

Nazrûl İslâm’ın edebiyattaki yeri kadar, sömürgeciliğe karşı verilen özgürlük savaşındaki değerini de noksansız belirtebilmek için Bengal’in o târihlerdeki sosyal durumunu ve özellikle Müslümanların içinde bulundukları şartları bilmek gerektir. Ali Asgar Khan bu konuda özede şunları yazmaktadır: “Nazrûl İslâm ortaya çıktığı zaman, bütün ülke ezici bir İngiliz idâresi altında idi. Esaret belâsı, ekonomik-sosyal ve entellektüel birçok musibetlerin ortaya çıkmasına sebeb olmuştu. Siyâsî hayattaki yozlaşma, halktaki düşünme insiyatifini ve hürriyetini de alıp götürmüştü.”

“...Şâirin edebî hayâtı, iki Dünyâ Harbi’ni içine alan 1914-1918 ve 1939-1945 yıllarına rastlamaktadır. Şâirâne hayâtının yakın bir kısmında şâir, en azından edebî bir fırtınadır. Edebî hayâtının ilk zamanlarında Mustafa Kemâl’in izindeydi. Şâire göre, memleketin muhtariyete ulaşabilmesi için en iyisi, Mustafa Kemâl’in disiplinli, fakat mücâdeleci yoluydu. Mustafa Kemâl için yazmış olduğu bir fıkrasında ondan şöyle bahsediyordu: Müslüman Mustafa Kemâl, Halifeliğin ve ülkenin tekrar düzeltilmesi için tek çârenin kuvvet olduğunu anlamıştı... Savaş çağrısından başka hiçbir şey İslâmiyete yardım edemıyecektir... Silâh, İslâmın vasfıdır”[8].

Gazi Nazrûl İslâm, Karaçi’de edebî hayâta atılıp hızla parlamaya başladığı sırada, Nobel Edebiyat ödülü’nü tâ 1913’de kazanmış olan Bengal’in büyük şâiri Rabindranath Tagore’un ünü, bütün dünyâyı çoktan kaplamış bulunuyordu.

Birçok araştırıcılar, doğum yılları arasında epeyce büyük aralıkar bulunan Rabindranath Tagore (1861-1941), Allâme Muhammed İkbal (1873 veyâ 1876-1938) ve Seyyid Abu Muhammed İsmail Hüseyin Şirâzî (1880-17 Temmuz 1931) ile Gazi Nazrûl İslâm (1899-1976)’ın eser ve şahsiyetlerini karşılaştırmaktadırlar.

20 yaşında genç bir şâir bulunduğum yıllarda, şahsen tanımak, hasta yatağında başucunda bulunup ona hizmet etmek mutluluğuna erdiğim büyük İstiklâl Şâirimiz Mehmed Âkif Ersoy’dan İkbal ve Tagore hakkında çok takdir edici sözler duymuştum.

22 yaşında genç bir şâir ve yazar iken, hayâtı ve eserleri üzerindeki ilk denememi yayınladığım büyük Hind şâiri Rabindranath Tagore’la[9] ilk mektuplaşmam 1938 yılındadır. Benim Tagore’a yazdığım ve hakkındaki kitabımla kendisine gönderdiğim ilk mektubumun târihi 5 Ağustos 1938; Tagore’dan imzalı bir fotoğrafı ile birlikte aldığım ilk karşılık mektubun târihi ise 2 Eylül 1938’dir[10].

Tagore, ferdieri arasında pekçok ünlü san’at adamları yetişmiş kültürlü, çok varlıklı bir Hindu âilenin evlâdı olarak dünyâya gelmiş; çok uygun bir yörede büyümüş, yetişmiş, gelişmiş ve yurd dışında Londra’da her türlü imkânlara sâhip olarak eğitimini tamamlamış aristokrat bir san’at dehâsıdır.

Nazrûl İslâm ise, fakir bir Müslüman âilenin evlâdı olarak doğmuş; küçük yaşta yetim kalmış, ana-baba otoritesinden yoksun, âsî yaradılışlı bir çocuktur. Her türlü eğitim imkânlarından yoksun bir, çevrede ağır geçim zorlukları içinde kendisini yetiştirmiş üstün yetenekli bir Halk Şâiri ve san’atçısıdır. Arapça, Farsça, Urduca ve İngilizceyi kendi çabasıyla öğrenmiştir. Yurt dışında eğitim görmemiş; yurt içinde de düzenli ve yeterli bir tahsil yapamamıştır. Bir halk çocuğu olarak halkın içinde yetişen Nazrûl İslâm’ın, Halk San’atçısı, “İhtilâl Şâiri” olarak kısa zamanda bütün Hindistan’da büyük ün ve sevgi kazanması, O’nun sömürgeci Ingilizlere karşı kalemi ve eserleriyle açtığı cesurca, korkusuz mücâdelenin sonucudur.

İngilizlere hiçbir zaman yanaşmamış, yaltaklanmamış, boyun eğmemiştir. Aksine, karşı çıkmış, kafa tutmuş ve onlara saldırmıştır. İyi bir Müslüman ve pervâsız, korkusuz bir hürriyet ve istiklâl mücâdelecisi bulunuşu, O’na diğer san’atçıların ve sömürgeciliğe karşı gelenlerin hiçbirine nasib olmamış bir sevgi ve saygı kazandırmıştır.

Nazrûl İslâm, sömürgecilere karşı halkını, Müslüman kardeşlerini uyarmak ve ayaklandırmak yolunda örnek verdiği kahramanlarını hep İslâm târihinden, İslâm âleminden ve özellikle Hiristiyanlara karşı yüzyıllar boyu İslâmın koruyucusu, savunucusu olmuş Türklerden seçmiştir.

Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed (S.A.) başda, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali, Hâlid İbn-i Velîd gibi dinimizin ulu kahramanlan ile Kur’ân-ı-Kerîm, Kerbelâ, Kurban, Muharrem, lyd-i Mübârek gibi dinî konular ve Enver Paşa, Kemâl Paşa, Zaglul Paşa, Abdul Kerim, Amanullah Han, Rıza Şah ve İbn-i Sa’ûd (Abdulaziz) gibi İslâm dünyâsının ünlü askerî ve siyâsî şahsiyetleri, Nazrûl İslâm’ın şiirlerinde işlenmişler, konu edinmişlerdir.

Bu şiirler içinde en ünlüsü, Tagore, Gandhi, Nehrû, Naidu ve İkbal başda, bütün Hindistan’daki mücâdelecilerde te’sir bırakanı, örnek olanı, o yıllarda başda İngilizlerin ve Fransızların bulunduğu Avrupalı sömürgecilere karşı büyük askeri başarılarıyla, Anafartalar’da ve Anadolu’da destanlaşan (KEMÂL PAŞA) üzerine olanıdır.

(MUSTAFA KEMÂL PAŞA)'yı (SEMBOL KAHRAMAN) diye Hind özgürlük mücadelecilerine ilk tanıtan ve sevdiren şâir, bizzat Cevâhir-i-lâl Nehrû’dan öğrendiğim bilgiye göre Nazrûl İslâm olmuştur. Bu yüzdendir ki, Millî Mücâdele yıllarında Mustafa Kemâl Paşa’nın şahsında Türkleri destekleyen Tagore, Gandhi, Nehrû, İkbal, Cinnah ve ünlü kadın şâir Sarojini Naidu, Nazrûl İslâm’a şükran duymuşlardır.

Nitekim, 14 Kasım 1963 Perşembe sabahı kendisiyle tanışmak mutluluğuna eriştiğim Hindistan Başbakanı Nehrû, bana, kendilerine (SEMBOL KAHRAMAN) seçtikleri Kemâl Paşa’yı, yazdığı en güzel şiir ve yazılarıyla tanıtan ve sevdiren Nazrûl İslâm hastalanınca, tedavisi için her çabayı harcadığını ve O’nu Londra’ya-Viyana’ya gönderdiğini anlatmıştır. Şâirin İyileşmeyeceği anlaşılınca da, O’nu nasıl bir dikkat ve titizlikle baktırmakda olduğunu ve bütün bu ilgiyi bilhassa Atatürk’e olan sevgisinden ve Nazrûl İslâm’ın kendilerinde Kemâl Paşa hayranlığını yarattığından ötürü gösterdiğini belirtmişti [11].

Bu arada, dört gün önce, 10 Kasım’da Atatürk’ün 25. ölüm yıldönümünde yaptığı radyo konuşmasını teyipten birlikde dinlemişdik. Konuşması aynen şöyleydi:

“Kemâl Atatürk, veya bizim O’nu o zamanlar tanıdığımız adıyla Kemâl Paşa, gençlik günlerimizde, benim sembol kahramanımdı. Biz o târihlerde kendi bağımsızlık hareketimizle son derece meşguldük. Ve ben, diğer birçok kimselerle birlikte hapishane hayâtıma başlamıştım. Kemâl Paşa’nın Türkiye’yi yabancı hâkimiyeti ve nüfuzundan kurtarmak yolundaki faâliyelleri ve mücâdelesine dâir haberleri hapishanede dahi büyük bir ilgi ve heyecanla tâkib etmekte idik.

Anadolu’da Yunanlılar’a karşı kazanılan büyük zaferin haberi hapishânede bize geldiği zaman, bundan ne büyük bir memnunluk duyduğumuzu ve bunu hapishânede dahi nasıl kutladığımızı, çok iyi hatırlıyorum.

Uzun yıllar sonra, zannedersem 1938 yılında, O’nu ziyaret etmek istedim. O tânhde Avrupa'da idim ve Türkiye yoluyla dönmeye niyetleniyordum. Ne yazık ki, sonunda kendisinin ebediyete intikaline sebep olan bir hastalıktan dolayı çok muztaribdi; bu yüzden O’nu ziyâret fikrimden vazgeçtim; fakat bu büyük adamı ziyârel etmek ve O’na saygılarımı ve takdir hislerimi sunmak fır satma sâhip olamadığımdan ötürü dâima üzüntü duydum. O, Doğu’da modem çağın yapıcılarından bindir. O’nun en büyük hayranları arasında bulunmakta devam ediyorum.”

Kuşkusuz bu samimî ifâdelerde, Nehrû'nun bizzat belirttiği gibi, şâir Nazrûl İslâm'ın te’siri ve payı vardı.

Yine İngilizlere karşı Hind ayaklanmasının sabırlı, barışçı büyük direnişçisi ve milyonların aziz (Mahatma)'i Gandhi, genç Müslüman şâir ve ihtilâlci Nazrûl İslâm’ın Türkler ve Mustafa Kemâl Paşa hakkındaki görüş ve telkinlerini kendi politikasına temel edinmiştir.

Müslüman-Hindû farkı gözetilmeden Hindistan’da başlatılan Türk Millî Mücâdelesi’ni Destekleme Kampanyası’na paralel olarak Gandhi’nin Yunanlıları İzmir’e saldırtan İngilizlere karşı açtığı protesto faâliyeti, aynen Nazrûl İslâm’ın görüş ve politikasından kaynaklanıyordu.

16 Mart 1921’de Gandhi, The Daily Herald gazetesine, Sevr paçavrasını şiddetle kınayan şu demeci vermişti:

“İslâm’ın i’tibârı, İzmir ve Trakya'nın Türklere bırakılmasını ve İstanbul’un İ’tilâf Devletleri’nce boşaltılmasını gerektirmektedir. Fakat İslâmın varlığı, İngiliz ve Fransızlarca kurulmuş bütün manda yönetimlerinin kaldırılmasını zorunlu kılmaktadır. İslâmın kutsal yerleri üzerine dolaylı veya dolaysız hiçbir te’sir Hind Müslümanlarınca hoş görülmeyecektir.”

Gandhi, bununla da yetinmeyerek, kendi gazetesi Young İndia’da cesaretle yayınladığı (Türk Meselesi) başlıklı makalesinde İngiltere’yi Türk düşmanlığı tutumundan ötürü sert bir dille açıkça kınamış; bütün Hindlileri, Türkiye’yi İngiltere’nin düzenlediği felâketten kurtarmaya çağırmıştır:

“Biz gerçekten Müslüman kardeşlerimizle birlik olduğumuz kanısındaysak, Türk Milliyetçiliği’ni yıkmak için Avrupa’da sürdürülen harekele karşı onların duygularına sevgi duymalıyız· Yazıklar olsun ki, bu harekete gizli veyâ açık olarak İngiliz Hükümeti önderlik etmektedir. Hindûlar, Pan-İslâmizm’den korkmamalıdırlar. Bu, Hindistan’a karşı veyâ Hindûlara karşı olmak demek değildir. Müslümanlar, her Müslüman devlete yakınlık duymalı ve hattâ bu devletler haksız bir davranışa uğruyorlarsa, onlara yardım etmeli, onları desteklemelidirler. Hindûlar, Müslümanların gerçek dostlarıysalar, onların duygularını paylaşmadan edemezler. Bu sebeble Müslüman kardeşlerimizle, Avrupa’daki Türk İmparatorluğu’nun yok edilmekten kurtarılması yolundaki çabalarda, işbirliği yapmalıyız. Böyle olduğu takdirde Hindûlar, Ankara’daki Türk Hükümeti’ne karşı, İngiliz Hükûmeti’nin açıkça Yunanlılarla birleşebileceğini gösteren en ufak bir belirti görürler de, Müslümanlar alarma geçerlerse, onları kınamamalıdırlar. İngiltere böyle bir çılgınlık yaparsa, Hindistan’ın Türkiye üzerinde böyle bir tasarıyı desteklemesine imkân yoktur. Bu, İslâm Dünyası ile bir savaşa yol açar.”

“Hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde İngiltere’nin Türkiye’yi yok etmeye uğraştığı meydana çıkarsa, Hindistan’ın tek alternatif bağımsızlıktır. Hindûların görevi de daha az açık değildir. TÜRKİYE’Yİ YOK OLMAKTAN KURTARMAK İÇİN ELİMİZDEN GELENİ YAPMALIYIZ”

Türk-Yunan Savaşı’ndaki İngiliz tutumu üzerine Gandhi’nin, İngiliz Hükûmeti’yle asker-sivil her Hindlinin ilgisini kesmesi yolundaki atılından ve 14 Ekim 1921 Salı günü, ülkenin 50 kadar Müslüman-Hindû en güçlü önderlerinin imzalarıyla bu konuda yayınladığı bildiri, Ingilizleri çok sarsmış; Türk cephesine Hindli hürriyetseverlerin yaptığı maddî yardımın yüz misli bir mânevi destek olmuştu. Altındaki, Mahatma K. Gandhi ile başlayan imzaların hepsi, Müslüman Türk’den yana olan Nazrûl İslâm’ın hayranlarından vc izinde yürüyenlerden oluşan bu târihi belge aynen şöyledir:

“15 Eylül 1921’deki Bombay Hükümeti bildirisinde açıklanan sebeplerle Ali Kardeşler ( Mevlâna Muhammed ve Şevket Ali) veyâ benzerlerinin davranışları karşısında biz, aşağıda imzası bulunanlar, kişisely etkilerimiz ölçüsünde şunu belirtmek ve açıklamak isleriz: Askeri veyâ sivil hükümet görevlerinde bulunan veyâ yeniden hizmete giren bütün Hindli yurddaşlar,yukarıda belirttiğimiz konudaki düşüncelerini hiçbir kısıntı ve sınırlamaya bağlı olmaksizin açıklayabilmek vazgeçilmez hakkına sâhiptirler. Bizim düşüncemize göre, herhangi bir Hindli için Hindistan’ın ekonomik ve politik çözülüşünü hazırlayan, ordusunu ve polisini milli duygularımızı sindirmek ve baskı altında tutmak için kullanan, görevlendiren ve askerlerimizi, Hindistan’a hiçbir zararları dokunmamış olan Arapların, Mısırlıların, Türklerin ve benzeri milletlerin istiklâllerini ellerinden almak için kullanan böyle bir hükümete sivil ve hele asker olarak hizmet etmek, millî şeref ve vakarımıza aykırıdır. Yine inancımız şudur ki, bu hükümetle her türlü ilişkiyi kesmek ve kendilerine başka geçim yolu bulmak, sivil-asker her Hindlinin görevidir.”

Gandhi, tutuklanmasından sonra da, Müslümanlar başta bütün Hind halkına, Mustafa Kemâl Paşa önderliğindeki Türk Dâvâsı yolunda yaptığı seslenişi korkmadan, çekinmeden sürdürmüştür:

“Siz hiçbir hatâyı veyâyanlış idâreyi düzeltmek için mücâdele etmiyorsunuz. Siz, Avrupa’da centilmenliği temsil ettiği için Türkleri destekliyorsunuz ve Avrupalılar, özellikle İngiltere, onlara karşı öbür insanlardan daha kötü oldukları için değil, fakat Müslüman oldukları, sömürgeciliğin modem yollarına uymadıkları, zayıf insanların ve ülkelerinin sömürülmesine gözyummadıklan için ön-yargılı olduklarından ötürü onlara karşı çıkıyorsunuz. Siz, Türkler için mücâdele ederken, kendi imanınızın saflığını ve vakarını yüceltmek için de mücâdele ediyorsunuz.”

Kendi halkının güçsüzlüğünü bilen Gandhi: “Biz şiddet yolunu, hattâ Gazi Mustafa Kemâl Paşa’mn yolunu bile ızleyemeyız- Çünkü biz hiçbir zaman bir imparatorluğu fizik kuvveti yoluyla yönetebilecek güçte değilizi. Hindistan barışın âşığıdır ve banş yolunu binlerce yıldır izlemiştir” dedikten sonra, Türkler ve onların kılıç gücüyle sömürgecileri mağlup eden önderleri Kemâl Paşa hakkında şu değerlendirmeyi yapmıştır:

“Şu anda dünyâda hiçbir devlet veyâ ülke, fizik gücü bakımından Hindistan’dan daha zayıf değildir. Küçük Afganistan bile onu yutabilir, öte yandan Mustafa Kemâl Paşa, kılıcıyla galip gelmiştir. Çünkü Türklerin her hücresi cengâverlikle yoğurulmuştur. Türkler, yüzyıllardır iyi savaşçı olmakla tanınmışlardır”[12].

Yalnız Nehrû ve Gandhi’de değil, Nazrûl İslâm’ın tanıttığı ve sevdirdiği Mustafa Kemâl'i takdir edip izleyen birçok Hindistanlı milliyetçide Nazrûl’dan kazanılmış izlenimler âşikârdı. Bunlardan bir tipik örnek, Nazrûl İslâm’ın izinde yürüyenlerden, Mustafa Kemâl Paşa’yı örnek edinen ünlü milliyetçi ve ihtilâlci önder, Hindistan için Atatürk Türkiyesi’ni model düşünen Subbaş Çandra Bose (1897-1945)'dir.

Bunlardan diğer bir ünlüsü de, 13 Kasım 1963 Çarşamba günü beni makamına dâvet eden Kalküta Vâlisi Bayan Padmaja Naidu’nun annesi ünlü kadın şâir Sarojini Naidu’dur. Kızının bana anlattıklarına göre Sarojini, Ankara’ya Yardım Kampanyası’m yürüten kadınların bayraktarı olmuş; 21 Ağustos 1922 Pazartesi günü Bombay’da Muzafferâbâd Salonu’nda düzenlenen toplantıda, kendisi Hindu olduğu hâlde, Müslüman ve Türkiyeli Atiye Fevzi Begüm ile birlikte ateşli konuşmalar yapmıştır [13]. Nazrûl İslâm’ı takdir edip izleyen Sarojini de, hapislere girmek bahâsına, Mustafa Kemâl’in önderlik ettiği Millî Mücâdele Hareketi’ni desteklemiştir.

Son olarak da, Nazrûl İslâm’ı seven ve takdir eden, Kemâl Paşa’ya bakış açısından onun paralelinde bulunan, Bengal’in yetiştirdiği en büyük Hind san’atçısı Rabindranath Tagore’un değerlendirmesini sunmak istiyoruz:

"...Kemâl, gelip-geçmişınin şanlı hâtıralarını yeniden yaşatmasına, önümüze yeni bir Asya Modeli koyuncaya kadar, Türkiye’ye Avrupa’nın Hasta Adam’ı denirdi. Fakat, Kemâl’in gerçekleştirdiği buyeni Asya Modeli, ülkeleri için yeni bir hayat ümidi olmuştur. Bu bakımdan, Kemâl’in getirdiği rûh, en yüksek saygıya ve takdire lâyiktir”[14].

Nazrûl İslâm’ın Hindistan’ın İngiliz sömürgeciliğinden kurtulmasında ve bugünkü Hindistan, Pakistan ve Bangladeş devletlerinin kuruluşlarında emekleri geçen liderler, mücâdeleciler üzerindeki tesiri çok büyük ve yaygındır.

(YANIK KAVAL) veya (ATEŞTEN FLÜT) adını taşıyan ve kendisine en çok ün kazandıran eseri, 1970'de Kalküta’da 21. baskısı yapılan, Türklerle ilgili şiirlerinin toplandığı şiir mecmuasıdır. İçinde 12 şiir bulunan bu kitabdaki parçalar sıra ile şunlardır:

1. Feveran; 2. İsyancı; 3. Ateşten Gömlekli Ana; 4. Haberci; 3. Kuyrukluyıldız; 6. Kemâl Paşa; 7. Enver Paşa; 8. Savaş Türküsü; 9. Şat-tül Arab; 10. Sırat Köprüsü’nden Geçiş; 11. Kurban; 12. Muharrem.

Kuşkusuz, bütün özelliği ve güzelliği şâirin kendi anadili Bengalcada olan Nazrûl İslâm’ın şiirleri başka bir yabancı dile çevrilemez. Çevrilirse, bütün yerli özelliğini, güzelliğini yitirir, bozulur ve mahvolur. Mizanur Rahman, Kabir Chowdhury ve Syed Mujibul Huq gibi, Gazi Nazrûl İslâm’ın şiirlerini İngilizceye çevirenler, hep aynı zorluğu belirtmektedirler.

Biz burada, Nazrûl İslâm’ın (Kemâl Paşa) ve (Savaş Türküsü) adlı en ünlü ve Türklerle ilgili iki şiirinin kelime-kelime İngilizceden tercemesini aktarmakla yetineceğiz. Eğer şiirlerin asıllarında nelerden, nasıl bahsedildiğini olsun ortaya koyabilirsek, yine de bir küçük hizmet gördüğümüze sevineceğiz.

KEMÂL PAŞA

Kemâl Paşa, ilk defa 1921’de VİDROHİ ile yayınlandı. Bu, daha sonra Kemâl Atatürk adını alan Mustafa Kemâl’in komutasında, Yunanlılara karşı kazandıkları parlak zaferden sonra kamplarına donen Türk Kuvvetleri’nın zafer sahnelerini dramatize etmektedir. Bu zafer, I. Dünyâ Harbi’nden sonra Türkiye’yi parçalanmaktan kurlarmış savaşın destanıdır. Kemâl, Başkomutan olarak, çevresi kırılmış kılıçlara çekilmiş bayraklarla donatılmış uydurma bir ağaç tribün üzerinde oturmaktadır. Eser, manzum bir şekilde kaleme alınmış olup Binbaşı (Havildar) komutasında geçmekte olan kahraman erlerin duygularını dile getirmektedir. Erler, marş söyleyerek yürümektedirler. Tercüme edildiğinde marşın nakaratı şu mânâyı vermektedir:

“Kardeş Kemâl! Ümidini yitirmiş anavatanımızın sevgilisi, coşku dolu bir hâlde sefere çıkmıştır. Bundan ötürü de düşman karargâhında kendi kendini korumakta ıztırap çekmektedir. Kardeş Kemâl, sen mucizeler yarattın! Evet kardeş Kemâl, sen gerçekten mûcizeler yarattın! ”

Eser, Binbaşı’nın hızlı bir komutu ile başlamakta: Sol-Sağ-Sol, Sol-Sağ-Sol! Ve erler de nakaratı şu şekilde söylemektedirler:

Aferin, Kardeş! Aferin, âferin sîzlerin keskin kılıcınıza! Tek bir taramada, siz tüm düşmanı ölüm toprağına gönderdiniz! Söyle bize kardeş, gerçeği söyle! Türkün keskin kılıcından dünyâda korkmayan var mı? Sol-Sağ-Sol! İyi becerdiniz, kardeş, mükemmel becerdiniz!

Korkak düşman tamamiyle yenik. Âferin kardeş, âferin! Hurrâ!

Çapulcu neslini kontrol altına almak için senin gibi atak, yürekli,yiğit Kemâl’e ihtiyaç vardı. Sen mucizeler yarattın, Kemâl, gerçekten mûcizeleryarattın!

Binbaşı: Aferin, Hindli asker! Sol-Sağ!

Tepeden tırnağa kana bulanmış vücudlarımızla, savaşmaktan korkanların banş mesajına nasıl inanır, onlara nasıl kulak verebiliriz? Kan ile kızıllaşmış yeşil kabzalı keskin kılıçlarımız düşmanın kalbini parçalamaya hazırdır! Biz, sîzlerden iyice intikamımızı aldık.

O, kıskanç düşman sürüleri! Aferin! Hind askerleri! Aferin! Onları böyle ayaklarınızın altına alarak var kuvvetinizle çiğnemeksiniz! Şimdi, gökyüzünün ötesinde batmakta olan güneşin o koyu kırmızı ışın demetlerine bir göz atınız!

Bravo! Hind askerleri! Bravo! Sol-Sağ-Sol!

Bu kıskanç yaratıklar gerçekten askerlerin şerefi adlarını suda boğdular; boylere onlar ölüp gittiler, bizler ise mücâdele için hiç de fena durumda sayılmayız- Onlar hırsızlardan farksız idiler, çünkü başkalarına âit topraklan yağma etmeye gelmişlerdi. Bu şekilde, darbe üzerine darbe yediler ve bu darbelere de müstahak idiler. Ne dersiniz, kardeşler? Hurra! Hurra! Böyle şeytanca hareket eden bir çeteyi ezmek için, KEMÂL gibi birine ihtiyaç vardı. KEMÂL! Sen hârikalar yarattın! Hurra! Gerçek hârikalar yarattın!

Binbaşı: Sağa çark, Sol-Sağ! Erler sağa çark ettiler.

Bir an için, hür bir halka boyun eğdirmekle, hür bir toprağı zaptetmekle ve bütün bir ülkeyi tepelemekle kuvvet gösterisinde bulundular. Fakat sonunda ellerimiz arasında Türk Oyunu (Dansı) oynamak zorunda kaldılar. Hurra! Hurra! Şanssızların bahtları gerçekten kara idi! İşte bu bakımdan Allah onları bizimle pençeleşmek zorunluğuna düşürdü, bu çılgın topluluğu, evet bu deliler çetesini! Hurra! Hurra! Büyük Allah da onların kaba kafalarından nefret etmekledir. Yaygara! Yaygara! İşte onların değeri! Onların, ahır kapılarında pinekleyen cüce kuşlar kadar, virâne baykuşları kadar bile kuvvetleri yoktur. Buna rağmen Türk atını cüretle karşılamak düşüncesizliğini göstermektedir! Kahkahalar soluğumu kesmekte! Ha, Ha, Ha!..

Binbaşı: Aferin Hindli askerler! Âfenn! Sol-Sağ-Sol! Aferin askerler! Tekrar marş söyleyin!

Kardeş Kemâl, ümidini yitirmiş anavatanımızın sevgilisi, coşku dolu bir şekilde sefere çıkmıştır. Bundan ötürü de düşman, kendi kampında, kendi kendini korumakta ıztırap çekmektedir. Kardeş Kemâl! Sen gerçekten hârikalar yarattın!

Binbaşı: Sola çark! İleri! Sol-Sağ-Sol! Şimdi, erlerin gözlerini kamaştıran renklerin hârika gösterisi.

Nereye bakıyorsunuz, dostlar? Biraz dalgın, fakat dikkat kesilen gözlerle? Evet, bu Havva, gerçekten bir askerin gelinine benziyor. Kahraman bir şehidin küçük gelini; kan kırmızı bir fistan giymiş olarak,yeni dikilmiş, fakat kocasının kanı ile kırmızıya boyanmış fistan! Hattâ, genç askerlerin parça parça kesilmiş kalplerinin kanlarıyla boyalı! Bunu düşünmüş olmak bile tüyler ürperticidir! Fakat duâ ediniz! Gökyüzünün kapısına bu yürek parçalarını asan hangi kasaptır? Eğer onu bulursak, hemen bir süngü darbesiyle kafasını koparacağız. Böyle ümidsiz bir öfke ânında bundan başka bir şey düşünmek mümkün mü?

Binbaşı: Aferin, Hindli askerler! Sol-Sağ-Sol! Erler bir dağın yamacından aşağı İnmeye başladılar. Sırtlarında ve kucaklarında ölü ve yaralı arkadaşlarını taşıyorlardı.

Vah bizim şefkatli kardeşlerimiz! Sizin vücutlarınızı bu şekilde kurşunlarla delik deşik eden bu acımasız kasaplar kimlerdir? Vah bizim şefkatli kardeşlerimiz?

Karşıdaki vâdiyi gören Binbaşı, şu komutu verir: Sola dön! Erler sola dönerler. Binbaşı: İleri! Sol-Sağ-Sol!

Gökyüzünün ötesi, savaşın kanları ile parlak bir kızıla boyanmış! Borazanlar yüksek sesle ve derinden çalsın! Burası Kerbelâ Meydanı olsa da aldırma! Burası Kerbelâ Meydanı olsa da biz gerçeğin türküsünü söyleriz! Hurra! Hurra!..

Önümüzdeki dağ geçidi, bulunduğumuz yerden çok uzak olmamasına rağmen, sanki kaybolmuş gibi idi. Binbaşı, yolun izini bulmak maksadı ile ileriye doğru yürüdü ve erlerine şu emri verdi: Saati tespit edin!

Bunun üzerine askerler zemini (toprağı) çiğnemeye başladılar. Davullar vurdu! Sol-Sağ-Sol! Rap, rap, rap!..

Gökyüzünde iki renkli, iki büyük küre görülmektedir. Bunlardan biri koyu mavi- siyah renkte; diğeri ise koyu kırmızı renktedir. Mavi-siyah renkli küre, hiçbir iyi şey düşünemiyen düşmanı temsil etmekte olup, damarlarından aynı renkte mavi-siyah renkte kan akmaktadır. Bunlar, azgın canavarlar sürüsüdür; kötü niyetli ve kötü maksatlı şeytanlardır. Azgın, haysiyet düşmanı canavarlar çetesidir. Askerî üniformayı rezil bir duruma düşüren onlardır. Dolayısı ile, yüzleri kara, damarlarındaki kan mavidir. Onlar bir canavarlar çetesidir, evet bir canavarlar çetesi!..

Binbaşı, yolun izini buldu, erlere “İLERİ” komutunu verdi. Sola çark! Erler bu kumanda üzerine ilerlemeye devam ettiler: Sol-Sağ-So!..

Gerçekten askerler şimdi şehiddirler! Onlar, sîzler gibi arkalarına dönmediler. Şimdi şehid oldular. Sizin sırtlarınız ise dayaktan bükülmüş durumdadır! öyle değil mi? Sırtlarınız mızrak yiyerek delinmiş durumdadır. Siz bu denli kahramansınız! Hayatta ölü gibi, fakat savaşmaya gelmiş. Cehennem olun!.. Oh, evet! Siz kahramanların kanını acaba gördünüz mü? Bu kanın ne kadar kırmızı ve sıcak olduğunu görünüz, duyunuz!..

Bunları söylerken, askerler kasatura ile bileklerini çizerek kanlarını gösterdiler.

Cehennem olun, siz ölüler!.. Buna rağmen onlar Kral olmayı sayıklamaktadırlar. Cehennem olun!.. Dolayısıyla Anavatan’ın kuvvetli ve metin evlâdı kardeş Kemâl’den hakettiğiniz cezaya çarptırıldınız.

Binbaşı: Aferin, Hindli askerler, âferin!..

Böyledir işte, böyledir! Hür isek yaşarız, değilsek, ölür gideriz.

Bâzı kimseler koşarak bu sahneyi yaşlı gözlerle görmeye geldiler. Onların bu hâli, erleri daha da heyecanlandırdı. Şöyle seslendiler: Becerdik kardeşler, becerdik!.. Düşman bozguna uğradı, kalesi zaptedildi! Kayıplarımıza aldırmayalım. Giden gitti, ama kaleyi zaptettik ya! Hurra, Hurra!..

Binbaşı: Aferin, Hindli askerler! Sol-Sağ!..

Düzenli adımlarla çabuk hareket edelim, eğilerek ve ellerimizi sallayarak! DADRA havasına uyarak ilerleyelim! Denizin dalgaları gibi ve adımlarımızı bir, iki, üç temposu ile atarak yürüyelim.

Şimdi ülkemiz bağımsız bir ülkedir. Şimdi hür olduğumuz sürece, Cennetin hasretini bile çekmemeliyiz; evet, Cennetin hasretini bile!..

Binbaşı: Afenn, Hindli askerler, nakaratı tekrarlayınız! Askerler buna uyarlar. Birlik, şimdi bir kasabadan geçmiştir. Başörtülü kadınlar da bu manzarayı seyrettiler. Gözleri sevinç göz-yaşları ile dolu dolu idi. Yeni evli gelinler bile başörtülerini atarak ve erlere çiçek serperek, “Hoş geldiniz!” diyorlardı. Askerler ise şöyle sesleniyorlardı:

Genç kızlar soruyorlardı: “Sen kimsin, kahraman? O’nu tanıyor musun? O, Kemâl’dir! 0, Kemâl'dir! Gururdan taşan annenen cür’etlı sevgilisi! Hepimizin kardeşi!.. Bu muhteşem simâ, başka kimden olabilirdi ki! 0, Kemâl’dir!.. O, Kemâl’dir!..

Şimdi de âıle ocağınıza ve evinize özen gösteriniz! Biz belki ocağınızı yakar veyâ yıkabiliriz! Aile ocağınıza ve âılenıze özen gösteriniz ve onları iyi koruyunuz! Çünkü biz şuurumuzu yeniden kazandık ve heyecanla dolup taşlık. Bizden uzak durunuz! Çünkü bu bizim gala gecemizdir. Bütün evler ışıklarla donansın! Bizden uzak durunuz ve bu gece her bir ev ışık saçsın!..

Binbaşı: solda toplan! Sol-Sağ-Sol! İlen!.. Birlik, sola çark etti, çok yakınlarda kokmuş cesetlerle dolu hendekler bulunuyordu. Bâzı sivil halkın bunların üzerinden aşm ı’tına (özen) ile yürüdükleri görülüyordu. Bu hendekdekiler, ölmüş evlerin cesetleri idi.

Sız asker cesedini veyâ can çekişen, ölüm hâlindeki bir askere basmamak için son derece dikkat ile adım atan bu arkadaşları gördünüz mü? Onlar, ölü görünce titriyorlar mı? Bu husus, daha çok gülüşmemizi tahrik etmektedir. Ölenler ölmüş, yalnız kurtulanlar sağ kalmışlar ve yaşamaktadırlar ! Bu bilinen basit bir hesaptır. Bunda üzülecek ne var? Ölülenn varlığı onları korkutuyor mu? Ölümden nıyçün korkulur? Ha, ha, ha!..

Önümüzde kırık bir köprü vardı. Binbaşı komut verdi: Tek sıra ol!.. Askerler, Ölü ve yaralılar sırtlarına, kucaklarına alarak ağır adımlarla ve dikkatle köprüden geçmeğe başladılar. Fakat biz, bağrımıza bastığımız bu arkadaşlarımıza baktıkça, yüreklerimiz meçhul bir acı ve kederle kan ağlamaktadır. Ruhlarımız, sanki demir bir pençe ile sıkıştırılmaktadır. Biz, binlerce yaramızı unutarak, sesli bir şekilde ağlamaktayız. Evet, ruhlarımız meçhul eller tarafından sıkıştırılmakta ve ağzımızdan şu sözler çıkmaktadır: Uyuyun kardeşler, sırtımızda ve bağrımızda, uyuyun! Sizi ne kadar övsek de, kalplerimiz acı ile doludur. Of!.. Ölüm vadisindeki kardeşlerimiz, uyuyun!.. Uyuyun!.. Sizin hedefiniz çok uzaklarda, batan güneşin de ötesinde!.. Şimdi uyuyun, bizim küçük kardeşlerimiz! Uyuyun, uyuyun!.. Sız ölüm gelininin kırmızı kostümlü güveyılerı! Ne yazık ki, ölümünüz arefesınde sizin aya benzer yüzümüzü öpecek kimse bulunmadı. Of!.. Talihten yoksun kimseler! Ölümde de siz arkanızda büyük bir boşluk bıraktınız. Sevgililerinizi, bir tek gece de olsa, bağrınıza basamadan hayâtınızı kaybetmiş bulunuyorsunuz! Ey, söz gencecik giden kanlı şehidler! Ölümünüzle de gende bir büyük boşluk bıraktınız, siz talihsiz kişiler!

Bu bakımdan, askerler hakkında bir tek satırda şu kitabe göze çarpmaktadır: “Onbinler hayatlarını kaybetmişlerdir !.. ”

Onların, düşmanların davranışlarına ben ancak gülerim. Onların bir köpekleri ölse, acıklı bir ağıt yazılmaktadır. Günlük gazeteler bu haben parlak bir manşet hâlinde vermektedir. Fakat askerlere gelince, en çok şu tek satır: “Onbinler hayatlarını kaybetmişlerdir!” Bu onbmlere varan ölülerden hıçbin, arkalarından bir çift kara gözün gözyaşı döktüğünü bilmiyordu. Onlar hendeklerde ölüyor ve kokuyorlar. Onların annelen ile kızkardeşlen dahi şöyle sesleniyorlar: Aferin! Acaba bu hususta as kerten gerçek sempati ile anan hiç kimse yok mu! Eh! Arkadaş! işte senin eşin HAVVA, koyu kırmızı kâküllen ile. O, yakında koyu renkli sari’sine sarınarak zifaf odası niyetine, senin mezanna, koynuna girecektir. Kabrinin tozu, senin yüzünü nasıl tozla karartacaktır? Of, sevgili arkadaşımız!... Bizi ebediyyen terketmeden önce, bize bir öpücük bahşet!.. Ah, bizim ihmâl edilmiş arkadaşımız!.. Şimdi sen anavatanın tozlu kucağında uyumaktasın!.. Askerler, ölü arkadaşlarını yere bırakıp, köprüyü geçtikten sonra heyevanlandılar ve şöyle seslendiler: iyi konuştun, dostum, sen gerçeği dile getirdin! Elini öpmeme izin ver! Onlar ölümü seçtiler, nıyçün gözyaşı dökülsün! Onlar ölümü seçtiler, nıyçün gözyaşı dökülsün? Onlar testiden zehir içtikten sonra efemzen Suyu getirdiler. Ölem kim? Niyçün ağlansın! Onlar yurtlarını kurtarmak maksadı ile hayatlarını kaybettiler ve en iyi şeyi yaptılar. Onlar gerçek şehittirler! Onlar kahramanlar gibi hayatlarını verdiler. Onların kanlan gerçekten sıcaktır. Onlar gerçek şehirlerdir!..

Şimdi karargâh görünmüştür. Bu yüzden erler çok daha hızlı adımlarla yürüyüşe geçmişlerdir. Aynı anda, başta ünlü kahraman Enver Paşa olduğu hâlde, silâhlı kuvvetlerle onların yakın akrabalarından oluşan büyük bir kalabalık onlan karşılamak üzere ilerlemektedir.

Hurra!.. Hurra!.. Çekilin kardeşler, çekilin!.. Kendinizi uzak tutun! Hurra!..

Bu arada askerler KEMÂL PAŞA ile kol kola dansetmeye başladılar. Hu, Hu!.. Ya, ya, ya, şa, şa şa, Kemâl Paşa çok yaşa!.. Buraya kim gelmektedir? Enver Bey, Enver Bey! Canavarlar tükendiler, gururla dansedın!.. Tekrar dansedin!..

Kendinizi uzakta tutun! Hurra, Hurra!.. Biz deliler gibi sevinçliyiz! Çünkü harbi kazandık. Cümleye selâmlar!..

Dansı durdurun, yaralı arkadaşları usulca yere koyun! (Yaralılar yere indirilirken) Orada kim konuşuyor? Evet, konuşan KEMÂL’dır, Başkomutan KEMÂL, 0'nun emri geldi: Âferin, Ho, Ho!.. Kıt'a dur, bir, iki!

Bir anda, bütün bu gürültü kesilmiş, yerini denn bir sessizlik almıştı!.. Yalnız nakaratın sesi göklere yükseliyor ve uzayın geniş mavisinde kaybolup gidiyordu!..

Türk İstiklâl Savaşı sırasında, 1921 yılı sonlarında, Hind Hilâfet Komite ve Kongrelerinin, Mustafa Kemâl Paşa kuvvetlerini desteklemek amacıyla Gönüllü Kıt’aları teşkili ve gönderilmesi karan, Nazrûl İslâm’ı çok sevindirmiş ve çoşturmuştur.

Yunanlılara karşı Türk cebhelerinde savaşmak için 10.000 -bâzı kaynaklara göre 16.000[15] - gönüllü asker yollanılmak istenince, Nazrûl İslâm, 1922 başlarında, Ranavery (SAVAŞ TÜRKÜSÜ) başlıklı şu uzun şiirini yazmış ve yayımlamıştır:

SAVAŞ TÜRKÜSÜ

Hey... Haydi geliniz!...
Şu Okyanus kıyısından savaşın gür sesi işitiliyor

Hey... Haydi geliniz !..
Şu suda İslâmlık boğulmaktadır

Bütün Şeytanlar
Bütün meydanlar

Üzerinde, kan içerek şöyle galibiyet
türküsünü söylüyorlar. Dinle!.

Bugün içten
Kıyasıya savaşıyorlar.

Kesiyorlar şehidlerin başlarını adım adım
(ilerleyerek) düşmanlar

Hey... Haydi geliniz!...

Sizin canınız gitsin, yiğitlik ve
Şerefiniz gitmesin.

Tutuyor kasırganın kuvvetli topuzunu (bu topuz) ancak Müslümanların pençesındedir.

Sizin şerefiniz gidiyor, canınız gidiyor...

Şu hâlde savaş borazanını öttürünüz ve
bayrak dalgalandırınız! Korkaklar (Yunanlılar) manasızca korkuyorlar

Cenkçi yiğitler ise savaş istiyorlar...

Hey... Haydi geliniz!..

Şu Okyanusun kıyısından savaşın gür sesi işitiliyor.

Hey... Haydi geliniz!

Şu gümbür-gümbür, gümbür-gümbür
Bom, bom, bom, bom, bom harbin
gür sesi işitiliyor.

Acıklı gürültüleri dinleyip kimler önleyecek!

Hey... Haydi... Haydi geliniz!

Sizin kardeşiniz (TURKLER) çaresiz bakıyor,

(Ben) utancımdan ölüyorum
Hey... Herşeygidiyor!

Buna rağmen sizin elinizde neden kılıç kıpırdamıyor?
Savaş trampet temposu

Dinleyerek kan kaynıyor.

Değil mi? Sizin gibi coşkun yiğitlerin kanlan kabarmıyor mu?

Hey... Haydi geliniz!

Bir her zaman hazırız, yalın kılıç
bize yaraşır

Onlar (Yunanlılar), köleler, savaşmadan
esirlik zincirine boyun eğiyorlar.

Hey... Uzak durun!
Bütün köpekler
Gelerek arslana (Türkler’e) tekme
vuruyorlar, edebsızler göğüs üzerinde
bağdaş kuruyorlar. Fil (Türkler)
Tilkinin (Yunanlıların) darbesiyle
yaralanır mı?

Şu kılıçların tik-tak, tik-tak, tık
savaş gürültüsü işitiliyor.

Haydi... Haydi geliniz!

Çağırıyor dam-dam da dam-dam gür sesi
savaş davullarının
Şu erkek arslan (Türkler) sesleniyor

Hey... Haydi geliniz!

Üzüntüyü bırakın
Cesaretli olunuz
Şu top tüfek sandıklarını ve korkulu
titreyişleri bırakın

Oynayarak intikam çılgınlıkları yapınız
Bugün PANDOPLAR*gibi korkusuzca
yakıp yıkmanızı istiyorum.

Hey... Haydi geliniz!

Bugün canınızı yürekten kurban ediniz.
Allah adına, Kardeş!

Şu din; din sesinin büyük harbi

Şu dinlerin büyük savaş sesi bütün dünyâya yayılmış

Top gülleleri
Gürleye gürleye
Davet ediyor. Bugün yenilme değil
Yenme günüdür. Vatan, başlarınızı istiyor!

Bütün şerefleriniz gitmek üzere

Hey... Haydi geliniz!

Çağırıyor, dam-dam da dam-dam
gür sesi savaş davullarının

Hey... Haydi geliniz!...

Şu savaş çalgısı çatırdıyor.
Savaş urbalarınızı giyiniz!

Hey... Haydi geliniz!

Yüzünüzü kapatmaktan (saklamaktan)
utanmıyor musunuz?

Hurra... Hurra...
Ne kadar uzak
O ülke ki (TÜRKİYE)
Orada her gün düşman kanıyla kan bayramı oluyor kardeş!

O KAHRAMAN ÜLKE için

Kahramanlık urbaları giyelim.
Bugün bağımsız ülkeyi kurtarmaya
(Hınd) esirler gidiyor!..

Hey... Haydi geliniz!

Söyleyin, yiğitler (TÜRKLER) için
zafer muhakkaktır.

Korkaklar her zaman ezilir!

Kadınlarımız savaş türküsü dinleyip
kahkahayla gülüyor,
el çırparak savaşa koşuyorlar.

Biz savaş istiyoruz, savaş istiyoruz

Öyleyse harp borazanlarını öttürünüz,
kavuklarınızı sarınız,
silâhlarınızı pençeleyınız

Biz doğruluk ve insaf askerleriyiz.
Ateş urbalarımız üzerimizde!

Hey... Haydi geliniz!

Şu savaş çalgısı çatırdıyor,
savaş urbalarımızı giyiniz!

Hey... Haydi geliniz!

Başbuğ (KEMÂL PAŞA) uyuyanların
kapısında seslenerek savaşa gidiyor
Top, güm-güm diye şarkı söylüyor

Hey... Haydi geliniz!

Bu süngü sesleriyle böğürlere saplanıp
deviriyor!

(Hz·) Ali gibi nâra atınız
Korkmayınız, korkmayınız!

Şu kardeşlerimiz (TÜRKLER) pervâneler gibi kanlar içerisinde dönüyorlar

Sahte devler (Yunanlılar)
kahredip doğrulara

Vereceksiniz galibiyet nişanını, böyle
ölümlerden korkmayınız, korkmayınız!

Hey... Haydi geliniz!

Biz delikanlı kahramanlar kan vermekten çekinmeyiniz
Vereceğiz doğrulukla insafa tâcı, tahtı.
Biz zâlimin kanını dökeriz

Biz korkusuz

Ağzına kadar dolu kadehle şarap
İçiyoruz- Aşk şarabını, kılıcın darbesini
çıplak göğüsle karşılıyoruz!

Biz alev alev birlikler,
doğruluk için savaşıyoruz.

Biz asker, biz kahraman şehid soyu
Ölüyoruz zâlimlerin darbesiyle.

Biz kılıçları göğüsleyerek; ölümü gülerek
karşılayıp zafer türküsü söyleriz

Hey... Haydi geliniz!

Şu Okyanus kıyısından savaşın
gür sesi geliyor!..

Nazrûl İslâm, Türklere olan hayranlık ve bağlılığını şiirlerinde olduğu gibi, mûsikî eserlerinde de göstermiştir. Nazrûl İslâm, Bengal müziğine yeni unsurlar getirmek istiyordu. Eski şekilleri yıkarak, yeniyle eskiyi kaynatırıp, dışarıdan ritm ve melodiler alarak tecrübeler yapmış ve bu alanda da olağanüstü başan ve ün kazanmıştır. Nazrûl İslâm, müzik yoluyla Ortadoğu İslâm Ülkeleri ve Bengal arasında ilk kültür kaynaşmasını gerçekleştirmiş bir san’atçıdır. O, Ortadoğu’daki ülkelerin zengin müzik geleneğine dikkatleri çeken ilk Doğulu, müzisyendir. Türkçe, Arapça ve Farsça ritmlerin benzerlerini Bengalce’ye getirmiş, uygulamıştır. Nazrûl İslâm, Türklerin çok sevilen dünyâca ünlü (Üsküdar’a gider iken) şarkısının melodisini kopya edip, BENGAL MARŞI’na çevirmiştir.

Bu büyük Türk ve Atatürk hayrânı Müslüman Şâir (GAZİ Nazrûl İslâm) hakkındaki tanıtma yazımıza Samsun, Ankara, İstanbul ve Konya Belediye Başkanları’ndan bir dilekle bitireceğim: GAZİ NAZRÛL İSLÂM adı, büyük caddelerimizden birine verilecek bu Türk ve Atatürk dostunun aziz hâtırası yurdumuzda anılmalıdır. Bu kadirbilir davranışımızdan, Bangladeş’i! kardeşler başta, bütün Doğu’daki dost ve Müslüman kardeşlerimiz de mutluluk ve şükran duyacaklardır.

* Pandop: Hind mitolojisinde, ölen Kralın oğullarından birinin yüz, diğerinin beş oğlu varmış, Bunlar, tahtı ele geçirmek için savaşınca, Pandop’un beş oğlu, diğer yüz Amucaoğlu'nu üstün bir başarı ile yenerek idâreyi ele alırlar.

Dipnotlar

  1. Dr. Fethi Tevetoğlu: Atatürk Hayranı Cevâhir-i-lâl Nehrû, Hayal Târih Mecmuası, Kasım 1971, Sayı: 10(82), ss. 8-12.
  2. Dr. Fethi Tevetoğlu: Türklüğe Hayran Bir Hürriyet Şâiri: Nazrûl İslâm, Hayal Târih Mecmuası, Nisan 1972, Sayı: 3 (87), ss. 7-9.
  3. Dr. Fethi Tevetoğlu: (Nazrûl İslâm) maddesi, Türk Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1977, Cild: XXV, ss. 161-162.
  4. Dr. M. Ali Asgar Khan: Türk Dostu Pakistan'ın Hürriyet Şâiri Nazrûl İslâm, Türk Kültürü, Mayıs 1971, Yıl: IX, Sayı: 103, s. 628.
  5. Mizanur Rahman: Nazrûl İslâm, Islamic Foundation Bangladesh, (Hicret’in XV. Yüzyılı Yayınlarından), Dördüncü Baskı, Şubat 1983, s. 23.
  6. Mizanur Rahman: a.g.e., s. 24.
  7. Mizanur Rahman: a.g.e., s. 27.
  8. Dr. M. Ali Asgar Khan: a.g.m., ss. 630-631.
  9. M. Atsızayoldaş (Fethi Tevetoğlu): Tagorc, Hayâtı ve Eserleri, Acun Basımevi- Istanbul, 1 Ocak 1938.
  10. Kopuz, 15 Haziran 1939, Sayı: 3; Ayrıca bk. Fethi Tevetoğlu: Tagore Külliyâtı I, 2. Basılış, İkbal Kitabevi, İstanbul, 5 Kasım 1939; Dr. Fethi Tevetoğlu: Hindistan’ın Değerli Evlâdı Rabindranath Tagore, Hayat Târih Mecmuası, 1 Ekim 1971, Sayı: 9 (81), ss. 8-10.
  11. Bk. Dipnot 1 ve 2.
  12. R. K. Sinha: Mustafa Kemâl ve Mahatma Gandhi, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1972,s. 134.
  13. Souvenir d’Anatolie (Anadolu Hediyesi), Ankara 1922, No. 5.
  14. S.A. Haqqi: Türkiye, Atatürk and India, Ankara 1985, s. 8.
  15. Gail Minault: The Khilafat Movement, New York 1982; s. 163.

Figure and Tables