ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Erkan Göksu

Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü

Anahtar Kelimeler: Selçuklular, Türkiye Selçukluları, Tâbiiyet hukuku, Metbû devlet, Tâbi devlet, Metbû-tâbi ilişkileri

Giriş

Bir devletin teşkilat yapısı ve bu teşkilatın işleyişi meselesi, içerisinde oldukça karmaşık, çok yönlü ve değişken unsurlar barındıran çok geniş bir sistemi ifade eder. Bu geniş sistemi bütün cepheleri ile ve akla gelebilecek bütün sorulara cevap verecek şekilde görmek, anlamak ve izah etmek oldukça zor bir iştir.

Bu durum, sair Ortaçağ Müslüman Türk devletleri gibi Türkiye Selçukluları sözkonusu olduğunda daha müşkülleşir. Zira bu dönem üzerinde çalışan tarihçilerin hemen her sahada karşılaştıkları temel meselelerden biri olan “kaynakların durumu” veya “yetersizliği” meselesi, özellikle teşkilat tarihiyle ilgili çalışmalarda araştırmacılar için en önemli zorluklardan birini teşkil eder.

Türkiye Selçuklu Devleti’nin, bilhassa siyasî ve askerî işleyişini anlamak bakımdan son derece önemli olduğunu düşündüğümüz “Tâbi Devletler ve Tâbiiyet Hukuku” meselesini izah konusunda da aynı müşkülle karşı karşıya olduğumuzu belirtmeliyiz. Bilindiği üzere Ortaçağ devletler hukukuna göre savaş veya sulh yoluyla bir devletin hâkimiyetini kabul eden hükümdar veya emîrlerin, klasik tâbiiyet (vasallık) şartlarını ve bu şartlardan doğan mükellefiyetleri kabul ettikleri malumdur. Avrupa[1] , Uzak Doğu[2] ve sair bölgelerde kurulmuş muhtelif devletlerde de mevcut olduğu görülen tâbiiyet hukukunun, Ortaçağ İslâm devletlerinde tezahür eden en önemli şart ve mükellefiyetleri, yıllık haraç vermek, metbû‘ hükümdar adına hutbe okutmak ve metbû‘ hükümdar adına sikke darp ettirmektir. Bunların dışında, metbû‘ hükümdar “sultan” unvanını ta şırken, tâbi hükümdarın “melik” unvanını kullanması, metbû‘ hükümdarın sa rayının kapısında günde beş nevbet çalınırken, tâbi hükümdarın üç nevbetle yetinmesi, metbû‘ hükümdar nezdinde hükümdar soyundan ve ekseriya tâbi hükümdarın oğullarından rehineler bulundurulması gibi hususlar da klasik tabiiyet alâmetlerinden kabul edilmiştir[3] .

Büyük Selçuklu Devleti ve diğer Müslüman Türk devletlerinde olduğu gibi Türkiye Selçuklu Devletinde de metbû‘-tâbi ilişkilerinin imzalanan tâbiiyet antlaşmaları, “sevgendname” veya “ahidname”ler çerçevesinde belirlendiği bilinmekle birlikte, Türkiye Selçuklu Devleti ile başka devletler arasında imzalanan sair diplomatik vesikalar (barış, ticaret, gümrük antlaşmaları vs.) gibi tâbi devletlerle yapılan tâbiiyet antlaşmalarının orijinalleri de günümüze ulaşmamıştır. Bununla birlikte bazı vekâyinamelerde bu vesîkaların çok az sayıda ve muhtasar olsa da kopyalarına tesadüf edilmektedir ki, bu durum, sözkonusu kayıtlara adeta orijinal belge niteliği kazandırmaktadır.

“Türkiye Selçuklu Devleti’ne Tâbi Devletler ve Tâbiiyet Hukuku” hakkında müracaat edebileceğimiz diğer bir kaynak türü sikkelerdir. Ancak Türkiye Selçukluları dönemine ait elde mevcut bulunan sikkelerin de meseleyi akla gelebilecek her türlü soruya cevap verecek derecede malumat içerdiği söylenemez. Zira bırakalım tâbi emîrlerin metbû‘ hükümdarlar nâmına darp ettirdikleri sikkeleri, Türkiye Selçuklu sultanlarının kendi adlarına bastırdıkları sikkelerin bile tamamı günümüze ulaşmamıştır. Kaldı ki, bu sikkelerin tamamı günümüze ulaşmış olsa bile, bunlardan hareketle sadece Türkiye Selçuklu Devleti’nin tâbiiyetini kabul eden hükümdar veya emîrler ile tâbiiyet tarihleri hakkında malumat edinilebilirdi.

Konu hakkında bilgi edinebileceğimiz diğer kaynaklar ise başta İbn Bîbî olmak üzere Türkiye Selçuklu dönemine ait vekâyinâmeler ve diğer yazılı eserlerdir. Bunlar arasında özellikle Simon de Saint Quentin’in eserinde Türkiye Selçuklu Devleti’ne tâbi devletlerin kısmî bir listesi ve tâbiiyet hukuku hakkında çok önemli ve dikkat çekici bilgilere tesadüf edilmektedir. Ancak sözkonusu vekayinâmelerin hemen hepsinde yer alan bilgilerin, daha çok sefer, savaş, barış veya başka bir meseleden bahsedilirken zikredilen dolaylı ve çoğu zaman dağınık bilgilerden oluşmasu sebebiyle, meseleyi akla gelecek bütün sorulara cevap verebilecek şekilde tam ve eksiksiz olarak izaha yeterli olduğu söylenemez.

1. Türkiye Selçuklu Devleti’ne Tâbi Devletler

Gerek muasır kaynaklardaki kayıtlardan gerekse meskûkât kataloglarından hareketle hangi hükümdar veya emîrlerin hangi dönemlerde Türkiye Selçuklu tâbiiyetini kabul ettiklerine dair bilgi edinmek mümkündür[4] . Sikke katalogları ve muasır kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla, tam anlamıyla müstakil bir devlet hüviyetini kazandığı[5] XII. asır sonlarından, Moğol vesayetine girdiği XIII. asır ortala rına kadar geçen süre içinde Türkiye Selçuklu Devleti’nin tâbiiyetini kabul eden devletler:

Dânişmendliler [6] ,

Saltuklular[7],

Mengücekliler[8] ,

Hısn-ı Keyfa,

Âmid[9] ve Mardin Artukluları[10] ,

Musul hâkimleri[11] ,

Sumeysat[12], Haleb[13], Dımaşk[14] gibi vilâyetlerde hüküm süren Eyyûbî melikleri,

Kilikya Ermeni Krallığı[15] ,

Trabzon Rum İmparatorluğu[16] ,

Rus Melikliği[17]

ve Gürcü Krallığıdır[18] .

Ayrıca Bizans ve İznik Rum İmparatorluğu’nun da muhtelif dönemlerde Türkiye Selçuklu tâbiiyetini kabul ettikleri anlaşılmaktadır[19] .[20]

2. Tâbiiyet Antlaşmaları

Bu verilerden hareketle, Türkiye Selçuklu devletine tâbi devletler hakkında umumî bir liste çıkarmak mümkün olsa da elde mevcut bilgilerin, söz konusu tâbi devletlerin başında bulunan hükümdar veya emîrlerle Türkiye Selçuklu sultanları arasındaki hukukî ve fiilî vaziyeti bütün yönleriyle ortaya koymaya imkân verdiği söylenemez. Esasen Büyük Selçuklu Devleti ve diğer Müslüman Türk devletlerinde olduğu gibi Türkiye Selçuklu Devleti’nde de metbû‘-tâbi ilişkilerinin imzalanan tâbiiyet antlaşmaları, “sevgendnâme [20] (سوكندنامه)”, “ahidnâme [21] (عهدنامه) veya muâhedenâme (معاهده نامه) ”ler çerçevesinde belirlendiği[22], belirli dönemlerde yenilenen[23] bu antlaşmalarda, tâbi hükümdarların metbû‘ hükümdara karşı yerine getirmek zorunda oldukları mükellefiyetlerin de belirtildiği bilinmektedir. Ancak “Notarân-ı Dîvân-ı Saltanat [24] (نوطاران ديوان سلطنت) tarafından kaleme alınan ve muhafaza edilmek üzere hazineye gönderilen[25] bu sevgendnâme veya muâhedenâmelerin orijinalleri günümüze ulaşmamıştır.[26] Her ne kadar İbn Bîbî bu vesîkalardan bir kısmının kopyasını nakletmiş ise de bunlar çok az sayıda ve muhtasar olduklarından[27], konu hakkında yeteri derecede bilgi sahibi olmamıza imkân vermemektedir.[28]

a) Trabzon Rum İmparatorluğu İle Yapılan Tâbiiyet Antlaşmaları

İbn Bîbî’nin naklettiği tâbiiyet muâhedenâmeleri arasında en kapsamlıları Trabzon Rum İmparatorluğu[29] ve Kilikya Ermeni Krallığıyla imzalanan sevgend nâmelerdir. Kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla Sivas’ta bulunan Sultan I. İzzü’d-dîn Keykâvus, Kyr Aleksios’un kötü yönetimi ve kendi ülkesinin sınırlarını aşarak Türkiye Selçuklu arazisine tecavüz ettiği haberini alınca sefer için hazırlıklara girişmiştir. Sultan’ın Sinop’a hareket ettiği sırada kuzeydeki uc beylerinin Trabzon Rum İmparatoru Kyr Aleksios’u esir aldıkları haberi ulaşır.[30] Türkiye Selçuklu ordusu Sinop önlerine gelip kuşatmayı başlattıktan kısa bir süre sonra şehir halkı, esir alınan Trabzon Rum İmparatoru Kyr Aleksios’un öldürülmeyip ülkesine dönmesine, kendilerinin de istedikleri yere gitmesine izin verilmesi durumunda şehri teslim edeceklerini bildirirler. Bunun üzerine Sultan I. İzzü’d-dîn Keykâvus, Tekfur’u huzuruna çağırarak, onun ve habercinin yanında “Eğer şehri teslim ederlerse, Tekfur Kyr Aleksios’nin canına ve malına hiçbir zarar gelmez. Şehirde bulunanların canlarına ve mallarına da hiçbir şekilde saldırıda bulunulmaz. Onlara istedikleri yerde otur ma izni veririm. Tekfur, bana itaat edip haraç vermeyi sürdürüp karar laştırılan miktarı her yıl hazineye ulaştırdıkça ve istendiği zaman ordu ya yardım ettikçe ben Sinop ve halkından başka bütün Canit bölgesinin idaresini ona bırakırım. O her zaman benden yardım görür. Eğer bu dediğimin aksini yapar da şehrin tesliminde ihmal davranırsa, Yaradan’ın izniyle orayı zorla alır, Tekfur’u öldürür, küçük büyük o vilâyetin bütün ahalisini esir alırım” şeklinde bir sevgendnâme verir. Sevgendnâme’nin şehre götürülmesi üzerine Sinop halkı şehri teslim eder ve “Saltanat bayrağı kale burcuna çekilir” (26 Cemâziye’l-âhir 611/28 Ekim 1214). Birkaç gün sonra Kyr Aleksios’u yanına çağıran Sultan, kendisi tarafından verilen “sevgendnâme”nin onun tarafından da imzalanmasını ister. Bunun üzerine Kyr Aleksios, “Notarân-ı Dîvân-ı Saltanat”ta kaleme alınan ve hazineye kaldırılan sevgendnâmeye uyacağını taahhüt eder.

İbn Bîbî’nin verdiği bilgiye göre Kyr Aleksios’un, orada bulunan iki tarafın emîrleri, büyükleri ve itibarlı kişilerinin de şahadetiyle kabul ettiği ve buna dair sözlü olarak tasdik ettiği muâhedenâme şu şekildedir:

“Muzaffer Sultan İzzü’d-dîn Keykâvus b. Keyhüsrev, benim canımı bağışlar, Sinop’un dışında Canit ve yöresini benim ve çocuklarımın idaresine bırakırsa, kendisine her yıl 10.000 dinar (altın), 500 at, 2000 sığır, 10.000 koyu n ve hazineye gelen her cins maldan 50 yük hediyeyi kendi hayvanlarımla gönderir, istediği zaman imkânlar ölçüsünde asker yardımı yaparım.”[31]

Görüldüğü üzere şahitler huzurunda sözlü ve yazılı olarak akdedilen antlaşmaya göre Kyr Aleksios, klasik tâbiiyet şartlarını ve şartlardan doğan mükellefiyetleri kabul ettiğini beyan etmiştir.[32] Ancak sikke darbı[33] ve Kyr Aleksios’un “Sultan tarafından talep edildiği takdirde” göndermeyi taahhüt ettiği asker sayısı ve niteliğinin belirtilmemiş olması dikkat çekicidir. Her ne kadar metindeki “imkânlar ölçüsünde” ifadesi, taahhüt edilen kuvvetlerin sayısının belirlenmemiş olduğu zehabını uyandırmakla beraber, bu kayıtların “Notarân-ı Dîvân-ı Saltanat” tarafından kaleme alınıp “hazineye gönderilen” vesikanın kopyası veya özeti olduğu düşünülecek olursa müellifin bu hususu atlamış olması muhtemeldir.[34]

b) Kilikya Ermeni Krallığı İle Yapılan Tâbiiyet Antlaşmaları

İbn Bîbî’nin naklettiği en kapsamlı tâbiiyet muâhedenâmelerinden ikincisi ise I. İzzü’d-dîn Keykâvus’la Kilikya Ermeni Kralı Leon arasında imzalanan sevgendnâmedir(1218). Bu sevgendnâmede asker sayısı ve niteliğinin açıkça belirtildiği görülmektedir. Türkiye Selçuklu Devleti’nin kuruluş yıllarından itibaren hâkimiyet tesis ettiği Kilikya Ermeni Krallığı’nın, Haçlı Seferleri ve Selçuklu hanedan üyeleri arasında meydana gelen taht kavgalarının meydana getirdiği otorite boşluğundan istifade ile Türkiye Selçuklu tâbiiyetinden çıktığı, zaman zaman Selçuklu şehzadeleri arasında meydana gelen taht kavgalarına müdahale ettiği, ancak her defasında yeniden hâkimiyet altına alınarak muhtelif tâbiiyet antlaşmaları yapıldığı malumdur[35]. Ancak bu antlaşmalarda diğer tâbiiyet mükellefiyetleriyle ilgili diğer hususlar yer almakla beraber yardımcı kuvvet gönderilmesine dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Ermeni Krallığı’nın metbû‘u Türkiye Selçuklu Devleti’ne yardımcı kuvvet göndermeyi taahhüt ettiğine dair ilk kayda ise 1218’de I. İzzü’d-dîn Keykâvus’un Ermenileri tekrar tâbiiyete almasından sonra rastlanır. İzzü’d-dîn Keykâvus’un Kilikya üzerine yürümesi üzerine Türkiye Selçuklu kuvvetleri karşısında tutunamayan Ermeni Kralı Leon, Sultan’a bir mektup göndererek “kılıç ve mühür sâhibi” Sultan’dan af dilemiş ve eğer Sis vilâyeti ona tekrar tevcih edilirse diğer mükellefiyetlerle beraber silahlı ve teçhizâtlı 500 süvariyi Sultan’ın emrettiği yere göndereceğini taahhüt etmiştir. Sultan’ın uygun görmesi üzerine Leon’un yeminnâme veya ahidnâmesi (sevgendnâme) hazırlanmış ve imza edilerek Sultan’a arz edilmiştir.[36]

Sultan I. Alâü’d-dîn Keykubâd’ın Kilikya Ermeni Krallığı üzerine yaptığı 1225 tarihli seferden sonra tabiiyet antlaşmasının yenilendiği görülmektedir. Leon’dan sonra Ermeni Krallı olan Hetum’un[37], tabiiyet şartlarına uymadığı, bazı tüccar kafilelerine zarar verdiği haberini alan I. Alâü’d-dîn Keykubâd[38], bu duruma son vermek ve tâbiini cezalandırmak üzere harekete geçmiştir. İlerleyen Selçuklu ordusuna karşı koyamayacağını anlayan Hetum, gönderdiği elçiler vasıtasıyla Sultan’dan affedilmesini istemiş ve Sis vilâyetinin tekrar ona tevcih edilmesi halinde Türkiye Selçuklu ordusuna 1000 süvari ile 500 çarhçı göndermeye hazır olduğunu, Sultan adına sikke bastırıp hutbede onun adını okutmaya ve haracı iki misline çıkarmaya hazır olduğunu belirtmiştir. Hetum’u affeden Sultan, Dîvân-ı Âlî’de “onun istediği şekilde” bir ahidnâme yazılmasını emretmiştir.[39]

Kilikya Ermeni Krallığıyla imzalanan tâbiiyet antlaşmalarında hem asker sayısının hem de niteliğinin belirtilmiş olması bizim açımızdan önemli bir bilgidir. Kayıttan anlaşıldığı kadarıyla gönderilecek yardımcı kuvvetin sayı ve niteliği Ermeni Kralı tarafından teklif edilmiş ve öylece kabul edilmiştir. Ancak bunun antlaşma öncesi yapılan görüşmelerde müzakere edilip Türkiye Selçuklu Devleti’nin talebine göre belirlenmiş olması da ihtimal dâhilindedir. Zira burada sadece asker sayısı değil, niteliği de söz konusu olduğuna göre Türkiye Selçuklu ordusunun ihtiyaçlarının da göz önüne alınmış olduğu tahmin edilebilir.

İzzü’d-dîn Keykâvus döneminde yapılan antlaşmada belirlenen 500 süvarinin Alâü’d-dîn Keykubâd döneminde 1000 süvari ve 500 çarhçıya çıkarılmış olması da dikkat çekicidir. Bu artışın, her fırsatta metbû‘una karşı isyan eden Ermeni kralına verilmiş bir ceza olduğuna hükmedilebilir. Nitekim tâbiiyet şartlarının ağırlaştırılmasının sadece asker sayısı konusunda değil, yıllık haraç ve sair hususlar için de geçerli olduğu anlaşılmaktadır[40] .

c) Diğer Tâbi Devletler ve Tâbiiyet Şartları

Türkiye Selçuklu devletine tâbi devletler hakkında bilgi veren diğer bir çağdaş gözlemci Simon de Saint Quentin’dir. II. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev döneminde (1245-1248) Selçuklu Türkiye’sini ziyaret eden müellif, konu hakkında başka kaynaklarda rastlanmayan önemli bilgiler vermiştir. Her ne kadar bu bilgilerin tahkîk edilememesi, zaman zaman sıkıntıya sebep olsa da tâbi devlet kuvvetleri hakkında İbn Bîbî’nin verdiği sevgendnâme örneklerinden sonra en önemli kayıtların Simon de Saint Quentin’e ait olduğu söylenebilir[41] .

Müellif, “Sultan’a bağlı büyük tâbiler”in metbû‘ hükümdara karşı yerine getirmek zorunda oldukları hutbe ve sikke darbı gibi klasik tâbiiyet şartları yanında yardımcı kuvvet gönderilmesi hususunu “bağlılık sözleşmesi yaparak ve yemin ederek” kabul ettiklerini belirtmekte[42] ve bu suretle İbn Bîbî’yi teyit etmektedir. Ancak bundan daha önemlisi, müellifin tâbi devlet kuvvetlerinin sayılarını gösteren kısmî bir liste vermiş olmasıdır. Esasen -daha önce de belirttiğimiz gibi- tâbi devletlerin ve buna bağlı olarak bu devletler tarafından gönderilen asker sayısının sürekli değişmiş olması, sabit bir sayıdan söz etmeye imkân vermemektedir. Bu nunla beraber söz konusu kuvvetlerin Türkiye Selçuklu ordusu içerisindeki sayısının devletin ikbâl çağında yani I. Alâü’d-dîn Keykubâd ve II. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev’in ilk yıllarında en üst seviyeye ulaştığı muhakkaktır. Nitekim İbn Bîbî’nin kaydettiğine göre Alâü’d-dîn Keykubâd döneminde Türkiye Selçuklu Devleti’nin hâkimiyet sahası “Abhaz (Gürcü) beldelerinden Hicaz sınırlarına, Ermen vilâyetinin başından Yemen şehirlerine Rus şehirleri yakınından Tarsus hududuna, Başkırd sınırının başlangıç noktasından Valaşkırd bölgesinin sonları na, Antalya serhaddından Antakya şehrinin sınırlarına, Suğdak ve Kıpçak sahrasından Irak sonlarına kadar ulaştığı”[43], bu bölgelerde hüküm süren Şam, Diyar-ı bekr, Rabia, Musul, Cezîre, Yemen, Taif, Dımaşk ve Sis ülkelerinin meliklerinin, makamlarını emniyete almak için “her yıl” Sultan’ın huzuruna çıkarak durumları ve memleketleri hakkında bilgi verdikleri, fermân ve menşûrlarının yenilenmesini istedikleri bilinmektedir.[44] II. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev’in ilk yıllarında da aynı durum devam etmiştir ki Simon de Saint Quentin’in verdiği bilgiler bu döneme aittir. Dolayısıyla her ne kadar müellifin verdiği bilgiler kısmî bir liste mahiyeti taşısa ve sıhhati hakkında bazı tereddütler olsa da söz konusu dönemde Türkiye Selçuklu ordusunda bulunan tâbi devletler ve tâbiiyet hukuku hakkında genel bir hükme varmaya yardımcı olmaktadır. Simon de Saint Quentin’in verdiği diğer önemli ayrıntı ise tâbi devlet kuvvetleri ile ilgilidir. Müellifin verdiği bilgiye göre :

“Küçük Ermenistan kralı, Türk sultanına 300 mızrakla (lance) dört ay hizmet etmekle yükümlü tutuluyordu. Bunun yanı sıra Muhammed yasasını yılda iki kez en büyük kentte ilan etmeyi ve toprağında ortasında Sultan’ın yer aldığı parayı tedavüle sokmayı üstleniyordu.

Namrun (Lambron) beyi, Sultan nereye isterse oraya gitmek zorunda olan 29 mızrağı (lance) onun emrine veriyordu.

Vatachius (Vatatzes) da 400 mızrakla (lance) onun hizmetinde olacaktı, Sultan ne zaman ve ne kadar isterse.

Trabzon beyi ona 200 mızrak (lance) veriyordu.

Haleb (Alapia) sultanı her istendiğinde 1000 mızrakla (lance) hizmetinde olacaktı.

Malatya, Ayntab (Antep) ve Mardin (Meredin) beyleri, Hama (Hameta) ve Hums (Camella), Şam (Damascus), Meyyâfârıkîn (Monferanquin), Amman (Haaman) emîrleri de bağlılık sözleşmesi yaparak ve yemin ederek, herhangi bir düşmana karşı ellerinden geleni yapmayı üstlenmişlerdi.”[45]

Müellifin zikrettiği sayılar, İbn Bîbî’nin daha önceki dönemler için verdiği sayılardan oldukça azdır. Bunun yanında tâbi devlet kuvvetlerinin hepsinin de “lance” yani “mızrak” olarak nitelendirilmiş olması dikkat çekicidir. Bu kayıttan hareket eden bazı yazarlar, “lance” ifadesinin söz konusu kuvvetlerinin kullandığı silaha işaret ettiğini varsaymak suretiyle Simon de Saint Quentin’in kaydettiği bütün yardımcı kuvvetlerin “mızraklı asker” olduğunu yargısına varmışlardır.[46] Gerçekten de söz konusu kuvvetlerin silah ve teçhizâtının tâbi hükümdar tarafından karşılandığı düşünülecek olursa, müellifin bu hususu belirtmek üzere “lance” ifadesini kullandığı akla gelebilir. Ancak bu yaklaşımdan hareket edildiği takdirde Türkiye Selçuklu ordusundaki bütün tâbi devlet kuvvetlerinin “mızraklı asker” olduğunu kabul etmek icap eder ki böyle bir yaklaşımın gerçekçi olmayacaktır.

Hâlbuki Ortaçağ Avrupası askerî literatüründe “lance” tabirinin “bir süvari ve bu süvariye bağlı savaşçı ve hizmetkârlardan oluşan bir birliği” ifade ettiği ve bir lance/mızrağın, ortalama beş savaşçıdan oluştuğu anlaşılmaktadır[47]. Bu durumda Simon de Saint Quentin’in “lance” tabiriyle tek bir “mızraklı” askeri değil, ortalama “beş savaşçıdan oluşan bir birliği” kastetmiş olduğuna hükmedilebilir. Böylece müellifin kaydettiği tâbi devlet kuvvetlerinin hepsinin “mızraklı asker” olmadığı anlaşıldığı gibi bir “lance”nin tam teçhizâtlı beş askere karşılık geldiği düşünülürse söz konusu kuvvetlerin sayısı da daha gerçekçi bir sayıya ulaşır.

Dikkat edilmesi gereken diğer bir husus da Simon de Saint Quentin’in verdiği rakamların, II. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev dönemine ait olmasıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi tâbiiyet muâhedelerinin muhtelif vesilelerle yenilendiği, yenilenen her muâhedede daha önce belirlenmiş olan asker sayısının değişebildiği göz önünde bulundurulacak olursa, bu hususun önemi daha iyi anlaşılır. Esasen sadece Simon de Saint Quentin’in değil İbn Bîbî’nin verdiği rakamların da hangi dönem için verilmişse o dönem için geçerli olduğu unutulmamalıdır. Şüphesiz yenilenen muâhedenâmelerde bir önceki muâhede ahkâmına sadık kalınmış olması da ihtimal dâhilinde bulunmakla beraber, bunu teyit edecek malumatta sahip değiliz. Dolayısıyla sözgelimi Kilikya Ermeni Krallığı’yla I. İzzü’d-dîn Keykâvus döneminde imzalanan sevgengnamede belirtilen asker sayısı ile Alâü’d-dîn Keykubâd veya II. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev döneminde belirlenen asker sayısının farklı olması gayet doğal olup bunu kaynaklar arasındaki tutarsızlık gibi görmemek gerekir[48] .

3. Tâbi Devlet Kuvvetleri ve Türkiye Selçuklu Ordusundaki Yeri

Gerek İbn Bîbî’nin verdiği muâhedenâme örnekleri, gerekse Simon de Saint Quentin’in kayıtları üzerinde yaptığımız değerlendirmelerin, tâbi devlet kuvvetleriyle ilgili esasların tâbiiyet antlaşmalarında belirlendiği, söz konusu kuvvetlerin sayısı, niteliği, ne zaman ve ne şekilde orduya katıldıkları, silah, teçhizât ve sair masraflarının karşılanması gibi hususlar hakkında umumî bir tablo oluşturmaya yeterli olduğu kanaatindeyiz. Ancak Türkiye Selçuklu Devleti’nin tâbiiyetini kabul eden devletlerin, söz konusu muâhedenâme örnekleri ve Simon de Saint Quentin’in listesinde zikredilenlerden ibaret olmadığı, bunların dışında da birçok hükümdar veya emîrin muhtelif dönemlerde Türkiye Selçuklu tâbiiyetini kabul ettikleri malumdur. Her ne kadar bu hükümdar veya emîrlerin hangi şart ve mükellefiyetler dâhilinde Türkiye Selçuklu tâbiiyetini kabul ettiklerine dair fazla malumatımız olmasa da Türkiye Selçuklu ordusuna asker göndermeyi kabul ettiklerini gösteren kayıtlara rastlanmaktadır.

Bu konudaki bir kayda Alâü’d-dîn Keykubâd döneminde yapılan 1224-1225 tarihli Suğdak Seferi’nde rastlanır. İbn Bîbî’nin kaydına göre Melikü’l-Ümerâ Hüsâmü’d-dîn Çoban kumandasındaki Türkiye Selçuklu ordusu, Karadeniz’i geçip[49] Suğdak’a yaklaşınca, Suğdaklılar endişeye kapılmışlar ve Hüsâmü’d-dîn Çoban’ı karşılamak üzere bir elçi göndermişlerdir. Elçinin getirdiği mesaj şu şekildedir: “Biz cihan padişahının kullarıyız. Onun büyük bir orduyu bu sahile göndermesi nin sebebini bilmiyoruz. Eğer bâc’ı ve geçiş resmini (resm-i bâc ve ubûr) ödemekte ihmal davrandıysak, bırakın onu fazlasıyla telafi edelim. Fermâna uyarak bu zor işi kolaylaştıralım. Eğer Rus tarafına gitmek isti yorsanız, selvi boylu yiğitlerimizi seçip alet ve edevâtlarıyla size göndere lim de onlar, askerlikte ve kullukta görevlerini yapıp, Sultan’ın düşman larına kılıç sallasınlar ve onun yolunda canlarını feda etsinler.”[50]

Elçi bu mesajla beraber “ordunun geri dönmesi halinde kusurlarının karşılığını imkân nisbetinde ödeyeceklerini, ‘kulluk’ rüsumunu yenileyip galiz yeminler ve sağ lam anlaşmalarla pekiştireceklerini söylemiş ve buraya kadar zahmet çekmiş olan ordunun ‘nal baha’sı[51] 50.000 dinar ödeyebileceklerini” belirtmiştir. Ancak bu ifade Hüsâmü’d-dîn Çoban’ın hiddetlenmesine sebep olmuş ve elçiye “orduyu buraya savaş pazarını altın karşılığında satmak için bu tarafa gelmediğini, her gelen elçinin boş sözlerine aldanıp işinden vazgeçmeyeceğini, Sultan’dan aldığı fermân uyarınca hareket edip bu fermândan yüz çevirenleri cezalandırıp itaat edenleri ödüllendireceğini” söyleyerek elçiyi geri göndermiştir.[52]

Anlaşıldığı kadarıyla Suğdaklılar, Türkiye Selçuklu Devleti’ne itaatlerini arz etmek ve klasik tâbiiyet şartlarını kabul ettiklerini bildirmek suretiyle daha önce de örneklerine rastladığımız bir muâhede yapmak istemiş ancak bunda başarılı olamamışlardır. Bununla beraber Kıpçak Meliki’nin mağlup edilmesi[53] ve Rus Meliki’nin itaatini arz etmesinden sonra Suğdak’ı kuşatan Türkiye Selçuklu kuvvetleri karşısında fazla dayanamamışlar ve diğer tâbiiyet şart ve mükellefiyetleriyle beraber[54] “istendiği zaman savaşçı yiğitlerle saltanat hizmetine katılmayı” kabul ederek Türkiye Selçuklu Devleti’nin tâbiiyetini kabul etmek zorunda kalmışlardır.[55]

İbn Bîbî’nin kayıtlarından, Suğdaklılarla bir tâbiiyet antlaşması yapılıp yapılmadığı açıkça anlaşılamamaktadır. Ancak diğer tâbi devletler gibi Suğdaklılarla da bu tür bir antlaşmanın yapılmış olması muhtemeldir. Hatta bu sefer sonrasında Türkiye Selçuklu tâbiiyetine giren Kıpçak ve Rus Melikleriyle de benzer antlaşmaların yapılmış olması icap eder ki bu olaydan sonra Türkiye Selçuklu ordusunda karşımıza çıkan Rus ve Kıpçak askerlerinin, bu melikler tarafından gönderilen tâbi devlet kuvvetleri oldukları söylenebilir.

Tâbi meliklerin Türkiye Selçuklu ordusuna asker göndereceklerini beyan etmelerine dair bir başka örnek de yine Alâü’d-dîn Keykubâd dönemine aittir. İbn Bîbî’nin kaydına göre Alâü’d-dîn Keykubâd, Türkiye Selçukluları’nın sadık tâbilerinden Erzincan Mengücek Beyi Behrâm Şâh’ın[56] ölümünden sonra (1225) yerine geçen, fakat tâbiiyet şart ve mükellefiyetlerine[57] aykırı hareketlerde bulunan Alâ’üd-dîn Dâvud Şâh üzerine yürüyüp Erzincan’ı doğrudan Türkiye Selçuklu Devletine bağladıktan sonra (1228)[58], orduyu Dâvud Şâh’ın kardeşi Melik Muzafferü’d-dîn Muhammed’in idaresindeki Kogonya (Şebinkarahisar) ve Melik Rüknü’d-dîn Cihan Şâh’ın idaresinde bulunan Erzurum’a yollamıştır. Orduya, hiçbir şekilde halka zarar verilmemesini emreden Sultan, Melik Rüknü’d-dîn Cihanşâh ile Melik Muzafferü’d-dîn’in bu hareket karşısında nasıl bir tavır alacaklarını beklemeye başlamıştır.[59] İşte bu sırada Sultan’ın askerlerinin ülkesine girdiğini ve bazı yerlerin saltanat dîvânının yönetimine geçtiğini öğrenen Erzurum Hâkimi Melik Rüknü’d-dîn Cihan Şâh, bir yandan çok miktarda hediye ve yolluk hazır layarak ordunun emîrlerine yollarken, diğer yandan da büyük emîrlerinden birini de Sultan’a göndererek itaatini arz etmiş, bağlılık ve kulluk yolundan çıkmayacağını belirtmiş ve bu cümleden olmak üzere “istendiği zaman yardımcı kuvvet göndereceğine” dair vaatte bulunmuştur.[60]

4. Selçuklu Hanedanına Mensup Meliklerin Durumu

Bu kaydın bizim açımızdan en önemli tarafı, “istendiği zaman yardımcı kuvvet göndereceğini” vaat eden emîrin, bir Türkiye Selçuklu meliki oluşudur. Şöyle ki; Büyük Selçuklularda, hanedan üyesi meliklerin idaresinde bulunan “birinci kategoriden vasal devletler” teşekkül ettiği ve bu durumun Türk hâkimiyet geleneği neticesinde ülkenin hanedan azası arasında üleştirilmesinden ileri geldiği malumdur. Büyük Selçuklu Devleti’nin birinci kategoriden vasalı olarak ortaya çıkıp daha sonra müstakil hale gelen Türkiye Selçukluları da söz konusu geleneği devam ettirmiş ve ülkeyi, hanedan azası arasında taksim etmişlerdir. En bariz örneğine II. Kılıç Arslan döneminde rastladığımız bu taksim geleneği neticesinde muhtelif bölgelere gönderilen Selçuklu meliklerinin, Türkiye Selçuklu Sultan’ı karşısındaki hukukî durumları incelendiğinde, klasik vasallık şart ve mükellefiyetlerine bağlı oldukları görülür. Nitekim vaktiyle Nejat Kaymaz tarafından da belirtildiği üzere[61] söz konusu meliklerin kendi merkezlerinde, biraz daha küçük çapta olmakla beraber, tıpkı payitahttaki gibi bir teşkilâta, maiyyetinde, yine aynı payitahttakine benzer bir askerî ve sivil idare kadrosuna, hâkimiyet alâmetlerine[62] sahip oldukları, kendi adlarını taşıyan sikkeler bastırıp[63], kitabeler yazdırdıkları[64], birbirleriyle ve civardaki devletlerle serbestçe askerî ve siyasî münasebetlere giriştikleri, buna karşılık her yıl Sultan’ın huzuruna çıkarak itaatlerini arz etmek[65], hutbede ve sikkede[66] Sultan’ın adını zikretmek ve icap ettiğinde Türkiye Selçuklu ordusuna asker göndermek[67] gibi tâbiiyet şart ve mükellefiyetlerini yerine getirdikleri görülmektedir.

Bununla beraber Türkiye Selçuklu meliklerinin hüküm sürdükleri bölgelerde kurdukları siyasî nizâmın, Büyük Selçuklu Devleti’ndeki birinci dereceden vasal devletlerle aynı mahiyette olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira hiçbir Türkiye Selçuklu melikinin Kirman Selçuklu Devletinin Kavurt, Suriye Selçuklu Devleti’nin kurucucu Tutuş veya Irak Selçuklu Devleti’nin kurucusu Mahmud bin Muhammed gibi ayrı bir siyasî irade haline geldiği, tasarrufunda bulunan bölgede bir hanedan veya siyasî teşekkül oluşturduğunu gösteren herhangi kayıt bulunmamaktadır.[68]

Melik Rüknü’d-dîn Cihan Şâh’ın Sultan Alâü’d-dîn Keykubâd’a tâbiiyetini arz ederek “istendiği zaman yardımcı kuvvet göndereceğini” vaat etmesi, Selçuklu meliklerinin de klasik vasallık şart ve mükellefiyetlerine tâbi olduklarını gösteren örneklerden biri olası sebebiyle dikkat çekicidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi diğer meliklerin de söz konusu şart ve mükellefiyetlere bağlı olduklarına dair bazı bilgilere rastlanmakla beraber, Melik Rüknü’d-dîn Cihan Şâh’la ilgili bu kayıt “as ker gönderilmesi” konusunun da bu mükellefiyetlere dâhil olduğunu gösteren sayılı mehazlardan biri olması bakımından önem arzetmektedir[69] .

Sonuç

Tâbi devletler ve tâbiiyet hukuku meselesi, sair Ortaçağ devletleri gibi Türkiye Selçuklu devletinin de siyasî, idarî ve askerî işleyişlerini anlama konusunda son derece önemlidir. Ancak Ortaçağ Türk tarihinin hemen her meselesinde olduğu gibi bu konuda da elimizde çok fazla bilgi mevcut olmadığından meseleyi kesin hatlarıyla ortaya koymak oldukça zordur. Bilhassa metbu hükümdar ile tâbi melik veya emîr arasında imzalandığı bilinen tâbiiyet anlaşmaları, sevgendnâme veya ahidnâmelerin hiçbirinin orijinal nüshalarının elimize ulaşmamış olması, konunun esaslı bir şekilde izahını adeta imkânsız hâle getirmektedir. Bununla beraber döneme ait sikkeler hangi melik veya emîrin hangi tarihlerde Türkiye Selçuklu Devleti’ne tâbi olduğu hakkında bilgi verdiği gibi, diğer yazılı eserler de yine tâbi melik ve emîrler, bu melik ve emîrlerle yapılan tâbiiyet anlaşmaları ve tâbiiyet hukuku hakkında malumat vermektedir. Sözkonusu kaynaklarda yer alan kayıtlar, dikkatle incelenince görülmektedir ki, tâbi melik ve emîrlerin, metbû hükümdarlarına karşı yerine getirmek zorunda oldukları mükellefiyetler iki taraf arasında imzalanan anlaşmalar çerçevesinde belirlenip, yerine göre her sene yenilenen bu anlaşmaların aksine hareket edenler âsi sayılmaktadır. Bu anlaşmalarda belirtilen sair hükümler içinde en önemlileri, belirlenen miktarda vergi ve askerî kuvvet gönderilmesidir. Aralarında hanedana mensup meliklerin de bulunduğu tâbi devletlerden gelen vergi ve askerî kuvvet, genel yekûn içinde değerlendirildiğinde oldukça büyük yer tutmaktadır ki, bu durum, tâbi devletlerin, metbû devletin siyasî ve idarî yapısı kadar mâli ve askerî işleyişi için de hayati bir öneme sahip olduklarını göstermektedir.

* Kastamonu’da düzenlenen “Uluslararası Malazgirt’ten Osmanlıya Selçuklu Sempozyumu”nda (22-23 Mayıs 2014) sunulan aynı isimli tebliğin metnidir

Kaynaklar

  • Ahmed Tevhid, Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye Kataloğu, IV., Kostantiniye 1321.
  • Ahmed Ziya, Meskûkât-ı İslâmiyye Takvîmi, Konstantiniyye 1328.
  • Aköz, Alâaddin, “Karamanoğlu II. İbrahim Beyin Osmanlı Sultanı II. Murad’a Vermiş Olduğu Ahidnâme”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, s. Ü. Türkiyat Araş. Enst Yay., Sayı.18 (Güz 2005), s. 159-178.
  • Alptekin, Coşkun, “Saltuklu Sikkeleri”, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, Sayı:13 (Ahmed Zeki Velidi Togan Özel Sayısı), (1985)., s. 293-296.
  • Anna Komnena, Alexiad, (Çev. Bilge Umar), İstanbul 1996.
  • Anonim Selçuknâme, (Târîh-i Âl-i Selçûk der Anadolu), Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi III, (Neşr ve çev. Feridun Nafiz Uzluk), Ankara, 1952.
  • Artuk, İbrahim, “Alâü’d-dîn Keykubâd’ın Meliklik Devri Sikkeleri”, Belleten, XLIV/174 (1980), s. 265-271.
  • Asakawa, Kanichi, The Documents of Iriki: Illustrative of The Development of the Feudal Institutions of Japan, (Yale University Pres), New Haven 1929.
  • Bahâ’ü’d-dîn Muhammed b. Müeyyed Bağdâdî, et-Tevessül ile’t-Teressül, (Mukâbele ve Tashîh: Ahmed Behmenyâr), Tahran 1315.
  • Bartusis, Mark C., The Late Byzantine Army: Arms and Society, 1204-1453, (Philadelphia: University of Pennsylvania Press), 1992.
  • Bloch, Marc, Feudal Society, II., (Translated by L. A. Manyon), Chicago 1961.
  • Bombaci, Alessio, “The Army of the Saljuqs of Rum”, Annali, 38/4 (1978), s. 343- 369.
  • Bosworth, Clifford Edmund, The New Islamic Dynasties: A Chronological and Genealogical Manual, (Edinburgh University Pres), Edinburgh 2004.
  • Cenâbî Mustafa Efendi, el-‘Aylemü’z-Zâhir fi Ahvâli’l-Evâ’il ve’l-Evâhir, (Haz. Muharrem Kesik, Cenâbî Mustafa Efendi’nin el-‘Aylemü’z-Zâhir fî Ahvâli’l-Evâ’il ve’l-Evâhir Adlı Eserinin Anadolu Selçukluları İle İlgili Kısmının Tenkidli Metin Neşri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1994.
  • Ebu’l-Ferec (Bar Hebraus), Ebu’l-Ferec Tarihi, II, (Süryaniceden İngilizceye Çev. Ernest A. Wallis Budge-İngilizceden Türkçeye Çev. Ömer Rıza Doğrul), TTK Yay., Ankara 1999.
  • Elements of Military Art and History, (Ed. De La Barre Duparcq-Translated and Edited: Brig.-Gen. George W. Cullum) New York 1863.
  • Ersan, Mehmet, “Kilikya Ermeni Krallığı’nın Türkiye Selçuklularına Tâbiiyeti Meselesi”, Prof. Dr. İsmail Aka Armağanı, İzmir 1999., s. 301-315.
  • Finlay, George, History of Greece from its Conquest by the Crusaders to its Conquest by the Turks, and of the Empire of Trebizond 1204-1461, Edinburg 1851.
  • Ganshof, Francois Louis, Feudalism, (Translated by Philip Grierson), London 1996.
  • Gök, Nejdet, Osmanlı Diplomatikasında Bir Berat Çeşidi Olan Ahidnameler”, Türkiye Günlüğü, 59 (Ocak-Subat 2000-02), s. 97-113.
  • Göksu, Erkan, Türkiye Selçuklularında Ordu, TTK Yay, Ankara 2010.
  • Halam, Henry, View of the State of Europe During the Middle Ages, I, Boston 1853
  • Halil Edhem (Eldem), Kayseriyye Şehri, (Haz. Kemal Göde), Ankara 1982.
  • Hasan Enverî, Istılâhât-ı Dîvânî Devre-i Gaznevî ve Selçûkî, Tahran 2535., s. 254.
  • Hinrichs, J. C., “Erzurum Selçuklularının Sikkeleri”, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, Sayı: 6 (1976)., s. 163-178.
  • Humphreys, R. Stephen, From Saladin to the Mongols: The Ayyubids of Damascus, 1193-1260, Albany, State University of New York Pres, 1977.
  • İbn Bîbî (el-Hüseyin b. Muhammed b Ali el-Caferî er-Rugedî), el-Evâmirü’l-‘Alâ’iye fi’l-Umûri’l-‘Alâ’iye, Tıpkı Basım, (Önsöz ve fihristi haz. Adnan Sadık Erzi), TTK Yay., Ankara 1956.
  • İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh Tercümesi, IX-XII, (Çev: Abdülkerim Özaydın), İstanbul 1987.
  • -----, et-Târîhu’l-Bâhir fî’d-Devleti’l-Atabekiyye, (Tahkîk: Abdulkadir Ahmed Tuleymat), Kahire 1963.
  • İbnü’l-Ezrak, Târîhu Meyyâfârıkîn ve Âmid, (Türkçe terc. Meyyâfârıkîn ve Âmid Tarihi (Artuklular Kısmı), (Çev. Ahmet Savran), Erzurum, 1992.
  • İsmail Gâlib, Meskûkât-ı Türkmâniyye Kataloğu, İstanbul 1311.
  • Jean de Joinville, The Memoirs of the Lord of Joinville, (A New English Version Ethel Wedgwood), London 1906, (Türkçe terc., Bir Haçlının Hatıraları, (Çev: Cüneyt Kanat) Ankara 2002.
  • Kâtib Ferdî, Mardin Mülûk-i Artûkiyye Tarihi ve Kitâbeleri Vesâir Vesâik-i Mühimme, (Neşr. Ali Emirî-Yay. Haz. Y. Metin Yardımcı), İstanbul 2006.
  • Kaymaz, Nejat, “Anadolu Selçuklu Devletinin İnhitatında İdare Mekanizmasının Rolü (I)”, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, II/2-3 (1964), s. 114-115.
  • Kesik, Muharrem, Türkiye Selçuklu Devleti Tarihi Sultan I. Mesud Dönemi (1116-1155), TTK Yay., Ankara 2003.
  • Kirakos, History of the Armenians, (Trans. Robert Bedrosian), Sources of the Armenian Tradion, New York 1986.
  • Koca, Salim, Selçuklularda Ordu ve Askerî Kültür, Ankara 2005.
  • -----, Sultan I. İzzü’d-dîn Keykâvus (1211-1220), TTK Yay., Ankara 1997.
  • Köprülü, M. Fuad, “Anadolu Selçuklu Tarihinin Yerli Kaynakları”, Belleten, VII/27, (Temmuz 1943), s. 379-458.
  • Köymen, Mehmet Altay, “Selçuklu Devri Kaynaklarına Dair Araştırmalar I”, DTCFD, VIII/4 (1951)., s. 537-648.
  • ----- Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi V, İkinci İmparatorluk Devri, TTK Yay., Ankara 1991
  • -----, Selçuklu Devri Türk Tarihi, TTK Yay., Ankara 1993.
  • Mallet, Michael, Mercenaries and Their Masters: Warfare in Renaissance Italy, Totowa, New Jersey: Rowman and Littlefield, 1974.
  • Merçil, Erdoğan, “Nal-baha ve Kullanılışına Dair Örnekler”, Belleten, LX/227, (1996), s. 21-32.
  • Miller, W., Trebizond the Last Greek Empire, Amsterdam 1968., s. 18-25.
  • Mills, Charles, History of Crusades: For the Recovery and Possession of the Holy Land, I., London 1821.
  • Nicolle, David, Saladin and the Saracens: Armies of the Middle East 1100-1300, (Osprey Military: Men-at-arms Series: 171), London 1986.
  • Nuhoğlu, Güller, Beyhakî Tarihi’ne Göre Gazneliler’de Devlet Teşkilâtı ve Kültür, (İÜ SBE, Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 1995.
  • Oppenheim, Lassa, International Law: A Treatise, The Third Edition, (Edited by Ronald F. Roxburgh), London 1920.
  • Oppenheimer, Franz, The State, (Little, Brown, and Company), New York 1975.
  • Ostrogorsky, George, Bizans Devleti Tarihi, (Çev. Fikret Işıltan), TTK Yay., Ankara 1999.
  • Palgrave, Francis Turner, The Lord and the Vassal: A Familiar Exposition of the Feudal System in the Middle Ages, (Publisher: John W. Parker), MDCCCXLIV (1844).
  • Russell, Jeffrey Burton, Medieval Civilization, (New York: John Wiley and Sons), 1968.
  • Saatçi, Tahsin, “Samsat’ta Türk İslâm Sikkeleri”, X. Türk Tarih Kongresi (22-26 Aylül 1986), III., Ankara 1991, s. 941-943.
  • Simon de Saint Quentin, Histoire des Tartares, (Türkçe terc., Bir Keşişin Anılarında Tatarlar ve Anadolu, (Çev. Erendiz Özbayoğlu) Antalya 2006.
  • Sir John Hawkwood (L’Acuto): Story of a Condottiere, (Translated from the Italian of John Temple-Leader, Giuseppe Marcotti, by Leader Scott), (Published by T. Fisher Unwin), London 1889.
  • Smbat, Chronicle, (Trans. Robert Bedrosian), Long Branch, New Jersey 2005.
  • Southern, R. W., The Making of the Middle Ages, (New Haven, CT: Yale University Pres), 1953.
  • Süryanî Patrik Mihail’in Vekâyinâmesi (1042-1195), II, (Türkçe terc., Hrand D. Andreasyan), Ankara 1944. (TTK Kütüp. No:44’de yayınlanmamış tercüme)
  • Turan, Osman, “Anatolia in the Period of the Seljuks and the Beyliks”, The Cambridge History of Islam, Vol.1/A, (Edited by Peter Malcolm Holt, Ann Katharine Swynford Lambton, Bernard Lewis), Cambridge 1970., s.246-247.
  • -----, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 2001.
  • ----- Selçuklular Zamanında Türkiye, Siyâsî Tarih Alp Arslan’dan Osman Gazi’ye (1071- 1318), İstanbul 2002., s. 305 n.).
  • Uyumaz, Emine, Sultan I. Alâü’d-dîn Keykubâd Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasî Tarihi (1220-1237), TTK Yay., Ankara 2003.
  • Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, “Karamanoğulları Devri Vesîkalarından İbrâhim Bey’in Karaman İmâreti Vakfiyesi”, Belleten, I/1 (1937)., s. 56-144.
  • -----, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, Ankara 1941.
  • Vardan, Compilation of History, (Trans. Robert Bedrosian), Long Branch, New Jersey 2007. (Türkçe terc., “Cihan Tarihi”, (Çev. Hrant D. Andreasyan), Tarih Semineri Dergisi, III, İÜEF, (1937), s. 154-255.
  • Yakubovski, A., “İbn-i Bibi’nin XIII. Asır başında Anadolu Türklerinin Sudak, Polovets (Kıpçak) ve Ruslara Karşı Yaptıkları Seferin Hikâyesi”, (Çev. İsmail Kaynak), AÜ DTCFD, XII (1954), s. 207-226.
  • Yapı Kredi Sikke Koleksiyonu Sergileri, III, (“Asya’dan Anadolu’ya İnen Rüzgar” Beylikler Dönemi Sikkeleri - “The Wind Blowing from Asia to Anatolia” An Exhibition of Beylik Period Coins), İstanbul 1994.

Dipnotlar

  1. Lassa Oppenheim, International Law: A Treatise, The Third Edition, (Edited by Ronald F. Roxburgh), London 1920., s. 161-162.; Francis Turner Palgrave, The Lord and the Vassal: A Familiar Exposition of the Feudal System in the Middle Ages, (Publisher: John W. Parker), MDCCCXLIV (1844)., s. 17-60 ve muhtelif yerler.; Henry Halam, View of the State of Europe During the Middle Ages, I, Boston 1853, s. 162-187 ve muhtelif yerler; R. W. Southern, The Making of the Middle Ages, (New Haven, CT: Yale University Pres), 1953., s. 16-17.; Jeffrey Burton Russell, Medieval Civilization, (New York: John Wiley and Sons), 1968., s. 193, 104-205, 212-227.; Marc Bloch, Feudal Society, II., (Translated by L. A. Manyon), Chicago 1961, s. 145-175, 190-240.; Francois Louis Ganshof, Feudalism, (Translated by Philip Grierson), London 1996.; Franz Oppenheimer, The State, (Little, Brown, and Company), New York 1975., s. 66-85.
  2. Kanichi Asakawa, The Documents of Iriki: Illustrative of The Development of the Feudal Institutions of Japan, (Yale University Pres), New Haven 1929., s. 12-28, 39-50, 52.
  3. Buna mukabil her tâbi hükümdar, metbû‘ hükümdarın menfaatlerini haleldar etmemek kayıt ve şartıyla iç ve dış işlerinde tamamıyla müstakil olup, üçüncü bir devletle harp veya sulh yapmakta, elçiler gönderip, elçiler kabul etmekte serbesttir. Şu halde, tâbi hükümdar, tâbi devlet hudutları içinde hükümranlık haklarına sahiptir. Yalnız bu hak ve salâhiyetler, metbû‘ hüküm darın, her istediği zaman tâbi devlet sınırlarını aşamayacağı mâna sına gelmez. Hatta metbû‘ hükümdar bu hususta sebep göstermeğe de mecbur değildir. Diğer taraftan, herhangi iç ve dış mesele dolayısıyla müşkül duruma düşmüş olan tâbi hü kümdar, yardım istediği takdirde, metbû‘ hükümdar onun yardımı na koşmak zorundadır. Bu da metbû‘ hükümdarın mükellefiyetini teşkil eder. Ayrıca tâbi (vassal) hükümdarların da tıpkı metbû‘ hükümdarlar gibi, maddî ve manevî hâkimiyet sembolleri olduğu bilinmektedir (Mehmet Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, TTK, Ankara 1993, s. 97-98)
  4. Meskûkât kataloglarındaki sikkelere göre Türkiye Selçuklu Devleti’nin tâbiiyyetini kabul ettiği anlaşılan devletlere dair bir liste için bkz, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, Ankara 1941., s. 127-130; Ayrıca bkz, Erkan Göksu, Türkiye Selçuklularında Ordu, TTK Yay, Ankara 2010, s. 176-178.
  5. Bazı kaynaklar, Süleyman Şâh ve I. Kılıç Arslan’tan Anadolu, İznik veya “Batının Sultanı” olarak bahsetseler de (Anna Komnena, Alexiad, (Çev. Bilge Umar), İstanbul 1996., s. 124, 126, 133.; Süryanî Patrik Mihail’in Vekâyinâmesi (1042-1195), II, (Türkçe terc., Hrand D. Andreasyan), Ankara 1944. (TTK Kütüp. No:44’de yayınlanmamış tercüme), s. 29., Smbat, Chronicle, (Trans. Robert Bedrosian), Long Branch, New Jersey 2005., s. 45, 47, 59.; Vardan, Compilation of History, (Trans. Robert Bedrosian), Long Branch, New Jersey 2007., s. 109; (Türkçe terc., “Cihan Tarihi”, (Çev. Hrant D. Andreasyan), Tarih Semineri Dergisi, III, İÜEF, (1937), s. 186). Türkiye Selçuklu Devleti’nin, Büyük Selçuklu Devleti’nin bir vasalı olarak kurulduğu, Süleyman Şâh ve I. Kılıç Arslan dönemlerinde bu statüsünü devam ettirdiği, I. Mesut döneminde ise Büyük Selçuklu Devleti’nin vasalı durumunda olan Irak Selçuklu Devleti’nin vasalı yani “vasalın vasalı” haline geldiği malumdur (İbnü’l-Esîr, et-Târîhu’lBâhir fî’d-Devleti’l-Atabekiyye, (Tahkîk: Abdulkadir Ahmed Tuleymat), Kahire 1963., s. 21). Ancak bu statünün, hukukî bir vaziyetten ibaret olduğu, Türkiye Selçuklularının fiilen müstakil hareket ettikleri anlaşılmaktadır. Geniş bilgi için bkz., Mehmet Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, s. 113-114.; Muharrem Kesik, Türkiye Selçuklu Devleti Tarihi Sultan I. Mesud Dönemi (1116-1155), TTK Yay., Ankara 2003., s. 105-107.
  6. Dânişmendliler, II. Kılıç Arslan döneminde tamamen hâkimiyet altında alınmıştır. Geniş bilgi için bkz, İbnü’l-Ezrak, Târîhu Meyyâfârıkîn ve Âmid, (Türkçe terc. Meyyâfârıkîn ve Âmid Tarihi (Artuklular Kısmı), (Çev. Ahmet Savran), Erzurum, 1992., s182); Anonim Selçuknâme, (Târîh-i âl-i Selçûk der Anadolu), Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi III, (Neşr ve çev. Feridun Nafiz Uzluk), Ankara, 1952., s. 39; (Türkçe terc., s. 25).; Mihail, s. 251-252.; Ebu’l-Ferec (Bar Hebraus), Ebu’l-Ferec Tarihi, II, (Süryaniceden İngilizceye Çev. Ernest A. Wallis Budge-İngilizceden Türkçeye Çev. Ömer Rıza Doğrul), TTK Yay., Ankara 1999., s. 423-424.; Clifford Edmund Bosworth, The New Islamic Dynasties: A Chronological and Genealogical Manual, (Edinburgh University Pres), Edinburgh 2004., s. 216.; Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, s. 140.
  7. Saltukluların, 585/1189’a kadar Irak Selçuklularına tâbi oldukları, bastırdıkları sikkelerden anlaşılmaktadır (Coşkun Alptekin, “Saltuklu Sikkeleri”, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, Sayı:13 (Ahmed Zeki Velidi Togan Özel Sayısı), (1985)., s. 293-296.; Yapı Kredi Sikke Koleksiyonu Sergileri, III, (“Asya’dan Anadolu’ya İnen Rüzgar” Beylikler Dönemi Sikkeleri - “The Wind Blowing from Asia to Anatolia” An Exhibition of Beylik Period Coins), İstanbul, 1994. s,11-13). Ancak İbnü’lEsîr, 560/1164-1165 yılı hadiseleri arasında İzzü’d-dîn Saltuk’un, II. Kılıç Arslan’ın tabiiyetini kabul ettiğini, hatta kızını Sultan’a vermek suretiyle sıhriyet kurduğunu zikretmiştir (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’tTârîh Tercümesi, IX, (Çev: Abdülkerim Özaydın), İstanbul 1987, s. 257-258); Anonim Selçuknâme’de de Erzurum hükümdarının II. Kılıç Arslan’a itaat ettiği kaydedilmiştir (s. 39., Türkçe terc., s. 26).
  8. Anonim Selçuknâme’de II. Kılıç Arslan döneminde itaat altına alındıkları kaydedilmiştir (s.39., Türkçe terc., s. 26). Divriği Mengüceklerinden Şehinşâh b. Süleyman b. İshak’ın II. Kılıç Arslan ile II. Rüknü’d-dîn Süleyman adına sikke bastırdığı bilinmektedir (Ahmed Tevhid, Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye Kataloğu, IV., Kostantiniye 1321., s. 522, 523). Erzincan Mengücek Beyi Behrâm Şâh da 1165 yılında Türkiye Selçuklu tabiiyeti kabul etmiştir (İbnü’l-Esîr, (Türkçe terc., XII, s. 441.; Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, s. 141-142).
  9. Türkmenler arasında büyük nüfuza sahip olup Anadolu’da Türkiye Selçuklu Devletine eş bir siyasi teşekkül olarak (İbnü’l-Esîr, el-Atabekiyye, s. 81) Artukoğlullarının Diyarbakır (âmid) kolu, II. Kılıç Arslan döneminde itaat altına alınmıştır (Anonim Selçuknâme, s. 39., Türkçe terc., s. 26). Hısn-ı Keyfa (Hasankeyf) ve Âmid Artukluları meliki Salih Nâsırü’d-dîn Mahmud’un 614/1217 tarihinde I. İzzü’d-dîn Keykâvus adına ve oğlu Mesud’un (Rüknüddin Mevdud) 624/1227 tarihinde I. Alâü’d-dîn Keykubâd adına basılmış sikkeleri mevcuttur (İsmail Gâlib, Meskûkât-ı Türkmâniyye Kataloğu, İstanbul 1311., s. 160, 165; Ahmed Ziya, Meskûkât-ı İslâmiyye Takvîmi, Konstantiniyye 1328., s. 73.; İbnü’l-Esîr, (Türkçe terc., XII, s. 300).
  10. Mardin Artukluları hükümdarı Melik Mansur Nâsırü’d-dîn Artuk Arslan’ın, 623-624/1226, 625/1227, 626/1228, 634/1236 senelerinde Düneysir ve Mardin’de I. Alâü’d-dîn Keykubâd ve II. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev adına bastırdığı sikkeler bulunmaktadır (Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye Kataloğu, IV., s. 180, 181; Meskûkât-ı İslâmiyye Takvîmi, s. 76.; Yapı Kredi Sikke Koleksiyonu Sergileri, III, s. 37.; Kâtib Ferdî, Mardin Mülûk-i Artûkiyye Tarihi ve Kitâbeleri Vesâir Vesâik-i Mühimme, (Neşr. Ali Emirî-Yay. Haz. Y. Metin Yardımcı), İstanbul 2006., s. 18, 67.
  11. Musul Hükümdarı Nâsırü’d-dîn Mahmud, 620/1223 ve 621/1224 tarihlerinde I. Alâü’d-dîn Keykubâd nâmına sikke darbettirmiştir ki bunlardan ilki Eyyûbî Melikleri el-Kâmil ve el-Eşref ’le müşterektir (Meskûkât-ı Türkmâniyye Kataloğu, s. 97, 98). Yine Musul Atabegleri’nin şubesi olan Bedrü’ddîn Lülü’nün de 639/1241 tarihinde II. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev adına kesilmiş altın sikkeleri mevcuttur (Meskûkât-ı Türkmâniyye Kataloğu, s. 103, 104, 105).
  12. Selahaddin Eyyûbî’nin büyük oğlu el-Melikü’l-Efdal, amcası el-Melikü’l-Âdil ve diğer Eyyûbî melikleriyle yaşadığı mücadeleler esnasında II. Rüknü’d-dîn Süleyman Şâh’ın tâbiiyyetine girmiş (İbnü’l-Esîr, (Türkçe terc., XII, s. s.156); Ebu’l-Ferec, II, 475.; R. Stephen Humphreys, From Saladin to the Mongols: The Ayyubids of Damascus, 1193-1260, Albany, State University of New York Pres, 1977., s. 435) ve bu vaziyeti I. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev ve İzzü’d-dîn Keykâvus dönemlerinde de devam ettirmiştir (İbnü’l-Esîr, (Türkçe terc., XII, s. 170); Ebu’l-Ferec, II., s. 486.; Tahsin Saatçi, “Samsat’ta Türk İslâm Sikkeleri”, X. Türk Tarih Kongresi (22-26 Aylül 1986), III., Ankara 1991., s. 941-943.
  13. Haleb hükümdarı el-Melikü’l-Nâsır b. Selâhü’d-dîn, 638/1240 tarihinde II. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev adına bastırmış olduğu sikkeleri mevcuttur (Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye Kataloğu, IV., s. 229-231.; Meskûkât-ı Türkmâniyye Kataloğu, s. 62, 65, 68)
  14. Dımaşk (Şam) hükümdarı İmâdü’d-dîn İsmail b. Melik âdil’in (638/1240) tarihinde Halep’te II. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev adına kestirdiği gümüş sikkeler bulunmaktadır. (Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye Kataloğu, IV., s. 229-231.; Meskûkât-ı Türkmâniyye Kataloğu, s. 62, 65, 68)
  15. I. Mesud’dan başlayarak II. Kılıç Arslan, Rüknü’d-dîn Süleyman, I. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev, I. Izzüddin Keykâvus, I. Alâü’d-dîn Keykubâd ve II. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev namlarına sikke bastırmışlardır (Takvîm-i Meskûkât-i Selçûkiyye, s. 36.; Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye Kataloğu, IV., s. 182, 231-233). Jean de Joinville, Kilikya Ermeni Krallığının Türkiye Selçuklu tabiiyetinde olduğunu şu ifadelerle izah zikretmektedir: “Sultanın büyük serveti ve zenginliği, Ermeni Kralının Fransa Kralına gönderdiği yaklaşık beş yüz livre değerindeki büyük çadırdan da anlaşılmaktadır. Ermeni Kralı, Fransa Kralına bu çadırın kendisine Konya Sultan’ı tarafından tâbilik alameti olarak verildi ğini söyledi. Tâbilik ise sultanın bu çadırlarını muhafaza etmek ve onun evlerini temiz tutmak idi.” (Jean de Joinville, The Memoirs of the Lord of Joinville, (A New English Version Ethel Wedgwood), London 1906., s. 62.; (Türkçe terc., Bir Haçlının Hatıraları, (Çev: Cüneyt Kanat) Ankara 2002., s. 83-84).
  16. Trabzon Rum İmparatorlarının Türkiye Selçuklu sultanları adına darpettirdikleri sikkeler mevcut değildir. Ancak Sinop’un fethinden (1214) Kösedağ Savaşı’na kadar Türkiye Selçuklu Devleti’ni metbu olarak tanıdıkları kesin surette bilinmektedir (George Finlay, History of Greece from its Conquest by the Crusaders to its Conquest by the Turks, and of the Empire of Trebizond 1204-1461, Edinburg 1851., s. 380-381, 392-393.; W. Miller, Trebizond the Last Greek Empire, Amsterdam 1968., s. 18-25.; Bartusis, The Late Byzantine Army, s. 22.
  17. İbn Bîbî (el-Hüseyin b. Muhammed b Ali el-Caferî er-Rugedî), el-Evâmirü’l-‘Alâ’iye fi’l-Umûri’l- ‘Alâ’iye, Tıpkı Basım, (Önsöz ve fihristi haz. Adnan Sadık Erzi), TTK Yay., Ankara 1956., s. 319-323.
  18. İbn Bîbî, s. 422-424.
  19. Kaynaklarda Türkiye Selçuklu Devleti ile Bizans ve İznik Rum İmparatorluğu arasında yapılan antlaşmalara, Bizans ve İznik Rum imparatorlarının, Selçuklu sultanlarını metbû‘ olarak tanıdıkları, haraç verdiklerine dair kayıtlara tesadüf edilmekle beraber, bu devletler arasındaki ilişkilerin mahiyeti bugün bile tam anlamıyla açıklığa kavuşmuş değildir. Bkz, Göksu, a.g.e., s. 178 n.
  20. Hasan Enveri, Istılâhât-1 Dîvânî Devre-i Gaznevî ve Selçûkî, Tahran 2535., s. 254.
  21. Hasan Enveri, s. 258.
  22. Metbû‘ hükümdarlar ile tâbi hükümdarlar arasında imzalanan tâbiiyyet antlaşmalarından çok azı günümüze ulaşmıştır. Büyük Selçuklu dönemine ait yegâne örnek, Sultan Sancar'la Harrzemşah Atsız arasından imzalanan sevgendnâmedir (Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu imparatorluğu Tarihi V ikinci imparatorluk Devri, TTK Yay, Ankar a 1991, s. 321-323.; Ayrıca bkz., aynı yazar, “Selçuklu Devri Kaynaklarına Dair Araştırmalar I”, DTCFD , VIII/4 (1951)., s. 580). Bunun dışında Hârezmşahlar (Bahâ’ü’d-din Muhammed b. Müeyyed Bağdâdî, et-Tevessül ilet Teressül, (Mukâbele ve Tashih: Ahmed Behmenyâr), Tahran 1315., s. 138-145) ve Osmanlıların ilk dönemine ait birkaç sevgendnâme örneği de m evcuttur (İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Karamanoğulları Devri Vesikalarından ibrâhim Bey'in K araman imâreti Vakfiyesi”, Belleten, I/1 (1937)., s. 56-144.; Alâü’d-din Aköz, “Karamanoğlu II. İbrahim Beyin Osmanlı Sultanı II. Murad'a Vermiş Olduğu Ahidnâme”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, s. Ü. Türkiyat Araş. Enst Yay., Sayı.18 (Güz 2005), s. 159¬178.; Nejdet Gök, Osmanlı Diplomatikasında Bir Berat Çeşidi Olan Ahidnameler”, Türkiye Günlüğü1 59 (Ocak-Subat 2000-02), s. 97-113)
  23. Özellikle hükümdar değişikliği söz konusu olduğunda diğer devlet görevlileri gibi tâbi hükümdar veya melikler de Sultan'ı ziyaret eder, itaatlerini bildirir ve “kulluk görevlerini” yerine getirirlerdi. Bu cümleden olmak üzere ahid ve misaklar da yenilenirdi. Nitekim Türkiye Selçuklularında I. Gıyâsü'd-din Keyhüsrev (ibn Bibi, s. 20, 30), III. İzzü'd-din Kılıç Arslan (ibn Bibi, s. 76), I. İzzü'd-din Keykâvus (ibn Bibi, s. 120-121), Alâü'd-din Keykubâd'ın (ibn Bibi, s. 209¬210) ve II . Gıyâsü'd-din Keyhüsrev'in tahta oturmalarından (İbn Bibi, s. 464-465, 497-498) sonra bu ameliyatın uygulandığı görülmektedir. Alâü'd-din Keykubâd dönemine ait bir kayıtta 1 se “ ، Şam, Diyarbakır Rabia, Musul, Cezire, Yemen, Taif, Şam ve Sis beldelerinin meliklerinin, makamlarını emniyete almak için her yıl fermân ve menşurlarının yenilenmesini istedikleri, durumları ve memleket eri hakkında bilgi verdikleri” zikredilmiştir ki b u kayda göre de tâbiiyyet antlaşmalarının her yıl yenilendiği anlaşılmaktadır (İbn Bibi, s. 228-229).
  24. ،،... نوطاران ديوان سلطنت در قلم اورده ...” İbn Bibi, s. 153. (Burada noter kelimesinin zikredilmiş olması dikkat çekicidir. Simon de Saint Quentin de “sultanın katibi” anlamında olmak üzere “notarius” kelimesini kullanmıştır (Simon de Saint Quentin, Histoire des Tartares, (Türkçe terc., Bir Keşişin Anılarında Tatarlar ve Anadolu, (Çev. Erendiz Özbayoğlu) Antalya 2006., s. 65). Osman Turan, Haçlılar veya İtalyanlar ile süren sıkı temaslar neticesinde birtakım İtalyanca kelimelerin Türkçeye girdiğini ve noter (notaire) kelimesinin de bunlardan biri olduğunu söylemektedir (Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Siyâsî Tarih Alp Arslan’dan Osman Gazi’ye (1071-1318), İstanbul 2002., s. 305 n).
  25. “...سوكدنامه در خزانه بردك...” Ibn Bîbî, s. 153. Gaznelilerde de “sevgendnâmeler”in “devâthâne”de muhafaza edildiği bilinmektedir (Güller Nuhoğlu, Beyhakî Tarihine Göre Gazneliler’de Devlet Teşkilâtı ve Kültür, (İÜ SBE, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Istanbul, 1995., s. 207)
  26. Yukarıdaki kayıtta açıkça görüldüğü üzere Türkiye Selçukluları döneminde resmî vesikaların arşivlenmiş ve hazinede muhafaza edilmiştir. Ancak Türkiye Selçuklu Devleti ile başka devletler arasında imzalanan diğer diplomatik vesikalar (barış, ticaret, gümrük antlaşmaları vs) gibi tâbiiyyet muâhedenâmelerinin orijinalleri de günümüze ulaşmamıştır (M. Fuad Köprülü, ؛Anadolu Selçuklu Tarihinin Yerli Kaynakları”, Belleten, VII/27, (Temmuz 1943), s. 403 dn)
  27. Ibn Bîbî, naklettiği sevgendnâmelerden bazılarının maddelerini vermiş bazılarının ise sadece yapıldığından sözetmiştir. Mesela aman dilemek suretiyle Kalonoros Kalesini teslim eden Kyr Varta (Ibn Bîbî, s. 244-248), Iznik Rum imparatoruyla (Ibn Bîbî, s. 80), Antalya hâkimiyle (Ibn Bîbî, s. 141), Rus melikiyle (Ibn Bîbî, s. 312), Erzincan Meliki Alâü’d-dîn Dâvud Şâh’la (Ibn Bîbî, s. 351-352), Kır Han’la (Ibn Bîbî, s. 430-432), Amid hâkimiyle (Ibn Bîbî, s. 493-494) yapılan ahidnâmelerden de bahsedilmekle beraber tâbiiyet şart ve mükellefiyetlerine dair çok az bilgi vermiştir.
  28. Bunun yanında, vasallık mefhumunun, her zaman ve her yerde aynı olan, katılaşmış bir mefhum olmadığı, bilakis, zaman, yer ve şartlara, hatta metbû‘ hükümdarın kudret ve karakterine, tâbi devletin tâbi duruma sokuluş şekline ve bilhassa metbû‘ hükümdarla tâbi hükümdarın aynı hanedandan veya soydan olup olmadığına göre değişen gayet elastikî ve çok kademeli bir mefhum olduğu unutulmamalıdır. Nitekim tâbiiyyet statüsünün, bazen tâbi hükümdarın salâhiyet ve hukukunu son derece tahdîd eden bir tâbilik merhalesine (âzamî had) vardığı, bazen de dikkatle bakılmadığı takdirde, tâbi devletin tâbilik durumunu gözden kaçabilecek kadar sembolik (asgarî had) bir mahiyet kazandığı görülmektedir (Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, s. 97-98) ki, bu durumun da Türkiye Selçuklu Devleti ile onun tâbiiyetini kabul etmiş olan hükümdar veya emirler arasındaki hukukî ve fiilî durumun tespitini güçleştiren bir faktör olduğu söylenebilir. Bkz, Göksu, a.g.e., s. 181-182.
  29. Dördüncü Haçlı Seferi (1200-1204) sırasında Latinlerin İstanbul’u işgal etmesi üzere, Bizans İmparatoru III. Aleksios’un damadı Laskaris İznik’te, Komnenos sülelasine mensup bulunan Aleksios da Gürcü Kraliçesi Thamara’nın desteğiyle Trabzon’da birer devlet kurmuşlardır (Finlay, History of Greece, s. 368 vd.; Miller, Trebizond the Last Greek Empire, s. 7-15.; George Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, (Çev. Fikret Işıltan), TTK Yay., Ankara 1999, s. 393 vd). I. Gıyâsü’d-din Keyhüsrev’in, Laskaris’le bir antlaşma yaptıktan sonra 1206 tarihinde Trabzon üzerine bir sefer yaptığı biliniyorsa da kaynaklarda bu sefer hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır (İbnü’l-Esîr, (Türkçe terc., XII, s. 201).; Finlay, History of Greece, s. 376.; Miller, Trebizond the Last Greek Empire, s. 16.; Tuncer Baykara, I. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev (1164-1211) Gazi-Şehit, TTK Yay., Ankara 1997, s. 33)
  30. I. İzzeddîn Keykâvus, Sivas’ta Sinop seferi için ha zırlık yaparken, kuzeydeki uc beyleri, avlanmak üzere şehrin dışına çıkmış bulunan Trabzon Rum İmparatoru Kyr Aleksios’u 500 kişiyi bulan maiyyetiyle beraber ele geçirmişler ve “zeredhâne-i hâss”a hapsetmişlerdi (İbn Bîbî, s. 148- 149.; Ebu’l-Ferec, II., s. 497.; Anonim Selçuknâme, s. 43.;; Finlay, History of Greece, s. 380-381.; Miller, Trebizond the Last Greek Empire, s. 18.; Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 305.; Salim Koca, Sultan I. İzzü’d-dîn Keykâvus (1211-1220), TTK Yay., Ankara 1997., s. 31)
  31. İbn Bîbî, s. 153.
  32. Ebu’l-Ferec, Kyr Aleksios’un öldürüldüğünü söylemektedir (II., s. 497) Halbuki İbn Bîbî’de kaydın devamında “sevgendnâme hazineye gönderilince sul tan tekfura tâbiiyyet sembolü olarak hil’at, altun işlemeli elbise, külah, at ihsan etti ve onun bir kaç adamına da ikramlarda bulundu, saltanat ahı rından (ıstabl-ı hâss) atlar verilmesini ve onların da atlara binip hareketlerini emretti.” denmektedir (Ibn Bîbî, s. 153). Bu kayıt daha önce de belirttiğimiz üzere Türkiye Selçuklularının resmî vesîkaları hazinede muhafaza et tiklerini açıkça göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
  33. Sikke darbı meselesinin klasik tabiiyet şartlarından biri olduğu düşünülecek olursa Trabzon Rum İmparatorlarının Türkiye Selçuklu sultanları adına sikke darbettirmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. Ancak günümüze ulaşan sikkeler arasında Trabzon Rum İmparatorları tarafından bastırılanlar mevcut değildir.
  34. Göksu, a.g.e., s. 18-182.
  35. Türkiye Selçuklu Devleti ile Kilikya Ermeni Krallığı arasındaki ilişkiler ve bu devletin Türkiye Selçuklu Devleti’nin tâbiiyyetine ne zaman girdiği meseleleri hakkında toplu bilgi için bkz., Mehmet Ersan, “Kilikya Ermeni Krallığı’nın Türkiye Selçuklularına Tâbiiyyeti Meselesi”, Prof. Dr. İsmail Aka Armağanı, İzmir 1999., s. 301-315.
  36. İbn Bîbî, s. 169-170.
  37. İbn Bîbî, Leon olarak kaydetmiş ise de doğrusu Hetum’dur.
  38. İbn Bibi’nin kaydına göre Sultan’ın Konya’dan Kayseri’ye gittiği sırada huzuruna çıkan br tüccar, kendisinin Heleb diyarından geldiğini, Ermeni vilayetinden geçerken malının gaspedildiğini söylemiştir. Tüccar sözlerini bitirir bitirmez başka biri de Antalya yerlilerinden olduğunu, kazandığı bütün servetini bir gemiye yükleyip Mısır’a doğru deniz yolu ile hareket ettiğini, ancak Franklar tarafından saldırıya uğrayıp bütün mallarına el koyulduğundan bahsederek şikâyette bulunmuştur. Bu haberlere kızan Sultan da Ermeni Kralı üzerine sefer kararı almıştır. İbn Bîbî, s. 302-303.; Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 343.; Emine Uyumaz, Sultan I. Alâü’d-dîn Keykubâd Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasî Tarihi (1220-1237), TTK Yay., Ankara 2003, s. 31.
  39. İbn Bîbî, s. 341-342. Kirakos’a göre bu anlaşma Lambron (Namrun) Senyörü Konstantin tarafından imzalanmıştır (Kirakos, History of the Armenians, (Trans. Robert Bedrosian), Sources of the Armenian Tradion, New York 1986., s. 152-153.; ayrıca bkz., Anonim Selçuknâme, s. 46., (Türkçe terc., s. 30); Ebu’l-Ferec, II., s. 521.; Osman Turan, “Anatolia in the Period of the Seljuks and the Beyliks”, The Cambridge History of Islam, Vol.1/A, (Edited by Peter Malcolm Holt, Ann Katharine Swynford Lambton, Bernard Lewis), Cambridge 1970., s. 246-247)
  40. Ermeni Kralı, İzzü’d-dîn Keykâvus döneminde yapılan antlaşmada belirlenen yıllık harac 20.000 dinar idi (İbn Bîbî, s. 170). Ayrıca bkz, Göksu, a.g.e., s. 183-186.
  41. Göksu, a.g.e., s. 186.
  42. Simon de Saint Quentin, (Türkçe terc), s. 51.
  43. “Kaydın devamında şunlar söylenmektedir: “Bu bölgelerdeki Müslüman ve Hıristiyan emîrler ile Şam melikleri kendilerini onun kölesi (gulâm) sayarlar, onun dîvânından ve dergâhından emir alırlardı. Sikkelerini, minberlerini ve ülkelerinin nakidlerini (nükud-i memalik), samimi dualar ve gerçek övgüler söyleyerek onun kutlu lakapları ve mübarek ismiyle şereflendirirlerdi… O’nun dergâhının hükümlerine uymayı, onu uygulamayı, ülkeleri nin selameti, devletlerinin kalıcılığı, güç ve kuvvetlerinin devamı için ge rekli sayarlardı. Vergileri, malları, hediye ve bağışları onlara hiçbir zarar vermeden ve hiç geciktirmeden devlet hazinesine (hazâne-i âmire) ulaştırırlardı. Eğer bir kimse o konuda ihmallik etse diğer sınır muhafızlarına (merzâbân) ve başkalarına ders olacak şekilde o davranışının cezası nı ve kurallara uymamanın karşılığını görürdü.” (İbn Bîbî, s. 223-224)
  44. İbn Bîbî, s. 228-229. (Cenâbî, Alâü’d-dîn Keykubâd’ın hâkim olduğu şehirler arasında Konya ve oraya bağlı bulunan yerler ile Aksaray, Kayseri, Aydın, Menteşe, Saruhan, Hamid, Germiyanoğullarının ülkeleri, Gerede, Kastamonu, Ankara, Malatya, Maraş, Elbistan, Tokat, Amasya, Niksar, Erzincan, Sinop’u saymaktadır (Cenâbî Mustafa Efendi, el-‘Aylemü’z-Zâhir fi Ahvâli’lEvâ’il ve’l-Evâhir, (Haz. Muharrem Kesik, Cenâbî Mustafa Efendi’nin el-‘Aylemü’z-Zâhir fî Ahvâli’l-Evâ’il ve’l-Evâhir Adlı Eserinin Anadolu Selçukluları İle İlgili Kısmının Tenkidli Metin Neşri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1994., s. 20-21)
  45. Simon de Saint Quentin, (Türkçe terc), s. 51; Ayrıca bkz, Göksu, a.g.e., s. 186-188.
  46. Salim Koca, Selçuklularda Ordu ve Askerî Kültür, Ankara 2005, s. 114.
  47. Bir “lance”nin kaç savaşçıdan oluştuğu konusunda farklı kayıtlar bulunmaktadır. Mallet, XIV. yüzyılda Floransa’daki ücretli askerlerin aldığı ücretle ilgili verdiği bilgide üç kişiden oluşan bir “lance”nin yılda 40 filorin aldığını söylemektedir (Michael Mallet, Mercenaries and Their Masters: Warfare in Renaissance Italy, Totowa, New Jersey: Rowman and Littlefield, 1974, s. 136). Bazı yazarlar, tam teçhizâtlı beş veya altı savaşçıdan oluştuğu söylerken (Elements of Military Art and History, (Ed. De La Barre Duparcq-Translated and Edited: Brig.-Gen. George W. Cullum) New York 1863., s. 105.; Sir John Hawkwood (L’Acuto): Story of a Condottiere, (Translated from the Italian of John TempleLeader, Giuseppe Marcotti, by Leader Scott), (Published by T. Fisher Unwin), London 1889., s. 39.; Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 346-347), bazıları da bu sayının değişik dönemlerde ve değişik ülkelerde farklılık gösterdiğini, bununla beraber üçten az, altıdan fazla olmadığını ifade etmişlerdir (Charles Mills, History of Crusades: For the Recovery and Possession of the Holy Land, I., London 1821., 127-128); Ayrıca bkz., David Nicolle, Saladin and the Saracens: Armies of the Middle East 1100-1300, (Osprey Military: Men-at-arms Series: 171), London 1986., s. 34.; Alessio Bombaci, “The Army of the Saljuqs of Rum”, Annali, 38/4 (1978), 343-369., s. 352.
  48. Göksu, a.g.e., s. 188-189.
  49. Metinde Hazar Denizi denilse de doğrusu Karadeniz’dir.
  50. İbn Bîbî, s. 311.
  51. Nal-baha hakkında bkz., Erdoğan Merçil, “Nal-baha ve Kullanılışına Dair Örnekler”, Belleten, LX/227, (1996), s. 21-32.
  52. İbn Bîbî, s. 312-313.
  53. İbn Bîbî’nin bu mücadele esnasında Kıpçak kuvvetlerini Türk, Selçuklu ordusunu ise Rum ordusu olarak nitelendirmesi dikkat çekicidir (İbn Bîbî, s. 314-318)
  54. İbn Bîbî, kaydına göre Suğdaklılar şunları söylemişlerdir: “Her yıl buyurduğunuz miktarda haraç ödeyelim. Bize yükleyeceğiniz bâc’ı verelim, bu diyarda alınan veya kaybolan tüccar mallarını araştırıp bulalım ve onlan sahiplerine iade edelim. Askerlerin emîrlerinden, hu zurun büyüklerinden bu ülkenin emîrliğine veya zeamete tayin edeceği niz kimseye can u gönülden hizmet edelim. Kendi öz çocuklarımızı rehin olarak padişahın dergâhına gönderelim. Bizden görev istendiği zaman savaşçı yiğitlerle saltanat hizmetine katılalım. Bu sözlerin aksine davra nırsak, kanımız, malımız, çoluk çocuklarımız size helal olur” dediler (İbn Bîbî, s. 328)
  55. Bir cami inşa edilen, kadı, imam ve müezzinler gönderilen Suğdak’ta Selçuklu hâkimiyetinin ne kadar devam ettiği kesin olarak bilinmemektedir. Bununla beraber Moğolların bölgeyi tekrar ele geçirdikleri 1239 yılına kadar devam ettiği tahmin edilebilir. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 359; Bu sefer hakkında toplu bilgi için bkz, A. Yakubovski, “İbn-i Bibi’nin XIII. Asır başında Anadolu Türklerinin Sudak, Polovets (Kıpçak) ve Ruslara Karşı Yaptıkları Seferin Hikâyesi”, (Çev. İsmail Kaynak), AÜ DTCFD, XII (1954), s. 207-226.; Uyumaz, a.g.e., s. 34-38.
  56. Behrâm Şâh, altmış yıl (1165-1225) boyunca Selçuklulara tâbi bir bey olarak kalmıştır (İbnü’l-Esîr, (Türkçe terc., XII, s. 441)
  57. İbn Bîbî’nin verdiği bilgiye göre Alâü’d-dîn Dâvud Şâh’la imzalanan ahidnâme şu şekildeydi: “Dâvud şâh, içtenlikle aramızdaki an laşmaya uyar, bizim düşmanlarımıza dostluk göstermez, aramızda olan gizli anlaşmazlıkları bildiren mektupları ülkelere göndermez, garaz sa hiplerinin ve kışkırtıcıların asılsız sözlerine kulak asmaz, içini dışını bi ze bağlılık ilkeleriyle süslerse, bizden yardım, destek, makam ve mevki görür. O zaman ülkemizin sübaşı (serleşker) ve komutanlarının (sipehdâr) niyetleri ve hırsları, onun ülkesinin ve adamlarının üzerinden uzak olur. Eğer kaleme aldığımız bu kendisinden beklenen şartların dı şına çıkarsa, layık olduğu cezaya çarptırılır.” (İbn Bîbî, s. 351-352).
  58. Bölgenin idaresi Melik Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev’e verilmiş ve böylece Erzincan’daki Mengücek hanedanı son bulmuştur (İbn Bîbî, s. 359.; İbnü’l-Esîr, (Türkçe terc., XII, s. 441); Ebu’l-Ferec, II., s. 525.; Turan, “Anatolia in the Period of the Seljuks and the Beyliks”, s.247.; Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 2001, s. 83-84.; Uyumaz, a.g.e., s. 41-44)
  59. İbn Bîbî, s. 359-360.
  60. İbn Bîbî kaydın devamında şunları söylemektedir: “Elçi saltanat huzuruna varıp, sözlü ve yazılı mesajları iletip hediye leri arz edince Sultan, onu sonsuz merhamet ve cömertlik kapsamına aldı. Melik’in isteğini yerine getirerek Erzurum mülkünü ona verdikten sonra “Bundan sonra ordu, onun bölgesine girip dolaşmasın” diye fermân çıkardı. Ordular, saltanat bargâhının hükmüyle yağma ve talan dan döndüler. O zaman Melik Rüknü’d-dîn’in korku ve endişesi kayboldu.” (İbn Bîbî, s. 360- 361).
  61. Nejat Kaymaz, “Anadolu Selçuklu Devletinin İnhitatında İdare Mekanizmasının Rolü (I)”, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, II/2-3 (1964), s. 114-115.
  62. Tokat Meliki Rüknü’d-dîn Kılıç Arslan, I. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev’i tahtan indirmek üzere Konya’ya hareket ettiği sırada, askerlerini, “onun cıhângîr çetrinin gölgesinde (ظلال حدر حهانكيرش)” toplamıştı (ibn Bîbî, s. 31).
  63. Nejat Kaymaz’ın da belirttiği gibi (“İdare Mekanizmasının Rolü I”, s. 114 n), melikler sadece mahalli tedavül kıymetini haiz bulunan bakır paralar bastırabilmişlerdir. (Bkz., Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye Kataloğu, IV., s. 118-124; Takvîm-i Meskûkât-i Selçûkiyye, s. 9-14)
  64. Mesela Kayseri’de II. İzzü’d-dîn Kılıç Arslan’ın oğullarından Kayseri Meliki Nureddin Sultan Şâh’ın 589/1193) tarihli kitabesinde babasının ismi dahi geçmemektedir (Halil Edhem (Eldem); Kayseriyye Şehri, (Haz. Kemal Göde), Ankara 1982., s. 30-31). Aynı şekilde Melik Mugîsü’ddîn Tuğrul Şâh’ın da Bayburt Kalesi’nde üç kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabelerden birinde “sultan”, diğer ikisinde ise “melik” unvanı mevcuttur (Halil Edhem, a.g.e., s. 41 n).
  65. Takvim-i Meskûkât-ı Selçûkiyye, s. 11, 13. (İbn Bîbî’nin kaydına göre melikler, “her yıl bir defa babalarının huzuruna gelirler, hizmet için gerekli şart ları yerine getirdikten sonra arzularına kavuşmuş, amaçlarına ulaşmış olarak atlarını kendi topraklarına sürerlerdi.” (İbn Bîbî, s. 22).
  66. J. C. Hinrichs, “Erzurum Selçuklularının Sikkeleri”, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, Sayı: 6 (1976)., s. 163-178.; İbrahim Artuk, “Alâü’d-dîn Keykubâd’ın Meliklik Devri Sikkeleri”, Belleten, XLIV/174 (1980)., s. 265-271.
  67. Daha önce belirttiğimiz gibi Erzurum Meliki Rüknü’d-dîn Cihan Şâh, Alâü’d-dîn Keykubâd’a istendiği zaman askerî kuvvet göndereceğini taahhüt etmiştir (İbn Bîbî, s. 360)
  68. Bazı batılı yazarlar, II. Kılıç Arslan’ın oğullarından Mugîsü’d-dîn Tuğrul Şâh’ın Erzurum’da 14 yıl süren hâkimiyetini, Türkiye Selçuklu hâkimiyeti dışında müstakil bir hükümet gibi değerlendirmişlerse de bu tür bir yargının yanlış olduğu ortadadır (Takvîm-i Meskûkât-i Selçûkiyye, s. 14-15)
  69. Göksu, a.g.e., s. 204-206.