Giriş: Harp Esnasında İaşenin Durumuna Genel Bakış
Harp, yoksulluk ve ekonomik yaşamın alt üst olması anlamına gelmektedir. Bu duruma neden olan pek çok olay birbirine bağlı olarak gelişmektedir. Ekonomik kaynakların tükenmesi ve harbin getirdiği olağanüstü şartlarla üretimin düşmesi, stokları olmayan bir harp ülkesi için tam bir yıkım demektir. Birinci Dünya Harbi de Türk toplumunu böyle bir ekonomik yıkımla karşı karşıya bırakmıştır. Harp yıllarında olduğu gibi mütareke döneminde de toplumun sıkıntılarının başında İstanbul’un iaşesi ve özellikle ekmek sıkıntısı yer almıştır.
Daha harbe girilmeden İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından iaşe işlerini tanzim için bazı pratik çözümlere başvurulmuştur. Seferberlikten bir hafta sonra; 9 Ağustos’ta, iaşe işleriyle meşgul olmak, halkın ve ordunun ihtiyaçlarını temin etmek üzere harbiye, maliye ve dâhiliye nazırlarından oluşan bir komisyon kurulmuştur. 27 Ocak 1915 tarihinde ise buğday alım ve dağıtımı ile meşgul olmak üzere Kara Kemal’in başkanı bulunduğu Esnaf Cemiyeti görevlendirilerek bütün değirmenlerin hükümet hesabına çalışmaları sağlanmıştır[1] .
8 Nisan 1915 tarihinde, uygulanmasından Dâhiliye Nazırı Talat Bey sorumlu olmak üzere, 3 maddelik bir kanun layihası hazırlanarak geçici olarak uygulamaya konulmuştur. Geçici kanunla, İstanbul’un bir düşman donanması tarafından işgali ihtimaline karşı şehrin un ve ekmek ihtiyacını depolanmak suretiyle karşılanabilmesi amacıyla Şehremanetine 6 ay vade ile 30 bin lira avans kullandırılması ile İstanbul ve Beyoğlu’nun bir aylık ihtiyacı olan 40 bin çuval unun temin edilmesi karar altına alınmıştır[2].
Harp esnasında İstanbul’un ekmek dağıtımından sorumlu olan Şehremaneti[3] , ekmek dağıtımında meydana gelen gecikme ve düzensizliklerin ortadan kaldırılması için, 1916 yılı Haziran ayında bir icraat teşebbüsünde bulunmuştur. Harp esnasındaki uygulamaya göre; İstanbul’un ekmek ihtiyacını karşılamak üzere kullanılan un, buğday, mısır gibi malzemeler askeriye tarafından vagonlarla Sirkeci’ye getiriliyor, burada malzemeyi teslim alan Şehremaneti de bu malzemenin gerekli yerlere dağıtımını yapıyordu. Ancak Sirkeci Garı ve buraya ulaşan demiryolu hatları askerî sevkiyat dolayısıyla sürekli meşgul olduğundan iaşenin tahliyesi sadece hatlar boş olduğunda yapılabiliyordu. Bu durum iaşe işlerinde gecikmelere, düzensizliklere ve şikâyetlere neden oluyordu. Bu sıkıntının ortadan kaldırılması için harekete geçen Şehremaneti, Dâhiliye Nezareti’ne başvurarak, Sirkeci’den İstanbul gümrüğü önüne kadar uzanacak geçici bir demiryolu hattı döşenerek iaşe tahliye yeri oluşturulması gerektiğini teklif etmiştir. Dâhiliye Nazırı Talat Bey bu öneriyi olumlu bulmuş ancak Nafia Nezareti bu teklifin teknik nedenlerle kabul edilemeyeceğini bildirmiştir. Nafia Nezareti, Dâhiliye Nezareti’ne gönderdiği tezkirede; yaptıkları incelemelerde, teklif edilen hattın araba vapuru iskelesini kısmen keseceğini, diğer vapurların iskeleye yanaşmakta güçlük çekeceğini ve askerî sevkiyatın aksayacağını tespit ettiklerini gerekçe göstermiştir[4] .
Yine 1916 yılında “Heyet-i Mahsusa-ı Ticariye” teşkilatı kurularak yönetimin başına, esnaf üzerindeki gücü ile bilinen İstanbul mebusu Kara Kemal getirilmişti. Komisyonun temel görevi buğday, arpa, bulgur, şeker, zeytinyağı ve gaz gibi maddelerin dağıtımını kontrol altına almaktı[5] . Bu adımlarla yiyecek ve yakacak maddelerinden epeyce stok da yapılmıştı. Ancak batıdan İstanbul’a gelen ticaret yollarının harp yüzünden tıkanması ve stokların erimesiyle İstanbul nüfusu ağır bir iaşe sıkıntısı ile karşılaşmıştı. Nakliye vasıtalarının yetersizliği ve kömür kıtlığı nedeniyle işletilememesi yüzünden Anadolu’dan zahire naklinin yapılamayışı da iaşe sorununun büyümesinin önemli nedenlerindendi[6] .
Kara Kemal ve çevresinin iaşe sorununa çare bulamaması üzerine hükümet bir adım daha atarak 18 Ağustos 1917 tarihinde “İaşe-i Umumiye Kararnamesi ve Suret-i Tatbikiyesini Müş’ar Talimatname”yi[7] çıkarmıştır. 12 maddeden oluşan bu kararname ile Harbiye Nezareti’ne bağlı olmak üzere İaşe Umum Müdürlüğü kurularak Umum Müdürlük makamına Askeri Levazım Dairesi Reisi İsmail Hakkı Paşa getirilmiştir. Umum Müdürlüğün temel görevi, ordunun ve halkın ekmeklik ve yemeklik hububatını satın almak veya yurt dışından temin etmek[8] olarak belirlenmiştir.
Hükümet aldığı bu önlemler ile İstanbul’un artan iaşe sorunu ile başa çıkamadığından ihtiyaç maddeleri üzerine yapılan spekülatif hareketler büyümeye ve fiyatlar daha da yükselmeye devam etmiştir. Hükümet bu ortamda ihtikârı önlemede caydırıcı olacağını düşündüğü bir adım atarak Sadrazam Talat Paşa başkanlığında bir “Men-i İhtikâr Heyeti” teşkil etmiştir[9] . Bunun ardından 30 Temmuz 1918 tarihli kararname ile İaşe Umum Müdürlüğü, İaşe Nezareti’ne dönüştürülerek nazırlık görevine Kara Kemal Bey getirilmiştir[10]. İaşe Nezareti; ordunun, fakirlerin ve memurların iaşesi için gerekli olan temel besin ve tüketim maddelerini sağlamanın yanı sıra Hilal-i Ahmer, Müdafaa-i Milliye, Matbuat, Donanma ve Himaye-i Etfal cemiyetlerinin ihtiyaçlarını da sağlamak gibi bir yükü üstlenmiştir[11]. İaşe Nezareti’nin kuruluşunu tamamlaması 1918 yılı Eylül ayını bulmuştur. Bu esnada harbin neticesi belli olmuş, Talat Paşa Hükümeti’nin 8 Ekim 1918’de istifa etmesi üzerine, yerine kurulan Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nde İaşe Nazırlığı görevine Celal Muhtar Bey getirilmiştir[12].
Harbin son aylarında kurulan İaşe Nezareti henüz kuruluş aşamasını tamamlayamadan Ahmet İzzet Paşa Hükümeti Mondros Mütarekesi’ni imzalamıştır. Harp sona erdiğinde ailelerin pek çoğu ihtiyarlardan, çocuklardan ve dullardan ibaret kalmış, meydana gelen yangınlar nedeniyle İstanbul harap bir hale gelmiştir[13]. İstanbul’a dönebilen insanlar şehrinde, semtinde ve ailesinde açlık, yoksulluk ve perişanlık manzaraları ile karşılaşmışlardı. Sakatlar, terhis edilmiş askerler, birlikleri lağvedilmiş zabitler İstanbul’u doldurmuşlardır[14].
Mütareke İstanbul’unda adeta iki farklı hayat yaşanmaktaydı. Bir yanda yeni açılan bir yığın lokanta, bar ve gazinosu ile gerçeklerden habersizce eğlenen Beyoğlu, öte yanda kendi tevekkülü ve ıstırabı ile baş başa olan asıl İstanbul, yani sur içi kenti[15]. Dönemin basın organları, ülkede yaşamın ne denli zorlaştığını ve fukaralığın hangi boyutlarda olduğunu gösteren haberlerle doluydu. “Muallimlere kumaş vesikası verilecek”, “Memur hanımlara ayakkabı vesikası verilecek”, “Memurlara patiska ve kundura tevzii vesikası verilecek”, “ekmek, gramı tenzil ile tevzi edilecek”, “ahaliye yüzer gram zeytinyağı tevzi edilecek” nevinden haberler, intihar haberleri her gün gazetelerin sayfalarını doldurmaktaydı. Oya yaparak göz nurunu birkaç kuruşa satan şehit eşleri, yetimlerine bakmak için çamaşıra giden büyükanneler, varını yoğunu satan memurlar, emekliler ve hatta saray mensupları[16] mütareke İstanbul’unun insan manzaraları arasında yer almaktaydı[17].
Harp sona ermiş ancak harp yılları boyunca iaşe sorununa kalıcı bir çözüm bulunamadığından mütareke döneminin başlarında sorun had safhaya ulaşmış ve İstanbul ahalisi açlıkla yüz yüze gelmiştir. Mütarekenin ağır yükünü sırtlanan Tevfik Paşa Hükümeti’nin karşısında çözüm bekleyen birçok ekonomik ve siyasal sorun bulunmaktaydı. İstanbul’un iaşe sıkıntısı, enflasyon ve memurların ödenemeyen aylıkları bu sorunların başında gelmekteydi[18].
Yoksullukla ekmek arasında güçlü bir bağ bulunmaktadır. Ekmek, insanların temel besini olduğu gibi, yoksulların hayatta kalabilmeleri için de son dayanaklarıdır. Yoksul kişi, katık olmasa da ekmekle karnını doyurabilir ve gelecek günlerde daha iyi şartlarda yaşayacağı ümidini beslemeye devam edebilir. Bu sebeple mütarekenin ilk aylarında, özellikle ekmek sıkıntısı, Tevfik Paşa Hükümeti’nin adeta imtihanı olmuştur.
Bu çalışmada mütareke döneminin ilk aylarında İstanbul’da yaşanan ekmek yokluğu problemi ve bu problemle mücadele için Tevfik Paşa Hükümeti’nin aldığı tedbirler ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Ahmet Tevfik Paşa Hükümeti’nin Programı’nda İaşe Konusu
Talat Paşa Hükümeti’nin istifası üzerine 14 Ekim 1918 tarihinde kurulmuş[19] olan Ahmet İzzet Paşa Hükümeti 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’ni imzaladıktan sonra, 25 günlük bir iktidar süresinin ardından, 8 Kasım 1918 tarihinde istifa etmiştir[20]. Sultan Vahdeddin yeni hükümeti kurmak üzere 11 Kasım 1918 tarihinde Ahmet Tevfik Paşa’yı görevlendirmiş[21], kabinesini kuran Tevfik Paşa 12 Kasım 1918 tarihinde icraata başlamıştır[22].
Sultan Vahdeddin tarafından Sadrazam Tevfik Paşa’ya yazılan atama yazısında “harp şartlarından doğan gayri kanuni muamelelerin çabucak izalesiyle memlekette kanun hükümlerinin icrası”[23] öncelikli olarak vurgulanmaktaydı. Yani kamuoyundaki şikâyet ve huzursuzluğun giderilmesinin öncelikli yolunun ahalinin en acil ihtiyacı olan iaşe konusunun halledilmesinden geçeceği idrak edilmişti. Ancak bu öneme tezat teşkil edercesine, bir iaşe nazırı bulunamadığından, Tevfik Paşa’nın onay için Padişaha sunduğu kabine listesinde İaşe nazırının karşısında “şimdilik boş, seçilmek üzere” yazılmıştı[24]. Yeni hükümet zaten “meziyetten mahrum, üyeleri irtikabla maruf, taassupla meşhur ve deli”[25] olarak suçlanırken bir de olağanüstü şartların en çok ihtiyaç duyulan nazırının belirlenememiş olması kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştır.
Gazeteler bu konuyu ilk sayfalarına taşıyarak bu durumu hükümet için bir zaaf olarak değerlendirip farklı çözüm yolları üzerinde durmuşlardır. İkdam gazetesi 13 Kasım tarihli nüshasında bu konuyu eleştirerek:
“sulh zamanında akla bile gelmeyen İaşe Nezareti, bugün Harbiye ve Bahriye Nezareti’nden bile mühimdir. Bu nezarete bir kahraman bulunamaması çok manidardır. İş kolay olsaydı birçok aday bulunurdu, Önceki İaşe Nazırı Dr. Celal Bey bile ibka edilmeyi istemiyor. Hükümet ne yaparsa yapmalı Celal Muhtar Bey’i ikna etmeli, bu işi ondan başka çözecek yoktur”[26]
ifadelerine yer vermiştir. İkdam aynı tarihli nüshasında, İaşe Nazırı bulununcaya kadar nezaret işlerinin Dâhiliye Nazırı Mustafa Arif Bey tarafından yürütüleceğine dair rivayetlerden bahsetmiştir[27]. Tevfik Paşa Hükümeti’ni en fazla eleştiren gazete olan Minber ise “En Müstacil İşler” başlıklı yazısında böyle hassas bir dönemde en fazla faaliyet göstermesi gereken nezaretlerin başında İaşe Nezareti’nin geldiğini ifade ederek bu mühim vazifeyi vekâlette bırakılmayıp ihtisas sahibi bir şahsı asaleten tayin etmesini sadrazamdan rica etmekteydi[28].
Hükümet’in kurulmasının üzerinden günler geçmesine rağmen Sadrazam Tevfik Paşa, İaşe Nezareti için bir aday bulamamıştı. Nihayet hükümet programının Meclis-i Mebusan’a sunulmasına bir gün kala, 17 Kasım 1918 tarihinde, İaşe Nezareti’ne vekâleten Muzaffer Bey tayin edilmiştir[29]. Muzaffer Bey’in iaşe işlerine sadece 12 gün tahammül edebildikten sonra istifa etmesi üzerine[30], hükümet 29 Kasım’da Maliye Heyeti Teftişiyesi Reisi Raşit Bey’i asaleten İaşe Nezareti’ne tayin etmiştir[31]. İaşe gibi sorumluluğu üst seviyede bir iş için nazır bulmak kolay olmadığından, kurulduğu 17 Ağustos 1918’den 20 Ocak 1919 tarihindeki lağvına kadar İaşe Nezareti’nde çok sık olarak nazır değişikliği yapılmıştır. Nezaretin kuruluşundan itibaren Talat Paşa Hükümeti’nde Kara Kemal Bey[32], Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nde Celal Muhtar Bey[33], Tevfik Paşa Hükümetlerinde ise vekâleten Muzaffer Bey[34], Raşit Bey[35], vekâleten İzzet Bey[36] ve Abdurrahman Bey[37] İaşe Nezareti görevini yürütmüşlerdir[38].
Tevfik Paşa Hükümeti, programını meclise sunmadan önce geçici de olsa nihayet bir iaşe nazırı istihdam edebilmiştir. Şimdi kamuoyunun merak ettiği şey hükümetin programında iaşe işlerine nasıl vurguda bulunacağı ve nazırı bile zor bulunan bu nezareti nasıl çalıştırabileceğiydi. Hükümet, 18 Kasım Pazartesi günü programını arz etmek üzere Meclis-i Mebusan’da hazır bulunmuştur. Programda, hükümetin amacının öncelikle milletin şeref ve haysiyetine uygun bir sulh yapmaya çalışmak olduğu belirtildikten sonra ikinci olarak da birkaç yıldır devam etmekte olan kanunsuz işlem ve uygulamalara son verileceğine ve haksız kazancın engellenerek iaşe işlerinin düzeltileceğine vurgu yapılmıştır[39]. Meclis-i Mebusan’da uzun ve hararetli tartışmalara neden olan hükümet programı ilk gün olmasa da ikinci gün 124 mebustan 91’inin oyu ile kabul edilmiştir[40]. Hükümet güvenoyu aldığına göre şimdi sıra programda vaat ettiklerini icra etmeye gelmişti.
İaşe Sorunu Karşısında Hükümet’in İcraatı
Mütareke ile yeni bir dönem başlıyordu. Bir taraftan harbin yaralarını sarmak diğer taraftan devam eden, başta ekmek olmak üzere, iaşe sıkıntısını ortadan kaldırmak için yeni çözümler geliştirmek gerekiyordu. Harbin getirdiği şartlar nedeniyle iaşe konusunun birçok boyutu ortaya çıkmıştı. En başta ihtikâr olmak üzere, alım gücünün düşmesi, yiyecek fiyatlarının aşırı derecede yükselmesi, buğday ve un kıtlığı, değirmenciler ve fırıncılar meselesi gibi pek çok başlık iaşenin çözüm bekleyen konuları arasında bulunuyordu.
İstanbul’da yiyecek fiyatları özellikle 1918 yılının ikinci yarısında zirveye çıkmış, vurgunculuk almış yürümüştü. Ahali evlerine kapanmış ancak ateş pahasına ekmek almak için dışarı çıkar hale gelmişti[41]. Mütarekeden sonra dış ticaret bağlantılarının kurulması ile birlikte, ithal ürünler savaş dönemine kıyasla çoğalmaya başlamıştı ancak bu ürünlerin artış göstermesi İstanbul’da iaşe bakımından beklenen rahatlamayı sağlayamamıştı. Çünkü Osmanlı parasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmeye başlaması bu ürünlerin tüketiciye pahalıya gelmesi sonucunu doğurmuştu[42].
Harbin sona ermesi ile birlikte pahalılıkla mücadele, dünyanın birçok yerinde artarak devam ediyordu. Rusya’nın büyük şehirleri ve Viyana’dan sonra, İstanbul dünyanın en pahalı şehirleri arasında yer alıyordu. Çünkü İstanbul’da 1914–1920 yılları arasında temel ihtiyaç maddeleri % 1350 nispetinde artmıştı. Aynı dönemde Londra ve Paris’teki fiyat artışı % 200–300 seviyesindeydi. Bu durum gösteriyor ki İstanbul diğer Avrupa şehirlerine nazaran hayat pahalılığından daha fazla etkilenmişti[43]. Mütareke dönemi başlarında bazı ihtiyaç maddelerinin fiyatlarına bakıldığında harp yıllarında bile bu kadar aşırı yükselişin meydana gelmediği görülmektedir. Mesela, bir ekmek: 1914’te 1,25 kuruş, 1917’de 18 kuruş, 1918’de 34 kuruştur. Bir kilo un: 1914’te 1,75 kuruş, 1917’de 34 kuruş, 1918’de 45 kuruştur. Bir kilo Patates: 1914’te 1 kuruş, 1917’de 14 kuruş, 1918’de 27 kuruştur. Bir kilo buğday: 1914’te 1–1,75 kuruş, 1917’de 30 kuruş, 1918’de 30 kuruştur. Bir kilo şeker ise 1914’te 3 kuruş, 1917’de 112 kuruş, 1918’de 195 kuruştur[44]. Enflasyon oranları ise 1914’te % 20’nin altında iken 1918’de % 140 civarındadır[45].
Hükümet, harp öncesine göre yirmi-otuz kat hatta bazı maddelerde elli kat artmış olan fiyatları makul bir seviyeye indirebilmek için umutlu görünmeye çalışıyordu. 18 Kasım’da programını açıklayan hükümet bu işte başarılı olabilmek için meclisin ve kamuoyunun desteğine ihtiyacının olduğunu şu ifadelerle dile getirmiştir: “İhtikârın engellenmesi, iaşe umurunun tanzimi ve ticari muamelelerin hal-i tabîiye iadesi için teşebbüsat-ı ciddiyede bulunuyoruz. Meclis’in itimat ve müzahereti ile müşkülat-ı hâzıranın izalesine vakf-ı vücud edeceğiz”[46].
Hükümet güvenoyu alıp icraata başladığında henüz bir nazır atanamadığından iaşe işleriyle Dâhiliye Nazırı Mustafa Arif Paşa ilgilenmeye başlamıştır. Mustafa Arif Paşa’nın ilk icraatı iaşe ambarlarında mevcut olan un miktarının belirlenmesi olmuştur[47]. Çünkü en acil iş, açlık sınırına dayanmış olan İstanbul ahalisine ekmek yedirebilmekti. Ancak ekmek yapmak için gerekli olan un miktarının yetersiz olduğu belirlenmişti. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde mevcut olduğu tespit edilen iki bin vagon civarındaki buğday da kömür yokluğundan dolayı trenlerin işletilememesi yüzünden İstanbul’a ulaştırılamıyordu[48]. İşlerin girift bir hal aldığı bu döngüde kömür buhranı da ayrı bir sorun teşkil ediyordu. O günlerde Anadolu’da ve İstanbul’da hüküm süren şiddetli kış şartlarının da etkisiyle, İstanbul’un birçok mahallesine 21 ve 22 Kasım günleri vesika ekmeği dağıtılamadığından ahali çok zor günler yaşamıştır. Bu yüzden İaşe Nezareti, acil olarak ekmek imali için, piyasadan yüksek fiyatlardan un almak mecburiyetinde kalmıştır. Hükümet, olağanüstü şartları savuşturma adına bütün imkânlarını seferber ederken, hükümetin bu teşebbüsü ahaliden aksiyle muamele görmüştür. Birçok cins unun karışımı ile yapılan ekmekler, çamur gibi ve yenilemeyecek kadar lezzetsiz olduğu gerekçesiyle dağıtıldığı mahallelerin ahalisi arasında şikâyetlere neden olmuştur[49].
Vesika ekmeği dağıtımındaki aksaklıklar, kamuoyunda ve özellikle hükümeti yıpratmak azmindeki muhalif basında, iaşe işlerinde ciddi yolsuzluklar yapıldığına dair söylentilere neden olmuştur. Söylentilerin ciddi boyutlara ulaşması üzerine Taaz Mebusu Tahir Fevzi Bey, vesika ekmekleri hakkında hükümet tarafından ne yapıldığına dair meclise istizah takriri vermiştir[50].
Hükümet şayiaları tekzip etmenin yanı sıra İaşe Nezareti vasıtasıyla 24 Kasım’da bir resmi tebliğ yayınlamıştır. Tebliğde, ekmek dağıtımındaki aksaklıkların fırınlara un verilmesindeki gecikmeden kaynaklandığı açıklanmış, fırınlara unun geç verilmesinin ise satın alma heyetince unların kontrolünde geçen zaman kaybından ileri geldiği ifade edilmiştir. Tebliğde, ekmeklerden şikâyeti olan ahalinin İaşe Nezareti Teftiş Heyeti Müdürlüğü’ne başvurması ve iddianın doğruluğunun tespiti durumunda, yenilemeyecek kadar kötü ekmek üreten fırıncılara ceza verileceği ilan edilmiştir. Tebliğde bir de pratik uygulamaya yer verilmiştir. Buna göre; mahalle ahalisi, mahallelerine un geldiği zaman içlerinden bir temsilci heyetini fırında hazır bulundurup unun hamur teknesine konulmasına kadar duruma nezaret edebilecek, böylece fırıncının una bakla unu, süpürge tohumu, toprak gibi yabancı maddeler katması önlenebilecekti[51]. Hükümet bu uygulama ile hem ahalinin hükümete olan güvenini sağlamayı hem de iaşe işlerindeki yolsuzluk iddiaları için gönüllü bir kontrol mekanizması oluşturmayı hedeflemiştir. Hükümet bu resmi tebliği yayınladığı gün bir karar daha alarak iki kişiye 600 gram olarak verilmekte olan vesika ekmeğinin, un kıtlığı nedeniyle, 24 Kasım’dan itibaren iki kişiye 500 gram olarak verileceğini ve fiyatının da 40 paraya düşürüldüğünü ilan etmiştir[52].
Hükümet, 27 Kasım’da, zahire tüccarından, değirmencilerden ve bazı fırıncılardan oluşan bir komisyon toplayarak şehrin ekmek sıkıntısının giderilmesini müzakere etmiştir. Komisyon, İstanbul’un ekmek ihtiyacının acilen karşılanabilmesi için şu dört şartın gerekli olduğunu belirlemiştir: 1. İstanbul’a un celbi, 2. İstanbul’a buğday celbi, 3. Buğdayın değirmenlere ve oradan da fırınlara sevki, 4. Ekmek imali ve tevzii. Zahire tüccarı, hükümetin kendilerine yardım etmeleri durumunda İstanbul’a daha ucuza buğday getirebileceklerini ve ambarlarda sürekli zahire bulundurabileceklerini vaat etmişlerdir. Zahire tüccarının hükümetten talep ettiği yardımın içeriği şunlardan ibaretti: 1. Hükümet, Anadolu Şimendifer Şirketi’nin her istasyonda aldığı rüşveti kaldırmalı ve bu işe bulaşan memurları cezalandırmalıdır. 2. Değirmenler, sahipleri tarafından serbestçe işletilmelidir. 3. Değirmencilere, vilayetlerde olduğu gibi, öğütme ücreti verilmelidir[53]. Komisyonun almış olduğu kararlar, ekonomik şartların durumu itibariyle tavsiye niteliğinden öteye gidememiştir.
İaşe Nezareti’nin un temin edebilmesinin önündeki bir engel de nakit sıkıntısıydı. Nezaret, bu parayı temin edebilmek için hükümetin daha önce iaşe işleri için tahsis etmiş olduğu 5 milyon liradan bir milyon lira avans talebinde bulunmuştur. 25 Kasım’da Meclis-i Mebusan’da cereyan eden müzakereler neticesinde nezaretin talep ettiği miktarın verilmesi kabul edilmiştir[54]. Nezaretin kullandığı bu avans ahalinin ekmeğine tuz bile olmadığı gibi geri kalan miktar da kısa sürede tüketilmiştir. Bu sebeple hükümet 5 milyonluk İaşe Nezareti bütçesine 3 milyonluk daha ek bütçe ilave edilmesini talep etmiştir.
Hazırlanan kanun layihası 18 Aralık’ta, feshinden üç gün önce, Meclis-i Mebusan’da yoğun tartışmalara neden olmuştur. Mebusların çoğunluğu, hükümetin bu parayı nereye verdiğini açıklamasını talep etmişlerdir. Hükümet adına bu soruya cevap veren İaşe Nazırı Raşit Bey “nezaretin unu olmadığı gibi parası da yoktur, birkaç günlük buğdayımız kaldı, bu işin müstaciliyeti var, istediğim 3 milyon lira hali hazırı muhafaza edebilmek içindir” ifadeleriyle mebusları tatmin etmeyen bir cevap vermiştir. Bunun üzerine söz alan Hudeyde Mebusu H. Rıza Paşa “İaşe Nezareti, sermayesini yiyen bir tüccardır, nezaret lüzumsuz yere para sarf eden bir dairedir, iaşe memurlarının maaşları iaşe parasından çıkıyor” diyerek nezaretin lağvı fikrini ortaya koymuştur. Yoğun tartışmalar neticesinde oylamaya sunulan ek bütçe konusundaki layiha oy çokluğu ile kabul edilmiş, İaşe Nezareti için tahsis edilmiş bütçe toplam 8 milyon liraya çıkarılmıştır[55].
Hükümetle Meclis-i Mebusan arasındaki gerginlik büyüdüğünden mecliste siyasi grubu bulunan Teceddüd Fırkası[56], hükümeti düşürmek için 18 Aralık’ta Karesi Mebusu Hüseyin Kadri Bey ile dört arkadaşı tarafından hazırlanan bir gensoru önergesi vermiştir[57]. Fırka, gensoru önergesinde, hükümetin programında vaat ettiklerini yapmadığı, asayiş ve iaşe işlerinin bozuk olduğu[58] iddiası ile hükümetin istifa etmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bundan iki gün sonra, 21 Aralık 1918 tarihinde, Meclis-i Mebusan feshedilmiştir[59]. Kamuoyu, meclisin feshedilmesini, hükümetin kendisine engel teşkil eden unsurları ortadan kaldırarak rahat hareket etmek için gerçekleştirdiğine yormuştur[60].
İaşe Nezareti, Tevfik Paşa Hükümeti’nin kuruluşundan itibaren bir yandan nakit sıkıntısını aşmaya çalışırken diğer yandan da ahaliye ekmek verebilmek için tüm şartlarını zorlamaktaydı. Hükümet hiç değilse günü kurtarmak için 25 Kasım günü iaşe ambarlarındaki patatesin ahaliye dağıtılması yönünde ilginç ve pratik bir karar almıştır[61]. Karara göre; patatesin İaşe Nezareti’ne mal olduğu fiyat dikkate alınmadan, nüfus başına verilen vesika ekmeğinin ölçüsüne uygun olarak ve vesika ekmeğinin fiyatından fazla olmayacak şekilde dağıtım yapılacaktı[62]. Bu karar doğrultusunda ahaliye patates dağıtımına başlanmış, dağıtım birkaç gün devam etmiştir. 27 ve 28 Kasım günleri Anadolu’dan İstanbul’a 27 vagon buğday gelip bir müddet için İstanbul’un ekmek ihtiyacı temin edilmiş olduğundan patates dağıtımına son verilmiştir[63].
Hükümet’in ancak günübirlik çözümler üretebildiği bu ortamda kamuoyu da muhalefetini yoğunlaştırmıştır. Tevfik Paşa Hükümeti’nin önde gelen muhaliflerinden olan Minber gazetesi hükümeti mesleksizlik ve acziyet içinde olmakla suçlayarak “hükümetin idame ettirmeye çalıştığı yarım serbestî tarzı garip bir şekildir”[64] diye yazmıştır. Göreve başlayalı birkaç gün olan İaşe Nazırı Raşit Bey ise vaziyetin o kadar da ümitsiz bir halde olmadığını ifade etmiş, gazetelerin iddialarına kesin bir cevap verebilmek için kendilerinden on beş günlük süre istemiş ve incelemeleri sonunda durumu vahim görürse istifa edeceğini söylemiştir[65]. Raşit Bey iaşenin durumunu incelemek üzere yoğun bir mesaiye başlamış, ahaliye ekmek verebilmek için günlerce değirmenciler, fırıncılar ve tüccarla toplantılar yaptığından rahatsızlanarak beş gün izne ayrılmak zorunda kalmıştır[66]. Raşit Bey’in koşturmaktan yataklara düşmesi de ahaliye yenilemeyecek derecede kötü ekmek üretilmesinin önüne geçememiştir.
İkdam gazetesinin iddiasına göre, birkaç fırıncı, gazetelerini ziyaret ederek ekmeklerle ilgili bilgi vermişlerdir. Fırıncılar piyasadan satın alınan unların çok karışık olduğunu, içerisinde arpa, mısır, bakla, süpürge tohumu gibi yabancı maddelerin bulunduğunu, Aksaray’da bu undan yapılan ekmeklerin parçalanması ve dağılması sebebiyle ahaliye tevzi edilemediğini söylemişlerdir[67]. Aynı günlerde Nişantaşı’nda bulunan bir fırında İstanbul Muhafız Alayı için yapılan ekmeklerin sağlıksız olduğuna dair doktor raporu düzenlenerek ekmek örnekleri hükümete gönderilmiştir. Bu gelişmeler üzerine hükümet 18 Aralık tarihli toplantısında sağlıksız ekmek üretenlerin Divan-ı Harbe sevkine karar vermiştir[68].
İaşedeki çözümsüzlük Meclis-i Mebusan’da da hükümet aleyhine tepkilerin oluşmasına yol açmıştır. 21 Aralık günü Karesi Mebusu Hüseyin Kadri Bey ve arkadaşları iddialar üzerine hükümet aleyhinde bir soru önergesi vermişlerdir[69]. Soru önergesine hükümet adına cevap veren Hariciye Nazırı Reşit Paşa uzun bir açıklama yapmıştır. Reşit Paşa açıklamalarında şu ifadelere yer vermiştir:
“Ticari muamelelerin tabii haline dönmesi memlekette olağanüstü halin ortadan kalkmasına bağlıdır. Ticaret tabii haline dönmedikçe ihtikâr erbabının hükümet tarafından cezalandırılmasında tamamen başarılı olunamaz. Maalesef yıllardır ihtikâr bir fazilet gibi telakki edilmiş, hatta bazı resmi daireler tarafından resmi surette ihtikâr yapılarak halk teşvik edilmiştir. Toplum ahlakına işlemiş bu durumun kısa sürede ortadan kaldırılması mümkün değildir. Hükümetimiz resmi daireleri ticaretle iştigalden men etmiş, ihtikârı engellemek için gerekli tedbirleri almıştır. Gerek eski kötü idareler gerekse kömürsüzlük nedeniyle nakliyat işlerinin duçar olduğu düzensizlik nedeniyle iaşe işleri muntazam cereyan edemiyor. Geçici olarak ihtiyar ettiğimiz şu andaki iaşe usulü, bugünkü müşkülat ortada olmadığı zamanlarda daha iyi olmamıştır”[70].
Hükümet, iaşe işleri nedeniyle kamuoyu ve Meclis-i Mebusan karşısında zedelenen imajını bir nebze düzeltmek ve iaşe işlerine daha köklü çözümler bulmak için bir dizi tedbirlere başvurmuştur. Sadrazam Tevfik Paşa tarafından nezaretlere tebliğ edilen ve Takvim-i Vekayi’de de yayınlanan hükümet tedbirleri şu başlıklardan ibarettir:
1. Vapur, tren, değirmen ve fabrikaları çalıştırabilmek için yeterli miktarda kömür tedarik edilecektir.
2. Anadolu trenleri, Akdeniz’e gidip gelen vapur, motor, yelken ve takalar faaliyete geçirilerek istasyon ve iskelelerde çürümekte olan 131 bin ton zahire İstanbul’a getirilecektir.
3. Değirmenler teftiş memurları vasıtasıyla teftiş ettirilerek, piyasadan katiyen un satın almaya ihtiyaç bırakmayacak kadar un üretimi sağlanacaktır.
4. Un nakil araçları ve fırınlar sıkı kontrol altına alınarak yolda ve fırında un değiştirilmesine ve çalınmasına fırsat verilmeyecektir.
5. Ekmek dağıtımındaki sûiistimallerin önüne geçilecektir.
6. Askeriyeye verilecek un miktarı, asker mevcudunu gösteren yeni cetvellere göre düzenlenecektir.
7. Kömür Merkezi, geçici olarak doğrudan Nafia Nezareti’ne bağlanarak istihdam edilen askeri memurlar Nafia Nezareti emrine verilecek, liman idaresi kömür işlerinde Nafia Nezareti’ne bağlı olacaktır[71].
Bu kararlar doğrultusunda 28 Aralık’tan itibaren İaşe Nezareti, üretilen ekmeklerden birer örnek alarak daha önce has undan üretilmiş ekmeklerle karşılaştırmaya başlamış, İaşe Nezareti’nin dağıttığı undan ekmek yapmadığı tespit edilen fırın sahiplerinin Divan-ı Harbe sevkine karar vermiştir[72].
Hükümet’in iaşenin kontrolünü eline almak amacıyla aralık ayı sonlarında başvurduğu çözüm yollarından birisi de ekmek üretim işlerini müteahhitlere ihale etmek girişimi olmuştur. Bu konunun organizesi için hükümet Maliye Nazırı Abdurrahman Bey ve Nafia Nazırı Ziya Paşa’yı tam yetkiyle görevlendirmiştir. Nazırların girişimleri sonunda 30 Aralık günü İlyas Bey, Sadık Bey, Kozmato Efendi, Pilitas Efendi ve Muhiko Efendi adlı beş değirmenci ile hükümet arasında kamuoyunda “Değirmenciler Mukavelesi” diye adlandırılan bir sözleşme imzalanmıştır[73].
Değirmenciler Mukavelesi’ne göre, İstanbul şehri otuz mıntıkaya ayrılmış ve tamamı yedi müteahhide ihale edilmiştir. Ahaliye dağıtılacak ekmeğin yüzde yetmişinin buğday, yüzde otuzunun arpa unundan ibaret olması kararlaştırılmıştır. Müteahhitler, her biri 72 kilo olan bir çuval undan 500 gramlık 200 ekmek çıkarıp dağıttıktan sonra artan unu kendilerine kâr payı olarak ayırabileceklerdi. Ekmek pişirme ücretleri de müteahhitlere ait olacaktı[74]. Müteahhit, un tedarik edemeyeceği zaman bunu en az üç gün evvel İaşe Nezareti’ne bildirmek zorunda olup aksi halde nezarete 200 lira tazminat ödemek zorunda olacaktı. Mukavelenin süresi bir ay olup nezaret isterse süreyi üç ay daha uzatabilecekti[75].
Bu mukavele ile İaşe Nezareti’nin fırıncılarla hiçbir münasebeti kalmıyor, nezaret doğrudan müteahhitleri muhatap almış oluyordu. Mukavelenin müteahhitlerce uygulanıp uygulanmadığını kontrol etmek üzere Nafia, Maliye ve İaşe nazırlarından oluşan bir de encümen kurulmuştur[76].
Mukavelenin imzalanmasından bir gün sonra İaşe Nazırı Raşit Bey istifa etmiş, onun yerine 31 Aralık’ta vekâleten Evkaf Nazırı İzzet Bey tayin edilmiştir[77]. Raşit Bey’in istifası iaşe işlerini başka bir tartışma boyutuna taşımıştır. Hükümet iaşe işlerini yoluna koymak isterken imzalanan mukavele hükümet aleyhinde bir muhalefet oluşmasına ve çeşitli dedikodulara neden olmuştur. İddialara göre; İstanbul’da taahhüde hazır pek çok büyük tüccar varken hükümet onların müracaatlarını dikkate almayarak ihaleyi beş değirmenciye vermiştir. Tüccardan Manizade Hacı Hüseyin Efendi daha uygun şartlar sunmasına rağmen hükümet onun taahhüdünü dikkate almadığından İaşe Nazırı Raşit Bey devletin çıkarlarının korunmamasını protesto ederek istifa etmiştir[78].
Hükümeti zora düşüren bu yolsuzluk tartışmaları çerçevesinde Maliye Nazırı Abdurrahman Bey ve Nafia Nazırı Ziya Paşa gazetelere açıklamalarda bulunmuşlardır. Maliye Nazırı Abdurrahman Bey 5 Ocak 1919’da Sabah gazetesine verdiği beyanatta bu konu hakkında şu ifadeleri dile getirmiştir:[79]
“Bilirsiniz ki, bu memlekette bütün muamelât-ı ticariye ve vesait-i nakliyeyi hükümet yed-i inhisarına almıştı. Memurlar, mebuslar alışverişe koyulmuş, resmi daireler ticarete girişmiş, heyet-i umûmiyesi adeta bir kazanç makinesi haline getirilmişti. Bu günkü sefalet ve felaketlerin asıl menbaını teşkil eden bir takım cemiyetler, şirketler, müesseseler gibi ticaret perdesi arkasında her türlü teşebbüs haricinde kazançlar vücuda getirmek, onunla ahali ve orduyu geçindirdikten sonra, milyonlarca liralar elde etmek için bir İaşe Nezareti teşkil edilmişti. Hazineden 5 milyon lira sermaye ve bunun haricinde maaş ve masraf için bütçeden de 2 milyon lira tahsisat verilerek bir daire-i resmiye’ye inkilâb ettirilmişti. İaşe işe başlar başlamaz, sermayenin 4 milyon lirası bir defada hazineden alındı. Bunun 3,5 milyon lirası derhal yağma edildi. Parayı alan gitti. Haber yok, hesap yok, İaşe için de bir şey geldiği yok idi.”
Nafia Nazırı Ziya Paşa da vakit gazetesindeki beyanatında, “hazine iaşeye günlük mühim bir miktar ödediğinden hazineyi bu masraftan kurtarmak için hemen alelacele ihaleye mecbur kaldık” ifadelerini kullanmıştır. Maliye Nazırı Abdurrahman Bey de yine aynı gazetede ki beyanatında;
“değirmenciler mukavelesi için hükümet beni ve Ziya Paşa’yı görevlendirdi. Raşit Bey bu durumu kendi vazifesine müdahale sayarak istifa etti. Manizade’nin müracaatı doğrudur ancak mukavele, değirmenlerin sahiplerine verilmesi esasına dayanıyordu. Manizadelerin de değirmeni olmadığından teklifleri kabul edilmedi”[80]
sözlerini kullanmıştır. Maliye ve Nafia nazırlarının beyanlarına göre, dedikoduya neden olan konu aslında mukavele ile ilgili teknik bir detaydı ancak, açıklamalar yine de kamuoyundaki hükümet aleyhtarlığını teskin etmemiştir.
Gelişmeler hükümet üyeleri arasında da suçlama ve hesaplaşmaya dönüşmeye başladığından hükümetin iktidarı sarsılmaya, basında hükümet bunalımı ile ilgili sıkça haberler görülmeye başlanmıştır. İstifa etmiş olan İaşe Nazırı Raşit Bey birkaç gün sonra bir gazeteye tekzip yazısı göndererek Nafia Nazırının gazetelerde yer alan beyanının doğru olmadığını ileri sürmüştür. Raşit Bey iaşe ile ilgili olarak; “Nafia Nezareti kömür vermediğinden tabii ki piyasadan un satın almaya mecbur kaldım. Nihayet 200 ton kömürü aldıktan sonra un satın almaya mahal kalmadı” ifadelerini kullanmış, iaşe işlerinin çözümü ile ilgili olarak da hükümete bir tavsiyede bulunarak “asıl mesele Anadolu demiryolu hattının işletilmesiyle halledilebilir” beyanında bulunmuştur[81].
Muhalif basın da hükümet üyeleri arasındaki gerilimi tırmandırmak için en küçük malzemeyi bile kullanmaktan geri durmamıştır. Akşam gazetesi 8 ve 9 Ocak günleri, İaşe eski nazırı Raşit Bey’in ev telefonunun hükümet kararı ile kapatılmış olduğunu yazmış fakat Raşit Bey’in telefonunun borcu nedeniyle kumpanya tarafından kapatıldığı öğrenilmiştir[82].
Sonunda Değirmenciler Mukavelesi hükümete ağır bir darbe olmuş ve 12 Ocak’ta Tevfik Paşa Hükümeti istifa etmek zorunda kalmıştır. Her ne kadar Dâhiliye Nazırı Vekili İzzet Bey “istifada mukavelenin tesiri yoktur”[83] dese de bu dedikodunun hükümeti sarstığı aşikârdır. Padişah, 13 Ocak 1919 tarihinde Tevfik Paşa’yı yeniden sadarete tayin etmiştir[84]. Yolsuzlukla suçlanan nazırlardan Abdurrahman Bey ve Ziya Paşa’nın yeniden hükümete alınması ise dedikoduların devam etmesine neden olmuştur[85].
İmzalanmış olan mukavele 4 Ocaktan itibaren kısmen uygulanmaya başlanmıştır[86]. Mukaveleyi uygun bularak hükümete destek veren basın organları “mukavelenin devleti her gün 150 bin liraya mal olan iaşe masrafından kurtardığını, hiç olmazsa ekmeğin üçte ikisinin buğday unundan yapılmasının temin edildiğini”[87] yazmışlardır. Aynı düşüncede olmayan gazeteler ise “bugün ortada bir mukavele var fakat İaşe Nazırı veya vekili tarafından imzalanmış değildir. Böyle bir mukavelenin nasıl uygulanacağı bir hukuk meselesidir”[88] yorumunda bulunmuşlardır.
Mukavele hakkındaki çalakalem yorumlarla yolsuzluk iddialarını ispatlayamayacaklarını gören diğer gazeteler de mukaveleyi bırakıp Abdurrahman Bey ve Ziya Paşa’yı yıpratmak için nazırların şahıslarına yönelik hücumlara başlamışlardır. Refii Cevat (Ulunay) bu konuya farklı bir bakış açısıyla yaklaşarak hücumların arkasında İttihatçı parmağının olduğuna işaret edip “gazeteler o derece muntazam hücum ediyorlar ki sanki muntazam bir Erkân-ı Harbiye Heyeti’nin planını tatbik ediyorlar”[89] ifadeleriyle İttihatçıların hükümeti yıpratmaya çalıştığını iddia etmiştir. Bu düşüncenin haklılık payı da yok değildi. Çünkü Tevfik Paşa Hükümeti o esnada İttihatçılar üzerinde bir baskı kurmuş, İttihatçıların tutuklanmaları ve İttihatçı kuruluşlarının tasfiyesi için kararlar almaktaydı[90].
Gazeteler tarafından mukaveleyi yapmakla suçlanan nazırlardan Ziya Paşa kendisini savunarak, “bu mukaveleyi imzalamakla müftehirim, çünkü hazineye günlük 150 bin lira kazandırmış ve halkı gıdasızlıktan kurtarmış oluyoruz” beyanında bulunmuştur. Maliye Nazırı Abdurrahman Bey ise;
“mukavele memlekete son derece faydalıdır, 100 kilo undan 20 kilo un nakliye, öğütme, pişirme, dağıtım ve zayiat masrafları olarak müteahhitlere bırakılacaktır. Değirmenler sahiplerine iade edilecektir. Sahiplerindeyken günlük 2800 çuval öğüten bir değirmen hükümet elinde 900 çuvala kadar inmiştir[91]
sözleriyle icraatının arkasında olduğunu göstermiştir.
Nazırlar ve hükümet muhalif kamuoyunun baskılarına boyun eğmiyordu. Hükümet bunalımı yaratamayan basın bu defa da hükümetin mukaveleyi feshedeceği iddialarını öne sürmeye başlamışlardı[92]. 8 Ocak’ta İaşe Nazırı Vekili İzzet Bey, Maliye Nazırı Abdurrahman Bey ve Nafia Nazırı Ziya Paşa ile müteahhitler arasında bir toplantı yapılmış, mukavele üzerinde yapılan görüşmeler esnasında taraflar arasında çıkan tartışma neticesinde mukavelenin feshi gündeme gelmiştir[93]. Fakat komisyon kesin kararını, teklifte bulunan diğer tüccar grubunun şartlarını da dinledikten sonra vereceğini ifade etmiştir. Toplantı sonunda bir açıklama yapan Nafia Nazırı Ziya Paşa;
“fesih şimdilik yoktur, gazetelerin hücumlarını anlayamıyorum, icraatımızı çirkin göstermeye çalışıyorlar. Mukavelenin tatbikiyle İaşe’ye 28 liraya un satanlar artık 8 liraya bile satamayacaklarından korkuyorlar. Netice, mukavele birçok tüccarın menfaatine dokunuyor. Bizim bu tüccar grubuyla iş yapma sebebimiz, büyük değirmenciler olmalarıdır”[94]
ifadeleriyle mukaveleye karşı olanların zihniyetlerinin farkında olduğunu dile getirmiş oluyordu. Ziya Paşa’nın toplantıdan sonra Meclis-i Vükela’ya giderek konuyu hükümet üyeleriyle müzakere etmesinin ardından hükümet şu ilanı yayınlamıştır: “Ahkâm-ı mezkurenin daha ehven şeraitle tadilen icrasını teklif etmek isteyen tüccarın hazır olacakları bu ayın 11., yarınki cumartesi günü Nafia Nezareti’ne azimet etmeleri ilan olunur”[95].
Anlaşıldığı üzere, kamuoyunun baskıları neticesinde hükümet mukaveleyi feshetmese de değiştirmek için geri adım atmış oluyordu. Nafia Nazırı Ziya Paşa “samimiyetimizi göstermek için diğer talipleri de davet ettik” diyordu. 11 Ocak’ta Ziya Paşa başkanlığında yapılan toplantıda, Manizade Hüseyin Efendi mukavelede yer alan yüzde yirmi yerine yüzde on iki ile iaşe işlerini yürütmeyi taahhüt etmiş, Ziya Paşa da bu teklifi kabul etmiştir. Diğer müteahhitler ise “belki biz daha uygun şartlar sunarız” diyerek kapalı zarf usulüyle bu işin indirim ihalesine dönüştürülmesini talep etmişlerdir. Hükümet’in de uygun görmesiyle yeniden ihale yapılması için ilgililerin 48 saat içinde tekliflerini vermeleri kararlaştırılmıştır[96]. Hükümet ertesi gün yayınladığı resmi tebliğde, “hazineyi günlük 150 bin lira masraftan kurtarmak için bu yola başvurulduğunu” açıklamıştır[97]. Basında yer alan iddialara cevap veren hükümet tebliğde şöyle diyordu:
“Bu ihale indirim ihalesi şeklinde icra edilemezdi. Çünkü bu iş büyük değirmenlerin, sahiplerine iadesi esası üzerine taahhüt ettirilecek bir işti. Değirmen sahiplerine rakip olan başka değirmenciler de bulunduğundan dolayı rekabet yaşanmaması için indirim ihalesi yerine pazarlık suretiyle işin mukaveleye bağlanması düşünülmüştür”[98].
Bu ilan ile önceki mukavelenin feshi de artık kesinleşmiş oluyordu. Kapalı zarf usulü ile tekliflerini sunmaları için müteahhitlere verilen süre 15 Ocak’ta dolmuştur[99]. Zarflar, yanlış anlamalara mahal bırakılmamak için, hiç açılmadan Nafia Nazırı Ziya Paşa’nın emriyle Meclis-i Vükela’ya götürülmüştür[100]. Zarflar Meclis-i Vükela’da açılarak teklifler incelenmiş, önceki mukavelede hükümetin değirmencilere bıraktığı yüzde yirmi kâra karşılık yeni tekliflerde yüzde on kâr ile talip olan müteahhitler olduğu görülmüştür[101]. Bu teklif, hükümet nazarında tam anlamıyla kabule şayan görülmeyerek tereddütle karşılandığından, detayları müzakere edilmek üzere mukavele işi askıya alınmıştır.
Hükümet aynı toplantıda önemli bir karara imza atarak İaşe Nezareti’nin lağvedilip Umum Müdürlüğe dönüştürülmesini gündemine almıştır[102]. Hükümet’in bu kararı almasında, hazineden büyük paralar çıkmasına rağmen iaşe işlerinin düzene konulamaması ve İaşe Nezareti’ndeki memurların diğer daire memurlarından fazla maaş almaları etkili olmuştur. İaşe Nazırı Vekili Abdurrahman Bey nezaretin tasfiyesine öncelikle yüksek olan memur maaşlarını diğer memur maaşlarının seviyesine indirmekle başlamış, bu sayede önemli bir meblağın hazineye kalması sağlanmıştır[103].
Hükümet 20 Ocak 1919’da aldığı kararla, 30 Temmuz 1918’de İttihat ve Terakki Hükümeti zamanında teşkil edilmiş olan İaşe Nezareti’ni kaldırarak yerine Ticaret ve Ziraat Nezareti’ne bağlı bir İaşe Umum Müdürlüğü teşkil etmiştir. Aynı kararla taşradaki bütün İaşe ve Nakliyat Müdürlükleri ve memurlukları da kaldırılmış, yalnız istasyon ve iskelelerdeki iaşe sevk memurlukları yerinde bırakılmıştır[104]. Böylece yaklaşık altı aylık bir mesaiden sonra bir İttihatçı kuruluşu daha tarihe karışmıştır.
Yeni kurulan Umum Müdürlüğün sadece iaşe işleriyle meşgul olması kararlaştırılmıştır[105]. Umum Müdürlük görevine 23 Ocak’ta Basra eski valisi Melik Bey tayin edilmiş[106], 2 Şubat’ta ise Umum Müdürlüğün çalışma esaslarını ihtiva eden bir kararname çıkarılarak 6 Şubat’ta yürürlüğe konulmuştur[107]. İaşenin yönetimi ile ilgili son değişiklik şubat ayında gerçekleşmiş ve 20 Ocak’ta kurulan Umum Müdürlük 12 Şubat’ta Ticaret ve Ziraat Nezareti’nden ayrılarak Şehremaneti’ne bağlanmıştır[108].
İaşe Umum Müdürlüğü, kuruluş amacına uygun olarak sadece ekmek meselesi konusunda çalışmaya başlamıştır. Hükümet, Umum Müdür Melik Bey’e bir ihtarda bulunarak birkaç gün içinde ekmek pişirme ve dağıtım işlerinin düzelmemesi durumunda istifa etmesini bildirmiştir[109]. Melik Bey ise ertesi gün bir gazeteye verdiği beyanatta, piyasadan un satın alınmasına gerek kalmadığını, İstanbul’a daha fazla zahire gelmeye başladığını açıklamıştır[110]. 2 Şubat’ta İstanbul’a 40 vagon ile toplam 28 ton arpa ve buğday gelmiştir. İstanbul’daki un miktarının artması ve satın alımların durdurulması üzerine piyasada daha önce 28 liraya kadar satılan un fiyatı 21 liraya düşmüş, kamuoyunda un fiyatının 10 liraya kadar ineceği haberleri yer almaya başlamıştır[111].
Bundan sonra İstanbul’un ekmek sıkıntısında kısmi bir düzelme yaşanmasına rağmen bazı mahallelerde aksaklıkların devam ettiği görülmüştür. Mesela, Hasköy’de ahaliye bir gün ekmek dağıtılamadığından, galeyana gelen ahali fırınlara saldırmış, bunun üzerine hükümet Hasköy’e derhal un gönderilmesini sağlamıştır. Eyüp Sultan Mahallesi’nde de vesika ekmeğinden rahatsızlanan binlerce kişi hastanelere başvurmuştur. Bu olay üzerine Eyüp Sultan ahalisi kendi aralarında bir heyet kurarak Dâhiliye Nazırı İzzet Bey’e göndermiştir. İzzet Bey, getirilen örnek ekmekleri gördükten sonra fırıncıların derhal cezalandırılması için yetkililere emir vermiş[112], bununla da kalmayarak ekmek pişirme ve dağıtım işlerinde sûiistimalleri olanlar hakkında takibat ve kanuni inceleme yapmak üzere Dâhiliye Müfettişi Abdullah Naci ve Ticaret ve Ziraat Nezareti Müfettişi Fuad Beylerden oluşan bir heyet kurulmasını sağlamıştır[113].
Şubat ayı başından itibaren hükümet yeniden ekmek yapım ve dağıtımının müteahhitlere verilmesi konusuna eğilmiştir. Hükümet, daha önce belirlenen İstanbul’un 30 iaşe mıntıkasında vesika ekmeği yapım ve dağıtımı için 5 Şubat’ta bir indirim ihalesi açılacağını ilan etmiştir. 17 maddeden ibaret olan ihale şartlarından bazıları şunlardır:[114]
1. Her mıntıka bir müteahhide ihale olunacaktır.
2. İhaleye girecek müteahhit, talep ettiği mıntıkanın günlük kaç çuval un harcayacağını tespit edip çuval başına teminat akçası yatıracaktır.
3. Mukavele süresi Şubat başından Nisan sonuna kadar üç ay olacaktır.
4. Hükümet müteahhitlere yüzde 66 buğday ve yüzde 34 arpadan oluşan un verecektir.
5. Mutemet, mıntıka iaşe memurunun nezaretinde, fırının mevkisini, fırıncının adını ve ekmeğin imal tarihini yazıp mühürlediği bir pusulayla birlikte günlük üretiminden bir numune ekmeği İaşe Genel Müdürlüğü’ne gönderecektir. Ekmekler Mahalle muhtarlıkları, karakollar ve belediyelerde de teşhir edilecektir.
6. Polis, Belediye ve İaşe memurlarıyla mahallelerin ihtiyar heyetleri ertesi gün mıntıka karakolunda, ekmekleri bu numune ile karşılaştıracaklardır. Eğer numune, dağıtılan ekmeklerle aynı kalitede değilse adı geçen kontrolcüler tarafından durum bir zabıtname ile İstanbul İaşe Müdürlüğü’ne bildirilecektir.
7. Ekmeği iaşe kararnamesine uygun üretmeyen fırın kapatılıp fırıncı divan-ı harbe sevk edileceği gibi ürettiği ekmekler de yarı bedel ile ahaliye dağıtılacak, elde edilen gelir Dar’ül-aceze’ye verilecektir.
8. Unun numunesi yani içerisindeki buğday, arpa, mısır gibi oranlar İaşe Genel Müdürlü tarafından değiştirilmek istendiğinde bu durum bir gün önceden gazeteler yoluyla ilan edilecektir.
İhaleye başvuru süresi 6 Şubat’ta sona ermiştir. Şaban Zeki Bey ve ortakları, nakliye ve pişirme ücretini çuval başına 140 kuruşa kadar indirmesine rağmen ihale 145 kuruşa Milli Ekmekçiler Şirketi’ne verilerek şirketle bir mukavele imzalanmıştır. İaşe yetkilileri buna sebep olarak “bu iş 140 kuruşa kapatılamayacağından talibin zarar etmemek için hileye başvuracağını düşündüklerini” ileri sürmüşlerdir[115].
Bu mukavele ile yolsuzlukları bir miktar hafifletmiş olmasına rağmen hükümetin ihtikârı tam anlamıyla engellediği söylenemez. Bu nedenle hükümet ne kadar iyi niyetle çalışırsa çalışsın kamuoyu karşısında zayıf düşmekten kurtulamamıştır. Bazı gazeteler, İaşe işinde acziyet gösteren hükümetin iaşe idaresini ve vesika ekmeklerini tamamen kaldırarak sadece ihtiyaç sahiplerine nakit dağıtmayı düşündüğünü, yolsuzlukları önlemenin tek çaresinin bu olduğuna inanıldığını yazmışlar[116] ancak hükümetten bu konuda herhangi bir resmi açıklama ya da tekzip gelmemiştir.
Hükümet ekmek işlerini sıkı kontrol altına almak ve yeni mukavelenin zaafa uğramasını önlemek için bir “Heyet-i Murakabe” (kontrol heyeti) teşkil etmiştir. 25 Şubat’ta kurulan bu Kontrol Heyeti’ne Teşrifat Umum Müdürü İsmail Cenani, Londra Sefareti kâtibi Reşid Sadi, Stokolm eski sefiri Mustafa Şekib, Hicaz Demiryolu eski müdürü Hamid Bey, eski şehremini Tevfik ve İşkodra eski valisi Saffeddin Beyler tayin edilmişlerdir[117]. Kontrol Heyeti, İaşe Müdüriyetindeki tüm memur ve müstahdemlerin hareketlerini kontrol altında tutacak, gerekirse işinde ehil olmayanları değiştirebilecekti. Bunun yanında iaşe ile ilgili düzenleme ve talimat hükümlerinin uygulanmasını sağlayarak gerektiğinde bu konuda layiha hazırlamak da heyetin yetki ve sorumluluk alanında olacaktı[118].
Kontrol Heyeti hiç vakit kaybetmeden çalışmalarına başlamıştır. Göreve geldikleri ilk günlerde heyet üyelerinden bazıları, İaşe Umum Müdüriyeti’ndeki memurların büyük bir kısmı değiştirilmediği sürece iaşe işlerinin düzelmeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Diğer üyeler ise, iaşe problemlerinin ortadan kaldırılabilmesi için Teftiş Heyeti’nin faal bir hale getirilmesinin, mıntıka sorumlusu memurlukların kaldırılarak görevlerinin merkeze bağlı müfettişliklere devredilmesinin gerekli olduğunu savunmuşlardır[119]. İaşe sıkıntısını çözmek üzere iştiyakla vazifeye başlamış olan Kontrol Heyeti de daha ilk günlerde zaafa uğramıştır. Üyelerden Hamid ve Reşid Sadi Beyler meşguliyetlerini ileri sürerek istifa etmişler[120], yerlerine Ziraat Nezareti memuru Hasib Bey tayin edilmiştir[121].
Ekmek yapımının müteahhitlere ihalesi ve Kontrol Heyeti’nin kurulmasıyla birlikte Şubat ayı sonundan itibaren İstanbul piyasası aylardır ilk defa normal seyrine girmeye, fiyatlar hissedilir derecede düşmeye başlamıştır. Kamuoyu karşısında ilk defa bu kadar rahatlayan hükümete bir iyi haber de Amerika’dan gelmiştir. Hükümet, iaşe sıkıntısının had safhaya ulaştığı Aralık ve Ocak aylarında İstanbul’daki İtilaf Devletleri temsilcilerinin de aracılığı ile Amerika’dan zahire ithali için girişimde bulunmuştu. Bunun üzerine, Amerika yetkilileri bu başvuruyu geri çevirmeyerek; İstanbul’da Şark-ı Karîb Yurdu, İstanbul Şehri Tetkikat-ı İctimaiyye Amerikan Heyeti ve Dersaâdet Amerikan İaşe Heyeti adlarıyla örgütler kurmuşlardı[122].
Amerika’nın İstanbul’da kurduğu iaşe merkezi, Şubat ayı ortalarında, İstanbul’a bol miktarda un getirip fırıncılara ve yerli tüccara ucuz fiyata satacağını duyurmuştur[123]. Basında 77 kiloluk çuvalların 15 liraya kadar verileceği rivayet ediliyordu. Amerika’nın İstanbul’a un sevkiyatı Şubat ayı sonlarında başlamış ve ay sonuna kadar İstanbul’a 8 bin ton un getirilmiştir[124]. 1 Mart tarihinde de Carolayn, Help ve California adlı Amerikan vapurlarıyla İstanbul’a yüklü miktarda un nakli sağlanmıştır[125].
Bu sırada Sadrazam Tevfik Paşa tarafından İstanbul’da bulunan Amerikan siyasi temsilcisi Bristol nezdine gönderilen Galip Kemali Bey, gelen erzakın dağıtımı işini temsilci ile müzakere etmiştir. Görüşmeden çıkan sonuca göre; Amerikan unundan İaşe Nezareti ile alâkadar olmayan ve has ekmek üreten fırınlar yararlanabilecek, İaşe Nezareti ise vesika ekmeği için gerekli unu kendisi temin edecekti[126]. Anlaşılacağı üzere Amerika, İstanbul’a gelen unu hükümete değil özel şirketlere satmayı planlamıştı. Bu durum hükümetin beklentisini boşa çıkarmış olmasına rağmen, piyasada un miktarı artacağından, en azından hükümetin fahiş fiyattan un satın almasının önüne geçilmiştir. Görüşmelerden sonra Amerika’dan gelen un’un 1 Mart’tan itibaren İngiliz Vitol şirketinin Galata rıhtımındaki depolarında peşin olarak satışına başlanmıştır[127].
Mart başından itibaren İstanbul’a Anadolu’dan da külliyetli miktarda zahire gelmeye başlamıştır. 2 Mart’ta Haydarpaşa’ya 30 vagon[128], 3–4 Mart’ta ise 68 vagon zahire gelmiştir. Bir hafta içinde değirmenlerde bol miktarda arpa ve buğday stoku oluşmuştur. Böylece günlük ihtiyacı 2709 çuval olan İaşe Müdüriyeti’nin düzenli olarak vesika ekmeği çıkarmasının önünde bir engel kalmamıştır[129]. Un miktarının artması iaşe piyasasına yaklaşık yüzde 25 oranında bir ucuzlama olarak yansımıştır. Mart’ın ilk günlerinden itibaren ekstra undan yapılan has ekmek 21 kuruşa, ikinci kalite undan yapılan ekmek 14 kuruşa ve diğer unlardan yapılan ekmek ise 8 kuruşa satılmaya başlanmıştır[130].
Hükümet iktidara gelişinin dördüncü ayında iaşe sorununun çözümüne büyük oranda yaklaşmıştır. Ekmek davasının halledilmiş olması ahalide ve dolayısıyla kamuoyunda bir rahatlama hissi uyandırmıştır. Şehrin kömür ihtiyacının da Zonguldak ve Ereğli’den temin edilmiş olmasıyla değirmenler, fabrikalar, vapurlar yeniden çalışmaya başlamıştır. 3 Mart’tan itibaren tramvayların da sefere başlamasıyla[131] İstanbul ahalisi kadar, aylardır ağır tenkitleri göğüsleyen hükümet de rahat bir nefes almıştır. Fakat kamuoyunda hâkim olan iyimser havanın aksine aynı günlerde hükümet üzerinde kara bulutlar dolaşmaya, basında hükümet bunalımı olduğuna dair haberler yer almaya başlamıştır. Şubat 1919 sonundan itibaren fiyatların gerilemeye başlaması, iaşe sıkıntısının hafiflemesi ve fiyatların ucuzlamasından zarar eden çevreler parti ilişkilerini ve basını kullanarak bunun acısını hükümetten çıkarmaya çalışmışlardır[132].
Hükümet’in İstifasında İaşe ve Ekmek Meselesinin Rolü
Hükümetin iaşe işindeki zaafiyeti Şubat başından itibaren kamuoyunu tamamen hükümet aleyhine çevirmişti. Bir yandan Hürriyet ve İtilaf Fırkası iktidara gelmek için fırsat kollarken[133] diğer yandan muhalif basın hükümet bunalımına dair iddiaları körükleyerek hükümeti acizlik, kararsızlık ve hiçbir şey yapmamakla suçlamaya başlamıştır[134]. Suçlamaların başında, harp yıllarından beri devam eden iaşe sorununa hükümetin kesin bir çözüm bulamamış olması geliyordu. Yıllardır mevcut olan bu konunun elbette kısa sürede çözülmesi beklenemezdi fakat kamuoyu tahammülsüzdü. Çünkü problemin hükümet üyelerinin karıştığı yolsuzluklardan dolayı çözülemediği kanaati kamuoyunda hâkimdi. Abdurrahman Bey ve Ziya Paşa hakkında çok şey söylenmiş ve yazılmıştı. Bu iki nazır hazineyi zarara uğratan sorumluların başında gösteriliyorlardı.
Kamuoyunun baskısı hükümet içerisinde de bir panik havası yaşanmasına neden olmuştur. Meclis-i Vükela’daki müzakerelerin şahsi tartışmalara varması sonucu 12 Şubat’ta Şura-yı Devlet Reisi Damat Şerif Paşa ve Adliye Nazırı Damat Arif Hikmet Paşa[135], 24 Şubat’ta da diğer bazı nazırlar istifa etmişlerdir. Ancak Padişah aynı gün yeni hükümeti kurma görevini yeniden Tevfik Paşa’ya vermiştir[136].
Aslında sadrazam istifa etmeyip sadece nazırlar istifa ettiğinden bu bir kabine değişikliği değil hükümette bir tadilat girişimidir. Zaten bu sebeple, Padişah, sadrazam tayini için yeni bir Hatt-ı Hümayun yazılmasına teknik olarak gerek olmadığını mabeyn başkâtibine ifade etmiştir[137]. Kabinede yapılan tadilat neticesinde, haklarında yolsuzluk iddiaları bulunan Abdurrahman Bey ve Ziya Paşa yeni kabineye alınmamışlardır[138]. Buna rağmen basında hükümeti suçlayıcı yeni senaryolar üretilmeye başlanmış; Hükümet’in bir siyasi fırkaya dayanmaması sebebiyle siyaseten güçsüz olduğu, üyeleri arasında uyum olmadığı, bu nedenle hükümetin çok uzun yaşamayacağı iddiaları ileri sürülmüştür[139].
Gerçekten de kamuoyunun öngördüğü iddiaların meydana gelmesi uzun sürmemiş, kamuoyunun baskısına dayanamayan Tevfik Paşa Hükümeti’nde, tadilatın üzerinden bir hafta bile geçmeden, istifa eğilimi ortaya çıkmıştır. İttihatçıların tutuklanmalarıyla ilgili 27 Şubat tarihli hükümet kararnamesini teknik sebeplerle onaylamayan Padişah ile hükümet arasındaki uyuşmazlık, hükümetin sonunu hazırlayan görünürdeki sebep olmuştur[140]. Mütareke döneminin olağanüstü şartlarını tecrübe ederek birbirinden ağır pek çok sorun ile yüz yüze kalmış gerçek anlamda ilk mütareke hükümeti olan Tevfik Paşa Hükümeti, nihayet 3 Mart 1919 tarihinde istifa ederek yaklaşık dört aydır bulunduğu iktidar mevkiini Damat Ferit Paşa Hükümeti’ne bırakmıştır[141]. Tevfik Paşa Hükümeti’nin istifasının görünür nedeni Padişahla uyuşmazlıktı fakat iktidarda bulunduğu süre içerisinde en fazla tenkide uğradığı konuların başında iaşe meselesinin geldiği düşünüldüğünde, kamuoyu baskısının hükümet içerisinde meydana getirdiği siyasi bunalımın istifanın nedenlerinin başında geldiği anlaşılmaktadır.
Sonuç
Mütareke dönemindeki iaşe sıkıntısının aslında harp yıllarından kaynaklanan sorunlar yumağının bir parçası ve devamı olduğu malumdur. İaşe Nezareti ve onun yerine kurulan İaşe Umum Müdürlüğü, mütarekenin zor şartları altında insanların öncelikli ihtiyacı olan beslenme gereksinimini sağlama konusunda azımsanamayacak bir icraatta bulunmuştur. Harpten kaynaklanan nedenlerle üretim düşmüş ve ihtikâr nedeniyle fiyatlar aşırı yükselmişti. Harp sonunda İstanbul nüfusunun birden arttığı ve nakliye sorununun da eklendiği dikkate alındığında, kusursuz bir iaşe düzeninin kurulabilmesinden elbette söz edilemezdi. Böyle bir ortamda takip edilecek yol ne olursa olsun, halkın memnun edilmesi zor idi. Bu sebeple, mütareke dönemiyle ilgili olarak sadece basının ve halkın şikâyetlerine bakarak objektif olabilmenin zorluğu ortadadır.
Yaşanan zorlukların, harbin getirdiği şartlardan mı yoksa hükümetin yanlış icraatından mı kaynaklandığı tartışılabilir fakat şurası kesindir ki, Tevfik Paşa Hükümeti, olmayan bir sorunu meydana getirmemiş, harpten kaynaklanan olumsuzlukları tamire çalışmıştır. Hangi hükümet olursa olsun, kısıtlı imkânlar ve zor şartlar altında üreteceği çözümün sınırlı kalacaktı. Tevfik Paşa Hükümeti iaşe meselesinin halledilmesi noktasında somut adımlar atmış ve kısmen de başarılı olmuştur. Hükümetin piyasadan fahiş fiyatlara iaşe malzemesi alarak hazineyi zarara uğrattığı düşünülebilir ancak, zahire kıtlığı, kömür kıtlığı, nakliyat sorunları göz önünde tutulduğunda, hükümetin alternatifsiz bir konuda zorunlu tercihe yönelmiş olduğu göz ardı edilmemelidir.
Özetle, Tevfik Paşa Hükümeti’nin attığı adımlar neticesinde, mütarekenin ilk dört ayından sonra İstanbul’un sosyal ve ekonomik hayatında belirgin bir düzelmenin görülmeye başladığı söylenebilir. Bu olumlu gelişmeler sürme eğilimindeyken hükümet 3 Mart 1919 tarihinde istifa etmek durumunda kalmıştır. Bu nedenle, atılan adımlar ve alınan tedbirlerin asıl semeresi, 4 Mart 1919 tarihinde Damat Ferit Paşa’nın iktidara gelmesinden itibaren görülmeye başlanacaktır. Damat Ferit Paşa Hükümeti, 12 Mart 1919’da, öncelikle İaşe Umum Müdürlüğü’nü Dâhiliye Nezareti’ne bağlamış[142], 19 Haziran’da çıkardığı 12 maddelik bir kararname ile de İaşe Umum Müdürlüğü’nü tamamen kaldırarak ahaliye vesika ekmeği dağıtımına son vermiştir[143].