SALAVİLLE, SÉVÉRİEN ve EUGÈNE DALEGGIO, Karamanlidika, Bibliographie analytique d'ouvrages en langue turque imprimés en caractères grecs, III, 1866-1900, ( = Karamanlidika, yunan harfleri ile basılı türkçe kitapların açıklamalı bibliografyası, III. cilt, 1866-1900), Athènes (Atina) 1974, 347 sayfa. ΦΙΛΟΛΟΓΙΚΟΣ ΣΥΛΛΟΓΟΣ «ΠΑΡΝΑΣΣΟΣ». ΕΠΙΣΤΗΜΟΝΙΚΑI ΔΙΑΤΡΙΒΑΙ 4·
Türkçe konuşan fakat uzun süre yunan harflerini kullanmış "Karamanlı"ların yayınladıkları kitaplar üzerinde senelerden beri çalışmakta olan E. Dalleggio beklenen üçüncü cildi de yayınlamış bulunuyor. Bu araştırmaya beraber başladıkları S. Salaville bu arada ölmüş ise de, müellif mesâi arkadaşının ismini ihmâl etmemek kadirşinaslığını göstermiştir. İlk cildleri Atina’da ki Fransız Enstitüsü’ne bağlı Küçük Asya Cemiyeti tarafından yayınlanan bu kitabın, bu kez başka bir seride çıkmasına neden, müellifin adı geçen cemiyetden bir kaç sene evvel ayrılmasıdır. Yayınladığı zamandan beri bilim çevrelerince[1] olumlu karşılanan bu çaba, hristiyan Ortodoks mezhebinde olmakla beraber türkçeyi ayrı bir Anadolu şivesi ile konuşan, Anadolu’da Selçuklular devrinden beri varlığı bilinen ve İstanbul’un Fatih Sultan Mehmed II. tarafından yeniden imarı sırasında bir bölümü İstanbul ve Galata’da yerleştirilen bu zümrenin menşei hakkındaki sorunla, ayrıca Osmanlı arşiv belgelerinde “zimmiyan-ı karaman" veyayalnız "karamaniyan” tarzında geçen cemaatin Türk toplumundaki yeri hakkındaki görüşlere rehber olmaktadır.
Türk kültür tarihinin en az incelenen konularından birisi de, türkçenin yabancı diller ve kültürler üzerine yapmış olduğu etkidir. Asırlarca türk dünyası ile yakın ilişkisi bulunan hattâ iç içe yaşamış toplumların etki altında kalmamalarına olanak yoktur. Çok cepheli olan bu konunun, muhtelif bilim adamları tarafından ele alındığına şahit olmaktayız. Türkçeyi ister devletin zoru, ister çok sık temas ettikleri türk topluluklarının etkisi olsun, konuşmak zorunda kalan bazı zümreler arasında kendi alfabeleri ile türkçe metinler yazıldığı görülmektedir. En yaygını bilinen yunan ve ermeni harflerinden başlarsak, lâtin, gürcü, süryani hattâ kiril alfabesiyle yazılmış pek çok yadigâr[I] vardır. Yakın zamanda çıkmış bu kitap vesilesiyle çekiciliğini kaybetmeyen konuya bir kez daha eğildik.
Eserinin Atina Akademisi tarafından değerlendirme belgelerinin fotokopilerini verdikten sonra, Akademi Kütüphanesi müdürü Pamboukis’in yardımlarına teşekkürle başlayan Dalleggio, kendi gayreti ile bulduğu ve incelediği kitaplara ve kitaplıklardaki araştırmalarına sırası geldikçe değinmektedir. 320 sayfalık kısımda kitapların birinci sayfasının orjinal düzenleri verildikten sonra yaygın bir kültür dili olan fransızcaya çevirileri yapılmış, sonra içlerindeki önemli başlıkları sıraladıktan başka, düzenleyen çeşitli baskıları haber verdiği gibi, fazla detaya inmeden değerlendirilmesini yapmıştır.
Kitapların asıllarının görülüp incelenmesi, eseri ikinci bir kaynakdan alınırken yapılması muhtemel hatalardan korumuştur. Bununla beraber, bu konu üzerine dikkatlerini toplamış araştırıcılar her halde yeni kitaplar bulmaktadırlar. 323-329. sayfalar arasındaki listede kitapların eser içindeki sıra numaraları kısa başlıkları ile basıldıkları şehir gösterilmiş. En son kısmı (S. 331-347) kapsayan dizin çok yararlı bir düzende hazırlanmış.
Bu cildin kapsadığı 1860-1900 seneleri Türk-Yunan ilişkilerinin faal bir dönemidir. Siyasal yönü bir kenara bırakacak olursak, basılan eserlerin mahiyetlerinde değişiklikler de olmaktadır. Birinci cildin yayınından sonra tanıtma yazısı vesilesi ile bu konuya değinen Prof. S. Eyice[2] dindışı konudaki yayınların azlığına dikkati çekmişti. Bu devirde ise durum değişmekte kültür kitaplarının hatta hukuk ile ilgili kitapların çoğaldığını, bundan başka lügat kitabı yayınının da büyük ölçüde arttığını ilk bakışta görüyoruz. Hukuk kitaplarının kısa bir tasnifini verecek olursak; 16. Sayfada 158. numaralı kitap ΔΟϒΣΤΟϒΡ Γιάνι ΜΕΔΖΜΟϒΑΙ KABANINI ΔΕΒΛΕΤΙ ALITE ( = Düştür yâni Mecmua-i Kavanin-i Devlet-i Aliye) başlığı ile 1868 senesinde ΙΣΤΑΝΠΟΑ( = Istanbol)da 570 Sayfa olarak basılmış, ertesi sene ΔΟϒΣΤΟϒΡ ΒΙΑΑΓΙΕΤ ΝHΖΑΜΝΛΜΕΣΙ ( = Düstûr vilâyet nizâmnâmesi) 208 sayfa olarak gene Istanbul’da (bu kez ΔΕΡΙ ΣΑΑΔΕΤΔΕ = Der-i Saadetde); Ticaret Kanunu Şerhi 1871 senesinde 144 sayfa halinde (n. 170 S. 39) basılırken İdare-i umumiye-i Vilâyat nizâmnâmesi de gene 1871 de [112 Sayfa] basılmıştır (n. 171 S. 40). İlk iki cildin özelliği ινξέσου ( = İncesu)’dakî ‘Αγιος Δημητρηος ( = Aya Dimitri) kilisesinin malı iken şimdi Atina’da Akademi kitaplığında bulunması ve ilk Düstur’da Osmanlı Devletinden önemli tavizlerin koparıldığı Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun karamanlıca ile bir suretinin basılı olmasıdır.
Daha sonraları basılan hukukla ilgili bazı ciltlerden (n. 238 S. 167,n. 239 S. 168 vd.) sonra 1891 senesinde en mufassal Düstûr’un yayınladığı görülüyor. Asie Mineure cemiyetinde bayan Merlier’de bulunan nüsha 656. sayfaya kadar gelen eksik bir metindir ve derleyen başka bir nüsha görememiştir (n. 263 S. 205-207). Bu tip eserlerin Birinci Meşrutiyet’in ilânından sonra tasnif edilen ilk tertip Düstür’dan derlenmiş olma ihtimali bulunmaktadır (bk. Seyfettin Özeğe, Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Kataloğu, forma 20 [1972] S. 315). Bu cildin diğerlerine nisbetle daha geniş bir açıklaması yapılmıştır, başlığı: ΔΟϒΣΤΟϒΗ ΓIΑΝΙ ΔΕΒΛΕΤΙ ΟΣΜΑΝΙΓΕΝΙΝ KABANIN - Oϒ - NIZAMAT BE TAAAIMAT - Oϒ- TAARIΦATH BE EBAMIRI ΜΕΔΖΜΟϒΑΣHΔHR. ΔΖΙΛΔΙ ΕΒΒΕΛ, OϒM OϒRI ΜΟϒΛΚΙΓΕΓΕ ΜΟϒΤΕΑΛΛΙΚ KABANIN BE NIZAMAT ( = Düstur yâni Devlet-i Osmaniyenin kavanin-u-nizamat ve tâlimat-u tarifait ve evâmiri mecmuasıdır. Cild-i evvel, umûr-ı mülkiyeye müteallik kavanin ve nizamat). Pek çok kitabın yayınının hazırlandığı Anadolu gazetesi matbaasında basılmıştır.
Bu tertib cildlerin hazırlanmasında para yardımı yaparak katkıda bulunanların da isimleri sırası geldikçe kaydedilmektedir. Hukuk Mektebi mezun ve mensupları arasında sayıları çoğaldığı anlaşılan Karamanlı aydınların ihtiyaçlarını karşılamak üzere çok sayıda hukuk kitabının ilgililer tarafından hazırlandığı tahmin olunabilir.
Dikkati çeken yönlerden birisi de lügatlerin çoğalmasıdır. Yunan harfli kitap basımında, matbaacılığın ilk devirlerinden beri çok ilerde bulunan Venedik şehrinde 1804 tarihinde basılmış Türkçe-Yunanca lügatin yeni basımları da bu sürede iki kez gene Venedik ( = βηνηtια) şehrinde gerçekleştirildi. 1873 tarihinde A. Kostantinidi tarafından hazırlanan kırk sayfalık lügatden başka, M. Levidi’nin 1888 senesinde basılmış 300 sayfalık Yunanca - Türkçe lügatinin önsözü fransızcaya çevrilmiştir (n. 250 S. 184-186). Anadolu içerlerinde yunanlılarca girişilen kültür faaliyeti hakkında yeterince fikir veren bu kısımdan sonra diğerlerine geçebiliriz. Miliopulos’un Türkçe-Yunanca lügati’nin (n. 295 S. 253) karamanlıca olup olmadığına dair bir kayıt bulunmamaktadır. T. Ktena tarafından İzmir kentinde yayınlanan iki ciltlik ve 1344 sayfa tutan lügatin (n, 307 S. 273 vd) Karamanlılar tarafından da kolayca kullanılabilmesi için arap harflerinin yunan harflerine göre bir çeviri- yazısı yapılmış. Yunan okullarında öğrenim gören öğrencilerin kullanması için hazırlanan N. Elefteriadis’in lügati 1898 senesinde İstanbul’da yayınlanmıştır (n. 323 S. 304). Türkçe-Yunanca lügatler arasında ilk akla gelen isim daima Khloru’nunkidir. 1899 senesinde İstanbul’ da iki büyük cilt olarak basılan bu çok değerli eser ciddî bilim adamları tarafından Osmanlıca okunuşlar ve bazı izahları nedeniyle sık sık kullanılır. Osmanlı diline ve edebiyatına selâhiyetle vukufu olduğu anlaşılan bu zatın daha başka eserleri de vardır. Çoğunlukla Dalleggio tarafından derlendiği için sonraki çalışmaları bir hayli kolaylaştıracaktır. [Γραμμαtıkη ( = Grammatike) si 1890’da yayınlanmış (n. 243 S. 173), ayrıca 1891 ve 1895 senelerinde de yeni birer yayınları yapılmış].
Yunanca - Türkçe lügat denilince de ilk akla gelen isim de Panayotidis’dir. 1897 senesinde yayınlanan 2048 sayfalık Kamus’un özellikleri arasında coğrafî bir sözlüğe sahip olması gösterilebilir. Khloru’nun ki ile birlikte kapsadıkları ekler nedeniyle bugün bile kullanışlı ve bilimsel araştırmalara yol gösterici değerde bulunmaktadır.
Bu konulardan sonra Türk kültürüne dair bazı noktalara değinebiliriz. Köroğlu hakkında kitabın bulunması ilgimizi çeker (n. 176 S. 49 vd). Bu hikâye ilk kez ermeniceden λισάνη ρουμιγιε ( = lisan-ı rumiye) çevrilmiş. Ermeni harfleri ile türkçe yazılmış bu hikâyenin, P.N. Boratav tarafından İncelenen kısımlarına değinen Dalleggio (S. 50), 1890 senesinde Atina şehrinde yapılmış ikinci baskı ile karşılaştırma yapıyor, (n. 257 S. 195 vd). Türk halk hikâyeciliğinin diğer toplamlara etkisini kanıtlamak yönünden örnek olan Şah İsmail, Aşık Garib, Nasreddin Hoca Hikâyeleri gibi konular kültür etkimize yol göstermektedir.
Böyle bir halk hikâyesi faslından sonra Ανζτολ τοuρkıλeρı ( = Anadol türküleri) adlı kitap karşımıza çıkıyor. Eserin derleyicisi (Μουσανιφι = musannifi) Zincirdereli Stavros Stavridis’dir. 1896 senesinde. İstanbul’da basılmış. 140 sayfa tutan eserin önsözü fransızcaya çevrilerek kitaba konulmuş. Dalleggio özel olarak bu gördüğü bu kitabın şimdi hangi önemli bir kitaplıkda bulunduğunu kaydetmiyor. 123 tane olan türkülerden ne yazık ki ancak dört mısra örnek olarak verildiğinden, Anadolu türk folkloru ile bir karşılaştırma yapamıyoruz. Aynen kopya etmekte bir mahzur görmediğim bu mısralar bir hasreti dile getirmektedir. [S. 266 vd]
ΙΙıρέρ πιρέρ σαϊδήμδα γεδΐ γιλ όλδή
Τιϰδιγίν φιδανλάρ μείβαγιά δουρδή
Σενίν ίλέ ϰιδενλέρ χσιλαγια δανδή
Ίσταμπδλ γιολουνά διϰδίμ ϰιοζουμή
Çeviriyazısı : Birer birer saydımda yedi yıl oldu,
Dikdiğin fidanlar meyvaya durdu,
Senin ile gidenler sılaya döndü
İstanbul yoluna dikdim gözümü.
Karamanlıca kitapların yanısıra, türkçe bilmiyenler veya ilerletmek isteyenlere göre hazırlanmış bazı klavuz kitapların da (n. 196 S. 92 vd) listeye alınmasını yadırgamakla beraber, yararlı olduklarına şüphe yoktur. Bu arada Kitab-ı Mukaddes Şirketi’nin yayın katalogu da bu kitaba dahil edilmiştir (n. 217 ve 254). Bu cemiyetin senelerden beri İncil ve İncil’den seçilmiş parçalara göre yaptığı yayınlar arasında karamanlıca olanlar da az değildir. Amerikalı misyonerlerin, XVI. ve XVII. asırlarda İtalyan menşeli misyonerlerin başlatıp yürüttükleri, sonraki asırlarda da fransız menşeli katolik misyonerlerin devam ettirdiği Anadolu içerlerindeki rum ve ermeni topluluklar üzerinde giriştiği kültür faaliyetine okullar kurup sürdürdükleri çabaların ürünleri olarak, bu iki topluluğun konuştuğu türkçeye uygun rum ve ermeni harflerinde dinsel kitaplar yanında dinsel olmayanlar da titizlikle memleketimiz içerlerinde dağıttıklarını bilmekteyiz. Bugün çoğu kapatılmış olan amerikan misyoner okullarından başka İstanbul-Bağdat Demiryolu’nun yapımı sırasında alman misyonerler tarafından da açılmış bazı okullar vardı. Bugün de muhtelif dillerle lehçelerde İncil basımları halen faal olan aynı şirket tarafından yapılmaktadır.
Roman çevirileri de yapılmakta ve karamanlıca yayınlanmakta, Monte Cristo (n. 212 S. 116 vd.) romanından başka Xavier de Montepin de yayın hayatında görülmekle (bk. fihrist ve n. 291 S. 247 vd). Ermeni harfleri ile de yapılmış çeviri roman az değildi (bk. İsmail Habib, Avrupa Edebiyatı ve Biz, türlü yerler).
Dalleggio birer birer incelediği kitaplar arasında rastladığı bazı özel notlara da değinmiş. Şahıs isimlerine de özel bir titizlik göstermiş ve isimlerin kökenlerini ayrı ayrı sıralıyarak çevirilerini de vermiştir. Basımevleri de ihmal etmediği kayıtlar arasında bulunmaktadır (fihristdeki Imprimeries [S. 338 ab] kısmı).
Karamanlıların menşei üzerindeki tartışmalar daha bir süre devam edeceğe benzemektedir. Bazı çevrelerce türkçe konuşmağa mecbur bırakıldıkları, karşı bir görüşle de, türkçe konuşmasını unutmamış hristiyan türkler oldukları ileri sürülen bu topluluklar hakkında yalnız özel isimlere bakmakla kesin bir fikir ileri sürülebilir mi? Zaman zaman gelişen bazı akımların etkisi olamaz mı? Prof. Faruk Sümer sayı üstünlüğünde olan türk toplumu içinde orta, güney ve batı Anadolu’daki hristiyan kavimlerin kendi öz dillerini unuttuklarını ve türkçenin etkisi altında kaldıklarını ileri sürmektedir (Belleten XXVI/96 (1960) S. 575 vd.). Şeriyye Sicilleri[3] Tahrir Defterleri[4] ve üzerinde yapılan araştırmalara göre özel isimler ve konuştukları dil itibariyle türk oldukları üzerinde duran bilim adamlarımız vardır. Selçuklu’lar devrinde de bazı köylerde hristiyan dininde olmakla beraber isimlerin türkçe oluşu dikkati çekmişti[5]. Bunlar kendilerini ve görüyorlardı? Gene bay Dalleggio’nun kopya ettiği bir kıtayı aynen buraya alıyorum. (S. 270)
Κέρτςι Ράύμ ίσέϰδε ρουμδζα ΙΙιλμέζ τούρκδζε σοίλέριζ,
Νέ τομρϰδξε γιαζάρ δϰούρουζ νέδε ρουμδζα σοίλεσιξ
Οίλέ πίρ μαχλούδη χάττη ταριϰατημήζ βάρδηρ Χουρουφουμήζ Γυιονανίδςε τούρϰδζε μεράμ έϊλέριζ
Çeviriyazısı:
Gerçi rum isekde rumca bilmez türkçe söyleriz
Ne türkçe yazar okuruz ne de rumca söyleriz
Öyle bir mahludi hattı tarikatımız vardır
Hurufumuz yonanice türkçe meram eyleriz.
[Not. Burada türkçe yazmak herhalde arap harfleri kullanmak anlamına gelmektedir].
Kendilerini en iyi şekilde anlatacak başka bir örnek zannederim ki çok zor bulunur. XVI. asrın ortalarında İstanbul’da bulunan bir alman gezgine göre karamanlılar kendilerine ayrılan bir kilisede ibadetlerini türkçe yapıyorlardı[6]. Buna benzer bir müşahedeyi XV. asrın sonlarında Fatih Sultan Mehmed’in oğlu Şehzade Mustafa’nın maiyetinde Konya’da bulunan İtalyan maceraperest Angiolello da hissetmişti. Memleketine döndükten sonra kaleme aldığı tarihinde Konya’nın Meram bölgesinde yaşayan Ortodoksların türkçeyi ibadet dili kullandıklarını ve kitaplarının arap harfleri ile yazılı türkçe olduğunu görmüştü[7]. Şimdiye kadar türk araştırıcıların galiba gözünden kaçan bu kayıt değiştirilerek kullanılmak istenmiştir. Harflerimizi bile kabul ettirdiğimize dair başka belgeler ele geçebilir mi? Romanya toprakları dahilinde yaşayan bir kısım karamanlıların kitapları için de yakın bir geçmişte araştırma yapılmıştır[8]. Türk Kurtuluş Savaşı sırasında türk oldukları savı ile Anadolu’lu Ortodoksları Fener Ortodoks Patrikhanesinden ayrı bir kilisede toplamaya kalkışan Papa Eftim’in teşebbüsü olumlu bir sonuca ulaşamadı. Zira Lozan Andlaşmasına konan ek bir protokol “Rum ve Türk Ahalinin Mübadelesine Dair Mukavelenâme” başlığı altında Türkiye ve Yunanistan delegeleri tarafından hazırlanıp Lozan’da 30 Kânun-u Sâni 1923’de üç nüsha imza edilmiş. 19 maddelik bu protokol “Türk arazisinde mütemekkin rum ortodoks dininde bulunan türk tabasını” mübadeleye tâbi tuttuğu için hangi menşeden geldiklerine dair bir ayırım yapılmadan, bir milyona yakın olduğu tahmin edilen ahali karşılıklı mübadele edilmiştir. Bugün Papa Eftim II’nin ruhani reisliğinde bulunan bu kilise şimdi az bir cemaate sahiptir[9].
Daha devam edeceğini tahmin ettiğimiz bu kataloğun biran önce bitirilmesini beklemekteyiz. Çünkü 1900 senesinden sonra Anadolu içerlerine gelmek için faaliyetlerini yoğunlaştıran Yunanlıların, yeni bir çok malzeme meydana getirmiş olmaları doğaldır. Geçen asır başlarında batı ve orta Anadolu içerlerinde gezerek gördüklerini kaleme alan gezginlerle araştırıcılar yeni konular ortaya koymuşlardır. Sürekli propoganda sonucu geliştirilen Batı Anadoluyu Yunanistan’a katma arzusu, Türk ulusal şuuru karşısında bir daha uyanmamak üzere söndürülmüştür. Anadolu topraklarını terke davet edilenler, yeni vatanlarına yabancı kalmakta ve eski doğdukları toprakları sık sık anmaktadırlar. Türkiye’den giden ziyaretçiler eski Anadolu hristiyanlarının topluca yaşadıkları yerleri gezdikleri zaman, kendilerini bir Anadolu kasabasında hissederler. Daha mübadelenin ilk yıllarında yaptığı geziler sonunda izlenimlerini kaleme almış olan Y. N. Nayırdan[10] sonra belli başlı eser elimizde yoktur. Anadolululardan ise ayrıldıkları şehrin tarihlerini ve anılarını kaleme alanlar çoktur. Dilimize çevrilmiş olan bir tanesi bile[11] konunun hassaslığını ve bilim çevrelerine olduğu kadar geniş aydın çevrelerine de büyük iş düştüğünü göstermektedir. Son asırda devamlı tahrik edilerek bağlı bulundukları Anadolu topraklarında rahat bırakılmayan yerel hristiyanlar zorunlu göçlere yollanınca, beraberlerinde götürdükleri veya kaybettikleri servetlerinin yanında kaybolan işgücü yüzünden, Anadolu uzun zaman sarsıntılı bir dönem geçirdi. B. Lewis tarafından bir vatana gönderme değilde “iki sürgüne gönderme - Hıristiyan Türklerin Yunanistana, Müslüman Yunanlıların da Türkiye’ye gönderilme - olduğu” sonucuna varabilmesi için [bk. Modern Türkiye'nin Doğuşu, Ank. 1970, S. 352] daha pek çok malzeme gereklidir kanısındayız Buna neden olan dış devletleri bilmelerine rağmen nedense itiraf cesaretini kendilerinde bulamazlar. Bununla beraber devam etmesini beklediğimiz bilimsel çalışmalar, yerleşmiş bazı kanaatleri değiştirecektir. Yapılan araştırmaların hepsine burada eğilme olanağımız yoktur. Fakat gene bu sene içinde yayınlanmış bir tanesine değinmek istiyoruz[12]. Prof. Umar tarihsel olmamakla beraber bilimsel yöntemler ile yeni konulan işlemiştir. Dört bölüm halinde ele alınan İzmir’in işgal ve kurtulma süresi zarfında uğradığı zararlar derli toplu sonuçlandırılmıştır. İzmir’in işgali Anadolu’da büyük bir kızgınlık uyandırmış, yer yer yapılan toplantılar ve gösteriler sonunda bu davranış ulusal bütünleşmeyi sağlamıştır, önemli daha bazı yayınların kitaba katılmasını beklerdik. İzmir kentimizin kurtuluşu da ayrı bir simge olarak devrim tarihimizde yer almaktadır. İki toplumun ilişkisine dair aydın zümrelerde bile pek az bilinen kelime alışverişine Prof. Umar’ın değinmesi çok yerindedir. Bu konuda yapılmış araştırmalardan haberdar olmaması kusur sayılamaz[13]. Türk-Yunan sözcüklerini karşılaştırdığı sayfaları daha sağlam olabilirdi (S. 28 vd).
Dalleggio kitap muhtevalarından daha bol örnekler verirse, kitapların aslını bulmakta zorluk çeken araştırıcılara bir çok faydalı malzemeler vermiş olacaktır. Kendisini bu başarılı çabasından dolayı tekrar tebrik ederken fazla ara vermeden kalan cildleri bitirmesini temenni ederiz.
[I]
Dilciler tarafından daha dikkatle izlenen metinler tarihçilerin büyük ölçüde işine yaramaktadır. Bu çalışmamı bitirdikten sonra bir daha karıştırdığım dilciliğe ait araştırmalar bizi daha başka yollara götürebilirdi. Fakat kültür tarihimize kısaca değinmek kaygusu yüzünden fazla ilerlemedim. Bununla beraber bu araştırmalardan haberimiz olmalıdır. Bilinen bazı mütearifeleri tekrar etmek bilimsel çalışmalara bir yarar getirmiyor. Philologiae Turcica Fundamenta adlı anıtsal yapının sayfalarında kalan satırlar ve diğer dilcilik dergilerinde olmakla beraber bilimsel sayılan araştırmalar Yunan ve Ermeni sorunlarını incelemeye girişenlerin ihmal etmemesi gereken kaynaklardır.
Müteveffa J. Eckmann’ın uzun mesâi sonunda bir çok yönlerini aydınlattığı Karamanlı Edebiyatı bu cildin sayfalarındadır (II. S. 819-835). Ermeni harfleri ile Türk Edebiyatı, H. Berberian tarafından ele alınmıştır (II. S. 809-819). Polonya’da yaşayan ve günlük lisan yanında edebiyat dili olarak türkçeyi kullanan ermeni topluluğunun edebiyatı da son zamanlarda ele alınmıştır. S. 793-801 ve (II. S. 801-808). Yeni bir edebiyat ve bilhassa tarihsel bir yönümüzü aydınlatan eser için bk. E. Schütz, An Armenn -Kipchak Chronicle on the Polis - Turksh Wars in 1620-1621, Budapest 1968, 215 Sayfa.
Mefkûre Mallova’nın Kiril harfleri ile ilgili araştırması Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleteni 1972’dedir. “KTBRR ve Yunan - Kiril Harfli Türkçe Anıtların ilişkilere”, S. 173-182.
MAHMUT H. ŞAKİROĞLU