Fatih Sultan Mehmet 18 Şubat 1451’de Osmanh tahtına geçmiştir. Bu dönemin, İmparatorluk ve dünya tarihi açısından büyük değişikliklerin de başlangıcı olduğu bilinen bir gerçektir.
Biz, bu çalışmamızda, çağ açan Osmanh padişahının, Karadeniz yöresindeki siyasî kuruluşlardan biri olan Trabzon-Rum İmparatorluğu’nu Osmanh hakimiyetine alma teşebbüsleri sırasında Anadolu ve Batı dünyasındaki siyasî ve askerî gelişmelerin tahlilini yapacağız. Fatih’in Anadolu’nun siyasî birliğini gerçekleştirme politikasının bir halkasını teşkil eden Karadeniz yöresinde uyguladığı ilhak teşebbüslerinin bir kesiti olan ve Anadolu Türklüğü için ta baştan beri bir tehlike teşkil eden Trabzon- Rum İmparatorluğu’nun Osmanh topraklarına katılması meselesi yeterince aydınlığa kavuşmamıştır. Bu sebeble araştırmamızda Trabzon un fethi öncesi Osmanh-Trabzon-Rum İmparatorluğu-Akkoyunlu ilişkilerine dair kaynaklarımızda yer alan bilgileri bugüne kadar ele alınmamış biçimi ile sunmaya gayret ettik. Bunu yaparken de, bilinenleri tekrardan çok yeni kaynaklar ve belgeler ışığında tahlilî bir metodla konuya açıklık getirmek istedik.
Burada, konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, Fatih e kadar geçen dönemde, Trabzon-Rum İmparatorluğu’nun bölgedeki siyasî yaşamı hakkında kaynaklara göre bilgi vermenin yararlı olacağı inancındayız. Çünkü, bu gelişmeler açıklanmadan Osmanh devletinin I. Bayezid’la başlayan fakat 1402 Ankara Savaşı’yla kesintiye uğrayan, Anadolu’nun siyasî birliğini sağlamaya yönelik politikası gerçek yanlarıyla gün ışığına çıkamaz.
Burada hemen şu noktayı da açıklamak gerektir ki, Fatih’in Trabzon- Rum İmparatorluğu meselesini halletme teşebbüslerinin, sadece iki siyasî kuruluş arasında bir mesele olmadığı; konunun, Osmanlı-Akkoyunlu siyasî ve askerî ilişkileriyle içiçe bir bütünlük arzettiği bu çalışmamızda açıkça görülecektir. Nitekim aşağıda izah edilmeye çalışılacağı üzere, 1461 yılına kadar Trabzon-Rum İmparatorluğu’nun Karadeniz bölgesindeki topraklarında tutunmasında en büyük payın Akkoyunlulara ait olduğu kaynaklardaki bilgilerden çıkan bir gerçektir. Çünkü, ta kuruluşundan itibaren Akkoyunlu hükümdarları, (Uzun Haşan dahil) çeşitli faktörlerin etkisi altında I rabzon un fethine kadar, I rabzon-Rum İmparatorlarına karşı takındıkları koruyucu tavırlarında hiçbir değişiklik yapmamışlardır.
IV. Haçlı kuvvetlerinin İstanbul’u 1204 yılında zaptından sonra, Trabzon a sığman Komnenos hanedanı mensuplarının kurduğu Trabzon-Rum İmparatorluğu, bütün zaafına ve büyük toprak kayıplarına rağmen, Anadolu Selçukluları karşısında varlığını koruyabilmişti. Fallmerayer’in dediği gibi [1] daima, Selçuklu ülkesi hududunda dolaşan her düşman ile birleşen bu küçük devlet, Hülâgü Yakın-Doğu'da göründüğü zaman, hemen Moğolların yüksek hâkimiyetini tanımak suretiyle istilâdan kurtulabilmiş, hattâ Celâleddin Harizmşah’ın hücumlarından da korunmuştu [2].
Fakat XIII. yüzyılın sonu ile XIV. yüzyılın ilk yıllarında, Selçuklu devletinin tamamen yıkılıp az sonra Moğol-îlhanh hâkimiyetinin de zayıflaması ile, Anadolu’nun siyasî çehresinin baştanbaşa değişmesi ve “Te- vâif-i Müluk” devrinin açılması, Trabzon İmparatorluğu’nun durumunda önemli bir değişiklik yapmıştır.
Gerçekten, Anadolu’nun diğer taraflarında olduğu gibi, Trabzon topraklarını çevreleyen bölgelerde de sivrilen birçok beyler maiyetlerindeki cen- gâver kuvvetlerle Trabzonlular için büyük bir tehlike arz etmeye başlamışlardı. Bazıları Anadolu Selçuklu devletinin ümerâsı, bazıları ise hareket serbestisine kavuşan ve kendilerine yurt arayan Türkmen boylarının liderleri olan bu beyler sık sık Trabzon topraklarına şiddetli akınlar yapmaya girişmişlerdi. Bunlar arasında bilhassa Akkoyunlu beyleri sivrilmişti [3]. Daha XIII. yüzyılın ilk yarısında Erzurum havalisine kadar çıktıkları anlaşılan[4] ve Trahzon-Grek kaynaklarında “Âmid Türkleri” “Amidliler” diye adlandırılan [5] Akkoyunlular, bilindiğine göre, evvela 1341 yılı Ocak ayında Trabzon Çapraklarına büyük bir akın yapmışlar [6], aynı yıl içinde bir defa daha başkenti tehdit etmişlerdi [7]. 1343 yılında diğer bir akın, Trabzonluları yeniden korku içinde bırakmıştı [8].
Bu akınları hangi Akkoyunlu beyinin idare ettiği bilinmemektedir. Fakat çok geçmeden, 1348 yılında yapılan büyük akın dolayısıyla çağdaş Trabzon-Rum tarihçisi Panaretos[9], açık olarak -Karayülük Osman Bey’in dedesi- Tur Ali Bey’in adını vermektedir [10].
Savaş gücü olmayan bir orduya sahip olan ve iç gailelerden de baş kaldıramayan [11] İmparator III. Aleksios, Tur Ali Bey’in, toprak, can ve mal kaybına sebep olan akınlarına karşı hemen hemen esaslı hiçbir mukabelede bulunamamış, fakat sonradan Trabzon için yegâne kurtuluş çaresi olarak kabul edilen bir önleme başvurmuştu: Bu önlem, kendi kız kardeşi güzel prenses Maria’yı Tur Ali Bey’in oğlu Kutlu Bey ile evlendirmesi ve iki taraf arasında kurduğu akrabalık bağları sayesinde dostluk tesis etmek idi[12] .
Nitekim 1352 yılının Ağustos’unda Prenses Maria, Kutlu Bey ile evlenmek üzere Trabzon’dan ayrılacaktır[13]. Kutlu Bey’in karısı olduktan sonra Despina Hatun diye anılan bu prensesin[14], Akkoyunlu-Trabzon münasebetlerinin dostane bir şekil almasında büyük bir rol oynadığı anlaşılıyor. Evlenme tarihinden sonra Akkoyunlu akınlarının tamamen durması, iki taraf arasındaki ziyaretler, nihayet Kutlu Bey’in 1365’te Trabzon’a gelişi [15] bunu açıkça göstermektedir.
Ebû Bekr Tahrânî, Fahreddin Kutlu Bey’in, Trabzon İmparatorluğu topraklarına saldırıya geçen Türkmen Duharlu oymağı liderinin yenilmesi üzerine “gayret-i diniye saikası ile” Trabzon’a yürüdüğünü, İmparatoru yenerek Trabzon havalisini yağma ettiğini, ayrıca İmparatorun kızı "Teshine” (Despina)’yi[16] esir aldığını yazmaktadır[17]. Böylcce Trabzon-Rum tarihçisi Panaretos’un Prenses Maria ile Kutlu Bey’in evlenmeleri konusunda yaptığı açıklamayı biraz değişik bir ifadeyle, yani prensesin esir alındığını söylemek suretiyle doğrulamaktadır.
İşte bu evlenme ile Trabzon-Rum hanedanı ile Akkoyunlular arasındaki gelecekteki dostluğun temeli atılmış oluyordu. Bu dostluğun
Kutlu Bey’in oğlu Kara-Yülük Osman Bey zamanında bir belirtisini görüyoruz:
Osman Bey, 1420 yılından sonra Tahirten (Mutahharten) in torunu Yâr Ali Bey’in elinde bulunan Erzincan’ı kuşatırken IV. Aleksios da Akkoyunlu kuvvetlerine katılmış ve kalenin fethini kolaylaştırmak için “mancınık, arrade ve kara-buğra” gibi silâhlar getirmiştir818].
Bu arada, Osman Bey’in IV. Aleksios’un bir kızı ile evlendiği Bizans tarihçisi Dukas tarafından yazılmaktadır[19]. Oğlu Ali Bey’in karısı (Uzun Hasan’ın annesi) Sâre Hatun’un da bir Komnenos prensesi olduğu söylenirse de[20] doğru değildir. Onun babasının Pîr Ali olduğu bilinmektedir [21].
İşte Uzun Haşan devrine gelinceye kadar böyle dostane bir gelişme gösteren Trabzon-Rum İmparatorluğu-Akkoyunlu münasebetleri, bu hükümdarın günden güne kuvvetlenmeye başladığı sıralarda büsbütün sıklaşmış, hattâ Uzun Haşan, Komnenos hânedanınm koruyucusu durumuna geçmiştir. Hiç şüphe yok ki, buna Osmanlı tehlikesi ve Fatih’in Trabzon- Rum İmparatorluğuna karşı güttüğü politika sebep olmuştur.
II. Sultan Murat’ın Rumeli’deki devamlı meşguliyeti, bütün zaafına rağmen Trabzon’a varlığını korumak imkânını vermişti. Bununla beraber IV. Alexios’un oğlu İmparator Kalo-îoannes (1429-1458), II. Murat ölünceye kadar, daima korku içinde yaşamış, II. Sultan Mehmet tahta geçince âdeta sevinmişti.
İmparator, bu sıralarda Trabzon’da bulunan meşhur Bizans tarihçisi Phrantzes’e II. Murat’ın vefatını ve genç şehzâde Mehmet’in tahta çıktığını söylemiş, yeni hükümdarın kendisine dostluk teminatı verdiğinden duyduğu memnuniyeti belirtmişti. Phrantzes ise, II. Mehmet’in büyük bir Hıristiyan düşmanı olduğunu, Rumların devletine ve Doğudaki hâkimiyetlerine bir son vermek istediğini, Bizans’ın zaafı dolayısıyla yakında emellerini gerçekleştireceğini izah etmişti. Kalo loannes, kendisine mütevekkilâne cevap vermiş, “Allahın büyük olduğunu ve II. Mehmet’in kötü niyetlerini iyiye çevireceğini” söylemişti [22].
Olaylar, Fallmerayer’in de belirttiği gibi Phrantzes’in haklı olduğunu gösterdi. II. Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten az sonra Trabzon’a karşı politikasını değiştirdi. Çünkü Palailogos hanedanının hâkimiyeti son bulduktan sonra, Komnenos’lular Bizans’ın mümessili ve Rumların meşrû hâmisi durumuna geçmiş oluyorlardı. Nitekim İstanbul’un fethinden sonra birçok Bizans ricali Trabzon’a sığınmayı uygun bulmuşlardı. Bu durumun bile Fatih’i harekete geçirmeye yeteceği, ayrıca devletini sağlam temellere dayatmak için Anadolu hegemonyasını ele geçirmeyi düşünen hükümdarın er geç Komnenos hâkimiyetine de son vereceği muhakkaktı.
Bu arada beklenmedik bir olay, Trabzon’un durumunu büsbütün güçleştirmişti:
Raflzî Türkmenleri etrafına toplamış olan Şeyh Cüneyd, 1456 yılı baharında Trabzon İmparatorluğu topraklarına girmiş, Akça-kale’yi almış, karşısına çıkan kuvvetleri bozguna uğrattıktan sonra Trabzon surlarına dayanmıştı[23]. Fakat şehre yaptığı hücumlar bir netice vermemiş, az sonra geri çekilmek zorunda kalmıştı. Tam bu sırada, Rum Beylerbeyi Hızır Bey’in Osmanh kuvvetleriyle Trabzon’a doğru akına çıkması her halde bir tesadüf olmasa gerektir. Çünkü Osmanh kaynakları bu akının, Cüneyd’i Komnenoslulara ait bölgeden çıkarmak için yapıldığını yazarlar[24].
Bu akın neticesinde, Kalo toannes,senede 2.000 altın haraç vermeyi kabul ederek Osmanh yüksek hâkimiyetini tanımıştı. Aynı yıl içinde Sırbistan’da meşgul olan Fatih Sultan Mehmet, başkentine döndükten sonra, İmparatorun kardeşi David İstanbul’a gitmiş, bu defa haraç 3.000 altına çıkarılmıştı[25]. Şeyh Cüneyd hadisesi ile Osmanhları yakınında görmesinden sonra Kalo toannes hanedan ve devletinin geleceğinin tehlikeye düştüğünü iyice anlamış, içinde bulunduğu kötü durumu düzeltmek için Anadolu içinden ve dışından müttefikler aramaya başlamıştı.
Bu sıralarda Anadolu’da Trabzon gibi, her an Osmanlı fütuhatına hedef olması muhtemel görünen Candar-Oğulları beyliği, hattâ Karaman devleti Fatih’e karşı Kalo loannes’le beraber aynı safta yer alabilirdi. O tarihe kadar cereyan eden olaylar, bilhassa Karaman-oğlu İbrahim Bey’ in Hıristiyan devletleriyle işbirliği yapması, Kalo toannes’in de bu devletçiklere ümidle başvurmasını mümkün kılabilirdi.
Fakat gerek Candar ve gerekse Karaman-oğullannın kuvvetleri sınırlı idi. Kalo îoannes’e taze ve büyük kuvvetlere sahip bir müttefik lâzımdı. Bu müttefik, ancak, Anadolu’nun doğusunda sür'atli hamlelerle hâkimiyetini genişleten ve bir gün Anadolu hegemonyası üzerinde söz sahibi olmayı düşünen Uzun Haşan olabilirdi. Bunu iyi değerlendiren Kalo îoan- nes, hemen Diyarbakır’a elçiler göndermiş ve Uzun Hasan'ı kendi tarafına kazanmak istemişti.
Uzun Hasan’ın da Trabzon ile işbirliği yapmasında menfaati vardı. Hiç şüphe yok ki, Uzun Haşan devletini büyültürken güney ve doğu hudutlarını emniyet altına alan bu hükümdarın, kuzey Anadolu ile de alâkadar olması tabiî idi [26].
Burada, nüfuz altına alınması kolay, zayıf bir devletin bulunması ve Osmanlılann kendinden önce harekete geçmeleri ihtimali, şüphesiz Uzun Hasan’ı düşündürüyordu. Bu durumda, onun kolaylıkla nüfuzu altına alabileceği bir müttefik kazanması, böylece ülkesinin kuzey tarafını emniyet altına alması, menfaatlerine uygun düşüyordu.
İşte bu karşılıklı menfaatler sebebiyle iki hükümdar kolayca OsmanlIlara karşı anlaşmış, Kalo loannes bu anlaşmayı büsbütün kuvvetlendirmek için, Uzun Hasan’ın talebine boyun eğerek Kızı Katherina’yı Akkoyunlu hükümdarına vermeyi kabul etmişti. Halbuki o, bu genç ve güzel prensesi İstanbul'a göndermek istiyordu. Uzun Haşan da “çeyiz olarak Kapadokia’yı kopardıktan”, yani vaktiyle Trabzon’a bağlı olan topraklar üzerinde, Komnenos hânedanının bütün hukukunu devr aldıktan sonra her türlü yardımı yapacağına söz vermişti [27].
Bu arada Kalo ioannes, kızını Diyarbakır sarayına gönderemeden ölmüş (1458), taht o sırada dört yaşında bulunan oğlu V. Aleksios’a kalmıştı.
Fakat Kalo loanncs’in kardeşi David, Osmanlı tehlikesi karşısında bu küçük çocuğun bir şey yapamayacağı bahanesiyle devletin başına geçmişti.
Böylece yaklaşan Osmanlı tehlikesine karşı Trabzon-Akkoyunlu ittifakının gerçekleşmesinden az sonra yeni İmparator David’in bununla da yetinmeyip daha geniş ölçüde ittifak teşebbüslerine giriştiği, Osmanlı istilâsından korkan bütün Doğu hükümdarları ile anlaştığı, hattâ bunlarla beraber Osmanlılara karşı yapılacak mücadelenin lideri durumuna geçtiği ileri sürülür [28] . Bu hususta, David’in Burgondia dükası Philippe’e yazdığı 22 Nisan 1459 tarihli mektup delil olarak gösterilir.
Ancak çok bozuk kopyaları ele geçmiş olan bu mektupta [29] David, Osmanlılara karşı çarpışmaya hazır olan müttefiklerini saymakta ve çıkarabilecekleri kuvvetleri bildirmektedir.
Bunların başında “Rex Persarum” (Pers kralı) diye anılan “Georgius” gelmektedir. Fallmerayer [30] den beri muhtelif tarihçiler 60.000 kişilik bir kuvvet çıkarabileceği bildirilen bu “Georgius”u, t mereti krah olarak kabul etmişlerdir. Fakat bu sırada 1 mereti kralının II. Bagrati olduğu kat’i bir şekilde bilindiğine göre[31] “Georgius” ile Khartli kralı VIII. Giorgi’ nin kast edildiği anlaşılıyor[32]. Sonra 20.000 kişilik ordusu ile “Dux Georgianae” Gorgora (şüphesiz Samçe Atabeği II. Kvarkvare) [33], 30.000 kişilik ordusu ile "Rex Mirigreliae (Mingreliae)”, yani Mingreliae kralı Dadi- an Liparit’i zikredilmektedir.
Bunlardan sonra, mektubun başında özel bir şekilde sözkonusu edilen Haşan Bey’in (Assembech, qui filius fuit Carailuch) de 50.000 kişilik bir kuvvet çıkarılabileceğini bildiriyor; ayrıca Karaman ve Sinop hâkimlerinin de Fatih Sultan Mehmet’e karşı yapılacak savaşa katılacakları yazılıyor.
Bütün bu hükümdarların -genellikle kabul edildiği gibi- David'in teşebbüsü ile birleştiği ve Osmanhlara karşı ortak mücadeleye hazırlandığı doğru görünmemektedir. Çünkü söz konusu olan mektupta sadece 20.000 kişilik bir kuvvet ile 30 gemi çıkarabileceğini bildiren David’in bu rakamlar hakikat olarak kabul edilse bile, yine müttefiklerine nazaran çok zayıf bir durumda bulunduğu muhakkaktır. Ancak Trabzon’u çevreleyen küçük bir toprak parçasına sahip olan ve uzun yıllardan beri hiçbir savaş kudreti göstermeyen bir devletçiğin, İmparatorluk unvanını taşımasına rağmen, kendisine her bakımdan üstün olan devletleri Fatih Sultan Mehmet’e karşı sevk ve idaresi altında toplayabilmesi için makul hiçbir sebep yoktur. O halde bu mektup ne gibi bir tarihî vakıayı ifade etmektedir? Bu soruya kat’î olarak cevap vermek zordur. Bununla beraber şu ihtimal üzerinde durulabilir:
Mektupta belirtilen Karaman-oğulları ile Candar-oğulları'nın da her an Osmanh istilâsından korktukları ve bu istilâyı durdurmak için kendilerine z\nadolu içinden ve dışından müttefik aradıkları yukarıda belirtilmişti.
Bu Türk beyleri Uzun Haşan vasıtasıyla Trabzon-Rum İmparatorluğu ile temasa geçmiş ve David’in bayrağı altında toplanmayı değil, tıpkı Uzun Haşan gibi, Batıh, kudretli müttefikler kazanmak hususunda, Kom- nenos hânedanı azâlarının Hıristiyan âleminde göreceği alâkadan faydalanmayı düşünmüş olabilirler.
Mektupta ayrı ayrı adları zikredilen Gürcü prenslerinin ise, hiç şüphesiz Trabzon’un muhtemel istilâsından sonra karşılaşacakları tehlikeyi [34] gözönünc alarak hem geopolitik şartlar, hem de dinî yakınlık sebebiyle David ile işbirliğine karar vermiş olmaları muhtemeldir.
Bu hususta, 1458 yılında Gürcistan’a şiddetli bir akın yapan Uzun Haşan ve dolayısıyla mahmîsi ile iyi geçinmek endişesi de etkili olmuş sayılabilir.
Bu arada, oldukça mübalâğa edilmekle beraber, hayalperest Minorit râhibi Bologna’lı Ludovico’nun faaliyetinin de hayli önemli bir rol oynadığı muhakkaktır. Papa V. Nikolaus ve III. Calixtus tarafından doğu ülkelerine bu arada İran ve Gürcistan’a gönderilen Ludovico, Roma’da Fatih’e karşı Haçlı seferleri tertibi için uğraşıldığı bir sırada doğuyu çok iyi tanıyan mühim bir şahsiyet olarak hürmet ve itibar görüyordu. II. Pius da papalığa seçilişinden (Ağustos 1458) az sonra, onu yine doğuya gönderdi[35]. Papa’dan 4 Ekim 1458 tarihli “Creditiv” alarak yola çıkan Ludovico, anlaşıldığına göre, Trabzon, Gürcistan, Karaman ve Uzun Hasan’ı ziyaret etmiş, bilhassa Gürcistan’da faaliyette bulunmuş ve hazırlanacak bir Haçlı seferi için Doğulu müttefikler aramıştı [36].
Onun 1460 yılında, David’in Burgondia Dükü Philippe’e yazdığı mektupta adı geçen kralların elçileri ile beraber, Roma’ya gelmesi bu faaliyetinin semeresiz kalmadığını göstermektedir. Bilhassa Gürcistan’da büyük bir itibar ve hürmet kazanan Ludovico’nun, hem bu ülkenin hükümdarları hem de David ve dolayısıyla müttefiki Uzun Haşan ile Batı arasında teması sağladığı görülüyor[37].
Sonuç olarak denebilir ki, David, Fatih’e karşı büyük bir “Doğu devletleri ittifakı” nın kurucusu ve lideri olmamış, sadece Ludovico’nun faaliyetine yardımcı durumuna geçerek, OsmanlIlardan korkan Müslüman- Türk hükümdarları ile Hıristiyanlar arasında aracı rolü oynamıştır.
İşte böylece ilk defa Fatih’in iktidara gelişinden sonra Trabzon, Uzun Hasan’ı da yanma alarak Osmanlı tehlikesine karşı Batı-Hıristiyan dünyası ile temasa geçmiştir. Filhakika Ludovico ile beraber 1460 yılında Roma’ya gelen doğu elçileri arasında [38] Uzun Hasan’ın da Mahumet (şüphesiz Mehmet) adını taşıyan bu elçinin bulunduğu görülmektedir. Ludovico’ nun rehberliği altında. Tuna üzerinden geçerek Macaristan yolu ile evvelâ Venedik’e gelen elçiler burada çok iyi karşılandılar. Hemen yollarına devam ederek Roma’ya vardılar.
Papa'nın huzuruna Çıkan bu elçiler[39], şüphesiz kolaylıkla yardım elde edebilmek için temsil ettikleri hükümdarlar adına ölçüsüz vaatlerde bulundular: Hıristiyanlar bir Haçlı ordusu kurarak Batıdan Osmanlılara karşı taaruza geçtikleri takdirde 100.000 kişilik bir kuvvetle yardıma hazır olduklarını bildirdiler. Pius, elçilere, harp ve ittifak plânlarının gerçekleşmesi için Burgondia Dükü Philippe'e başvurmalarım tavsiye etti[40]. Şahsen de kolaylık göstereceğini ve para yardımında bulunacağını bildirdi.
Ayrıca kendileri için Philippe’e bir tavsiye mektubu yazdı[41]. Ludo- vico’ya da elçilerle beraber Avrupa halkını kral ve prenslerini, üniversiteleri Haçlı seferine teşvik edebilmesi için yeni bir “Creditiv” verdi. Ludovi- co ve elçiler meşhur Kardinal Bessarion[42] ile birlikte hemen yola çıktılar. 1461 yılı Mayısında Brüksel'de Philippe’in huzuruna çıktılar. Trabzon elçisi, İmparator David’in Philippe’e yazdığı 22 Nisan 1459 tarihli mektubu sundu.
David bu mektubunda kendisi ile müttefiklerinin çıkarabileceği kuvvetten-Fallmerayer’in gösterdiği gibi- mübalâğa ile bahsediyor, OsmanlIlara karşı sefer açıldığı takdirde derhal Doğudan da harekete geçilebileceğini bildiriyordu.
Elçiler, tahta cülusundan (Temmuz 1461) az sonra Fransa kralı XI. Louis’yi de ziyaret ettiler. Fakat burada da pek fazla bir şey elde edemediler; sadece oldukça büyük miktarda para yardımı sağladılar. Az sonra yine Roma’ya uğrayarak yurtlarına döndüler[43].
Fakat bu sırada iş işten geçmiş ve David’in teşebbüsü fiilî hiçbir sonuç vermeden, Fatih Sultan Mehmet, Uzun Hasan’ın müdahalesini bertaraf ederek çoktan Trabzon’a sahip olmuştu (15 Ağustos 1461) [44].
Yukarıda görüldüğü üzere ağabeysi Kalo loannes’in siyasetine sâdık kalan David, Bizans kaynaklarının bildirdiğine göre[45], ilk iş olarak yeğeni Katherina’yı Diyarbakır’a göndermişti. Büyük bir merasimle karşılanan Prenses, Despina Hatun adını alarak, Uzun Hasan’la evlendikten sonra da dinini muhafaza etmiş, kısa zamanda Diyarbakır sarayında büyük bir nüfuz kazanmıştı[46].
Yine Bizans kaynaklarına göre[47] David, bu evlenme merasiminden sonra Uzun Hasan’a bir elçi göndermiş ve Osmanlılara ödenen haracın kaldırılması için Fatih Sultan Mehmet nezdindc teşebbüse geçmesini rica etmişti. Bunun üzerine, Uzun Haşan hemen İstanbul’a bir sefaret heyeti göndermişti (1459 yılında) [48]. Fatih’in huzuruna çıkan bu heyet David’ten haraç alınmamasını dilemiş, üstelik Timur’un ölümünden sonra Akkoyun lu sarayına gönderilmeyen eğer takımı, halı, seccade ve sarık gibi hediyelerin[49] toptan verilmesini, ayrıca Despina Hatun’un çeyizi olan Kapadokia bölgesinde hiçbir hak iddiasında bulunulmamasını istemişti.
Bu talepleri hayret ve hiddetle karşılayan Fatih Sultan Mehmet “Haydi siz rahatça gidiniz, gelecek sene ben kendim gelir, borcumu öderim” cevabını vermişti [50].
Osmanlı kaynaklan Bizans tarihçilerinin anlattığı bu olaylardan hiç bahsetmemektedirler. Yalnız Müneccimbaşı, ilk Gürcistan seferi bahsinde olduğu gibi büyük bir kronolojik hataya düşerek H.871 vekayii arasında Uzun Hasan’ın “Birader-zâdesi Murad Bey’i elçilikle Hakan-ı Rûm Ebu’l-Feth Sultan Mehmed Han hazretleri dergahına irsal ve Trabzon tekvürü kendüye harac-güzâr olmağla memlekete taarruzdan kef-i yed buyurmaların rica” ettiğini yazmaktadır[51]. Bunun müstakil bir Osmanh rivayeti olmadığı ve Ebû Bekr Tahrânî’den alındığı aşağıda görülecektir.
Şimdi Ebû Bekr Tahrânî’nin bu konuda yazdıklarını inceleyelim:
Tarihçimiz her nedense Katherina ile Uzun Hasan’ın evlenmelerinden hiç bahsetmemekte[52], buna mukabil Bizans tarihlerinde yer alan sefaret meselesi hakkında alâka çekici bilgi vermektedir.
Onun bildirdiğine göre Uzun Haşan Bey 863 (1459) yılı baharında Tercan Ovasına çıktığı sırada, “Trabzon sultanının kardeşi huzuruna gelmiş ve pek çok mal (hediye) getirmiştir”. Az sonra kışı geçirmek üzere Erzincan’a gelen Uzun Haşan “kardeşinin oğlu Murad Bey’i elçilikle Sultan-ı Rûm Mehmed b. Murad Han’a göndermiş, Trabzon’u kendisine verdiklerini ve cizye ödemeyi kabul ettiklerini bildirmiş ve bu sebeple Trabzon’a taaruz edilmemesini rica etmiştir. Fakat Osmanh hükümdarı “bu sözlere kulak asmamıştır” [53].
Bu kayıt, esas itibariyle Bizans tarihçilerinin ifadesini doğrulamakta ve açıklamaktadır:
a-Ebû Bekr Tahrânî’nin “Trabzon sultanının kardeşi” dediği kimse, şüphesiz Kalo toannes’in kardeşi David’tir. Onun 863 (1459) yılı baharında Uzun Hasan’ın yanına gelmesi, ya Katherina’nın getirilmesi veya Bizans tarihçilerinin elçi vasıtasıyla yaptığından bahsettikleri tavassut ricası içindir.
b-Uzun Hasan’ın İstanbul’a gönderdiği elçinin hareketi, Ebû Bekr Tahrânî’ye göre 1459 yazma rastlamaktadır. Bu bakımdan da kaynaklar arasında uygunluk vardır.
c-Bizans kaynaklarının, Katherina’nın çeyizi olarak Kapadokia’nın Uzun Hasan’a verildiği hususundaki ifadelerinin izini, Ebû Bekr Tahrânî’ye göre bu hükümdarın Fatih’e gönderdiği haberdeki “Trabzon râ- be-mâ dadend” ibaresinde bulmak mümkün olsa gerek. Buradaki Trabzon’dan şehrin değil, “Trabzon ülkesi”nin kastedildiği muhakkaktır.
d - Bizans kaynaklan ve Ebû Bekr Tahrânî elçinin veya elçilik heyetinin Fatih’ten olumsuz cevap alması hususunda da sözbirliği etmektedirler.
Fatih’in gelecek sene sefere çıkacağını ima eden ve Ebû Bekr Tahrâ- nî’de değil, Bizans kaynaklarında bulunan sözlerine gelince, bunların ne derece hakikati ifade ettiği biraz aşağıda incelenecektir.
Osmanlı tarihçileri Fatih’in Trabzon seferine çıkış sebeplerini anlatırken, Trabzon yolu üzerindeki Koylu-Hisar’ın [54] evvelce Hüseyin Bey admda bir hâkimi bulunduğunu, Uzun Hasan’ın bir av esnasında bu beyi yakalayarak kale kapısı önüne getirdiğini, halkı tehdid ederek içeriye girmeyi başardığını yazarlar [55]. Rivayete göre Hüseyin Bey “dâmen-i ikbâl-i padişâhî’ye (Fatih’e) tevessül eden erbâb-ı câhdan” idi[56]. Bu sebeple Fatih Sultan Mehmet Koylu-Hısar’ın Uzun Haşan tarafından zaptına çok kızmış ve Rum Beylerbeyi Hamza Bey’i bu kaleyi almaya memur etmiştir. Hamza Bey kaleyi kuşatmışsa da alamamış, fakat maiyetindeki askerlere civarı korkunç bir şekilde yağmalatmıştır. îşte bu olayın üstünden “bir nice yıl” [57] geçtikten sonra Fatih Sultan Mehmet Koylu-Hisar ve Trabzon fethine çıkmıştır.
Ebû Bekr Tahrânî ise bu konuda, şimdiye kadar tamamen meçhul kalan çok geniş tafsilat vermektedir. Ona göre:
Uzun H asan, İstanbul’a gönderdiği elçinin olumsuz cevap alması üzerine, hemen oğlu Uğurlu Mehmet’i Koylu-Hisar’ı zapt etmeye göndermiş, genç şehzâde de kısa zamanda bu işi başarmıştır. Bu arada ümerâdan Halil Tavacı’nın maiyetindeki kuvveder de Melet[58] kalesini sarmış, kaleyi ve etrafındaki yerleri yağmalayarak pek çok ganimet almışlardır[59]. 863/1459 yılı yaz ve sonbaharında cereyan ettiği anlaşılan bu olaylardan sonra Uzun Haşan kışlamak üzere Diyarbakır'a çekilmiştir (1459/1460 kışı).
Biraz sonra, kış olmasına rağmen, OsmanlIların 20.000 kişilik bir kuvvetle Koylu-Hisar’a yürüdükleri ve kaleyi kuşattıkları duyulmuştur. Bunun üzerine Uğurlu Mehmet Bey, yanındaki kuvvetlerle Karahisar’dan çıkmış, fakat Osmanlılaı karşısında dayanamayarak geri çekilmek zorunda kalmıştır. Buna rağmen Uzun Haşan, mevsim kış olduğu için herhangi bir teşebbüste bulunmamıştır. •
1460 baharında ise, evvelâ Siirt’i kuşatmaya gitmiş, fakat kuşatma esnasında kendisine Ostnanlı kuvvetlerinin yine harekete geçtiği haber verilmiştir. Bunun üzerine kuşatmayı bırakarak hemen Koylu-Hisar’a doğru yola çıkmış, fakat önce Yıldız dağı’na[60] gelmiştir. Osmanlı kuvvetleri, Uzun Hasan’ın bu bölgeye geldiğini duyunca dağılmışlardır[61].
Haşan Bey’in emriyle “galle-i Sivas” yani Sivas bölgesinde bulunan bütün yiyecek maddeleri ele geçirilerek Koylu-Hisar’a getirilmiştir. Sivas’ tan Koylu-Hisar’a çıkılırken “Pambuhlu” (Pamuklu) mevkiinde Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah’ın elçisi gelmiş ve bir kılıç ile çeşitli hediyeler sunmuştur. Bundan sonra Tarmuh’ta (Tarmık yaylası) “ordu-yı hümâyun”a ulaşan Uzun Haşan, bütün Akkoyunlu ulusu ile beraber (bâ tamâm-ı ulus), Osmanlı kuvvetleri üzerine yürüyüşe geçmiştir.
Tam bu sırada Fatih Sultan Mehmet, sulh arzusuyla “Muş Ali” adında bir elçi göndermiştir. Fakat elçinin gelişinden az önce Uzun Haşan da Emîr-i ahur Kasım’ı, Emîr-oğlu Haşan ve bazı nökerler ile birlikte Osmanh topraklarına akma yollamıştır. Bunlar etrafı geniş ölçüde yağmalamışlar, dönüşte bir yerde (der mahallî) dinlenmek için kaldıkları sırada ansızın bir Osmanlı birliğinin baskınına uğramışlardır. Fakat yapılan çarpışmada Akkoyunlular bilhassa Emîr-i ahur Kasım, Hüseyin İbrahim ve Pîr Ali büyük bir kahramanlık göstermişler, az oldukları halde Osmanlıları yenerek epeyce esir almışlardır. Uzun Haşan yanma getirilen bu esirleri serbest bırakmış ve Osmanlı elçisini “büyük emirlerinden birisi” olan Hurşid Bey’in refakatinde Fatih Mehmet’e göndermiş, “Trabzon ve civarındaki kalelerle ilgili taleplerini” bildirmiştir. Fatih Mehmet de bu talepleri kabul etmiş, ümerâsına haber göndererek Trabzon topraklarına saldırmamalarını ve bu bölgeyi Uzun Hasan’ın adamlarına bırakmalarını söylemiştir. îki taraf arasındaki bu anlaşmadan sonra Uzun Haşan, Erzincan ovası’na buradan da kış yaklaştığı için (1460/1461 kışı) Rakka kışlağına çekilmiştir[62].
Osmanh ve Bizans kaynaklarının ifadesi ile Ebû Bekr Tahrânî’nin verdiği bu bilgileri karşılaştıracak olursak:
a - Kalo-toannes’in ölümünden sonra David’in başvurusu üzerine Uzun Hasan’ın İstanbul'a elçi göndermesi hususunda Bizans kaynaklan ile Ebû Bekr Tahrânî arasında tam bir uygunluk bulunduğunu,
b-Osmanh tarihlerinde Trabzon seferinden “bir nice yıl” önce cereyan ettiği bildirilen ve sarih olarak kronolojisi verilmeyen hadiselerin, yani Uzun Hasan’ın Koylu-Hisar’ı zaptının ve Hamza Bey’in teşebbüslerinin 863/1459 yaz sonu ile 864/1460 yazı arasında cereyan ettiğini,
c- Koylu-Hisar’ın zapt eden şahıs ve zapt ediliş şekli bakımından Osmanh tarihçileri ile Ebû Bekr Tahrânî arasında fark bulunduğunu,
d-Osmanh tarihlerinde Hamza Bey’in kumandasında yapıldığı yazılan hücumu, Ebû Bekr Tahrânî’nin de doğruladığını, bu hücumun ona göre 1459/1460 kışında OsmanlIların 20.000 kişi ile giriştiği Koylu-Hisar kuşatması ile birleştirilebileceğini, fakat Osmanh kuvvetlerinin Ebû Bekr Tahrânî tarafından 20.000 olarak bildirilmesinde, her halde Uğurlu Mehmet’in başarısızlığını mazur gösterme endişesinin âmil olduğunu,
e-Trabzon seferi öncesi çarpışmalar hakkında ancak Ebû Bekr Tahrânî vasıtasıyla bilgi edinebildiğimizi, yalnız Enveri’nin Trabzon seferinin sebeplerine kısaca temas ederken [63] .
Gelûben Sivas’a ol Uzun Haşan
Zulm kılmış kala mı o anda esen
beyti ile Uzun Hasan’ın Sivas bölgesine yaptığı akını doğruladığını,
f-1460 baharında Fatih’in iki taraf arasındaki çarpışmaları durdurmak için elçi göndermesinin ve Uzun Hasan’ın kendi elçisi vasıtasıyla bildirdiği isteklerini -tabiî geçici bir zaman için-kabul eder görünmesinin normal karşılanabileceğini, çünkü tam o sıralarda Mora seferine çıkmak üzere bulunduğunu [64] görürüz;
Fatih Sultan Mehmet, Mora-Rum despotluklarının hâkimiyetine son verdikten ve Napoli kralı V. Alfons’un ölümü üzerine durumu güçleşen Arnavut İskender Bey ile sulh yaptıktan sonra[65] 1461 yılı kışında serbest kalmış, baharda Trabzon’a doğru sefere çıkmak için hazırlıklara başlamıştı.
Genellikle Osmanh kaynaklarında, Fatih Sultan Mehmet’in bu sefere çıkmaktaki maksadı Sadr-ı â’zam Mahmud Paşa’ya hitaben söylediği: “Bu benim hatırımda bir nice nesneler vardır, ânı umarım ki ben zaîfe Allah müyesser eyliye; biri bu kim şol îsfendiyar-oğlu denilen olduğu Kastamonudur, biri dahî Koylu-Hisar’dır ve biri dahî Trabzondur ve bunlar benim huzurumu giderir, dâimâ bunlar benim hayâlimden çıkmaz”[66] cümleleriyle izah edilir.
Buna göre Fâtih’in Trabzon seferine çıkarken Koylu-Hisar’ı da zaptetmeyi düşündüğü, dolayısıyla Uzun Haşan ile muhtemel bir çarpışmayı göze aldığı anlaşılmaktadır.
Kemal paşa-zâde ise, Sinop fethini anlattıktan sonra Koylu-Hisar’dan bahsederken “bu seferdeki kavline kolay geldi, yol ol yere yakın uğradı; doğrulub üzerine vardı” demekte[67], böylece kalenin zaptına sefere çıktıktan sonra, Trabzon yolunda iken karar verildiğini bildirmektedir.
Bizans kaynakları da bu konuda Osmanlı kaynaklarına uygun bilgi vermekte, Msl. Dukas, Fatih’in bir yıl önce Akkoyunlu elçilerine söylediği tehdidkâr cümleleri nakletmek suretiyle, bu seferde Uzun Hasan’ın da hedef tutulduğunu zımnen ifade etmekte, Kritovulos ise, David, Uzun Haşan ve Gürcü (îberia) hükümdarı ile anlaşarak haraç vermemeye ve aradaki anlaşmayı bozmaya teşebbüs edince, hükümdarın aleyhindeki bu tertibin önünü almak maksadıyla onlara (yalnız Trabzon’a değil) karşı sefere çıkmaya karar verdiğini yazmaktadır[68].
Trabzon-Fatih-Uzun Haşan mücadelesinin genel gidişi bakımından bu nokta üzerinde dikkatle durmamız ve Fatih’in Trabzon’a doğru yürürken onun müttefiki Uzun Hasan’ı da te’dip etmek niyetinde olup olmadığını, iki taraf arasında baş gösteren çarpışmalarda ilk teşebbüs ve tecavüzün kimden geldiğini incelememiz gerekmektedir.
Şimdiye kadar, genellikle, seferin başından beri Fatih’in teşebbüsü elinde bulundurduğu, Sinop’tan Trabzon’a giderken, önceden verilmiş bir kararla Akkoyunlu topraklarına girdiği kabul edilmiştir[69]. Halbuki önemli bir belge bu konuda bizi biraz daha ihtiyatlı olmaya sevketmektedir.
Feridun Bey Münşeâtı’nda “Cennet-mekân Ebu’l-Feth Sultan Mehmed Han-ı Gazi hazretleri dergâhına îran şahı Cihanşah Mirza'nın Bağdad’ı zabt ve istilâsında takdim etmiş olduğu nâme” başlığı altında bir mektup[70] ve buna Fatih’in verdiği uzunca bir cevab[71] bulunmaktadır. Birçok bakımdan önemli olan ve her nedense şimdiye kadar Osmanlı tarihçileri tarafından faydalanılmayan bu mektubunda Fatih “Peder-i aziz” diye hitap ettiği Cihanşah’a evvelâ saltanatı boyunca gösterdiği faaliyeti anlatmakta, ilk defa babasının kendisine saltanatı “tefviz ettiğini”, son defa da (derîn defa-i uhrâ) onun vefatı üzerine tahta geçtiğini[72] söyledikten sonra, İstanbul fethini müteakip “mukateleden tegaful ve tekâsül olunmadığını” Mora ve Semendire’ye sefer yaptığını, kaleler aldığını bildirmektedir. İstanbul’a döndükten sonra da Üsküdar’a geçtiğini ve Tokat’a doğru yola çıktığını, Kastamonu hâkimi İsmail Bey’in isyan ederek, Sinop’a kapandığını, onun üzerine, veziri “Mubarizü’d-devle ve’d-din” Mahmut Paşa’yı gönderdiğini, neticede teslim olduğunu ve ordugâha (maasker-i zafer- makar) getirildiğini, Mahmut Paşa’nın iltimasıyla günahının affedildiğini yazmaktadır [73].
Bu cümlelerin ardından mektubun en önemli paragrafı gelmektedir.
“...Onun günâhını afvcttikten sonra Trabzon (ülkesi) kafalarının fethine azmettik. (Bu kal’alar) Akkoyunlu Haşan Bey’in ülkesine yakındır ve Haşan Bey onunla (Trabzon İmparatoru) karabet tesis etmiştir. O yerlerin, adı geçen nâbekâr ve meş’un kâfirlerden kurtarılmasının kolaylıkla müyesser olacağı ümid edilir”.
Bu paragraf, mektubun Sinop fethinden az sonra yazıldığını ve bunu müteakip Fatih’in Akkoyunlu ülkesine değil, Trabzon’a doğru harekete geçtiğini -en mevsûk şekilde- göstermektedir. Eğer Fatih, mektubunda adını zikrettiği Uzun Haşan ile çarpışmayı düşünmüş olsaydı bu konuda susması imkânsızdı. Çünkü mektup Cihanşah’a, yani Akkoyunlularm can düşmanına yazılmıştır. Cihanşah’a yazılan bir mektupta harp ilânını ve teveccüh edilen istikameti gizlemekten hiçbir fayda umulamazdı; bilâkis Uzun Hasan’ın arkadan da vurulması ümidiyle durumun bütün açıklığı ve tafsilâtıyla bildirilmesi gerekirdi.
Bu hususu tespit ettikten sonra Trabzon’a yapılan sefer esnasında Ak- koyunlularla Osmanhlar arasında cereyan eden olaylar hakkında çeşitli kaynaklarda verilen bilgileri inceleyelim:
Osmanh kaynaklarından Anonimler[74] ve Oruç Bey[75] grubu Uzun Hasan’dan hiç bahsetmeyerek Sinop’tan sonra Trabzon’un alındığını yazmakla iktifa eder, hatta Koylu-Hisar’m fethinden bile bahsetmez.
Neşrî-Aşık Paşa-zâde grubu [76] ise Fatih’in Koylu-Hisar’ı feth ettikten sonra Erzincan tarafına yürüdüğünü, bunun üzerine Uzun Hasan’ın annesi Sâre Hatun ve Çemişkezek Bey’i Şeyh Hasan’ı “be-gayet eyü armağanlar’’ ile elçi olarak gönderdiğini, "Bulgar yanında” buluşulduğunu, Fatih’in kendilerine hürmet ve itibar gösterdiğini yazar. Fatih ile Sâre Hatun arasındaki -mektep kitaplarına kadar geçen- malûm konuşmaları naklettikten sonra Trabzon’da ele geçen ganimetlerden pek çoğunu Sâre Hatun’a ve Şeyh Hasan’a verdiğini bildirir.
Neşri ve Aşık Paşa-zâde’nin verdiği bilgileri tekrarlayan Kemal Paşazâde, ayrıca Sâre Hatun’un sefere iştirak ettirilmesi üzerinde duruyor ve bunun sebebini şu satırlarla izah ediyor [77:]
"... Anı (bu) sefere bile alub gitmeden, icâzeti maslahatın te’hîr etmeden garaz, Türkmân’un ki şânları terk-i âmân, ahd u pey mân bilmez tâyifedür gadr ü mekrinden emin olmakdı; civarlarında olan diyâr, çeri seferden dönüp yerine gelince şerr ü şûrlarından beri olub huzûr bulmakdı...” diyor.
İdris-i Bitlisi ise [78], bu kaynaklardan ayrı bilgi vermektedir. Ona göre Trabzonlular Uzun Hasan’dan yardım istemişlerdir. Bunun üzerine Uzun Haşan Erzincan ve Kemah dağlarına çekilmiş, sık sık Osmanh kuvvetleri
üzerine akın yapmaya başlamıştır. Bu arada Gedik Ahmed Paşa kumandasındaki bir kısım Osmanlı kuvvetleri Erzincan yakınında, Munzur dağında Haşan Bey’in amcazadesi Hurşid Bey’in kurduğu pusuya düşmüştür. tki taraf arasında başlayan çarpışma Gedik Ahmed Paşa kuvvetlerinin galebesiyle sona ermiştir. Fatih Sultan Mehmet bunu haber alınca kızmış ve Uzun Hasan’ın üzerine yürümeye karar vermiştir. Korkuya düşen Uzun Haşan hemen annesini göndermiş, Mahmut Paşa’nın tavassutu ile Osmanlı hükümdarı teskin edilmiştir. Fatih de bir elçi göndermiş ve Uzun Hasan’ın sefere bizzat iştirak etmesine bazı maniler çıktığı anlaşıldığından Sâre Hatun'u sefer sonuna kadar yanında bulunduracağını bildirmiştir[79].
Dursun Bey [80], Sinop fethinden sonra Uzun Hasan’ın ülkesine doğru yürüyüşe çıkıldığını, Koylu-Hisar’ın ele geçirildiğini, Erzincan’a yakın Yassı-Çimen yaylağına gelindiğini,ertesi gün Erzincan ovasına inmeye hazırlandığım, tam bu sırada Uzun Hasan’ın annesini “bir nice mu’temedleriyle” o gece gönderdiğini, bunların geceleyin Mahmut Paşa ile buluşup “istişfâ’idüp eline ayağına” düştüklerini, Paşanın da durumu Fatih’e bildirdiğini, Fatih’in Uzun Hasan’ı affettiğini, fakat Uzun Haşan “sevâb-ı gazadan ve avâtıf-ı husrevâ-neden behremend” olmadığına göre validesi kendi yanında kalmasını istediğini, bunun üzerine Trabzon’a yürüyüşe çıkıldığını yazmaktadır.
Enverî ise [81], Koylu-Hisar’ın fethinden sonra Uzun Hasan’dan “hâr ve zâr” bir elçinin geldiğini, bu elçi dönerken ardından “3.000 erle” Hamza Bey’in de gittiğini, Uzun Hasan’ın Munzur dağında olduğunu tahkik ettiğini, fakat Uzun Hasan’ın bir şey yapamadığını ve anasını elçi olarak gönderdiğini söylüyor.
Hacı Halil-i Konevî ve Meâlî’de hiç tafsilat bulunmamaktadır[82].
Bizans kaynaklarından en ayrıntılı bilgi verdiği anlaşılan Kritovu- los[83], Fatih’in Trabzon üzerine yürüdüğünü duyan Uzun Hasan’ın Osmanlı ordusunun hareketine mani olmak için askerlerini topladığını ve “Taurus” dağı boğazlarına geldiğini, Fatih’in bu durumdan haberdar olunca Uzun Hasan’ın hükümet merkezi Tigranokerta’ya [84] ulaşan sarp yolu
takibe başladığını, Mahmut Paşa’yı önden göndererek stratejik bakımdan mühim olan tepe ve boğazları tutturduğunu, yollan tesviye ettirdiğini söyledikten sonra yürüyüş nizâmı hakkında geniş tâfsilat veriyor. 17 gün zarfında dağlık bölgeyi geçen Fatih’in nihayet ovaya inerek Tigranokerta yanında ordugâh kurduğunu, bunu duyan Haşan Bey’in hayret ve dehşete düştüğünü, annesini pek çok hediye ile elçi olarak gönderdiğini ve af dilediğini, Fatih’in bu talebi kabul etmekle beraber elçiyi sefer sonuna kadar yanında alıkoyduğunu yazmaktadır.
Chalkokondyles de Sâre Hatun'un sefaretine uzun cümleler ayırarak Fatih ile olan konuşmalarını nakletmektedir.
Fatih’in Trabzon seferi hakkında önemli kaynaklardan biri de meşhur Trabzonlu âlim Georgios Amiroutzes’in Kardinal Bessarion’a yazmış olduğu mektuptur[85]. G. Amiroutzes bu mektubunda Sinop’un düşmesinden sonra donanmanın Trabzon’a, Fatih Sultan Mehmet'in de “Kapadokia ve Mesopotamya hükümdan”nın (yani Uzun Hasan’ın) memleketine doğru yola çıktığını, onun evvelâ buna inanmadığım, fakat durumu yakından görünce şaşırıp kaldığını yazmakta, kendi kuvvetlerini zayıf bulduğundan muharebeye cesaret edemediğini, topraklarını boşaltarak geri çekildiğini ve ancak küçük çarpışmalara giriştiğini bildirdikten sonra, bu durumda Trabzon’u kolayca ele geçirebileceğini gören Fatih’in memnun olduğunu söyleyerek Trabzon kuşatmasını anlatmaya başlıyor.
Çeşitli kaynakların verdiği bilgilere kısaca işaret ettikten sonra, şimdi de Ebû Bekr Tahrânî’nin ifadesini özetleyelim[86]:
“Uzun Haşan Rakka kışlağında iken Cihanşah’ın elçisi gelmiş ve iki taraf arasında sulh yeniden tekid edilmiştir. Biraz sonra Fatih’in “Diyar-ı Ermen”e doğru sefere çıktığı duyulmuştur. Bunun üzerine Uzun Haşan hemen harp hazırlığına başlamış ve etraftan asker toplamıştır. Kastamonu’nun fethi ve İsmail Bey’in hapsedildiği işitilince, bütün Akkoyunlu kuvvetleri, Osmanlı sultanının Diyarbakır’a yürümekten vazgeçtiğini sanmışlar ve yerlerine dönmüşlerdir. Fakat biraz sonra onun yürüyüşe devam ettiği öğrenilmiştir. Uzun Haşan da yeniden kuvvetlerini toplamıştır.
Bu arada Sultan Mehmet Koylu-Hisar’ı muhasara etmiş, buradaki Akkoyunlu darugası Yâr Ali Bey, ahaliye bir zarar gelmemesi için "ahd u misak” ile kaleyi teslim etmiştir. Bundan sonra Osmanlı ordusu Erzincan’a doğru yürümüştür. Akkoyunlular Uruın-Saray’a, Osmanhlar ise Yassı-Çimen’e konmuşlardır. Tam bu sırada Akkoyunlu karavulları Fatih Sultan Mehmet’in ertesi gün Erzincan ovasına ineceğini bildirmişlerdir. Bunun üzerine Uzun Haşan kendi adamlarından Yusuf, Mihmâd, Y'âr Ali, Emir Ömer Beyleri, Şehzade Halil’in nökerlerinden de Hamza ve Aziz’i 2.000 süvari ile Eşgird’de pusuya koymuştur. Kendisi de 2.000 süvari ile daha geride beklemiştir. OsmanlIlardan Dulkadir-oğlu Şehsuvar Bey, Ankara ve Bursa valileri (sancak beyleri) Selman ve Ferhad Beyler, 20.000 kişi ile Eşgird’e gelmişlerdir.Burada iki taraf arasında şiddetli bir muharebe başlamıştır. Muharebe esnasında Yusuf ve Mihmâd Beyler büyük yararlık göstermişlerdir. Mihmâd Bey Bursa sancak beyini attan düşürmeye ve esir almaya muvaffak olmuştur. Bu arada Osmanhların sancağı ele geçirilmiş ve parça parça edilmiştir. Böylece yenilen ve perişan olan Osmanh kuvvetleri Fatih’in ordugâhına dönmüşlerdir. Uzun Haşan Bey’in müdahalesine de lüzum kalmamıştır. Fatih de ümerâsının bu mağlubiyeti üzerine, arabaları için yolları düzelttirdiği halde geri çekilmeye karar vermiş ve Kelkit’e doğru hareket etmiştir. Bundan sonra bir elçi göndererek “Benim müslümanlarla ihtilâf ve niza’ım yok. Maksadım Trabzon gazâsına gitmektir” diye haber salmıştır. Uzun Haşan Bey Sakal-tutan yolundan ilerlemiş ve Osmanh ordusunun önünü kesmek istemiştir. Bu arada Akkoyunlu bahadırlan Osmanhlar üzerine müteferrik akınlar yapmaya ve esir almaya devam etmişlerdir. Fakat Uzun Haşan, Fatih’in niyetinin Trabzon’a girmek olduğunu duyunca askerlerini bu gibi hareketlerden menetmiştir. Sa- re Hatun, Mevlâna Ahmed ve diğer ulemâ, Fatih Sultan Mehmet bir İslam pâdişâhı olduğu ve gazâya gittiği için kendisiyle münazaaya girişmek şeriata mugayyirdir diye karar vermişler, sulh yapılmasının uygun düşeceğini ileri sürmüşlerdir. Fatih de yine elçi göndermiş, “Vâlide-i Sahib-kıran (Sâre Hatun) sulh için gelirse, karşılığında Trabzon’u bırakırım” demiştir. Bunun üzerine Uzun Haşan Sâre Hatun’u, Fatih de Kutlu-Şah oğlu’nu göndermiştir. Böylece arada barış sağlanmıştır.
Fakat Fatih sözünde durmamış, Trabzon’u fethe çıkmıştır. “Cebehâ- nesi ve ordugâhı boş kaldığı halde, sözüne sâdık kalan Uzun Haşan hiçbir taarruzda bulunmamış ve ordusunu toplayarak Gürcistan gazâsına çıkmıştır.”
Esas itibariyle Kitâb-ı Diyâr-ı Bekriyye’den faydalanmış olan Haşan Rumlu[87] ayrıca, Fatih’in Koylu-Hisar’ı zaptından sonra Uzun Hasan’ın 10.000 kişilik bir kuvvetle Kemah dağlarına çekildiğini, “etrâf ve cevâ- nib”dcn Osmanlı ordusuna saldırdığını, fakat Fatih’ten korktuğu için meydana çıkmadığını söylüyor; Ebû Bekr Tahrânî’nin bildirdiği savaşı anlatıyor; Yusuf Bey’in de Uzun Hasan’ın “birader-zâde”si yani meşhur Yusııfça Mirza olduğuna işaret ediyor. Savaş neticesinde 200 Osmanlı askerinin kati ve 60’ının da esir edildiğini, birkaç gün sonra da Haşan Bey’in Erzincan yakınındaki Munzur dağında, amca-zâdesi Hurşid Bey’i pusuya koyduğunu, fakat Gedik Ahmet Paşa’nm Hurşid Bey’i mağlup ettiğini söylüyor; bundan sonra Heşt Bihişt’in ifadesini aynen tekrarlıyor. Böylece onun Kitâb-ı Diyâr-ı Bekriyye’deki bilgi ile Osmanlı rivayetini birleştirmeye çalıştığı anlaşılıyor.
Şimdi bütün bu rivayetlerden bir sonuç çıkarmaya çalışalım:
a-Fatih’in Sinop’tan hareketi ânında Uzun Haşan ile ciddi bir çarpışmayı göze almadığı ve sadece Trabzon fethini düşündüğü, yukarıda incelediğimiz mektuptan anlaşılıyor.
b-Fatih bu mektupta Tokat’a tevveccüh ettiğini bildirmektedir. Filhakika Tokat, Trabzon’a giden yolların kavşak noktasıdır. Bu yollardan biri kuzeye, Niksar’a doğru uzanmakta Baş-Çiftlik mevkiinden az sonra iki kola ayrılmaktadır.
Bu kollardan birisi daha kuzeye kıvrılmakta ve Karadeniz kıyı yolu ile birleşmektedir. Diğer kol ise Koylu-Hisar üzerinden Erzurum’a, oradan Bayburt ve Trabzon’a uzanmaktadır.
İkinci yol, daha aşağıdan Kelkit vadisinden geçmekte, Koylu-Hisar’ın altından Erzincan ovasına gitmektedir. Bu yoldan ayrılan bir kol Şiran’ı ovaya bağlamaktadır. Şiran’dan da Trabzon’a çok sarp bir yoldan çıkmak kabildir[88].
Tokat’a gelen Fatih’in Uzun Hasan’ın Ebû Bekr Tahrânî’den tafsil edilen hazırlıklarını duymamış olması imkânsızdır. Bu sebeple hem Akkoyunlu kuvvetleri hakkında bir fikir edinmek, hem de arkasını emniyete almak için Koylu-Hisar’a yürümeye karar vermiş olsa gerektir. Koylu- Hisar’ın kolayca alınmasından sonra da ihtiyatla Kelkit vadisini takip etmiş, bir müddet sonra vadiden ayrılarak her halde Çimen dağlan üstünden Erzincan ovasına inmek istemiştir.
c-Uzun Haşan ise Cihanşah ve Ebû Said ile yaptığı kat’î neticeli savaşlarda, hatta Başkent (Otlukbeli) muharebesinde kullandığı tabiye ile. birden Osmanlı kuvvetlerinin önüne çıkmamış, hasmını büsbütün sarp ve dağlık bölgeye çekinceye kadar sadece keşif akıtılan yaptırmıştır.
d-Osmanlı Ordusu Yassı-Çimen’e gelip Çimen dağlarından Erzincan ovasına ineceği sırada Uzun Hasan’ın öncü kuvvetleri hücuma geçmişlerdir.
Ebû Bekr Tahranı tarafından tafsilâtla anlatılan bu hücumun OsmanlI kaynaklarında Hurşid Bey kumandasındaki kuvvetlerle yapıldığı bildirilen hücumdan başka olup olmadığı kat’î bir şekilde anlaşılamıyor.
Bunl arı ayrı ayrı zikreden Haşan Rumlu’nun ifadesi, Osmanlı ve Akkoyunlu rivayetini birleştirdiğinden, hususi bir değer taşımamaktadır.
İlk çarpışmadan sonra ikinci bir çarpışma, yani Gedik Ahmet-Hurşid çarpışması olsaydı, Ebû Bekr Tahranı bundan muhakkak bahsederdi kanaatmdayız. Her ne kadar Akkoyunluların mağlubiyetiyle bittiği için Uzun Hasan’ın saray tarihçisinin tarafgirlik yapacağı düşünülebilirse de, böyle bir düşünce Ebû Bekr I ahrânî için pek kolay vârid olamaz. Çünkü bu zât hakikata sadık kaldığını muhtelif vesilelerle göstermiştir. Meselâ daha yukarıda görüldüğü veçhile Şehzâde Uğurlu Mehmed’in Osmanlı kuvvetleri karşısında dayanamayıp geri çekildiğini açıkça yazmıştır.
Osmanlı kaynaklarında galibiyetle bittiği söylenen çarpışma Ebû Bekr Tahrânî’nin bahsettiği çarpışma ile bir kabul edilse de, yine Akkoyunlu tarihçisinin ifadesini esas almak daha doğru olur. Çünkü, Hurşid Bey çarpışmaya iştirak etseydi, çok geniş bilgi veren Ebû Bekr Tahrânî’nin bu zâttan bahsetmesi gerekirdi.
Ne olursa olsun, Trabzon seferi sırasında Akkoyunlularla Osmanlılar arasında ilk çarpışmanın Osmanlı kuvvetleri aleyhinde netice verdiği kolayca tahmin edilebilir. Çünkü Fatih bu çarpışmalardan sonra daha ihtiyatlı hareket etmiş ve Erzincan’a doğru yürüyüşten vaz geçerek kuzeye, Ebû Bekr Tahrânî’nin dediği gibi Kelkit’e doğru çıkmıştır.
Fatih, Uzun Haşan kuvvetlerini kolayca bertaraf etse veya edebileceğini umsaydı bu çok dağlık bölgeye girmez, Erzincan üzerinden geçtikten sonra Tercan ovasından kuzeye yönelebilirdi.
Halbuki bütün Osmanh ve Bizans kaynakları Trabzon’a gidilirken çok güçlük çekildiğini bildirmek suretiyle zımnen Ebû Bekr Tahrânî’yi doğrulamaktadırlar.
e-Ebû Bekr Tahrânî’nin iki tarafın da sulh arzusu izhar ettiği hususundaki ifadesi doğru görünmektedir. Çünkü gerek Fatih ve gerekse Uzun Haşan kat’î neticeli bir savaşa girişmeyi göze alamamışlar, karşılıklı olarak birbirlerinden çekinmişlerdir.
Ne Uzun Haşan, Fatih’i Trabzon fethinden vazgeçirmek için kat’î bir teşebbüste bulunmuş, ne de Fatih onu tamamiyle bertaraf etmeye çalışmıştır. Esasen Fatih için ilk hedef Trabzon’un fethidir.
f- Üstünlüğün Fatih’te kaldığı ve Uzun Hasan’ın “şefaat” dilediği hakkındaki Osmanlı rivayeti kolaylıkla kabul edilemez.
Çünkü Fatih’in bütün Trabzon seferi boyunca Uzun Hasan’dan korktuğu, onun arkadan yapabileceği bir taarruzdan çekindiği, -tbn Kemal’in çok güzel belirttiği gibi- adeta Sâre Hatun’u bir rehine olarak yanında bulundurmasından anlaşılıyor.
g- Ebû Bekr Tahrânî’nin Fatih’in “Sulh için Sâre Hatun gelirse Trabzon’dan vazgeçerim” dediği ve sonra sözünde durmadığı hakkında verdiği bilgi ihtiyatla karşılanmalıdır. Ona bakılırsa, Fatih, her halde Sare Hatun’u yanına aldıktan sonra, Uzun Hasan’a dirsek çevirmiştir.
Bununla beraber Fatih’in bazı şeyler vaad etmiş olması muhtemeldir. Çünkü Osmanlı kaynaklarında, fetihten sonra birçok malın Sâre Hatun’a verildiği kaydediliyor.
Sonuç olarak denilebilir ki: Uzun Haşan, Trabzon seferinde kendi menfaatlannı da ilgilendiren bölgelerde, bir rakip olarak Fatih’in karşısına çıkabileceğini göstermiş, fakat ilk teşebbüsü gerek Osmanlı kuvvetlerinin üstünlüğü ve gerekse Fatih’in zekâsı karşısında müsbet bir sonuç vermemiş ve Fatih’in kararlı politikası sonucu Trabzon-Rum İmparatorluğu tarih sahnesinden silinmiştir. Böylece Rum tebaası üzerinde kayıtsız şartsız otoritesini sağlayan Fatih, Anadolu’nun siyasî birliğini tamamlama yolunda önemli bir adım atmıştır. Ne var ki, Uzun Hasan’ın bu başarısızlığı onun geleceğe yönelik planlarını değiştirecek kadar önemli olmamıştır[89].