XIX. yüzyıl Türkiye tarihi üzerinde yapılan araştırmaların daha çok siyasî tarih ve ıslahat hareketleri alanında yoğunluk kazandığı, iktisadî ve sosyal tarihe ait araştırmaların azlığı dikkati çekmektedir. Hele iktisadî hayatın önemli bir öğesi olan fiyat hareketlerine ait çalışmaların yokluğu daha da ilginçtir ve bir eksiklik olarak görülmektedir. Bu cümleden olarak, halen yürütmekte olduğumuz Anadolu Fiyat Tarihi projesi çerçevesinde, XIX. yüzyılda Harput’ta fiyatlar incelenmeye çalışılmıştır.
Fiyatlara geçmeden önce, fiyatların akışını ifade ettiğimiz değeri, yani tedavüldeki paranın durumunu incelemek yerinde olacaktır. Ayrıca, Osmanlı döneminde gerek fiyat politikası ve gerekse fiyatların analizi konularına, daha önce yaptığımız araştırmalarda değindiğimizden, tekrardan kaçınmak için, burada girmiyoruz [1].
A — PARANIN DURUMU
Madeni para rejiminin hâkim olduğu Osmanlı parasının esasını, başlangıçta gümüş “akçe” teşkil ederken, iç malî bunalımlar ve dünya çapındaki enflasyonist cereyanların etkisiyle zaman içinde devalüasyona uğrayarak yerini “kuruş” ve kuruşun 1/40’ı olan “para”ya bırakmıştır. XIX. yüzyılda, devletin para birimi olan kuruşun yanında, daha çok büyük ticari işlemlerde kullanılan yerli ve yabancı altın paralar da tedavül etmekteydi.
Devletin, tedavüldeki paranın resmî rayicini koruyabilmek için pek çok tedbirler almasına rağmen, XIX. yüzyılın siyasî ve ekonomik şartları, bunu imkânsız kılıyor, para sürekli olarak değer kaybediyordu. Nihayet 1840 yılında, malî bunalımın etkisiyle, ilk defa para yerine geçen kâğıt olan kaimeler piyasaya sürüldü. Onun için bu dönemin parasını 1800- 1840 ve 1840-1900 olmak üzere iki bölümde incelemek yerinde olacaktır. Zira 1840 yılına kadar, eskiden beri tedavülde olan kuruş ve altınlar, 1840 Tashih-i Ayar Fermanı’yla yerini, bu tarihten itibaren Osmanlı parasının esası olacak olan Mecidiye altın ve gümüşlerine bırakacaktır.
(Bkz. Grafik I-II. Kuruş ve Paranın Vezin seyri (1801-1846)
Grafik III Tedavüldeki bazı Altın Fiyatları (1801-1851)
Tablo I. Mecidiye Altın ve Gümüşleri)
1881 yılından itibaren de 100 kuruşa eşit, binde 916,5 ayarında 2 dirhem 4 kırat (7.216 gr.) ağırlığında olan Osmanlı Lirası, para biriminin esası olacaktır. Bu yıllarda bir İngiliz Lirası 110 kuruş (1,25 lira), bir Fransız Lirası da 86,4 kuruş (0,86 lira) değerindeydi[2].
Yüzyılın ilk yarısına kadar kuruş, 12,8 gramdan 1.224 grama kadar düşerek % 90,43 oranında, Para ise 0,306 gramdan 0,153 grama düşerek % 50 oranında değer kaybına uğramıştır. Öte yandan adı geçen altın cinsleri de önemli oranlarda değer kazanmışlardır. Mesela İstanbul Zer-i Mahbubu % 652,4, Mısır Zer-i Mahbubu % 709,25, Fındık altını % 437,43, Macar % 560,36 ve Yaldız da % 526,67 oranında yükselmişlerdir. 1840’ta geçilen Mecidiye esasına dayalı para sistemi, hem Osmanlı parasında bir birlik sağlamış ve hem de paranın değerini nisbeten korumuştur. Bu tarihten sonra Osmanlı parası, daha çok yabancı paralara, özellikle İngiliz Lirasına karşı korunmaya çalışılmıştır. Nitekim bu amaçla, yüzyılın ikinci yarısından itibaren, ülkede faaliyet gösterecek yabancı bankalardan, Osmanlı parasının İngiliz Lirası karşısında değerini sabit tutma garantisi istenmişti. Bunu garanti eden yabancı şirketlere, banka kurma imtiyazı veriliyordu. Artık Osmanlı parası, bankalar aracılığıyla sağlanan dış borç ve kredi zincirine bağlanmış oluyordu.
B — FİYATLAR
1. Hububat Fiyatları :
Hububat, temel gıda maddesi olduğundan, her devirde üretimi teşvik edilmiş, ihracı yasaklanmış stratejik önemi haizdir. Onun için hububatın fiyatı daima kontrol altında tutulmaya çalışılmış, muhtekirlerin hububatı fahiş fiyatlarla satmaları engellenmiştir. Ancak özellikle buğday ve arpanın iki türlü fiyatı olduğu görülmektedir. Birisi, devletin takdir ettiği “mübayaa fiyatı”, diğeri de halk arasında geçerli olan “piyasa fiyatı”dır. Her ikisi arasında önemli farklar bulunmaktadır. Bu da eskiden beri sürüp gelen “sürsat” geleneğinden ileri gelmiş olabilir. Bu yüzden hububat fiyatlarının seyrini, o günkü rayiç fiyatların yarısıdığı tereke defterlerinden izlemek daha isabetli görünmektedir.
Mesela, 1826 tarihli bir emirden[3] her Harput buğday kilesi[4] buğday 3 ve Harput kilesi arpa 2 kuruş iken, zamanın rayicine göre buğday fiyatlarına zam yapılmasında herhangi bir mahzur görülmemiş ve 1 Harput kilesi (69,228 kg.) buğday 5 ve 1 Harput kilesi arpa (53,844 kg.) 3 kuruşa yükseltilmiştir. Buna göre 1 Harput kilesi buğday 2,7, 1 Harput kilesi arpa da 2,1 İstanbul kilesidir. O halde 1 İstanbul kilesi buğday 1,86 kuruş yani 74,4 para, 1 İstanbul kilesi arpanın da 1,42 kuruş yani 56,80 para olduğu ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar bu tarihte buğdayın tereke fiyatına ait rakamlar elimizde yok ise de, genel fiyat seyri içinde bu rakamlar çok düşük görünmektedir.
Temmuz 1834’te (R. evvel 1250) buğdayın tereke fiyatı 30 kuruşa yükselmiştir[5]. 1835’te (14 Haziran 1835-17 Safer 1252) buğdayın kilesinin 50 kuruşa yükseldiği görülmektedir[6]. 1846 Mart’ında Harput’ta, karaborsacılar eliyle yaratılan bir hububat darlığına şahit olunmaktadır. Hatta bu yüzden, halkın ekmeklik buğday bulmada bile zorluk çektiği, el altından buğdayın kilesinin 70-75 kuruştan satıldığı anlaşılmaktadır. Bunun önlenmesi için buğdayın kilesinin (Harput kilesi) 60 kuruştan alınıp-verilmesi hususunda bir emir yayınlanmıştır[7]. 1847 yılında buğdayın 30, arpanın da 15 kuruşa düştüğü görülmektedir[8]. 1848’de de buğday 3 kuruş ucuzlayarak 27 kuruşa düşerken, arpa da 1 kuruş zam görerek 16 kuruş olmuştur[9].
(Bkz. Grafik IV. Harput’ta Hububat Fiyatları)
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hububat fiyatlarında önemli artışlar meydana gelmiştir. 1865’te 1 kile buğday 85, arpa 43, gilgil (beyaz dan) 36,6, küşne (burçak) 60 ve colband (çavdar) da 50 kuruşluk ortalama fiyatlara ulaşmışlardır. 1899’da dönemin en yüksek seviyesine ulaşan buğday, yıllık ortalama 90, arpa da 57,5 kuruşa kadar yükselmişken[10], nihayet 1901’de buğdayın yıllık ortalaması 60, arpanın da 35 kuruş olmuştur[11].
O halde dönem içinde buğdayın kilesi 5 kuruştan 60 kuruşa yükselerek % 1500, arpa da 3 kuruştan 35 kuruşa yükselerek % 1166,6 oranında artış kaydetmiştir. Buna göre buğdayın yıllık artış oranı % 17,64, arpanın yıllık artış oranı da % 14,18 dir.
2. Gıda Maddeleri Fiyatları
Bu grupta değerlendirilen maddeler, ekmek, et, yağ, un, pirinç, bulgur, bal, tuz vb. temel gıda maddeleridir. Gıda maddelerinin fiyat seyri, genellikle yıllık mahallî üretim veya iç ticaret hacmine göre değişmektedir. Devletin himayeci tutumundan olmuş olmalı ki, gıda maddelerine belli sürelerde narh verilir, bu konudaki haksız kazanç emelinde olan muhtekirlere mümkün mertebe müsamaha gösterilmezdi. Buna rağmen, muhtekirlerin yarattıkları sun’i darlıklara, az da olsa rastlanmaktadır. Özellikle Harput’ta dikkati çeken bir husus da, et fiyatlarının peşin ve veresiye olarak ayrı ayrı belirtilmesidir. Şimdiye kadar incelenen Ankara, Konya, Kayseri, Sivas, Tokat ve Trabzon illerinde böyle bir uygulamaya rastlanamamıştır. Belki de bu uygulama, mahalli alış-veriş geleneğinden ileri gelmiş olabilir.
Mesela, Ekim 1820 (Muharrem 1236) de bir batman (6 okka) etin peşin fiyatı 96 para iken, veresiye fiyatı 104 paraydı[12]. Yine aynı tarihte bir batman kuyruk yağının peşin fiyatı 8,25, veresiye fiyatı da 8,75 kuruştu.
Diğer bazı gıda maddelerinin fiyatları 1820, 1835, 1845 ve 1864 yılları itibarıyla aşağıda verilmiştir.
Bazen aylık olarak narh verildiği de görülmektedir. Tablo V ve Vl’da bazı gıda ve ihtiyaç maddelerinin aylık fiyatları verilmiştir. Dikkat edilirse, kış aylarında fiyatlar, diğer aylara nazaran daha yüksektir. Tabiat şartlarının üretim, ticaret ve arz-talep ilişkilerinin doğrudan etkilediği bir dönemde, bu gibi farklılıkların olması normaldir. Mesela, 1864 Ocak’ında kıyyesi 26 para olan ekmek, Mart’ta 66,5, Nisan’da 69 paraya kadar yükselmişken[17], Haziran’da 54 paraya düşmüştür[18]. Gene aynı yılın Ocak’ında 60 para olan et, Şubat, Mart ve Nisan aylarında 160 parada seyretmiş ve Haziran’da 93, Eylül’de de 72 paraya düşmüştü. Öteki örneklerde de bu farklılığı görmek mümkündür.
Yüzyılın sonlarına gelinmesine rağmen, gıda maddelerinde önemli bir fiyat artışı görülmemektedir. Mesela, Aralık 1897’de (23 Aralık 1897-28 Recep 1315) sadeyağın kıyyesi 6, pirincin de 2 kuruşta kalmıştı[19]. 1897- 1898 yıllarında unun kilesi 50, bulgurun kilesi 60 kuruştur[20]. 1899 Mart’ında bazı gıda maddelerinin fiyatları şöyleydi[21]: Kahvenin kıyyesi 6, pirincin 2, kırmızı kuru üzümün 1,5, karışık üzümün 1, ceviz içinin 1,6, kelle şekerin 3,75, balın 4, zeytinyağının 6, narın 1, portakalın da 1, 1 kuruştu. 10 Nisan 1900’de (28 Mart 1316) un ve bulgurun kilesi 120 şer kuruşa yükselmişken, 1901 Mart’ında 80 kuruşa düşmüştür[22].
(Bkz. Grafik V: Harput’ta Ekmek Fiyatları
Grafik VI: Harput’ta Et Fiyatları
Tablo V: Harput’ta Bazı Gıda ve Tüketim Maddelerinin Aylık Fiyatları-1864
Tablo VI: Harput’ta Bazı Gıda ve Tüketim Maddelerinin Aylık Fiyatları-1867
Tablo VII: Harput’ta Un ve Bulgur Fiyatları
Tablo VIII: Harput’ta Tuz Fiyatları)
Harput’taki bazı temel gıda maddelerinin fiyatları, bir fikir vermesi bakımından bazı Orta Anadolu şehirleriyle karşılaştırıldığı zaman aşağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır.
Sadece 1844-1845 yıllarında yapılan bu mukayesede, öncelikle genelde Anadolu şehirlerindeki fiyatlarda bazı sapmalar olsa bile -ki bu normal karşılanmalıdır- büyük bir paralellik göze çarpmaktadır. Özelde ise Harput’ta ekmeğin öteki illere nazaran daha pahalı, etin ise daha ucuz olduğu görülmektedir. Hemen burada dikkati çeken başka bir husus da, Harput ile Sivas arasında önemli bir benzerliğin olmasıdır. Aynı benzerlik Ankara ile Kayseri arasında da mevcuttur. Zira Harput ve Sivas sert iklim kuşağında bulunduğundan ve Ankara ile Kayseri’ye göre ticari fonksiyonları daha düşük düzeyde bulunduğundan tarıma elverişli olmadığı gibi, iç ticaret yoluyla da hububat ihtiyacı çevre illerden sağlanmasında zorluklarla karşılaşıldığından, ekmek fiyatları, diğer illere göre % 30 civarında daha pahalı seyretmiştir.
(Bkz. Tablo VII; Harput’ta Bazı Temel Gıda Maddelerinin Genel Seyri)
3. Diğer Eşya Fiyatları
Bu grupta bazı temel tüketim maddeleri ile günlük hayatta kullanılan çeşitli eşya fiyatları incelenmiştir. Sözkonusu maddelerden mum, sabun, odun, kömür, arpa, saman ve ayakkabı cinsleri resmî fiyata tâbi iken halı, kilim, kap-kacak vb. eşya serbest piyasa fiyatlarına tâbidir. Tablo X’da görüldüğü gibi, 1820’de mumun okkası 2,1 kuruş iken, 1832’de 3,5 kuruşa, 1867’de 9 kuruşa kadar yükselmiş, 1899’da ise 2 kuruşa düşmüştür. 1835’te 6,8 kuruş olan sabun, 1866’da 11 kuruşa kadar yükselmişken, 1899-1901 yıllarında 5 kuruşta kalmıştır. 1835’te yünün okkası 3, pamuğun 4,5, büyük keçenin adedi 8, demirin okkası 4, at nalı gemin 5,5 ve bal mumunun okkası da 19 kuruştu[24]. 1840 yılında Halep kâğıdının destesi 5,5, Ali kurna kâğıdının 6 kuruş ve bakırın okkası da 24 paraydı[25]. 1845’te Lahor şalının adedi 980, İngiliz şalının 25 kuruştu. Bir adet şal hırka 103, bir fes 17, iyi bir hamam takımı da 124 kuruştu[26].
1848’de battal kâğıdın destesi 21 kuruş, hatıl çivisinin okkası 7, çatal- baş çivinin 100 adedi 21 kuruştu. Aynı tarihte mürekkebin dirhemi (3,207 gr.) 3 paraydı[27].
Harput’ta hemen her evde kullanılan üsküre 5-10, teşt 50-80, lenger 5-8, kürsü yorganı 50-60 kuruş arasında seyretmiştir. Mefruşat malzemesi de bilindiği gibi, kalite ve kullanılmışlık derecesine göre değerlendirilirdi. 1867’de yatak 75-100, yorgan 35, döşek 20, kullanılmış bir kilim 47,5 ve bir şamdan da 10 kuruştu[28]. Gene aynı tarihte bir halı 25, bir kilim 60 kuruştu. Amerikan bezinin topu 50, frenk kuşağının adedi 4, seksendal çitin topu 22, yirmidal çitin topu 28,1, astarlık bezin topu 40, basmanın topu 110, cemedanın adedi de 60 kuruş olarak görülmektedir[29].
Bu dönemde cariyelik kurumunun yürürlükte olmasından dolayı, bazı zenginlerin terekelerinde cariye ve köleye rastlanmaktadır. 12 Mayıs 1864 (25 Zilkade 1280) tarihli bir terekede bir cariye ile bir zenci köleye 2000 er kuruş değer verilmiştir[30].
Dönem içinde bazı zaruri tüketim maddelerinin, ayakkabı cinsleri ile yakacak fiyatları aşağıdaki tablo ve grafiklerde görülmektedir.
4. Canlı Hayvan Fiyatları
Bu grupta da büyük ve küçük baş hayvan fiyatları incelenmeye çalışılmıştır. Koyun, keçi ve deve gibi hayvanların mübayaa fiyatları da olmakla beraber, bu fiyatlar, devletin resmî fiyatları olup, piyasa fiyatlarından çok düşüktür. Onun için, burada esas alınan rakamlar, terekelere yansıyan rayiç fiyatlardır.
1845’te bir katıra 483,6 ve bir beygire de 600 kuruş değer takdir edilmiştir[32]. 1847 Nisan’ında da (19 Nisan 1847-23 C. evvel 1263) koyun ve keçinin 20’şer, ineğin 60, katırın da 250 kuruş üzerinden hesaplandığı görülmektedir[33]. 1862 yılına ait terekelerde ise koyunun 30-40, ineğin 100- 150 ve merkebin de fiyatı 100 kuruşa kadar yükselmiştir. Bu yıllarda bir kuzu 10, bir tosun da 30 kuruştu[34].
1897 Aralık tarihli terekelerden bir öküzün 200, ineğin 100, keçinin 25, oğlağın to, koyunun 40, merkebin de 200 kuruş olduğu görülmektedir. Şu da unutulmamalıdır ki, canlı hayvan fiyatları, hayvanın yaşına ve besili oluşuna göre değişen fiyatlardır. Aynı yılın aynı ayında bir cins hayvana verilen fiyatlar farklı olabilir. Bunun sebebini, hayvanın özelliğinde aramak gerekir. Onun için yüzyıl içinde, canlı hayvan fiyatlarının yıllık ortalama fiyatları Tablo XI’de verilmiştir.
5. Taşınmaz Malların Fiyatları
Resmî kayıtlara intikal etmiş belge veya davalardan, dönemin ev, bağ, bahçe, tarla, dükkân vb. taşınmaz malların fiyatlarını görebilmek mümkündür. Taşınmaz malların fiyatları da resmî fiyatlar olmayıp, piyasa fiyatlarıdır. Tarlanın sulu-susuz veya verimliliğine, evin müştemilatına, semtine, dükkânın da iş yapabilirliğine göre değer verilirdi. Bu hususlar, taşınmazların fiyatlarının belirlenmesinde, her devirde göz önünde bulundurulan hususlardır.
Mesela, 30 Aralık 1830 (15 Recep 1246) tarihinde Ağa Camii mahallesinde, bir tarafı Hacı Ali’nin torunu Mustafa’nın evi, bir tarafı mezbelelik ve iki tarafı da umumi yol ile çevrili olan iki katlı, sofasının bir tarafı mutfak, bir tarafı kiler, önünde eyvan ve avlusu ve helası, dışarıda da bir oda, bir eyvan ve altlarında da ahır bulunan bir ev, sahipleri Memiş Filik-zâde ve kardeşi kızı Ümmügülsüm tarafından, Dürrizâde Mehmet Muhtar Efendi’ye 6.500 kuruşa satılmıştır[36]. Burada evin fiyatını tespit ederken, o dönem bir Harput evinin umumî çehresi hakkında da bir fikir sahibi olunabilmektedir.
1832 yılında da Ahi Musa mahallesinde, müştemilatının teferruatı be-lirtilmeyen bir ev 100 kuruşa satılmıştır[37]. 1847 tarihli bir terekede, Saraçlar çarşısında bir dükkâna 1000, terzi dükkânına 500, demirci dükkânına 500 ve Hoca Mescit mahallesindeki bir eve de 4.500 kuruş kıymet takdir edilmiştir[38]. Gene aynı tarihli tereke kayıtlarından bir kıt’a teğek bağın 150[39], başka bir kıt’a teğek bağın da 320 kuruş olduğu görülmektedir[40]. Bu farklılık, bağların mevki ve verimliliğinden ileri gelmiş olsa gerektir.
1862 tarihinde Mercümot köyündeki bir eve 700 kuruş değer takdir edilirken[41], bir kile tohum ekilebilir bir kıt’a (yarım dönüm) tarla da 700 kuruşa satılmıştır[42]. 1864 tarihli bir tereke kaydında, bir söğüt bahçesinin 150, iki adet dut ağacının 80 -ki her dut ağacı 40 kuruş- ve bir teğek bağın 60 kuruş olduğu görülmektedir[43]. Gene aynı tarihte Kesrik köyü huduttan dahilinde 5,5 kile tohum ekilebilir 9 kıt’a (4,5 dönüm) tarla 2500 kuruşa[44], Kövenk köyünde de dört ölçek tohum ekilebilir bir tarla da 300 kuruşa satılmıştır[45]. 1864’te Şehsuvar köyünde 1 kile tohum ekilebilir sulu tarla ise 650 kuruşa satılmıştır[46]. Dikkat edilirse, tarlaların sulu veya susuz olması arasındaki fark, hemen göze çarpmaktadır.
1867 tarihli terekelerde 15 adet zerdali ağacına 400 kuruş[47] -ki her ağacı 26,6 kuruş- 13 dut ağacına 50 kuruş -her ağaç 3,8 kuruş-, 30 erik ağacına 20 kuruş -her ağaç 26,6 para- kıymet takdir edilmiştir[48].
Aynı tarihli başka bir terekeden bir bezirhanenin (bulgur değirmeni) 550, bir kavaklığın 75 ve Hal köyündeki bir evin de 1.300 kuruştan hesaplandığı tespit edilmiştir[49]. 1897’de Çorcuk köyündeki bir eve 100, bir kavak bahçesine ve bir bağa 100 er kuruş fiyat verilmiştir[50].
Verilen bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, yukarıda da değinildiği gibi, taşınmaz malın fiyatı, verimlilik, müştemilat, işlerlik ve semtine göre değişmektedir. Ayrıca alıcı ile satıcının o anda içinde bulundukları maddî durum da fiyatlara etki eden başka bir unsurdur.
C — ÜCRETLER
Buraya kadar çeşitli kalemlerde incelenmeye çalışılan fiyatların mahiyetinin daha iyi kavranabilmesi için, dönemin ücretlerinin incelenmesine ve ikisi arasında bir mukayese yapılmasına ihtiyaç vardır.
Ücretler ve maaşlar, kaynakları itibarıyla çeşitlilik arzederler. Devlet kademesinde çalışan -asker veya sivil- maaşını mîrîden, din görevlileri bağlı bulunduktan vakıftan, usta ve işçiler de işverenden ücretlerini alırlardı. Herhangi bir göreve atanan kimseye verilen görev beratında, görevin mahiyeti, hak ve yetkileri ile alacağı ücret belirtilirdi. Aynı şekilde, vakıflara tayin edilen görevlilerin de, görevlerinin türü ve istihkaktan teferruatıyla açıklanırdı. Fiilen çalışan usta, kalfa, çırak ve işçilerin gündelikleri, genellikle yılda iki defa -iki üç defa olabilir- verilen narhlarda tespit edilirdi.
Fakat Harput sicillerinde verilen narh defterlerinde, sebebi şimdilik anlaşılamayan bir sebepten dolayı, usta, kalfa, çırak ve işçi gündelikleri belirtilmemiştir. Dolayısıyla hem bu kesimin ücretlerini ve hem de ücretlerin fiyatlar karşısındaki durumlarını izleyebilme imkânı olmadı. Ancak bazı yıllarda, asker ve sivil kesimden bazı görevlilerin ücretleri esas alınarak, konuya açıklık getirilmeye çalışılmıştır.
Mesela, 1828 tarihinde (7 Eylül 1828-25 Safer 1244) bir vakıfa imam olarak tayin edilen kimseye, senede 15 Harput kilesi buğday (1050 kg.), medresenin Sıbyan Mektebine öğretmen olana da 12 kile buğday, müderrise de senede 20 kuruş ücret tahsis edilmiştir[51]. 7 Mayıs 1829 (3 Zilkade 1244) tarihinde, bir vakfın müderrisine, aylık 20 kuruş ücret verilmesi öngörülmüştür[52]. Başka bir medresede müderrislik yapana da, aylık 100 kuruş ücret ödenmesi vakfiyede belirtilmiştir[53]. Vakıf görevlilerinin ücretleri arasındaki bu farklılık, vakıfların malî gücüyle ilgili olan bir husustur. 1839 yılında Harput Kazası Defter Nazırlığı Mukayyitliğine[54] atanan Hacı Osman Efendi’nin aylık maaşı da 350 kuruş olarak tespit edilmiştir [55]. 1845 yılında (3 Şubat 1845-25 Muharrem 1262) Anadolu Ordusu 10. Alayın Baş İmamı İsmail Efendi İbni Abdullah’ın aylığının 250 kuruş olduğu terekesinden anlaşılmaktadır[56], Bu ücretlerle fiyatlar karşılaştırıldığında, şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır.
Aynı şekilde Alay Baş İmamının bir aylığı ile alabildiği aynı maddelerin miktarları Tablo XIII’te verilmiştir.
Kaynakların suskunluğu, bu mukayeseyi yatay ve dikey olarak daha fazla götürmeye imkân bırakmamaktadır. Öyle dahi olsa, gene de bir fikir verildiği söylenebilir.
D - ESNAF-PAZAR-HALK İLİŞKİLER
Fiyatların araştırılmasında, esnaf-pazar-halk ilişkileri de önemli bir husustur. Zira gerek halkın, gerekse esnafın korunması, devletin öteden beri takip ettiği bir prensiptir. Bu amaçla, bu konuda da çok önemli tedbirler alınmıştır. Esnaf teşkilatı, yüzyıllar boyunca Türk ekonomisinin en önemli öğelerinden birini teşkil etmiş, bu teşkilat sayesinde şehir ekonomisi büyük bir ahenk içinde varlığını sürdürmüştür. Her esnaf grubu, eğitim, imalat ve pazarlama konularında belli kurallara bağlıydı.
Buna rağmen, zaman zaman devletin koyduğu kurallara uyulmadığı görülmüştür. Haksız kazanç elde etme heveslileri, hem esnaflık kurallarını çiğnediklerinden ve dolayısıyla halkı zor durumlarda bıraktıklarından, bu gibilerle her dönemde mücadele edilmiştir. Kurallara uymayan esnafa verilen cezalar sürgün, kalebend, işyeri kapatma cezalarıydı.
Sözkonusu yasaklamalar ve cezalar, daha önceki yüzyıllarda fermanlarla ilan edilirken ve mer’iyet kazanırken, 1840 tarihli “Ceza Kanunnâme-i Humâyûnu’nu tamamlar mahiyette olan 20 Aralık 1850 (15 Safer 1267) tarihinde yayınlanan “Kanun-u Cedîd”in 19. maddesinde yer almıştır.
Buna göre; “Bakkal ve kasap ve habbâz ve sair bu misüllü esnaftan dirhemi noksan olanlar veyahut narhdan ziyadeye furuht edenlerin hapisle te’dibinde, dükkânları kapanıp bir nev’ ahz ve itasının ta’tilini müstelzim olacağından bunlar hakkında sûret-i şer’iyyesi üzere derece-i cünhasına göre kaimen üçden 79 adede kadar hapishane önünde değnek darbıyla icrayı te’dib kılına. Ve fakat ısrarları takdirinde dahi hapisleri caiz ola. Ve bu makûle esnaf üç defa kabahatle tutulup icabına göre hapis ve darp ile te'dib olunduktan sonra defa-i râbi’ada yine bu suretle habasete cür’et ederse ol ahled alıp-vereceği İhtisap Nezareti ve Esnaf Kethüdaları ma’rifetiyle tesviye ettirilerek kendisi fî-mâ-ba’d çıkarıldığı esnaflıkta olmamak üzere memleketine tard ve def kılınması” öngörülmüştü[57]. Dikkat edilirse, daha önceki uygulamalar, bu tarihte kanunlaştırılmıştır[58].
Devlet, zaman zaman eyaletlerden satın aldığı zahirenin fiyatını, piyasa şartlarına göre ayarlardı. 1826’da (4 Eylül 1826-5 Safer 1242) Harput’ta, her Harput kilesi buğday 3 kuruş iken, zahire fiyatlarındaki artıştan dolayı, kilesi 5 kuruşa yükseltilmiştir[59]. 1835’te de buğdayın kilesinin rayicinin 50 kuruş olduğu ve buna göre, ekmek fiyatının 33 para 1 akçe olarak belirlendiği görülmektedir[60]. Aynı kararla, ekmekçibaşının somun değil, has ve pişkin ekmek pişireceğini taahhüt ettiği anlaşılmaktadır.
Bazen, herhangi bir kıtlık olmadığı halde, bazı muhtekirlerin, ellerindeki buğdayı ileride daha yüksek fiyatla satacağı düşüncesinden dolayı satmadıktan ve bu yüzden de sun’i bir darlık meydana geldiği görülmektedir. Bu da tabiî olarak, halkın ekmeklik buğday dahi bulamayacak derecede sıkıntılara maruz kalmasına sebep olmaktaydı. Böyle bir vakıa, 1846 Şubat’ında meydana gelmiştir. Bir Harput kilesi buğday 70-75 kuruştan satılır olmuştu. Bu uygunsuz vaziyetin önüne geçmek için, şehir meclisi, bir Harput kilesi buğdayın 60 kuruştan satılmasına, buna uymayanların ve buğdayı başka yörelere kaçırmaya çalışanların, tayin edilen özel adamlar vasatisiyle yakalanıp, ellerindeki buğdayın zaptedilmesine karar verilmişti[61].
Ordunun ihtiyaçlarının karşılanması, her zaman esnaftan yapılan alış-verişlerle mümkün olmayabilirdi. Hatta bazan bu alış-veriş aksayabilirdi. Onun için özellikle et ihtiyacının karşılanması hususunda, bazı kimselere bu iş havale edilirdi. Mesela, 17 Temmuz 1835 (21 R. Evvel 1251) de Harput’ta askerin et ihtiyacını karşılamak üzere bir kasap tayini ve bu kasaba da mîrîden sermaye olmak üzere para verilmesi kararlaştırılmıştı[62]. Böylece hem askerin et ihtiyacı garantiye alınmış ve hem de esnaf ve halkın darlığa düşmeleri önlenmiş oluyordu.
Halkı, Tanrının padişaha bir emaneti olarak gören devlet, halkı koruduğu gibi, elbette esnafın da hak ve hukukunu koruyacaktı. Onun hiçbir şekilde mağdur olmasını istemeyen devlet, esnafın hakkını, ölmüş bir kimsede olsa bile, onu tahsil edip alacaklısına verirdi. Mesela, 1 Mayıs 1837 (25 Muharrem 1253) tarihinde, Reşit Paşa sağlığında, nalbant esnafından 3.900, palasçı esnafından 400, semerci esnafından da 2112 kuruşluk çeşitli kalemlerden malzeme almış ve borcunu ödeyemeden ölmüştü. Adı geçen esnaf temsilcileri mahkemeye başvurarak gereğinin yapılmasını istemişlerdi. Reşit Paşa’nın mirahoru da bu durumu tasdik edince, Reşit Paşa’nın muhallefatından, alacaklılara borçları ödenmiştir[63].
Esnaf arasında İktisadî rekabete de rastlanmaktadır. Hatta bu rekabet, bazan cinayetlere kadar varabiliyordu. Mesela, Harput’un Kehli köyünden Mustafa bin Mehmet, Kocabaş Boz Karabet veled-i Tato’yu kendi bezirhanesine rakip olarak bezirhane açıp, varidatına taarruz ettiği düşüncesiyle 1847 tarihinde öldürmüştü[64]. Tato’nun varisleri, kısas talep etmişlerse de, Mustafa bin Mehmet, hapisle cezalandırılmıştır.
Şehirlerde kullanılan ölçü ve tartıların ayarlarının, bilerek veya bilmeyerek bozulduğu ve bu yüzden de bazı problemlerin ortaya çıktığı bilinmektedir. İdare, bunu önlemek, ölçü ve tartıların ayarını korumak için azamî dikkati sarfederdi. Buna rağmen, 1840’larda Harput’ta kullanılan faZnıtn eksik vezinli olduğu görülmüş ve yayınlanan bir emirle, kilenin asıl veznine sadık kalınması, buna uymayanlar hakkında gereğinin yapılması istenmiştir. Buna göre 1 Harput buğday kilesi 54 kıyye (69.228 Kg.), bir arpa kilesi de 42 kıyye (53.844 Kg.) olarak belirlenmiştir[65].
İktisadî hayatta, günlük pazarlar, bugün bile önemlerini korumaktadırlar. Hele XIX. yüzyılda, pazarlara olan ihtiyaç, herhalde daha fazlaydı. Anadolu’nun çeşitli kentlerinde, günlük, haftalık veya mevsimlik pazar ve panayırların kurulduğu bilinmektedir[66]. Harput’da da 1835 yılında, halkın günlük ihtiyaçlarını karşılaması amacıyla, haftada bir gün Pazar kurulması kararlaştırılmıştır[67].
SONUÇ
Harput’ta fiyatların incelenmesiyle, imparatorluğun fiyat tarihinden bir kesit sunulmuş oldu. Özelde Harput’ta fiyatların seyri verilirken, genelde imparatorluğun iktisadî durumu, bu açıdan değerlendirilmeye çalışılmıştır. Buna göre şu sonuçlara varıldığı söylenebilir.
XIX. yüzyılda, devletin temel para biriminin Kuruş ve Para olduğunu, akçenin ise kullanılmayacak hale geldiğinden artık tedavül etmediğini ve iç ve dış etkenlerden dolayı, paranın sürekli değer kaybettiğini, buna karşılık, tedavüldeki altın fiyatlarının yükseldiğini belirtmiştik. Nitekim 1801 yılında 12,8 gr. vezninde olan Kuruş, 1846 yılında 1,224 grama düşerek % 90,43 oranında değer kaybetmiştir. 1801’de Fındık altını, 12,8 gr. olan kuruşlardan 7 tanesi ile, yani, 89,6 gr. gümüş ile alınabilmekteydi. Oysa 1846 yılında aynı altın, 1,224 gr. veznindeki kuruşlardan 38 tanesiyle, yani 46,51 gr. gümüşle alınır hale geldi. Buna göre gümüş, altın karşısında değer kazanmış oluyordu. Ama altın fiyatları da kemiyet itibarıyla artmaktaydı. Öte yandan, Kuruşun değer kaybına paralel olarak, Para da değer kaybetmiştir. Nitekim 12,8 gr. vezninde olan Kuruşun 1/40’1 ile, 1,224 gr. vezninde olan Kuruşun 1/40’1, yani parası arasında da değer farkı olacaktır. Hatta 1840’lara kadar eşya fiyatları çoğunlukla “Para” ile ifade edilirken, bu tarihten sonra, 300-500 paraya yükselen fiyatlar, giderek “Kuruş”la ifade edilmeye başlanmıştır. Gerçekten de yüzyılın sonlarında, Lira-Kuruş İkilisi, Kuruş ve paranın yerini alacaktır.
Harput’ta fiyatlar, genel olarak değerlendirilirse, Tablo XIV’teki durum karşımıza çıkmaktadır.
Buna göre, çeşitli kalemlerden temel maddelerin fiyatları, dönem içindeki minimum-maximum değerleri ele alındığı halde, netice itibarıyla fiyatlarda önemli bir artışın meydana gelmediği görülmektedir. Mesela, buğdayın dönem içindeki endeksi 1.800’dür. Yıllık endeksi ise 18’dir. Bu oran, ekmekte 3, koyun etinde 10, un ve bulgurda 3, sadeyağda 1,9, balda 1,8, sabunda 2,2 ve odunda da 3,8’dir. O halde, en yüksek artış, buğdayda meydana gelmiştir. Bunun da sebebi, seferler dolayısıyla, eyaletlerden büyük miktarda zahire alınması, spekülasyonlar ve zaman zaman mahallî üretimin düşmesi hususlarıdır.
Ücretlerin fiyatlar karşısında yapılan değerlendirmeleri, daha ileri götürülememesine rağmen, verilen örneklerde dahi, ücretlerin alımgücü hakkında bir fikir vermektedir.
İncelenen belgelerde Amerikan bezi, Lahor Şalı, İngilizkâri, Fransızkâri mamullerin yer alması, hem Harput’un canlı bir ticaret merkezi olduğunu hem de Batı kaynaklı malların Türk piyasasına girdiğini göstermektedir.