ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Jean - Louis Bacqué-grammont

Anahtar Kelimeler: Celâlî isyanları, Osmanlı, Anadolu, Tarih

Celali isyanlarıyla doruk noktasına varan, Osmanlılar döneminden önceki Anadolu’yu kaçıştıran, kültürel, dinsel, etnik, ekonomik ve toplumsal belli bir dengenin bozulduğunu gösteren ve toplumun bundan dolayı kabul ya da reddettiği isyanlar, araştırmacılar İçin oldukça verimli bir alandır. Bu konuda çalışan araştırmacıların incelemeleri, analizleri ve sonuçları birbirinden farklı çok sayıda eserin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

XVI. yy'ın ilk çeyreğindeki Osmanlı-Safevi ilişkilerini incelerken bir yandan aralarındaki ortak noktaları, öte yandan ise önceki ve sonraki olayları araştırarak, isyanları oluşturan nedenleri anlamaya çalıştık. Bu arada yine, ayni dönemde yer alan üç büyük İsyanı da incelememize katmış olduk. Ancak çalışmanın henüz varsayımlar safhasında bulunduğunu da hemen belirtelim, isyanların yerel bir çerçevede kalması, olayların gelişimi ile ilgili belgelerin bolluğuna rağmen henüz yayınlanmamış olmaları ve düzenli olarak bu belgelere başvurmanın gerekli olması, konu hakkında aslında pek az bilgimizin bulunduğunu çabucak fark etmemizi sağladı. Bu koşullarda, elimizdeki bölük pörçük verilerle, varsayılan nedenlere dayalı ve gözlemlediğimiz dört etkenden birini ön plana çıkarabilecek, herhangi bir yorum yapmaktan şimdilik kaçındık. Yukarıda açıkladığımız duruma göre, isyanlar arasında bir kıyaslama yapmak çok erken gibi geldi. Bizce, Celali isyanlarının detaylı olarak incelenmesi, şimdiki konumuzu oluşturan bu üç İsyanı araştırmadan İmkânsız gibi görünmektedir.

Geçici olarak seçtiğimiz dört etkenden üçü, 1511-1512,1 o ve 1526 - 1527 isyanlarında ortak özellik gibi karşımıza çıkar; önem sırası ise birin den diğerine değişmektedir[1]. Ekonomik etkenin, ağırlık kazanmasa da, önemli bir rol oynadığı açıktır. II. Mehmet’ten itibaren, II. Beyazıt dönemine kadar, Bâb-ı Âli’nin siyaseti, gazilerin tımarlarını varislerin haklan geri alınabilir tımarlara dönüştürmeye, aşiret reislerinin iktidarlarını, gelirlerini sınırlamaya ve göçebe vergilerini yükseltmeye yönelikti. Konuyla ilgili belgeler çok sayıda bulunmaktadır. İçlerinden en önemli olanlar ekonomist meslektaşlarımız tarafından incelendiğinde, bu dönem hakkında hazırlanacak karşılaştırmalı ve istatistikî tablolar yardımıyla bize ışık tutabilirler.

Osmanlı iktidarı böylece, Anadolulu nüfusun en çok Türk niteliğini taşıyan öğelerine zarar vermekteydi. Bu dönemin belgeleri incelendiğinde, Osmanlının özü olan ve Etrâk (Türkler) olarak adlandırılan —geleneklerine, yaşam biçimlerine, haklarına bağlı göçebe, yarı göçebe ve yeni yerleşmiş toplumu nitelendirmek için küçültücü bir sıfat olarak kullanılan bu sözcük— bu toplumun veya cemaatin, merkezî iktidarın giderek kendisine yabancılaştığını hissediyordu. Üstelik, iktidarın bu topluma gönderdiği temsilciler bile devşirme idiler, yani tamamen Türk değildiler. Bu durumda, merkeziyâtçı Osmanlı iktidarı ile geleneklerine bağlı adem-i merkeziyâtçı Anadolulu “Türk” öğeler arasında kapanmaz büyük bir uçurum açılmaya başlandığını kabul edebiliriz. Bâb-ı Âli, İsmail Hami Danişmend’in altını çizerek özellikle belirttiği gibi, Rum vilayeti ve Bozok’tan bakıldığında, müphem bir şekilde “kozmopolit” bir görüntüye sahipti. Olaya kısa bir rapor çerçevesinde bakıldığında, ekonomik ve sosyal etkenlerin birbirinden ayrılmasının imkânsızlığı kendini belli eder.

Bâb-ı Âli, isyanları temelden çözümleyecek kurumsal ve İktisadî önlemleri almamaktaydı. İsyanlar bastırıldıktan sonra önemsenmediği, Kızılbaşlar ve onları bastırmaya çalışan Osmanlı kuvvetlerinin yakıp yıktığı bölgelerin de merkez tarafından iman ve ekonomisinin güçlendirilmesi doğrultusunda bir çaba gösterilmediğini söyleyebiliriz. Zira vergiler aynı oranda tutulmakta, hatta artırılmaktadır. Bölgeden kaçanların ve ölenlerin yarattığı açığın nüfus başına vergi gelir hesaplarında aynı kaldığı ve müşterek mesuliyet adıyla kişi başına daha fazla vergi istendiği güvenilir belgeler ışığında görülmektedir. Bu durumda, yeni isyanların ve hatta daha önce patlak vermemiş başkaldırıların meydana gelmesi için gerekli alt yap, mevcuttur[2] . Bâb-1 Âlî'nin krizin asil nedenlerini anlamada ve çare bulmadaki yetersizliğinin sebepleri araştırılabilir. Dikkati çeken diğer bir nokta ise, tüm bu kullara karşın, 1527'den yüzyılın sonuna kadar, kayda değer hiçbir isyanın patlak vermemiş olmasıdır.

Dinî etkene gelince, kendinden önce gelen diğer iki etkene büyük ölçüde bağımlıdır. Araştırmalar, XV. yy'ın ikinci yarışında Bâb-1 Ali'nin Anadolu'ya halkın gelenek ve göreneğine ters düşen, şeriati sertlikle uygulayan kadı ve din görevlileri gönderip göndermediğini saptamaya yardımcı olacaktır. Eğer gerçekten böyle bir durum varsa, bu sürecin özellikle etkisine aldığı bölgeleri belirlemekte yarar vardır. Selahattin Tan sel tarafından yayınlanan pek az itiraza açık bir rapor[3], XVI. yy'ın başında Bâb-1 Ali'nin dinî ve sivil yerel temsilcilerinin ne kadar büyük bir ahlâk bozukluğu ve güvensizlik verici durumda olduklarını ortaya koymaktadır. 1511 İsyanı patlak verdiğinde, halkın, merkezi otoritenin yerel temsilcilerine karşı hoşnutsuzluğu ve bu temsilcilerin sürekli yetersiz kalmaları gibi etkenler önemli bir rol oynamıştır. Sultan Selim'in iktidara geldiği andan itibaren, adil olma ve saygınlığını güçlendirme amacıyla yerel düzeyde aldığı, önlemler konusunda araştırmalara girişilmesi uygun olacaktır. Yine de, alman bu önlemler, Etrâk'a hiç alışık olmadıkları katı bir İslâmiyet biçimini zorla kabul ettirmeye çalışan ve Etrâk'1, Bâb-1 Ali’nin temsilcilerine kadar, yabancı görünen bir iktidardan daha da uzaklaştırdığı şüphe götürmez.

Her üç ihtilalin de çok karmaşık olan dinî ve ideolojik İçeriği konusunda, taraf tutması muhtemel olan resmi Osmanlı tarih belgelerinin dışında başka bir kaynak yoktur. Halk belleği ve nesilden nesile aktarılırken oluşan değişiklikler temel sayılabilecek unsurları silmiş veya tanınmaz hale getirmiş bulunduğundan, Anadolu mezhepleri için, yazılı ve sözlü destanlar üzerinde yapılacak çalışmalar bize gerekli bilgiyi sağlayabilecek kaynaklar olabilirler. Aynı gözlem, Âlam-ârâ-ye-safavî propaganda eserleri için de geçeridir. Başlangıçtaki “Kızılbaşlık" uzun zamandan beri İranlı Şii din adamlarınca “elden geçirilmiş” ve yeni bir şekle dönüştürülmüştür.

XVI. yy'ın başından itibaren göze çarpan bu üç etkene önem vermemizi gerektiren bir dördüncü etken daha eklenmektedir. Bu, Şah İsmail'in Anadolulu ve Azerbeycanli Etrâk’a dayanarak, İran'da dinî kurtarıcı

—Mesihvari— kişiliğinin yardımıyla, Osmanlılardan hoşnut olmayanların gözlerini kamaştıran bir devlet kurmasıdır. Doktrinini halk Türkçesiyle yazmış ve şu maddî koşullan kendisine sadık Kızılbaş müridlerine sağlamıştır: Aşiret farklılaşmalarına gösterdiği saygı, göçebe hayatını sürdürebilme serbestîsi ve tanrılaşmış bir önder ile hayranlık uyandıran seferlerine gidebilme imkânı. Etrâk içinde bu durum, atalarının zamanındaki gazi beylerin yaşadıkları döneme kıyasla daha da iyi idi. Bu yeni düzene katılım süratli ve büyük ölçüde olmuştur. Şah İsmail vakit kaybetmeden kendi ordusu için iyi malzeme oluşturan ve aynı zamanda hasmı olan Osmanlıyı içten yıpratacak olan bu etkenlerden —fanatik taraftarlar— istifade etmeyi başarmıştır. Dördüncü etken ise, 1512’de Safevî ordularının dolaysız desteği ile Nur Ali Halife olayında olduğu gibi, dıştan gelen kışkırtmalardır. 1511-1512 isyanlarının patlak vermesi ve gelişmesinde Şah’ın rolünün olmadığı şüphelidir. 1520’deki Şah Veli isyanında ise kesinlik kazanmıştır[4]. Buna karşın, Şah İsmail öldükten iki yıl sonra, 1526 -1527 isyanlarının İran’da düzenlenmediği şüphe götürmez. Halefi genç Tahmasb hırslı bir kişiliğe sahipti. Bu genç Safevî, Safevî sınırları dışında birbirlerini yok etme çabasında bulunan, bir isyan düzenlemek için gerekli siyasî güçten uzak Kızılbaş emirlerinin elinde bir oyuncak idi. Bu bağlamda, önemle üstünde durulması gereken bir nokta da, Şah İsmail’in eski “dai” ve “halifeleri” tarafından yönetilmekte olan bu isyanlar, daha çok yerel ve yerli görünümü yanı sıra, dönem için istisnai ve dolayısıyla ilginç isyanlardır.

Anadolu isyanlarının gelişiminin incelenmesi, bir yandan kaynakların çelişki ve eksiklikleri ile, öte yandan kronoloji ve belirtilen olayların sıralanmasındaki tutarsızlıklarla, çok karmaşık bir hale gelmektedir. Somut olayları anında tespit edip, ortaya koymakla, ulaşılabilir arşiv belgeleri —isyanın bastırılmasına katılan Osmanlı subaylarının raporları— çoğu zaman çeşitli tarih yazarlarının arasındaki uyumsuzlukların doğrultusunu bulmayı mümkün kılmaktadır. Şah Veli isyanının incelenmesi sırasında olayların birbirinden çözülmesi ve tekrar birleştirilmesi yolunda öyle bir çalışmaya girmek fırsatını bulduk ki; bu bizi başlangıçta öngördüğümüz sınırların çok ötesine sürükledi. Kaldı ki; burada söz konusu olan isyan, zaman ve yer açısından kolayca belirlenebilen bir isyandı. Bu bakımdan on ay süren, üst üste gelen ve Kırşehir, Erzurum ve Kilikya geniş üçgeni içinde cereyan eden büyük seferden oluşan 1526-1527 olaylarının sıra ve yer belirlemesini yapmaktan kaçınacağız. Bununla birlikte, bu olayların devamı sayılabilecek, Şah Veli hakkındaki bir incelemeyi daha sonra ele almayı tasarlamaktayız. §u andaki konumuzu ise, yukarıda belirtilen noktalardan bazılarım aydınlatan ve bildiğimiz kadarıyla şimdiye dek yayınlanmamış bir belgenin tanıtımı ile sınırlandıracağız.

Topkapı Arşivlerindeki E. 6369 no.lu dokuman, adi belirtilmemiş olmakla birlikte, kuşkusuz Karaman Beylerbeyi olan Mahmud Paşa’nın[5], sultanin Kızılbaş İsyanını bastırmakla görevlendirdiği Sadrazam İbrahim Paşa'ya gönderilen bir rapordur. Dokuman isyanın bastırılmasından iki ay öncesine, yani 1527 Nisan'ının son günlerine aittir.

Bu isyan, koşulları iyi bilinen 1526 yazında aniden Kilikya'da patlak vermişti. Yörenin hazine kütüklerini düzenlemekle görevli bir sayım memuru, vergi yükümlüsü Etraklara karşı adaletsizlikler yaparak, vergilendirme görevini yerine getirir. Etrakların toprakları keyfi bir biçimde vergiye bağlanmıştır. Bu haksiz dumma itiraz eden bir yaşlının, sayım memurunun emri ile sakalı kestirilir. Bu küçük olay, hemen daha büyük olaylara yol açar. Kilikya'dald Etraklar ayaklanırlar. Karışıklık zamanın bütün Kızılbaş isyanlarının önemli bölgesi olan Bozok'a da yayılır. Sancak Beyi 20 Ağustosta isyancılar tarafından öldürülür. Karaman Beylerbeyi Hürrem Paşa da derhal Çarpışmalara katılır, ancak bir hafta sonra öldürülür[6]. O sırada Mohaç seferinden dönmekte olan sultan, 8 Ekim'de Varadin'de bu haberi alınca, durumdan bilgi edinmesi İçin Anadolu Beylerbeyi Behram Paşa'yı olay yerine yollar[7]. Bu arada, ihtiyatsızca asilere karşı bir saldırıya girişen Rumeli Beylerbeyi Hüseyin Başa yenilgiye uğramıştır.

26 Eylülde ağır bir şekilde yaralandığında, üç gün sonra yerini, takviye kuvveti olarak yola çıkmış bulunan Diyarbakır Beylerbeyi Hüsrev Paşa'nın bölüğü alır. Güçlü ve tecrübeli bir orduya kumanda eden Husrev Paşa, isyancıları ortadan kaldırmayı başarırsa da; isyan yeniden alevlenir[8]. Kilikya Valisi Ramazanoğlu Piri Bey, 1526 Ekim’inde ve 1527 Şubatında olmak üzere iki kez İsyanı bastırabilir. 1527'de Hacı Bektaşi'nin soyundan gelen Kalender Şah'ın çağrısı üstüne Bozoklular yeniden ayaklanırlar. Sultan bütün İmkânlarını kullanarak olayları sona erdirmeye karar verir. Hüsrev Paşa, isyancıların İran’a kaçmalarım sağlayabilecek yollan keserken. Sadrazam İbrahim Paşa da Kızılbaşlara karşı savaşmaktadır. Bu arada, Zû-nûn'un oğlu tarafından yönetilen asilerin bir kısmı yönetimi ellerine geçirmekte ve Sivas yakınlarına varmaktadır. Rum vilayetinin yeni Beylerbeyi Fil Yakub Paşa, yol boyunca çarpışarak, Erzurum'un Pasinler ovasında ordugah kurmuş olan Hüsrev Paşa'ya hemen katılır. Buradaki çarpışmaların sonucunda, Kızılbaşlar bozguna uğratılıp, katledilirler. Hikayeyi ayrıntılı bir biçimde Bostanzade’nin vakanüvis defterinden öğreniyoruz[9]. Daha sonra Kalender Şah ve Bozoklu asiler Kırşehir'i terkederek,İran'a doğru yola koyulurlar.

Mahmud Paşa'nın raporu İşte bu doneme aittir. Mahmud Paşa, İbrahim Paşa tarafından —Orta Anadolu'ya giden— asilerin yolunu kesme göreviyle Sivas’a Yakub Paşa'yla ve Anadolu Beylerbeyi Behram Paşayla birleşmek üzere gönderilmiştir. Bu doküman, asiler kuzeyden Sivas'ı ve Mahmud Paşa’yı sardıkları anda kaleme alınmıştır. Oysa, Yakub Paşa, Koçhisar ile Zara arasındaki Kızılırmak vadisinde, Mahmud Paşa’yı beklemektedir. Başka bir yönden gelen Behram Paşa ise, kendi kuvvetlerini diğer kuvvetlerle birleştirerek, Kızılbaşlara saldırır, ancak, Sivas'ın kuzeyindeki Karaca Çayır denilen yerde, bu saldın sonucunda bozguna uğrar. Bostan- zade tarafından verilen topografik bilgiler[10]. Mahmud Paşa'nın raporunda geçen bu olayları doğrulamaktadır. Mahmud Paşa, yine ayni raporda, olayların tarihlerini kesinlikle belirtmiştir. Daha sonraları Anadolu isyanlarına uzunca bir süre İçin son verecek olan bu safha, harekatın diğer safhalarından farklılık kazanmıştır. Behram Paşa; Mahmud Paşa, Halep Beyi Koca İbrahim Paşaoğlu İsa Bey ile birleşeceği yere, Tokat'a çekilir.



8 Haziran 1527’de asiler Cincife’de[11] yeni bir çarpışmaya girerler. Bu olay büyük bir felâketle sonuçlanır. Mahmud Paşa ile diğer üç sancak beyi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun iki yüksek rütbeli memuru burada şehit edilirler. Sağ kalanlar ise Kızılbaşların takibine uğrar ve 22 Haziran’da ilk savaşı yaparak düşmanı ortadan kaldıran İbrahim Paşa’nın ordusuna katılmayı başarırlar.

Mahmud Paşa’nın raporu tarihsel konumuna yeniden oturtulacak olursa, Mahmud Paşa’nın, ordusunu bozguna uğratacak güce sahip olan hasmının kuvvetlerini küçümsediği farkedilecektir. Aynı şekilde, 1511 olaylarında, düşmana karşı ihtiyatsızca saldıran ve bunu hayatlarıyla ödeyen Karagöz Paşa ve Sadrazam Hadım Ali Paşa’dan beri düşmanın saldırganlığı iyice bilinmektedir. Hüseyin Paşa, Yakub Paşa ve Hürrem Paşa da yine aynı şekilde birkaç ay öncesinde bu saldırganlığı ispat etmişlerdir. Bu hafife alma işi, durum değerlendirme raporlarında diğer olaylardakilerle benzeşmektedir. Özellikle vurgulamak istediğimiz gibi, Osmanlı orduları, alınması gereken önlemleri yeterince alamayan ve eski olaylardan sonra ders almayan valilikler yüzünden yenilmektedir. Patlak vermesiyle, gelişmesi ve etkiledikleri bölgelerle genellikle birbirine benzer isyanların yinelenmesi Bâb-ı Âli’nin Anadolu’daki tedirginliğin sebeplerine karşı açıkça ilgisiz kalmasından kaynaklanmaktadır. Daha Önceki yıllarda Bâb-ı Âli’nin gösterdiği pragmatizmle çelişen bu yeteneksizlik, Osmanlı ordularının 1534-1535 yıllarındaki İran seferleri sırasında[12] tekrarladığı stratejik ve lojistik yanılgıları da hatırlatmaktadır.

E. 6369 no.lu doküman, sağ tarafta bulunan mürekkep lekesi yüzünden güçlükle okunan bir damga taşır. Dikkatle bakıldığında şunlar anlaşılır: Taıvakkaltu ‘alâ-llah, aşağıdaki kütükte ise: Mahmud bin Abdullah.

E. 6369

I. semm-i scmcnd-i sa٢âdete[13] ruhsârc-i niyâzi sürüb takbil-i ri- kâb-ı hümâyûnla dest-res buldukdan sonra carz-ı bende-i bi- mikdâr

  1. ve zerre-i hâksâr ol-du٢ ki bundan akdem Budak Özi ve Keskim[14] nevâhilerinde hurûc eden
  2. Kızılbaş Kaz Göli[15] nâm mahallden kalkub Artukâbâd[16] cânibi- ne müteveccih olduğı haber ‘arz
  3. olunub şimdiki hâlde beglerbegi hazretleri[17] canibinde olan âdemlerümüzden Veys nâm âdemümüz
  4. Artukâbâd ayağında Silis Özi[18] nâm mahallden gelüb şöyle haber verdi ki Kızılbaş-ı la‘in
  5. z\rtukâbâda konduğı haber istimâ' olub nefs-İ Sîvâsı ihrâk etmek niyyetin istimâ‘ edicek
  6. Rûm beglerbegisi hazretleri[19] dahi ılğayub Sîvâsa kondukda Kızılbaş-ı mahzûl dahi Artuk-
  7. âbâddan Y'ılduza[20]dönüb Sîvâs ile Tokat arasından geçüb Yıl- duza konub andan
  8. Gökçe Belden[21] aşub kara kurayı bırağub ağzını çit-hâne ey- leyüb diyâr-ı şarka
  9. gitmege müteveccih oldukda beglerbegi hazretleri dahi mahrû- se-i Sîvâsdan kalkub Sîvâsun
  10. Tahta Kopri nâm kopriye konub andan Kçhişâra[22] varmak tedarik oldukda
  11. bu nahif dahi mübarek receb ayinun on tokuzıncı güni ki duşenbe güni dür [23]Artukbaddan
  12. öte Yılduza karlb olan Finezı[24]nâm mahalle konub arıdan ara yat Koçhisârda
  13. beglerbegi hazretlerine mülâkât olmak üzere tahmin olunmış- dur in şâ'llâh“-1-azız pâdişâh-ı alem-penâh
  14. hazretlerinun eyyâm-1 sa^âdetlerinde envai yiiz aklıklar hâsıl ola[25] ve melâln-1 mezkûre dahi
  15. eski Şızılbaçdan kimesne tâbi٢ olmayup ve bazı yerlere ki fitne
  16. ü fesâd bıragub yer yer hurûc
  17. etdirmek tedârik etmişler idi ol fitneleri dahi râst gelmeyiib yer yer bozılub ve Boz
  18. Ok tâ’ifesinden dahi ümİzvâr oldug! kimesneler dahi kendiilere tâbı olmayub
  19. bu nahif yanma geliib ve andan gayri her gün bölük bölük içlerinden âdemler kub ve kaçüb
  20. gelenlere dahi k t a kimesneyi dahi etdirmeyüp ekserine ‘'ayni ile bulunan rızk ü mâlın dahi ali
  21. vermek ile içlerinden hayli adem kup perîşân-hâl olub hatta Çiçek oglı[26]
  22. Hasan Beg nâm kimesne ki sâbıkâ tutılub bu nahife geldukde hılatlanub şalı verildukde Kızılbaş
  23. arasında olan karındaşı Turak Beg ki cemîi'î umurların goriib başaran mezkur Trak Bege
  24. mektublar gonderilub ol dahi içlerinden kub amma bu nahife dahi gelup ulaşmayub
  25. bazlar kebinden Kızılbaş yetiib kati etdi ve bazîlar heniiz bizlere gelmege ihtiyat
  26. edub bir vesile ile gelmek ister derler ?ol derecede aralarına tefrika düşmiş-dürki
  27. nihayet yedi sekiz yüz atlu ve üç dört yüz piyade kaldı deyu tahkik ederler[27]
  28. ümî? dür ki Hak -1 subhânah“ w ٥ta alanun ^inayetinden ula- şıldugı mahalde olancası
  29. dahi kılıçdan geçüb sa'irlere ؛ibret vak ola in şâ’a-llâhu ta'âlâ baki ferman sa adetiu
  30. sultanum hazretlerinun e'y-i şeriflerine menût-dur
  31. a afü'l-'ibâd
  32. Mahmûd el-fakir
  33. ve bu ,'abd-ı nahif dal i
  34. gayet surat ile gitmegin
  35. Bozo^ tâ’ifesinun
  36. boy begleri ve sipahileri
  37. yetişüb ekser çerileri gelüb
  38. mülâkât olamadılar
  39. ammâ rûz-be-rûz gelmek üzere
  40. dururlar hem-ân boy beglerinden
  41. bir kaç boy begi gelüb
  42. mülâkât olamadı anlar
  43. dahi bir iki menzil bu nahîfden
  44. gerüde gelüb ulaşmak
  45. üzere dururlar

* Burada sunduğumuz inceleme yazısı, Paris'teki Fransız Ulusal Araştırma Merkezinin (CNRS) 041 057 kodlu “Unite Associee” (UA) biriminin çalışmaları içinde yer almaktadır. Fransızca metin, daha önce İstanbul’da, 1979 yılında, III. Uluslararası Türkoloji Kongre-sinde bildiri olarak sunulmuştur. Şu anda ise, Studia İslamua dergisinde yayınlanmak üzere baskıdadır. Metnin Türkçe çevirisini yapan Bayan Sefire Bilir’e de ayrıca teşekkürlerimizi sunarız.

Dipnotlar

  1. İstanbul Hollanda Arkeoloji ve Tarih Enstitüsü'nün monografiler serisi içinde LVI no.sı ile yayınlanacak olan ve halen baskıda bulunan Les Ottomans, les Safavıdes et leurs vot- sins’de bu etkenlerin incelenmesini daha genişçe ele alacağız.
  2. Örnek olarak bkz. irene Beldiceanu-Steinherr ve Jean-Louis Bacque-Grammont “A propos de quelques causes malaises sociaux en Anatolie centrale aux XVI' et XVII' sie- cles”, Archwum ottomanuum, VII, 1982, s. 71-115.
  3. Selâhattin Tansel, Yavuz Sultan Stlim, Ankara-Istanbul 1969, s. 20. ve sonrası.
  4. Karşılaştırınız: “Etudes turco-safavides, III. Notes et documents sur la revolte de Şah Veli b. Şeyh Celâl", Archwum otlomanıcum, VII, 1982, s. 5-69.
  5. İnceleneceği gibi, Mahmud Paşa, 1526 yılında Kızılbaşlar tarafından öldürülen Hürrem Paşa'nın halefi olarak, Karaman beylerbeyi tayin edilmişti. Daha önceden Zû’l- kadriyye beylerbeyi idi. Bkz. Bostanzâde, Süleyman-nâme, el yazması, Viyana, österreichi- sche National Bibliothek H.O.42a, s. 135. Belki de, 1522’de Şehsuvar oğlu Ali Bey’in yok edilmesinden sonra Maraş’a tayin edilmiştir. Mehmed Süreyya’ya göre Sicill-i Osmânî, IV, İstanbul, tarihsiz, s. 310, bu eski yeniçeri, II. Beyazıt'ın zamanında özel bir görevde iken İran’da hapsedilmişti. Bu zat. Sultana elçilik görevi dolayısıyla gönderilmiş, Biga sancak be¬yi tayin edilmiş ve daha sonra I. Selim zamanında İran’a iki kez elçi olarak gitmiştir. Bu son nokta bize şüpheli görünür, çünkü, Çaldıran seferinden önce Diyarbakır Safevi beyler¬beyi Ostacelû Muhammed Han’a gönderilen iki misyon dışında, Sultan Selim'in Şah İsma¬il’e temsilci gönderdiği görülmez. Ama bu iki misyon sırasında, “İran” belki geniş anlamda ele alınmıştır ve Şirvanşah’a veya Hazar Denizi kıyısındaki küçük krallara elçiler gönderil¬miştir.
  6. Celâlzâde Mustafa, Tabakâtü’l-memâlik ve derecâtu'l mesâlık, Paris, Bibliotheque Nati¬onale, Supplement Turc 165, s. 118-119, J- de Hammer, Histore de l'Empire Ottoman, V, Paris 1836, s. 93.
  7. Feridun Bey, Münje'âtü'u-selâtm, I, İstanbul 1274/1858, s. 565; M. Pavet de Cour- teille, Hutoire de la campagne de Mohacz, par Kemal Pacha Zadeh, Paris 1859, s. 131 ve sonrası.
  8. Celâlzâde Mustafa, a.g.y., s. 119-121.
  9. Bostânzâde, a.g.y., s. 141 ve sonrası.
  10. a.g.y., s.142.
  11. Bugün Tokat ilinin ilçesi Göletlere bucağının muhtarlığı. Bkz.[TMYK], T.C. İçişleri Bakanlığı, Türkiye’de Meskûn Yerler Kılavuzu, Ankara 1946. s. 212; [HGM], Harita Genel Müdürlüğü, Ankara, 1/200.000 ölçekli Türkiye haritası, “Reşadiye” paftası, 00-91.
  12. Bu sorunu “Kanunî Sultan Süleyman'ın 1. François’ya iki mektubu” nda anımsadık, D. TCF. Tanh Arattırmaları Dergisi, VI1I-XI1/14-23, 19701974, s. 94 ve devamı.
  13. Ata ve üzengiye olan başvuru hiyerarşide üstte olan kişinin o sırada savaşta olduğu¬nu gösterir. Böylece yalnız İbrahim Paşa'nın savaşta olduğu ve sultanın o sırada Istanbul’da bulunduğu sözkonusudur. Ayrıca, son çare, Bab-ı Âli’deki bir ulu kişiye (lultanum hazretleri) açıkça başvurmaktır ve şüphesiz dergâh-ı muallâ, bârgâh-ı alâ, vb, türünde bir isti¬are ile yakarılan Süleyman’a başvurmak değildir.
  14. Keskün, Ankara’nın güneydoğusunda bulunan şimdiki ilçe merkezi Keskin olma¬lıdır. Budak özi’ne gelince, tam belirtilmiş yerini bulamadık. İsyanın Kırşehir veya çevrelerinde patlak verdiğini bildiğimiz için, onu bu bölgede araştırmak uygun olacaktır. TMYK, s. 178, Kırşehir’in doğusunda Mucur ilçesinde bir Budak bucağını belirtir. Yine de, bu köy hiçbir zaman ne bir vadide, ne de bir derenin kıyısında (öz) bulunur. Bkz. HGM, “Ava¬nos", Id-73.
  15. Yeşilırmak'ın sol kıyısı yanında, Turhal ve Tokat arası. Bkz. HGM, “Amasya", s-86-87. Irmağın karşı kışında, 1520’de Rumeli Beylerbeyi Şadi Paşa’nın, Sivas üstüne aynı şekilde yürüyen, Bozok'tan gelen Şah Veli’nin Kızılbaşları tarafından yenilgiye uğratıldığı Kazova ovası bulunur. Bkz. ETS III.
  16. Tokat’ın güneybatısında ilçe merkezi, şimdiki Artova. Bkz. HGM, “Amasya", s- 88.
  17. Fil Yakub Paşa.
  18. 18Artova ile Zile arasında yer alan köy. Bkz. HGM, “Amasva", s- 85.
  19. 19Fil Yakub Paşa.
  20. Sivas ile Tokat arasında yer alan ilçe merkezi, şimdiki Yıldızeli (Yenihan).
  21. Gökçebel. batıda Çırçır deresi vadisi ile, doğuda Bedohtunyazısı ovası arasında. Çırçır'ın kuzeyinde bulunur. Bkz. HGM, "Reşadiye", s- 92.
  22. Sivas ve Koçhisar arası Kızdırmak vadisine vardıkları sırada, yollarını kesmek için.
  23. 21 Nisan 1527. Faik Reşit Unat'ın Hicri tarihleri milâdi tarihe çevirme kılavuzu hda be¬lirttiği gibi, Ankara 1974, s. 65, eğer 933’ün 1. recebi bir çarşamba olsaydı, 19’u bir pazar olması gerekiyordu.
  24. 24Artova ilçesinin Kızılca bucağının muhtarlığı, şimdiki Fineze. Bkz. TMYK, s. 389; HGM, “Amasya”, s- 90.
  25. Mahmud Paşa’nın belirtmemesine rağmen, üçüncü bir Osmanlı birliği o sırada ya¬kında bulunuyordu ve Kızılbaşlan kovalıyordu. Onlara ilk kez yenildiği Karaca Çayır'da birleşmeyi başaran Anadolu beylerbeyi Behram Paşa’nın birliğidir bu. Bkz. Bostânzâde, a.g.y., s. 142. Asiler Çırçırın kuzeyinde bulunan Gökçe Bel’i geçtikleri ve güneydoğuya doğru gittikleri için, Sivas ile Çırçır arasında yer alan bucak merkezi Karaçayır (Hıdıranlı) ile Karaca Çayır’ın özdeşleştirilebileceğini düşünüyoruz. Bkz. HGM, “Reşadiye”, t-94. Ar¬dından, yolların iki kuvvetli ordu tarafından, yani doğuda Hüsrev Paşa ve güneyde İbrahim Paşa’nın orduları tarafından kesildiğini bilen Kızılbaşlar bu bölgeden uzaklaşamadılar. Bir¬kaç hafta sonra, Karaçayır’ın kuzeyinde, en azından yüz kilometre uzaklıktaki Cincife'de bulunurlar.
  26. Faruk Sümer'in Oğuzlar (Türkmenler) Ankara 1972, s. 178, adlı kitabına göre. Çiçek¬liler, Kayseri ve Yozgat arasına yerleşmiş göçmenler gibi Boğazlayan Türkmenlerinin bir kabilesiydiler. Aynı yazarın, Safavı devletinin kuruluşu ve gelişmesinde Anadolu Türklerinin rolü adlı kitabına da bkz. Ankara 1976, s. 74-77.
  27. Bu güçler besbelli aşırı derece küçümsenmiştir. Çünkü Kızılbaşlar yalnız sahip ol¬dukları kuvvetlerle az zaman sonra iki Osmanlı ordusunu bozguna uğratıyorlardı. Mahmud l’aşa’nın bahsettiği döneklerin, onu gerçek bir “psikolojik zehirlemeye’ tâbi tutma ve bir tu- zağa düşürme amacıyla yanma gelip gelmedikleri düşünülebilir.

Figure and Tables