Giriş
Sultan II. Abdülhamid Devri, Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu’da en çok eser inşa ettiği dönemlerden biridir. Özellikle güçlü merkezi devleti temsil eden hükümet konakları, okullar, hastaneler, redif daireleri ve saat kuleleri, Anadolu kent ve kasabalarının çehrelerini değiştiren yapılar olarak ön plana çıkmaktadır[1] . Merkezi devlet tarafından bilinçli olarak yürütülen, kentlerin yapısını değiştirmeye yönelik bu mimari tutum, Osmanlı’nın tebaasıyla kurduğu iletişimin en önemli aracı niteliğindedir. Verilmek istenen mesaj, Batılılaşan “güçlü” imparatorluğun yeni ideolojisinin yönetim biçimi olan “modern monarşinin”, halka kabul ettirilmesidir[2] . Bu anlamda, imparatorluğun sembolleri ile zenginleştirilmiş, Batılı Klasik mimarlığın egemen olduğu eklektik bir anlayışla oluşturulan “İmparatorluk üslubunun”, söz konusu iletişimin, mimari dili olarak hizmet etmesi dikkat çekicidir.
Ancak, Anadolu kentlerinde, bu devirde Batılılaşmayı-modernliği simgeleyen yeni fonksiyonlu yapılarla birlikte, Osmanlı mimarlığında bir süreklilik olarak var olan cami, medrese, çeşme gibi birçok geleneksel eserin de inşa edildiği görülmektedir. İslam dininin Osmanlı kimliğinde önemli bir bağlayıcı unsur olduğu Sultan II. Abdülhamid döneminde[3] , Anadolu’da, ya yeni camiler inşa edilmiş, ya da tarihî camilere, onarımlar sırasında, dönemin üslûbunun biçimlendirdiği “kılıflar” geçirilmiştir[4] .
Sultan II. Abdülhamid döneminde yapılan camilerden ikisi, Eskişehir ili Mahmudiye ilçesi sınırları içerisinde bulunmaktadır. İlçenin adını aldığı Sultan II.Mahmud döneminde, ilçe merkezinin yakınlarına kurulan Çiflikât-ı Hümayûn, Mahmudiye’nin tarım, hayvancılıkta ve özellikle de harasıyla, at yetiştiriciliğinde önemli bir merkez olmasını sağlamıştır[5] . 19. yüzyılın son çeyreğinde Eskişehir ilinin aldığı büyük göçler[6] , Mahmudiye’yi de etkilemiş; ilçe merkezi o dönemde, küçük bir yerleşimden, tüm çevresinin bağlı olduğu bir nahiyeye dönüşmüştür[7] . Bu çalışma kapsamında ele alınan iki caminin de, nüfus artışının ve nahiyeye dönüşümün yaşandığı dönemde inşa edilmiş olması dikkat çekicidir.
Eskişehir Mahmudiye Hara ve Çarşı Camileri, döneminin genel özelliklerini taşıyan nitelikli yapılardır. Bu makalede, ayrıntılı bir biçimde camilerin üslûp özellikleri ve mekan anlayışları üzerinde durulacaktır. Makale, daha önce bu kapsamda değerlendirilmemiş[8] olan söz konusu iki camiyi ele alarak, Sultan II. Abdülhamid devri Anadolu camilerini örneklemeyi hedeflemektedir.
Mahmudiye Çarşı Camii
Eskişehir ili Mahmudiye ilçesi merkezinde yer alan Çarşı Camii, giriş cephesinde bulunan kitabesine göre 1905 (Hicri 1321) yılında yaptırılmıştır[9] . Cami, L planlı medresesi ve sebili ile, küçük bir külliye olarak tasarlanmıştır. Söz konusu planlama anlayışı, Anadolu’da bu dönemde sıkça kullanılmıştır[10]. Bugün, yukarıda belirtilen sebile rastlanmazken, kuzey bölümü yıkılan medrese, yapılan ekle planı dikdörtgene çevrilerek, özgün niteliğini neredeyse tamamen yitirmiştir. Eski bir imar planında, L planlı medrese ve sebili görmek mümkündür (Şekil 1). Külliyenin en önemli unsuru olan cami ise, çeşitli onarım ve müdahaleler geçirmesine karşın, sanat tarihi açısından nitelikli bir yapıdır (Resim 1-2).
Çarşı Camii planı, kubbeyle örtülü ana mekan-harim kısmından ve kapalı, iki katlı son cemaat yerinden oluşmaktadır (Şekil 2). Son cemaat yerinin üst katında ise, bir bölümü ana mekana balkon gibi taşan, mahfil yer almaktadır. Caminin hariminde bulunan, kuzey-güney doğrultusunda uzanan ahşap iki mahfil kolu, sonraki dönemlerde inşa edilmiş eklentilerdir (Resim 3). Aynı şekilde ana kapının dışındaki giriş mekanı, yakın dönemde oluşturulmuş, önemsiz ve caminin özgün niteliklerine zarar veren bir ilavedir.
Caminin kapı-pencere sövelerinde, kemerlerinde, köşe bitişlerinde; sütunce-pilastr ve silme gibi bezeme öğelerinde kesme taş kullanılmıştır. Moloz taşla örülen duvarların ise üzerleri sıvanmıştır. Son cemaat yerinin üst katındaki mahfil ile harim kısmındaki ilave mahfiller ve tavan ahşapla imal edilmiştir.
Yapının bezeme anlayışı, Batılı Klasik öğelerin yanında, Barok ve Oryantalist elemanların birlikte kullanıldığı eklektik bir tarzı ortaya koymaktadır. Köşe bitişleri, pencere-kapı söveleri, bunların üzerindeki basık kemerler, belirginleştirilmiş kilit taşları, yatay taş silmeler gibi unsurlar, dışarıdan ilk bakışta göze çarpan Batılı Klasik cephe elemanlarıdır. Ancak bunlarla birlikte caminin ana giriş kapısı üzerinde bulunan eliptik pencere ve onu çevreleyen söve, kemerlerin kilit taşlarının üzerindeki bitki motifleri, Barok özellikler olarak görülmektedir.
Söz konusu eklektik tutum, avlu kapısı, cami ana giriş kapısı, harim kapısı ve mihrapta bulunan sütun elemanları ile sütunce-pilastr biçimlenmelerinde daha da belirgindir. Avlu giriş kapısında yer alan kapı boşluğunu ikili kemerle, sütunsuz geçerek sütun başlığını asma tekniği, dönemin moda çözümlerinden biridir. Asılı duran başlığın köşelerindeki volüt filizleri, akant yaprakları ve başlığın üst ortalarında yer alan palmetler[11], sadeleştirilip yorumlanmış halleriyle, Korint sütun başlığına atıfta bulunmaktadır (Resim 4). Caminin ana giriş kapısı üzerinde yer alan sütunceler de Klasik sütun elemanlarının bir yorumu niteliğindedir. Sütuncelerin başlıklarında bulunan volüt filizleri, avlu kapısındakilere benzer özelliktedir. Son cemaat yerinden harime geçişi sağlayan kapının çevresindeki pilastrlar ise, Batılı Klasik öğelerin Oryantalist yorumu biçimindedir. Klasik Dor-Toskan sütun başlığının üzerine, bir yastık elemanın getirilerek pilastrın boyunun uzatılması, dentil (diş sırası) frizinin altında kör niş sırası motifinin kullanılması, yastığın üzerindeki bitki motiflerinin, dikdörtgen kartuş içinde, iki boyutlu bir yorumlama olması, ve pilastrın gövde kısmının pahlanarak, kesitte çokgenleştirmesi gibi özellikler[12] Oryantalist tutuma işaret etmektedir[13] (Resim 5). Mihrap çevresindeki pilastr ve sütuncelerde ise yorumlanmış bir Klasik etki hâkimdir. Mihrabın üstünde yer alan kemerler ve belirginleştirilmiş kilit taşları ile daha üstte bulunan üçgen alınlık, Klasik mimarinin öğeleridir. Buna karşılık, ortadaki kemerin akant yapraklı kilit taşı Baroktur (Resim 6).
Caminin minberi ve yazı panoları gibi diğer bezeme öğeleri, ya yakın dönemde yapılmıştır, ya da yapılan onarımlarla özgün niteliklerini kaybetmiştir (Resim 7).
Çarşı Camii’nin minaresi, dönemindeki diğer camilerin Batı etkili minarelerine tezat bir biçimde, Türk sanatının geleneksel özelliklerine işaret etmektedir. Kare formlu kesme taş kaide, pahlanmış pabuç, daire kesitli gövde, gövdeye geçişte yer alan bilezik, tuğla bindirmeli (dişli) şerefe altı, yine daire kesitli petek ve mavi seramikli kuşaklarla, bölgedeki Erken Osmanlı minarelerine[14] benzemektedir (Resim 8). Minare, sacdan konik külah ile sonlanmaktadır. Ancak tuğla örgü tekniği, çini yerine seramik levhalar kullanılması gibi özellikleriyle minarenin yakın dönemde inşa edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, Mahmudiye’nin köy camilerinde 1950-60’lı yıllarda inşa edilen minarelerle büyük benzerlikler taşıması önemlidir[15] (Resim 9). Bu nedenle Çarşı Camii’nin bugünkü minaresinin, yıkılan eski minarenin yerine, 1950-60’lı yıllarda inşa edilmiş olması yüksek bir ihtimaldir.
Mahmudiye Hara Camii
Eskişehir ili Mahmudiye ilçesi Devlet Üretme Çiftliği’nin yakınlarında yer alan Hara Camii, harime girişte bulunan kitabesine göre, 1897 (Hicri 1315) yılında Sultan II. Abdülhamid tarafından yaptırılmıştır[16]. Zaman içinde yapılan onarımlarla, özellikle son cemaat yerinde ve iç mekândaki bezemelerde değişiklikler meydana gelmiştir.
Caminin bugünkü planı, kapalı son cemaat yeri ve harim kısmından oluşmaktadır (Şekil 3). Ancak son cemaat yerinin, sonradan ahşapla kaplanarak kapalı hale getirildiği, yapıdaki izlerden bellidir. Özgün halini koruyan, ahşap sütunların oturduğu taş kaideler, eklenen duvar yüzeyinden dışarı doğru taşmaktadır (Resim 10). Harimin içinde yer alan, ahşap merdivenle çıkılan mahfil kısmının altındaki geçiş yeri, son cemaatten harime girildiğinde karşılaşılan ilk mekandır.
Harimin dış duvarlarında üzeri sıvalı moloz taş örgü tekniği kullanılmıştır. Yakın dönemlerde gerçekleşen restorasyonlarda, dış duvarlardaki sıva raspa edilmiş, moloz taş açığa çıkarılarak derzleme yapılmıştır (Resim11-12). Moloz taşın açıkta bırakılması, Sultan II. Abdülhamid devri yapılarında pek rastlanılan bir estetik tutum değildir[17]. Pencere ve kapılar, Klasik etkiyle, kesme taştan, basık kemerli, bindirmeli taşkın söveli ve belirginleştirilmiş kilit taşlıdır. Ancak kubbenin çokgen kasnağında bulunan revzenli pencereler, basık kemerleri dışında, Batılı Klasik etkiyi değil, Osmanlı’nın klasik özelliklerini yansıtmaktadır. Belirginleştirilmiş köşe bitişleri ise, DorToskan sütun özelliklerine bağlı pilastrlar niteliğindedir. Günümüzde değiştirilmiş olan son cemaat yerinin özgün halinde, dönem örneklerine uygun olarak, antik sütunlara öykünen ahşap dikme-başlıklardan ve ahşap basık kemerlerden oluşan bir revaka sahip olması yüksek bir ihtimaldir. Örnek olarak Soma Hızır Bey Camii son cemaat yeri[18] ve Eskişehir Han Hüsrev Paşa Camii son cemaat yeri verilebilir[19] (Resim 13).
Yapının hariminde yer alan mahfil de, ahşap malzemeyle imal edilmiştir. Ahşap kirişleri desteklemekle birlikte, daha çok bezeme niteliğindeki eliböğründeler, c ve s eğrileriyle Barok bir elemandır (Resim 14-15). Yapının üst örtüsü de Barok mimari etkisiyle, ahşap eliptik kubbedir (Resim 16). Ahşap eliptik kubbeli camilere, İstanbul Cihangir Camii[20], Konya Kapı Camii[21] örnek olarak verilebilir. Kubbe kasnağıyla ana kütlenin prizması arasındaki boşluk, bağdadi pandantifler ve köşelerde yer alan küçük kubbelerle geçilmiştir. Harim kısmı konik bir çatı ile örtülüdür.
Plan ve cephe elemanlarıyla, strüktür-konstrüksiyon öğelerinde görülen Klasik ve Barok etkiden oluşan eklektik tavır, caminin bezeme öğelerinde de devam eder. Pencere üstlerinde, kasnakta ve kubbelerde yer alan kalemişlerinde, bir noktadan çıkan simetrik c ve s eğrili kıvrım dal ve askılar, rozet, madalyon ve konturlar Ampir etkiyi göstermektedir[22].
Basık kemerli, belirginleştirilmiş kilit taşlı harim giriş kapısının kemer alnında yer alan ışınsal bezeme[23] ve kapının yanındaki sütuncenin başlığında bulunan, dolayısıyla özgün kullanım yerinden uzaklaşan vazo motifi, Ampir mimarlığın bezeme özelliklerindendir (Resim 17).
Caminin mihrabında harim kapısındakilere benzer sütuncelerin, daha yalın bir biçimde oluşturulduğunu görmek mümkündür. Ayrıca sütuncelerin yanında simetrik bir biçimde Dor-Toskan yorumu pilastrlar yer almaktadır. Mihrabın üzerindeki kemer alnında, Ampir mimarlık etkili bir bezeme öğesi olan yıldız motifleri görülmektedir. Mihrap nişinin üstü ise, mukarnas yorumu olan bir süsleme ile sonlanmaktadır (Resim 18). Mihrap nişinde yer alan, alçıdan imal edilmiş perde bezemesi[24] ve onun altında duran askı kandil motifi günümüze gelememiştir[25]. Önemli bir diğer eleman olan ahşap minberin kapısının üzerinde, ışınsal bezeme tekrar edilmiştir. Minberin korkulukları geometrik şebekelidir. Köşk kısmında ise, sekizgen kasnağın üzerinde bir kubbe bulunmaktadır (Resim 19).
Caminin ilginç unsurlarından biri, döneminin özgün özelliklerini taşıyan minaresidir. 19. yüzyılda, adeta bir sütun gibi tasarlanan minare biçimi[26], burada da kendini gösterir. Kaideden şerefe altına kadar Dor-Toskan sütununun taban, gövde ve başlığını görmek mümkündür. Külah da, dönem özelliklerine uygun olarak, taşın armudi veya silindirik soğan biçiminde oyulmasıyla oluşturulmuştur[27] (Resim 20).
Değerlendirme
19. yüzyıl, camilerin artık Osmanlı Mimarlığı’nın Klasik dönemindeki gibi, büyük, anıtsal ve ihtişamlı olmadığı bir dönemdir. Hükümet konakları, askerî binalar, okullar gibi güncel işlevli yapıların yeni merkezler belirlediği dönemin Anadolu kentlerinde inşa edilen görece küçük camiler, kent siluetindeki belirleyici olma hüviyetlerini de kaybetmeye başlamıştır[28]. Bununla birlikte, başkent veya taşrada olmasına bakılmaksızın, tüm Batılılaşma dönemi camilerinin plan-mekan kurgusu; Klasik Osmanlı geleneğinden gelen bir süreklilik olarak, tek mekanlı harim ve son cemaat yerinden oluşmaktadır[29]. Son cemaat yerinin yarı açık, kapalı-tek katlı veya kapalı-çift katlı olması; harimin tek mekanının, mahfil galerili veya galerisiz olması, tipolojik çeşitliliği zenginleştiren, ancak yukarıda tanımlanan plan-mekân kurgusuyla ilgili genel durumu bozmayan unsurlar olarak görülmektedir.
Bu çalışmada incelenen iki cami de, tanımlanan genelleme içinde yer bulmaktadır. Bunlardan Çarşı Camii’nde, tasarlandığı dönemdeki Batı etkisiyle; son cemaat yeri adeta silinmiş, fuaye işlevi gören kapalı bir hole dönüşmüştür[30]. Bu durumda, taşradaki çözüm genellikle, başkent örneklerinden bir farklılıkla ortaya çıkmaktadır: İstanbul’da son cemaat yeri ile hünkâr mahfili bütünleşerek iki katlı ayrı bir yapıymış gibi, farklı bir biçim diliyle harime yapışırken[31]; taşrada son cemaat yeri, harim ve mahfilden oluşan kompozisyon, her koşulda tek bir yapı olarak algılanmaktadır[32].
Hara Camii’nin özgün planı ise, bu dönemde sıkça kullanılan, tek mekânlı harim ve üçlü bölümlenmeden oluşan yarı-açık son cemaat yerinin bulunduğu, Osmanlı’da erken dönemlerden itibaren görülen tiptedir. Örnek: Gülşehir Karavezir Camii (Şekil 4). Harimin içinde yer alan mahfil galerisinin, orta aksta Barok bir biçimle, balkon gibi çıkma yapması ise, 19. yüzyılda çok uygulanan bir durumdur. Örnek: İstanbul Nusretiye Camii Hünkâr Mahfili.
19. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı mimarlığı, özellikle de İstanbul tam anlamıyla bir üslûp karmaşıklığı içindedir[33]. Birçok farklı üslûbun kendi başına veya eklektik bir biçimde karma olarak görülmesinde, yabancı mimar ve işverenlerin katkısı büyüktür. Sultan II. Abdülhamid döneminde, Anadolu’ya bakıldığında ise; Batılı Klasik öğelerin baskın bir biçimde yer aldığı “İmparatorluk üslûbunun”, hükümet konağından camiye, saat kulesinden çeşmeye, imparatorluğu temsil eden hemen her eserde mevcut olduğu görülmektedir. Bu uygulamalarda Fransa’dan Ampir mimarlıkla birlikte gelen dönemin moda süslemeleri vazo, girlant motifi, zafer sembolleri gibi bezeme öğelerinin kullanıldığı veya daha yalın uygulamalarda kullanılmadığı durumlara rastlamak mümkündür. Ayrıca dönem üslûpları Barok ve Oryantalizmin de kimi öğeleriyle yer aldıkları görülmektedir. Tüm bu aktarılanlarla birlikte, Osmanlı cami mimarisinin değişmeyen unsurlarının da varlığı düşünüldüğünde, ortaya melez bir mimarlığın çıktığını belirtmek gerekir[34].
Bu kapsamda iki camide uygulanan üslûp incelendiğinde, her iki camide de Batılı Klasik mimarinin ana unsurları bulunmakla birlikte; Çarşı Camii’nde yukarıda belirtilen Ampir bezeme elemanlarına rastlanmamaktadır. Buna karşılık dönemin eklektik tavrı, Barok ve Oryantalist bezeme öğelerinin kullanımıyla kendini göstermektedir. Hara Camii’nde ise yorumlanmış Ampir unsurlar, Barok motiflerle harmanlandığı için yüzyılın başında görülen Osmanlı Ampirine[35] yakın bir tavırdan bahsetmek mümkündür.
Sonuç
Her iki cami de Sultan II. Abdülhamid devri eserlerinin taşıdığı genel niteliklere sahip bulunmaktadır. Bu nedenle o dönemde inşa edilen diğer tüm örnekler gibi, özellikle içeride, kendi tebasına güçlü imparatorluğun görsel göstergelerini sunan bir görevi üstlenmişlerdir. Bu anlamda Anadolu’nun küçük bir kasabasında bile, hem de geleneksel bir yapı tipinin, dönemin “İmparatorluk Üslûbunu” taşıyor olması kayda değerdir. Diğer taraftan, Mahmudiye Hara ve Çarşı Camilerinin, tüm Batılılaşma dönemi camilerinde olduğu gibi, bir süreklilik olarak Klâsik Osmanlı’dan gelen mekân anlayışına sahip olmaları önemlidir.